Kamish - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3 


           
   Nishin'in çığlığıyla toparlanan iri adam dumanların yükseldiği yere doğru koşmaya başladı. Attığı her bir adımda katettiği mesafe öncekinin iki katı oluyordu. "Nishin bu söyleyeceğim bir istek veya karşı çıkabileceğin bir şey değil , bir emirdir. Dikkatli dinle. Kabileye vardığımızda bizden olmayan ve tehdit içeren birtakım kişiler görebilirsin. Öyle kişiler gördüğün anda beni veya anneni düşünmeden sadece kaçabildiğin kadar uzağa kaçmanı istiyorum. Hepsinden önce oraya gittiğimizde böyle bir felaketle karşılaşırsak sana vermem gereken bir emanet olucak. Benden onu aldığın an koşmaya başla. Ortalık yatıştığında ben gelip seni bulacağım. Yüce tanrım Kamish umarım sadece ufak bir yangındır." Şoka uğramış Nishin , dehşet saçan gözlerle babasının son cümlesini içinden geçirdi. "Yüce tanrım Kamish umarım sadece ufak bir yangındır."
  
   Artık yalnızca dumanlar değil kabilede gözle görülebilir yakınlığa gelmişti. Mesafe azaldıkça Nishin'in ışıltılı , sürekli parıldayan sarı gözleri şuan sadece titriyordu. Yalnızca gördüğü kanlı, dehşet dolu manzara yüzünden değildi. Gözlerini kapattığında kulaklarında yankılanan acı dolu çığlıklar ve feryatlar, kulaklarını kapatsa burnuna gelen yoğun kan kokusu...                                                      
  Hepsi onun yaşında bir çocuk için normal gecelerde anlatılan korkunç bir masalken şuan tek gecede gerçek oluyordu. Babasıyla birlikte kabile girişine yaklaşmışlardı.                                 
   "Korktuğum başımıza gelmiş. Nishin dinle şok olmanın sırası değil. Bana ve diğerlerine güven bu durumdan kurtulacacağımıza söz veriyorum. Bir Sidar sözünü tutmazsa Kamish'in onu cezalandıracağını bilir. Sen sadece benim söyleyeceklerime uy." 

  Girişte ve kabilenin içlerinde kanlı bir savaş tablosunu andıran manzara hakimdi. Ellerinde çeşitli metallerden yapılmış kılıçlar , üstlerinde farklı kalitelerde zırhlar ve miğferler bulunan atlılar vardı.                               
  Bu ekipman farklılığı tek bir duruma işaret ediyordu. Paralı askerler. Ekipmanları farklı olsada hepsinde ortak olan bir şey vardı. Atların karnından boynuna doğru çıkıldıkça belirginleşen , siyah boyayla yapılmış , göz bandı takan kartal simgesi.                 
 Eksik olmaksızın tüm işgalcilerin atında bu işaretten vardı. Baba, Nishin'i tehditlerden korumak için sağ kolunun altına alırken sol eliyle mızrağını kavradı. Girişte bekleyen 3 atlı tarafından farkedilmişti. Atlılardan ortadaki , kirli sakallı olan diğerlerine birkaç şey söyledikten sonra tek başına hücuma geçti.                                                          
  "O mızrakla bir şey yapabileceğini düşünmek sencede kibirli bir davranış değil mi?"                                                
  Nishin, üstüne koşan bir atlı olmasına rağmen hiçbir korku veya yanılgı hissetmeden koşmaya devam eden babasına baktı. Atlı saldırı menziline girmiş kılıcıyla sol çaprazdan bir saldırı indirmişti. Saldırı Nishin'in olduğu noktayı hedeflemişti.                                        
 "Böyle alçakca bir saldırıya kaybedecek değilim. Senin rakibin benim o çocuk değil.".                     
  Öfkeyle söylediği bu sözlerden sonra baba bir ceylanı andırırcasına saldırının zıttı yöne sekti. Hamlesi o kadar zariftiki Nishin sallanmamıştı bile.                                                                           
  Ayakları yere değdiği anda mızrağını vücut duruşuna uygun pozisyona getirdikten sonra hafifçe arkaya gerdirerek rüzgar hızında bir saldırı gerçekleştirdi.                                
  Saldırının gerçekleşmesiyle işgalci ve atının ikiye ayrılmış vücutlarının yere düşmesi bir oldu.                                     
  Bu sert saldırıdan sonra geriye doğru sendeleyen iki atlının dikkati bir anlığına dağılmış , gözlerinden kaçırdıkları adamın yanlarına ulaştığını fark edememişlerdi.                     
  Mızrağın metale çarpmasıyla oluşan tiz sesten iki tane daha duyuldu. Bu ses kendini savunma fırsatı bulamayan iki askerin ölümünü , onları bu hale sokan adamın ise sahneye girişini işaret ediyordu. 

  Kabilenin Batı ucundan giriş yapmışlardı.                                             
  "O mızrak sesleri , sana ait olduklarını fark etmiştim Korr. Nerede kaldın ?" 
  Elinde tuttuğu yaralı çocuğun yaralarıyla ilgilendiği gözüken adam söylemişti bu sözleri.                              
  "Saldırı ne zaman başladı Hit ? Kaç kayıp var ve Ulu Kam nerede?"        
  Babasının bu denli sakin kalması Nishin'i şaşırtıyordu. Babasının kollarından atladı. Yaralı çocuğa koşmaya başladı.                              
 "Noya, sana ne olmuş böyle? Her yerin kanıyor. Sana kim yaptı bunu? Heyy!"                                                    
  Çocuk kalbi arkadaşını bu halde görmeye dayanamamıştı. Göz yaşlarına hakim olamıyordu.  
  "Endişelenme Nishin o şanslı olanlardan, kurtulacaklardan birisi. Yaklaşık yarım saat önce ilk saldırıyı başlattılar. Üzerinde patlayıcılar olan bir kaç atı Doğu tarafından yollayarak başladılar saldırıya. En çok kayıpta bu sürpriz saldırıda oldu. Yüce tanrım Kamish , ölenleri sayamıyoruz. Her an yeni bir kayıp oluyor. Ulu Kam merkezdeki çadırında , büyüsüne hazırlanması için ona zaman kazandırıyoruz. Bir grupta onu koruyor.".                                              
  Korr , savaşmaktan ve kayıplardan gelen acısına rağmen kendini sağlam göstermeye çalışan bu arkadaşına saygı duyuyordu.                                    
  "Biz merkeze doğru gidiyoruz. Ulu Kamdan almam gereken bir şey var. Sonrasında bu savaşı bitireceğim. İnsanlarımızın daha fazla acı çekmesine izin vermeyeceğim."      
  Nishin babasının kontrolünde merkez çadıra ilerlerken aklında tek bir şey takılıydı. Hit'in başlangıçta söylediği şeyler. "Bu şanslılardan birisi."  
  Arkadaşının bulunduğu o kanlı ve iç karartan hale rağmen şanslı olarak anılması mı?                                 
  Gerçekten şanslı olmak bu muydu?  
  Şanslı olanlar bile o haldeyken şanssızlara ne olmuştu?                       
  Kaç arkadaşını kaybetmişti? 
  Gerçekten kurtulabilecekler miydi? 
  Her zaman sevip andıkları tanrıları şuan neredeydi? Yüce Kamish, kendilerine yaşam veren Kamish , neden şuan burada değildi . Neden onları kurtarmak yerine başka şeylerle uğraşıyordu. Nishin yavaş yavaş her şeye olan güvenini yitiriyordu. 

 
  Ana çadıra giden yolda Korr birkaç atlıyla daha başa çıkmış. Karşılaştıkları kabile üyelerini temizlenmiş olan Batı ucuna yönlendirmişlerdi.                   
  Ana çadıra varmışlardı. Kahverengi ve tonlarında olan ve içine 30 kişinin rahat sığabileceği kadar geniş olan çadırın etrafında savaş devam ediyordu.                                              
  Sidar olan iki genç erkekten biri mızrağıyla son hamlesinde karşısındaki atlıyı yere yığmıştı. Diğeriyse bu kadar şanslı değildi. 
  Atlının kılıcıyla yaptığı saldırıya karşılık verememiş , kılıç boynundan zorlanmadan geçerek kopmuş kafayı arkadaşının olduğu yere doğru uçurmuştu.                                        
  Zaten nefes nefese olan genç , yanına düşen arkadaşının kafasını görünce varlığından sadece söz olarak bahsedebileceğimiz bir kırıntı sayılacak umudunu yitirmişti. 
  Sıradakinin kendi ölümü olduğunu kabullenmişti. Umutsuzca kendi sonunu beklerken gördüğü kişi kaybolan umutlarını yeşertti.       
  Elindeki mızrağıyla onun olduğu yere koşan Korr. Korr yetişemeyeceğini fark etmiş , mızrağını kendisinden önce yollamıştı.                                               
  Uçan mızrak ,dizleri üzerindeki Sidar'a saldırmak için harekete geçmiş olan atlının alnının ortasına saplandı. 
  Nishin ortalığa saçılan kanların , bazıları yüzüne bulanmıştı, arasında boğuluyormuş gibi hissediyordu. 
  Korr'a hayranlıkla bakan genç ayakları üzerine kalkmak isterken bunu yapamayacağını hissetti. Bacaklarını hissetmiyordu. Tüm vücudu yavaşça uyuşuyordu. Bu hissizliğin sebebi anlık bir adrenalinle hissetmesede sonradan tüm hislerini kaybederek farkına vardığı , kalbine yemiş olduğu oktu. Genç son nefesini verdikten sonra olduğu yere yığıldı.
  Korr mızrak alıştırmaları yaptığı bu tanıdık simanın yere yığılışını izlerken bu acısını da diğerlerinin yanına gömdü.                                                
  Şuan önemli olan tek bir şey vardı. Onu halletmeden ağlamak , sızlanmak ya da kıvranmak için duramazdı. Ok saldırılarından sıyrılıp kendini ana çadırın içine attı.                                
  İçeride kırışıklarla dolu ve üst üste binmiş derisini , boynundan ayaklarına uzanan toprak tonlarında bir elbiseyle kapatmış olan ihtiyar, bir şeye odaklanıyordu.                                  
  Elinde tuttuğu, sivri ucundan en üste çıkıldığında kıvrılarak salyangoz kabuğu benzeri bir şekil alan asası yardımıyla ayakta duruyordu.           
  "Ulu Kam emanetinizi almak için buradayız. Şu durum için her şeyin ona bağlı olduğunun farkındayız." 
  Kabilenin şefi olan ihtiyar ,Korr'u baştan aşağı süzdü.                           
 "Korr evladım , kaderimizi her ne kadar biz yazsakta bizim kontrolümüz dışında bulunan, tanrının kontrolünde olan bir kısmı da vardır. Hepimizin topraktan gelmiş olup ona gideceği gerçeği gibi. Seçilmiş oğlanımıza kaderindeki emaneti vermemiz gereken günün bu kadar erken olmasını beklemiyordum. Bu ani saldırı bizi şaşırtsada Tanrımız Kamish bizi bir şekilde koruyacaktır. Bunu da ..".                                                  
  İhtiyar sözlerini yarıda kesip odanın köşesinde ağaç dallarıyla sarılmış olan sandığa yürüdü. Sandığın yanına ulaştığında bir kaç söz fısıldadı. Ağaç dalları ahenkli hareketlerle sandığın üstünden çekildi. İhtiyar sandıktan küçük bir kutu çıkardı. Bir ele sığabilecek boyutlardaki kutunun kilden yapıldığı anlaşılıyordu.               
  Ön ve arka yüzeyine işlenmiş, şuan için anlamsız olan semboller vardı.    
  Ön taraftaki motifte gökyüzünde bulunan kara bulutlar daire şeklini almış , altındaki ormandan bir şey çekiyormuş gibi duruyordu. Bu olaya maruz kalan kalın gövdeli ağaçlar incecik bir kürdan gibi inceliyor , yaprakları kuruyor ve yere düşüyordu. 
  Arka tarafındaysa aynı bulutlardan bu kez yağmur yağıyormuş gibi gözüküyordu.Yerde dağılmış olan kürdan şeklindeki ağaçlardan yağmurla temasta bulunanlar eskisinden bile daha iri ve canlı gözüküyordu. Sanki yağmurdan hayat bulmuş gibi.                                    
  Kutuyla birlikte Nishin'e doğru yürüdü. Yanında diz çökerek kutuyu ona uzattı.                                       
 "Nerede kalmıştım.Tanrı kamish bizi hep koruyacaktır. Bunu da bu sefer seninle yapacak bozkır gözlü, toprak saçlı oğlum. "                                     
  Nishin babasına baktıktan sonra kutuyu eline aldı. Kafasında sorular dönüyordu.                                             
 "Bu kutu ve benim ne alakam var ?" Bugün olanlar yetmemiş gibi birde kutu saçmalığı ortaya çıktı. Kabileyi ben mi kurtaracağım? Saçmalık. Senelerce eğitim almış ve şamanlık rütbesine erişmiş olan ben değilim.Her şey bana mı yüklenmişti? Ne yapmalıyım?                                 
  Nishin kendini çıkmaz bir yolda hissediyordu. Nereye gitmek istediğini bilmiyordu. Neyin doğru olduğunu bilmiyordu. En önemlisi gerçekten kurtulabilecekler miydi bilmiyordu. 
  Babası Nishin'in omzuna dokunarak   
 " O kutuyu kabileden çıkana kadar sakın açma. Seni burdan güvenle uzaklaştırdığımızda kabilenin dışına ulaştığında kutuyu açmalısın. Bunun hepimizin kurtuluşu olucağına inanıyoruz.                                                 
  En önemlisi kutuyu açmadan önce Tanrımız Kamish'e minnetini ve dileğini sunman. 

  Nishin ne yapacağını kendi aklından tekrarlarken içeriye bağırarak kanlar içinde bir Sidar genci girdi.                 
  "Ulu Kam ön savunmamız daha fazla dayanamadı. Aşmayı başardılar. Sıradaki hedefleri burası. Büyünüzü harekete geçirmeniz gereken zamanın bu olduğuna inanıyorum.".            
  İhtiyar tekrar hızlı bir şekilde büyüsüne odaklanmadan önce "Korr hemen çıkar onu buradan büyüye maruz kalmamalı. " diyerek sertçe çıkıştı.                                                     
  Korr , Nishin'i kucağına aldı. Çıkışa yönelmişken burnuna yanık kokusu ilişti. Başını çevirdiğinde kokunun kaynağı anlaşıldı. Çadırın farklı köşeleri yanmaya başlamıştı. Düşmanın yanan okları çadırın içini dolduruyordu.

  

  

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.