Hafif bir selamlaşmadan sonra, biraz mesafe katedip bir sandalye çektim ve oturdum. Ardından çantamdan birkaç kitap çıkardım.
Tam şuanda, hizmet kulübü tamamen oğlanlar için okuma kulübüne dönmüştü. Ama cidden bu kulüp ne tür şeyler yapıyor? Ve yapacak olduğumuz savaşa ne oldu?
Cevap bir ziyaretçinin çekinerek kapıyı tıklatmasıyla beraber aniden belirecekti. Yukinoshita kitabın sayfasını çevirmeyi durdurdu ve kararlı bir biçimde kitap ayracını yerleştirdi.
’Geliniz.’ Diye çağırdı kapıya bakarak.
’K-kusuruma bakmayın.’ diye bir ses geldi, hafif heyecanlı ve belki de biraz gerginlik barındırarak. Ardından kapı kaydırılarak o kadar küçük bir miktarda aralandı ki ancak küçük bir boşluk görülebiliyordu. Kız, vücudunu küçük aralıktan kaydırarak odaya girdi. Ancak birinin onun içeriye girdiğini görmesini istemediğini belirten bir hareket.
Omuzlarında olan kahverengi saçı o yürüyünce sallanacak biçimde hafif dalgalar şeklinde yuvarlanmıştı. Gözleri benimkileri bulana kadar odada gergince dolaştı. Kısa bir çığlık attı.
...Neyim ben? Bir canavar mı?
’N-neden Hikki burada?!’
’...Ben aslında bu kulübün bir üyesiyim.’
Ya da acaba niye bana ’Hikki’ dediğini mi sormalıydım? Daha önemlisi, bu piliçin kim olduğunu?
Dürüst olmak gerekirse hiç bir fikrim yok. Ama bunun dışında tamamen tipik bir liseli kız diyeceğiniz şeye benziyordu. Onun gibilerini etrafta çokça görüyorum, gençliğiyle eylenen gösterişli bir kız. Kısa etek, bluzun patlamış üç düğmesi, açık kahverengiye boyanmış saç ve göğüs bölgesine kısa bir bakışın ortaya çıkardığı parıldayan kolyenin üzerindeki kalp tılsımı. Okul giyim kurallarına tamamıyla meydan okuyan bir kuşam.
Öte yandan, anlaşıldığı üzere karşı taraf beni tanıyor ve ’Kusura bakma da sen kimsin?’ dememin iyi gideceği bir durum gibi görünmüyor.
Ayrıca, fark ettim ki göğsüne iliştirilmiş kurdelenin rengi kırmızı. Okulumuzda, her sınıf kurdelenin rengiyle ayırt ediliyor. Kırmızı kurdele de tıpkı benim gibi 11.sınıf olduğu anlamına geliyor.
...Şuradan başlamak gerekirse fark etmemin sebebi göğsüne bakıyor olduğumdan falan değildi- sadece bir şekilde bakış alanıma girdi... Bu arada, bayağı büyükler...
’Pekala, bir süreliğine otur.’ dedim ve bir sandalyeyi normalce çekerek oturmasını işaret ettim. Yaptığım bu rastgele şövalyelik suçlu vicdanımı maskelemek için yaptığım bir numara değildi. Hakiki nazik yaradılışımı onun üzerinde göstermek istedim. Çünkü bilirsiniz, ben tam bir centilmenim. Gerçekten sofistike kıyafetler giyiyor olmam da bunun yeterli bir kanıtı.
’T-teşekkür ederim...’ Teklifimi kabul edip sessizce otururken şaşkına dönmüş görünüyordu.
Onun tam önünde oturan Yukinoshita göz teması kurup; ’Yuigahama Yui-san değil mi?’
’S-sen benim kim olduğumu biliyor musun?’
Yüzü, Yuigahama Yui’nin adı söylendiğinde bir anda parladı. Yukinoshita tarafından bilinmek size bir statü veriyor gibiydi.
’Sen kesinlikle çok şey biliyorsun... Okuldaki herkesin ismini hatırlıyor musun?’ Diye sordum.
’Pek değil. Senin varlığından haberdar değildim.’
’Öyle ha...’
’Bu hakkında depresyona girilecek bir hadise değil. Zira, bu aslında benim bir hatam. Benim, senin minicik varlığını fark etmedim ve her şeyden öte istemsizce gözlerimi senin varlığından kaçırmayı diledim. Suç benim zihnimin zayıflığında yatıyor.’
’Bu bir tür teselli mi oluyor? Birini teselli etmek için oldukça rezil bir yöntem. Sonuç olarak gayet de benim hatammış gibi bitirdin.’
’Seni teselli etme niyetinde değildim. Sadece sarkazm yapıyordum.’ Dedi Yukinoshita, saçını omzunun üstünden atarken beni ciddiye almayarak.
’Bu bir şekilde... bayağı eğlenceli bir kulüp gibi görünüyor.’ Dedi Yuigahama, bana ve Yukinoshita’ya parıldayan gözlerle bakarken.
...Bu kızın zihni sadece günışığı ve papatyalarla mı dolu?
’Bu açıklama herhangi bir yönden tatmin edici değildi... diğer yandan, senin yanlış anlaman korkutucu derecede rahatsız edici oldu.’ Yukinoshita ona soğuk bir bakış ateşledi. Yuigahama zöleri işleme alır almaz telaşlanıp çılgınca ellerini inkar edercesine sallamaya başladı.
’Ah, hayır, nasıl deyebilirim? Sadece, sizin çok doğal davrandığınızı düşünüyordum! Yani demek istediğim, Hikki sınıfta olduğundan tamamen farklıydı. O gerçekten konuşuyordu falan.’
’Hayır, konuşabiliyorum...bunu söylemek biraz...’ Herhangi bir iletişim becerim yokmuş gibi mi görünüyorum?
’Ah, bu doğru, Yuigahama-san da F sınıfında.’
’Ne? Gerçekten mi?’ diye sordum.
’Söyleme, bunu gerçekten bilmiyor muydun?’ Diye bir soruyla yanıtladı Yukinoshita.
Sınıf arkadaşının seni hatırlamamasının getirdiği sefilliği herkesten daha çok bilirim. Bu yüzden ayni sefilliği onun da yaşamaması için hatamı telafi etmeye çalıştım.
’T-tabiki biiliyorum.’
’...Niye gözlerini kaçırtıyorsun?’ Diye sordu Yukinoshita.
Yuigahama bana aşağılayıcı gözlerle baktı. ’Pekala sınıfta arkadaşlarının olmamasının sebebi bu olamaz mı Hikki? Yani, garip davranıorsun ve bu da korkutucu.’
Aaaah, bu doğru, o aşağılayıcı bakışları hatırlıyorum. Tabi ki, sınıfımdaki diğer kızlar da sıklıkla bana bir dışkı parçasıymışım gibi bakıyorlar. O da futbol klübünün etrafında dolanan şu tarikatın üyelerinden biri olmalı.
Ne de cehennem. Düşmanlarımdan biri değil mi o zaman? Nazik olmaya çalışarak zamanımı boşa harcadım.
’...Bu kaltak.’ diye Diye fısıldadım nefesimin arkasından.
’Ne? Sen kime kaltak diyorsun?!’ Diye patladı Yuigahama cevap olarak. ’Ben henüz baki-... vaov! Her neyse!’ Ateşler içindeymişçesine kızardı ve sözlerini geri almaya çalışır gibi ellerini ileri geriye sallamaya başladı. Ne mankafa ama.
Yukinoshita, Yuigahamayı panikten kurtarmak istercesine bir şeyler söylemeye başladı. ’Utanılacak bir şey yok. Bu yaşta bak-’
’H-hop dur bakalım! Ne diyorsun sen? 11.sınıfta onlardan olmak utanç verici! Yukinosita-san senin feminenliğin nerede?!’
’...Değer biçmek için anlamsız bir şey.’
Duralım burada, nasıl oldu bilmiyorum ama Yukinoshita soğukluğunu yüz kat arttırdı.
’Feminenlik kelimesini kullanmış olsan bile, bana ’kaltaklık’ olarak duyuluyor.’ Diye ekledim.
’Yine söyledin! Birine kaltak demek cidden kabul edilemez! Hikki, sen çok kabasın!’ Yuigahama, küçük ve alay edilecek bir şekilde hırlayarak, dolu gözlerle ana baktı.
’Benim sana kaltak demem kaba olmakla alakalı değil. Ve bana Hikki deme. Bu bana ’hikikomori’ demekle ayni değil mi?’ ...Ov, muhtemelen bu şekilde bir hakaret olarak kullanıyordu. Bu sınıf arkadaşlarımın bana taktığı bir tür aşağılayıcı bir takma ad olmalı.
*Ç/N: hikikomori, sosyal olarak kendini dışlamış insanlara denilen bir terim
...Bu çok kaba değil mi? Neredeyse bunun için göz yaşı akıtacaktım.
Dedikodu yapmanın faydası yok.
Bu yüzden ben söyleyeceklerimi açık, yüksek sesle ve net bir biçimde söylüyorum. Çünkü, direkt olarak benden duymazlarsa hasarı ben vermiş olamam!
’Seni kaltak.’
’S-sen! Sinir bozucusun! Yani, cidden kabaca! Sadece, gidip geberemez misin?’
Bu sözleri duymamın üzerine, en yumuşak halinde sizi bir jilet kadar rahatsız edebilecek ben bile, sessizliğe zorlanmıştım.
Bu dünyada söylenmemiş olması gereken çokça söz var. Spesifik olarak, bunların çoğunluğu başka insanların yaşamıyla ilişkin sözler tarafından oluşturulmaktadır. Başkasının hayatını alma sorumluluğuna hazır değilseniz o zaman böyle şeyleri söyleme hakkına da sahip değilsiniz. Kısa süreli bir sessizliğin ardından, onu kınama amacıyla, açıkça öfkeli bir biçimde heybetli bir cevap verdim.
’Git de geber veya seni öldüreceğim gibi şeyler söylememelisin, yoksa sana toz yuttururum.’
’...Ah..., ö-özür dilerim. Öyle yapm-...bekle ne?! Tam şimdi dedin! Tamamen beni öldüreceğini söyledin!’
Fark etmiş olabilir, ama Yuigahama tam bir boş kafa. Ama doğru düzgün özür dileyebilecek nazik bir kız gibi bir izlenim vermesi gerçekten şaşırtıcıydı.
Görünüşünden yargıyla öngördüğümden biraz daha farklı gibiydi. Grubundaki kızlarla ayni olacağını düşünmüştüm, futbol klübündeki erkeklerden ve etraflarındakilerden bahsetmeye gerek bile yok. Kafası seks, uyuşturucu ve aylaklık etmekle dolu olur diye düşünmüştüm. Murakami Ryuu, romanlarındakiler gibi.
Yuigahama aşırı davranmaktan yorulmuş olacak ki küçükce iç geçirdi.
’...Hey, biraz Hiratsuka Sensei’den duydum da, bu klübün amacı öğrencilerin isteklerini yerine getirmek değil mi?’ Yuigahama, kısa sessizliği bozmuştu.
’Cidden mi?’ diye araya daldım. Bu klübün sonu gelmeyecek biçimde kitap okumak için olduğundan emindim.
’Biraz farklı olduğu inancındayım. Kesinlikle, bu klübün amacının sınırı insanlara el uzatmakla sınırlı. Bunun isteklerini tatmin edip etmemesi sana kalmış.’ Yukinoshita’nın açıksözlü cevabı birnevi soğuk görünüyordu.
’Farkı ne?’diye sordu Yuigahama, şüpheci bir ifade ile. Bu tam da benim merak ettiğim şeydi.
’Aç bir adama balık mı verirdin yoksa ona balık tutmayı mı öğretirdin? Fark burada yatıyor. Ayn şekilde, gönüllüler sonuç değil metodoloji sunar. Sanırım, ’bağımsızlığı teşvik etmek’ en doğru cevap olacaktır.’
Konuşması tam olarak ahlak hakkında bir kitaptan çekilmişçesine duyuluyordu. Herhangi bir lanet olası okulun vaaz edeceği içi boş bir prensip-’öğrencilerin diğerleriyle birlikte ve ayni zamanda bağımsız davranabilmesini teşvik eden klüp aktiviteleri’. Klübün aktiviteleri hakkındaki bu genel anlayışım doğru çıkacaktı. Pek tabi, Sensei de bunun öğrenci gövdesine faydalı bir klüp olacağı hakkında konuşması da vardı.
’Bu birnevi müthiş!’ Yuigahama, ’Gözlerimi açtın artık tamamen anlıyorum!’ der gibi bir bakışla buyurdu. Gelecekte bazı satanist kültler tarafından kandırılabileceğinden endişelenmeye başlıyorum.
Yukinoshita’nın sözlerinin hiçbir bilimsel dayanağı yoktu, hem de büyük göğüslü kızlar genelde... en azından toplumun inancına göre ama inanıyorum ki bu gördüğümüz ilk örnek.
Öte yandan, duvar kadar dümdüz göğüslerle, keskin zeka ve rakipsiz ditayet Yukinoshita’daydı.
’Dileklerini gerçekleştirebileceğimi söyleyemesem de en azından elimden geldiği kadarıyla sana yardım edeceğimi söyleyebilirim.
Bu sözleri duymasının üzerine Yuigahama, sanki birden buraya gelme nedenini hatırlamış gibi dile geldi.
’Hey! Em, birkaç kurabiye yapmayı düşünüyordum...’ dedi Yuigahama ve bana bir bakış attı.
Ben pek de kurabiye değilim biliyorsunuz. Yani sınıfımdaki insanlar baana orada değilmişim gibi davranıyor olabilirler ama ikisi ayni şey değil.
’Hikigaya-kun’. Dedi Yukinoshita çenesiyle koridoru işaret ederek- bana defolmamı söyleyen bir hareket. ’Sen bir göz belasısın, lütfen gider misin? Ve bir daha geri dönmezsen de takdir ederim.’ diyerek bunu nazik bir biçimde de yapabilirdi.
Eğer bir tür kız konuşması yapacaksanız yapacak bir şey yok. Dünyada tabiki de sadee kızlar arasında tartışılabilecek şeyler de vardır. ’Bedensel eğitim’, ’Erkekler giremez’, ’Sınıf sadece kadın özel dersi için kullanımda’ gibi ipuçlarını anlayabilirim. Bu herşeyi özetliyor.
...Kadınlara özel ders demişken, aceba ne tür bir ders... bugün bile hala kafamı kurcalıorlar.
’... Gidip biraz ’Sportop’ alacağım.’
Söylemeliyim ki, anlayışlı bir şekilde, durumu hissedip olması gerektiği gibi davrandım. Eğer bir kız olsaydım, kendime aşık olurdum.
Odadan çıkarken elimi kapı eşiğine koymamla beraber Yukinoshita bana çağırdı. Belki de onun bile ifade edeceği duyguları vardır.
’Ben bir Yasai Seikatsu 100 Strawberry Mix rica edeceğim.’
Doğal bir biçimde etrafındakilere ayak işlerini yapmayı emredebilecek olmasını düşünürsek, Yukinoshita-san, korkutucu şekilde inanılması güçsün.
Özel binanın üçüncü katından birinci katına inip geri dönmek on dakika almazdı. Eğer oyalanarak yürür ve zamanımı kullanırsam ben geldiğimde muhtemelen konuşmaları bitmiş olur.
Ne tür biri olduğu umurumda değil, Yuigahama ilk danışanımız. Diğer bir değişle onun ortaya çıkışı, Yukinoshita ve benim aramdaki sözde savaşın başlangıcını işaretliyor.
Pekala kazanacak gibi değilim, bu yüzden kendimi en az hasarı nasıl alacağım konusuyla ilgilenmeye zorlasam her şey iyi olur.
Okul kantininin önünde şüpheli bir satış otomatı vardı. Normal mağazalarda bulamayacağınız meyvesuyu şişesinde tuhaf sodalar satıyordu. Aromaları taklit etmekte bayağı iyi olduklarından ilgimi çekmişlerdi.
Özel ilgim normlara karşı gelen, 'Sportop' olarak adlandırılan sodayaydı. Ucuz şekerler gibi bir tadı vardı ve 'sıfır kalori' ile 'şekersiz' trendine meydan okuyordu. Tadı bayağı iyiydi.
Satış otomatına 200 Yen bozukluğu yerleştirdiğim an sanki 'Yasai Seikatsu' ve 'Sportop' içeceklerini bir uçaktan atacaklarmışçasına inledi. Sonrasında başka bir 100 Yen yerleştirdim ve 'Otoko no Cafe au Lait' butonuna bastım.
Eğer üç kişiden yalnızca ikisi bir şeyler içiyor olsaydı garip kaçardı. Bu yüzden Yuigahama'ya da bir şey almaya karar vermiştim.
İçeekler toplamda 300 Yen tutmuştu, bu da üstümdeki paranın yüzde ellisini kaybettiğim anlamına geliyordu. Çok sefil bir durumdaydım.
'Geciktin.' dedi Yukinoshita 'Yasai Seikatsu'yu ellerimden sökerken. Ardından içine pipeti sokup içmeye başladı. Geriye kalanlar 'Sportop' ve 'Otoko no Cafe au Lait' olmuştu.
Yuigahama, 'Otoko no Cafe au Lait'nin kimin için olduğunu fark etmiş duruyordu.
'...Ah, doğru.' dedi ve cebimsi para çantasından yüz Yen çıkardı.
'Ah, bunun hakkında endişelenme.'
Yani, Yukinoshita ödememişti ve hepsinden öte ona kendi isteğimle almıştım. Yukinoshita'dan ödeme almam mantıklı olabilecekken Yuigahama'dan para almak üstüme düşmezdi. Bu yüzden uzattığı 100 Yen'i almak yerine kahveyi eline yerleştirdim.
'A-ama ödemeyi yapmadım!' Yuigahama inatla parayı bana vermeye çalıştı. Bana ödeme yapması konusunda ileri geri atışmak bir işe yaramayacağından Yukinoshita'nın yanındaki koltuğuma döndüm.
Yuigahama parasını geri koyarken biraz darılmış görünüyordu.
'...Teşekkürler.' Memnuniyetini kısık bir sesle, kahvesini utangaç bir biçimde iki elinin arasında tutarken, hafif bir gülümsemeyle göstermişti.
Bu kesinlikle hayatım boyunca aldığım en samimi memnuniyet ifadesiydi. Muhtemelen bu güleryüzle sadece 100 Yen eden bir şey için beni fazlasıyla ödemişti.
'Konuşmanızı bitirdiniz mi?' Tatmin olmuş biçimde Yukinoshitanın da bana memnuniyet göstermesini istemiştim.
'Evet, senin yokluğunun bir sonucu olarak, sohbetimiz bir balık gibi yüzdü. Teşekkürler.'
Bu da kesinlikle hayatımda aldığım en samimiyetsiz memnuniyet ifadesiydi.
'...Peki. Çok iyi. O zaman şimdi ne yapacaksınız?'
'Ev ekonomisi sınıfına gidiyoruz. Sen de bizimle geliyorsun.'
'Ev ekonomisi odası mı?'
Orası kendi seçtiğin gruplarla yemek yapma işkencesine tabi tutulduğun bir ızdırap odası gibi bir şeydi. Tehlikeli olan ve yasaklanması gereken mutfak bıçağı ile gaz tüpü gibi aletleri vardı!
'Ve orada ne yapacaksınız?'
Beden eğitimi dersi ve alan gezisinin yanında yemek pişirme de travma yaratma konusunda başı çeken üç aktiviteden biridir. Muhtemelen bunların herhangi birinden gerçekten keyif alan bir kişi bile yoktur.
Demek istediğim, iyi geçinip birbirleriyle sohbet eden bir grup düşünün...sonrasında da benim onlara katıldığımda üstlerine çöken ani sessizliği...evet, kaldırılamazın ötesinde.
'Kurabiye...Birkaç kurabiye pişirmek istiyorum.'
'Ha? Kurabiyeler mi?' Ne hakkında konuştuğundan hiç haberim olmadan bu ona verebileceğim tek cevabımdı.
'Öyle görünüyor ki Yuigahama-san biri için ev yapımı kurabiye yapmak istiyor. Öte yandan, bu konudaki kabiliyetine güvenmediğinden yardım istiyor. Talebi buydu.' Şüphemi gidermek üzere açıklamıştı Yukinoshita.
'Bunu niye biz yapmalıyız ki?...Bunun gibi bir şey için arkadaşlarından yardım al.'
'Ahm, şey...P-pekala, sadece...Bilmelerini gerçekten istemiyorum, eğer bilselerdi kesinlikle benimle dalga geçerlerdi...Bunun gibi ciddi bir konu onlarla iyi gitmezdi...' Yuigahama'nın gözleri cevap verirken yerinden çıkacak gibiydi.
Hafif bir iç çekmenin dışarı sızmasına izin verdim.
Dürüst olmak gerekirse, insanların asşk problemleri başa çıkması kolay şeyler değildir. Kimin kimi sevdiğini bilmektense tek bir İngilizce kelimeyi hatırlayabilmek bile benim için çok daha faydalı olurdu. Bunu düşünecek olursak, ona aşk problemleri konusunda yardım etmek seçenek dışı. Ve tabiki, düşünmek zorunda bırakılmamın ötesinde bu tür aşk hikayelerine hiçbir ilgim yok.
Şimdi düşünüyorum da...Yaptıkları o ciddi konuşma...Bunun hakkında olmalı...
Oğlum, rahatladım.
Cidden, aşk problemleri çeken birine söylemen gereken tek şey var o da 'Pes etme, kesinlikle iyi gidecek!'. Ve eğer iyi gitmezse de şunu dersin, 'O çocuk zaten en büyük ayıydı!'
'Aah,...' Yuigahama söyleyecek söz bulamayıp aşağıya bakmaya başlamıştı. Ardından eteğinin ucunu kavradı, omuzları hafifçe titriyordu. 'Aah, ahaha...Bu-bu garip değil mi? Benim gibi birinin ev yapımı kurabiye yapması...sanki kızımsı kız olmaya çalışır gibi...Özür dilerim Yukinoshita-san, sorun halloldu, hakkında endişelenmeye gerek yok.'
'Pekala, istediğin buysa pek de umurumda olmaz...-Oh, anlıyorum. Eğer onun yüzünden endişeleniyorsan endişelenmene gerek yok. Kendisinin tam olarak ahlak pusulası yok yani onu yardım etmeye zorlayabilirim.'
Her nasılsa Japon anayasası bana işlemiyor gibi görünüyor. Yani ne tür kansız bir sömürü bu?
'Hayır, gerçekten tamam! Kurabiyeler tam da bana uymuyor ve garip olurdu...Yumiko ve Mari'ye sordum, tamamen eski moda olduğunu söylediler.' Yuigahama bana bir bakış fırlattı.
'...Evet. Senin gibi süslü püslü görünen bir kızın kurabiye yapmasını ben de beklemezdim.' dedi Yukinoshita, sanki halihazırda hayal kırıklığına uğrayan Yuigahama'yı daha da depresyona gömmek ister gibi.
'K-kesinlikle! Garip değil mi?!' Yuigahama tepki vermemizi beklerken endişe içinde kahkaha attı. Düşmüş gözleri bir anda meydan okur gibi bana çevrildi. Bana bakan bu gözlerle, benden bir tür cevap istediği hissine kapıldım.
'...Pekala, söylemeye çalıştığım şey...garip olduğu, sana uymadığı, ya da karakterinde olmadığı değildi. Sadece daha az umursayamazdım.'
'Bu söylemesi çok daha korkunç bir şey!' Yuigahama hiddet içinde masaya vurdu. 'Hikki, sana gerçekten inanamıyorum! Cidden zıvanadan çıktım. Eğer aklıma koyarsam yaparım!'
'Bu senin kendi hakkında söyleyebileceğin bir şey değil. Bu sözü kim söyler biliyor musun? Annen-duygusal ve gözleri yaşlı bir şekilde. 'Ben her zaman yapabilsen yapacağını düşünürüm...fakat tabiki de yapamazsın.'
'Peki, annen senden çoktan vazgeçmişe benziyor!'
'Gayet mantıklı bir çıkarım.' Yukinoshita, başını heyecanla salladı. Bu sırada, gözyaşları Yuigaahamanın gözlerini işgal ediyordu.
Ağh, beni yanlız bırak. Öteki yandan tabiki de vazgeçilmiş olmak üzücü, sanırım.
Yuigahama o kurabiyeleri yapmaya bu kadar adanmışken oyunbozanlık yaptığım için kötü hissettim. Yukinoshita ve benim aramdaki savaşın da devam ettiğine vurgu yapmaya gerek bile yok.
'Pekala, yapabildiğim tek şey köri olsa da sana yardım edeceğim.' Gönülsüzce yardımımı sunmuştum.
'...Te-teşekkür ederim.' Yuigahama rahatladığını gösteren biçimde iç çekti.
'Senin pişirme kabiliyetinle alakalı bir yardım beklemiyoruz. Sadece kurabiyeleri tadıp bize fikrini söylemeni istiyoruz.'
Peki, eğer Yukinoshita'nın söylediği gibiyse ve eril bir perspektif gerekiyorsa ortada kesinlikle yapabileceğim bir şey var. Ortada tatlı yiyecekleri sevmeyen sayılamayacak kadar erkek varken bir erkeğin damak tadına uydurabimek adına yardımım gerekebilir. Ve bir şeyin çirkin olup olmadığını söyleyebilecek dürüst biri olduğumdan bahsetmeye gerek bile yok.
...Bu yardımcı olur mu?
Ev ekonomisi odası şimdi vanilya kokusu ile sarılmış durumdaydı.
Yukinoshita özgüvenli bir biçimde buzluğu açtı ve süt ile birkaç yumurta çıkardı. Bir ölçek, kase ve birkaç şey daha aldı, ardından yumurtaları hazırlamaya başladı. Benim pek tanışmadığım garip bir pişirme aracı da kullanıyordu.
Mükemmel olan bu süperinsan her nasılsa birşekilde pişirmekte de inanılmaz derecede iyiymiş gibi gözüküyordu. Bu çabuk hazırlıkları yaptıktan sonra, gerçek pişirme şimdi başlıyor dercesine bir önlük taktı. Yuigahama da bir önlğk giymişti fakat ilk kez giyiyormuş gibi; ipleri de dağınık, karışık bir düğüme bağlamıştı.
'Önlüğün düğümlenmiş. Gerçekten nasıl giyeceğini biliyor musun?'
'Pardon. Teşekkürler...Dur, ne?! En azından önlük giyebileceğimi biliyorsun!'
'Bu halukarda lütfen doğru giy. Eğer işleri doğru biçimde yapmazsan sonunda şu adam gibi olacaksın--dönülmez noktayı çoktan geçmiş biri.'
'Beni olumsuz bir örnek olarak kullanma--neyim ben Namahage falan mı?'
'Bu herhangi birine gerçekten faydalı olduğun ilk andı yani biraz mutlu ol... Ama endişelenmene gerek yok, kendini Namahage ile kıyaslasanda kafa derin ile bir sorunum yok.'
Ç/N: Namahage, iblisimsi kıyafetler giyerek çocukları korkutan adamlara denirmiş, ayni zamanda kafa derisi yüzücü gibi bir anlamı da varmış.
'Başlamak gerekirse endişeli değilim...Durdur şunu. Saçıma küçümseyen bir gülümseme ile bakma.' Gülümsemesinden kaçmayı denemek adına-ki bu normalde göstermediği bir ifadedir-saçımı anlımdan geriye taradım.
Yuigahamayı kıkırdarken duydum. Hiç de şaşılmayacak biçimde, Yukinoshita ve benim tartışmamızı uzaktan izlerken hala önlüğünü giymeye çalışıyordu.
'Hala bağlayamadın mı? Yoksa nasıl giyeceğini bilmediğinden olabilir mi?...Tanrım, sadece buraya gel. Ben senin için bağlarım.' Yukinoshita, Yuigahama'yı hızlı bir el hareketiyle çağırırken gözlerini yuvarladı.
'...Bence tamam,' diye mırıldandı Yuigahama, biraz kararsız gibi bir bana bir Yukinoshita'ya bakarken. Kaybolmuş, gergin bir kız çocuğuna benziyordu.
'Acele et.' Yukinoshita'nın soğuk ses tonu Yuigahama'nın kararsızlığını parçaladı. Kızgın mıydı değil miydi bilmiyorum ama bu biraz korkutucuydu.
'Ö-ö-ö-özür dilerim!' diye cıyakladı Yuigahama, Yukinoshita'ya doğru yürürken. Neydi bu kız, yavru köpek falan mı?
Yukinoshita arkasına geçip tekde bağcıklarını tekrar bağladı.
'Yukinoshita-san... Tıpkı benim ablam mışsınız gibi değil mi ha?'
'Benim küçük kardeşim senin kadar kötü çıkmazdı.' Yukinoshita iç geçirdi ve tadı kaçmış gözüktü, ama beni şaşırtan şey tamamen Yuigahama'ya katılıyor olmamdı.
Eğer olgunYukinoshita'yı bebek yüzlü Yuigahama'nın yanına koysanız kardeş gibi gözükürlerdi. Her şartda, ikisi arasında alışıldık birşey varmış gibi hissediyordum.
Bunun dışında, orta yaşlı erkeklerin diyeceğinin aksine hiçbir şeyin üzerine giyilen önlük hoş gözükecek olsa da, önlüğün altına üniforma giyilmesinin en iyisi olacağını düşündüm.
Bu düşünceyle kalbimin ısındığını hissetmeye başlayıp sırıttım.
'H-hey, Hikki...'
'N-ne?' Sesim çatladı.
Lanet...Muhtemelen biraz önce bayağı müstehcen bir yüz ifadesi yapmıştım. Ve bu istemsiz, gergin cevap da müstehcenliği dramatik bir biçimde arttırmış olmalı.
'Ev ekonomisinde iyi olan kızlar hakkında ne düşünürsün?'
'Şey, tam olarak nefret ediyor değilim. Erkekler her zaman çekici bulacak da değil.'
'A-anladım...' Bunu duydduktan sonra Yuigahama rahatlamayla gülümsedi. 'Pekala! Yapalım şunu!' Kıyafetinin kollarını yukarıya çekti, yumurtaları kırdı ve onları dövmeye başladı. Ardından un, şeker, tereyağı ve içinde vanilya aroması da olan tatlandırıcılar eklemeye başladı.
Yemek yapma sanatında pek yeri olmayan ben bile Yuigahama'nın kabiliyetlerinin normalin çok uzağında olduğunu görebiliyordum. Kurabiye yapmanın çok büyük bir olay olduğunu düşündüğünden eminim, ama aslında basit olmasından dolayı yarışmacılığının normalden ne kadar uzak olduğunu görmek kolaylaşıyor. Onları saklayabilecek hiçbirşey yok, böylece gerçek yetenekleri tam gösterimde.
İlk olarak, dövülmüş yumurtaların içinde hala yumurta kabukları var. İkinci olarak, aromalar birbiri üstüne yığılıyordu. Üçüncüsü, tereyağı hala sertti.
Ve beklendiği gibi, un yerine tuz döküyordu ve süt ile dolup taşan kaseye vanilya aroması döküyordu.
Hızlı ca Yukinoshita'ya döndüm, elini anlına koymuş ve sararmıştı. Ben bile, pişirme yeteneklerimin yokluğuna rağmen midemde bir kasılma hissetmiştim. Pişirmede iyi olan Yukinoshita için tamamiyle bir yemek terörü olmalıydı.
'Şimdi ihtiyacımız olan..' Yuigahama gittiğiyolu geri dönüp biraz kahve aldı.
'Kahve mi? Yani, içecek birşeyler olursa yemeği sindirmek daha kolay olacaktır...iyi ikir değil mi?
'Hah? Öyle değil-- bu gizli bileşen. Erkekler tatlı şeyleri sevmez değil mi?' Yuigahama işini yaparken yüzünü bana çevirmişti. Bakışının elinden uzağa yönlendirdiği anda ondan habersiz, kasenin ortasında siyah bir tepecik oluştu.
'Artık gizli olmadığından eminim...'
'Ne? Agh. Pekala, düzeltmek için biraz un ekleyeceğim.' Bununla beraber siyah tepeciğin yanına bir de beyaz tepecik dikti. Ardından herşeyi dalgasal biçimde, dövülmüş yumurtaların içine çekerek bir cehennem yaratığı oluşturdu.
Çıkarımımı aktarıyorum: Yuigahama'nın pişirme yetenekleri ciddi biçimde yoksun. Bu yeteneklerinin iyi seviyede olup olmaması değil--en başından beri yetenekleri asla varolmamış. Sakarlığın ötesine geçmiş, umutsuz derecede sıradan bir şey pişirmesine karşın bunu bile yapabilmeye uygun değil. Labarotuar arkadaşım olmasını istemeyeceğim tek kişi, o kadar beceriksiz ki kendini öldürtebilir.
Şeyin pişmesi bittiğinde bir tür kömürleşmiş sıcak kek olmuştu. Sadece kokusundan bile acı olduğunu söyleyebilirdim.
'N-neden?' Yuigahama, önündeki vahşete bakıyordu.
'Sadece, anlamıyorum... Bu kadar hata ardına hata yapmak nasıl mümkün olabiliyor...' Diye mırıldandı Yukinoshita. Yuigahama'nın onu duymaması için mi düşük sesle konuştuğunu merak ettim. Fark etmeksizin, dikkatsizlikle ağzından kaçırmış gibi duruyordu.
Yuigahama, vahşeti aldı ve tabağa servis etti. 'Böyle görünüyor olabilir, ama... Deneyene kadar bilemeyiz!'
'Haklısın, hatta tadım testini yapması için burada bir adamımız da var.'
Buna kahkahalarla güldüm. 'Yukinoshita. Bu yapmak için garip bir gaf... Buna zehir testi denir.'
'Bu nasıl zehir olsun?!...Zehir...Evet, belki de zehirlidir.' Kendinden emin cevabına rağmen, bir türlü gergin gözüktü, kafasını 'Sen ne düşünüyorsun?' der gibi bir yana yatırdı.
Açıkça, buna söyleyecek hiçbirşey yoktu. Yuigahama'nın yavru köpek ifadesinden kaçıp Yukinoshita'nın ilgisini çekmeye çalıştım.
'Hey, cidden bunu yiyecek miyim? Bu tıpkı Joyful Honda'da sattıkları kömürler gibi.'
'Bişey olmaz--yenilemez madde kullanmadık. En azından çok kullanmadık. Ve--' Yukinoshita, 'Ben de yiyeceğim, yani tamamdır' diye fısıldamadan önce duraksadı.
'Cidden mi? Sen, bir ihtimal iyi bir insan mısın? Ya da beni seviyor musun?'
'...Tekrar düşününce, lütfen hepsini yedikten sonra kendini infaz et.'
'Benim hatam... Öylesine şok içindeydim ki ağzımdan garip şeyler kaçırdım.'
'Ben senden tadım yapmanı istedim, böyle birşeyle uğraşmanı değil. Dahası, onun talebini kabul eden de bendim. Şahsen, en azından sorumluluğu üstleneceğim.' Yukinoshita, tabağı kendi tarafına çekti. 'Eğer sorunun ne olduğunu anlayamazsak, sorunla doğru biçimde yüzleşemeyiz de. Ayrıca bilgi uğruna risk almak gerektiğini söylemeye gerek yok...'
Yukinoshita, kara vahşetten birkaç parça aldı, ki bunlar demir madeni bile sanılabilirdi, ve bana baktı. Gözleri biraz yaşlı görünüyordu. 'Ölmeyiz, değil mi?'
'Ben de bunu merak ediyorum.' Dedim ve Yuigahama'ya baktım; o da katılmak istermişçesine bizi izliyordu.
...Mükemmel. O da yerse iyi olur. Başkalarının acılarını da öğren.
Yuigahama'nın kurabiyelerini ancak yiyebildik. Eğer bir mangada olsaydık, onları yemeyi bitirir bitirmez hasta olup kusardık. Gerçekteyse, o kadar kötüydüler ki bayılmayı tercih ederdim. Eğer bir daha bu kurabiyeleri yemeyeceksem hasta olmayı mutlulukla kabul ederdim.
Sonrasında aklıma gelen bir düşünce: o kız bunun içine balık bağırsağı falan mı koymuş? Yine de tahminimce bundan kötü değildir, yani en azından bizi öldürmez. Öte yandan, uzun vadeli düşününce, kanserojen etkilerinin sindirildikten bir süre sonra ortaya çıkacağını söylemek mantık dışı olmaz.
'Agh...Acı ve iğrenç...' Dedi Yuigahama kemirirken, gözlerindeki yaşla. Yukinoshita, ona anında çay bardağı uzattı.
'Ağzını yıkayıp olabildiğince az çiğnemeye çalışırsan iyi olur. Ve dilinin onlara çok fazla dokunmasına izin vermemeye çalış. Ne de ola onlar, zehir olma potansiyeline sahip.'
Gidip de korkunç şeyler söyleme, tanrı aşkına!
Yukinoshita, öfkeyle kaynayan çaydanlıktan sıcak su dökerek siyah çay yaptı. Kendimize düşen sayıda kurabiyeyi yeyince, çayları içerek kötü tattan kurtulmaya çalıştık. Ardından herşey normal hissettirmeye başladı ben de rahat bir iç çektim.
Ardından Yukinoshita ağzını açtı. Rahatlamış ortamımızı bölmek mi istemişti? 'Peki o zaman, hadi sonuçları nasıl geliştirebileceğimizi düşünelim.'
'Yuigahama bir daha pişirmese nasıl olur?'
'Tamamıyla red mi ediliyorum?!'
'Hikigaya-kun, bu bizim başvuracağımız son yol olurdu.'
'Son yol mu? Yani bu cidden bir seçenek?!' Diyerek Yuigahama, hızlıca şoktan umutsuzluğa geçiş yaptı. Omuzları düştü, başını öne eğdi, ve derin bir iç çekti. 'Sanırım pişirmek çokta bana göre değilmiş... Buna bir yetenek mi denir? Sahip olmadığım bir yetenek.'
Yukinoshita yanıt olarak kısa bir iç çekti. '...Anladım. Bir çözüm buldum.'
'Duyalım o zaman.' Diyerek ona sufle ettim.
'Basit, daha çok çalışmak.' Diye cevapladı Yukinoshita sakince.
'Buna çözüm mü diyorsun?' İlgilendiğim kadarıyla, bu hayatımda duyduğum en kötü çözüm önerisiydi. Bu noktada en iyisini denemekten başka yapabilecek birşeyi yok, çünkü kaale alınacak başka seçenek yok. Öte yandan, bu sadece tek bir anlama gelir: kıyametin eşiğindeyiz.
Açık olmak gerekirse, bu her zaman anlamsız bir risk olurdu.
'Hiç umut yok hadi duralım' dese çok daha kolay olurdu. Bu kadar çok çalışmak, anlamsızca bu kadar efor sarf etmek nafileninde ötesinde. Eğer Yukinoshita haberleri patlatıp da ona lanetlendiğini söylese o da tüm bu emeği ve iş gücünü başkaşeylere harcayabilirdi--bu daha verimli olurdu.
'Sıkı çalışmak mükemmel bir çözümdür--eğer doğru yaparsak tabi' Zihnimi okumuşçasına böyle dedi Yukinoshita. Duyudışı algıları falan mı var şunun? 'Yuigahama-san, hiç yeteneğin yok demiştin değil mi?'
'Huh? Evet tabi.'
'Lütfen kendini bu düşünceden arındır. En ufak çabayı bile sarf etmeyenler yeteneklilere imrenme hakkına sahip değillerdir. Başarılı olamayan kimseler başarısızdır çünkü başarılı olanların acıdolu sıkı çalışma birikimini hayal dahi edemezler.' Yukinoshita'nın sözleri daha da acıydı. Sözleri o kadar inkar edilemez derecede doğruydu ki çürütmeye yer yoktu.
Yuigahama söyleyecek söz bulamıyordu; daha önce kimse onu bu tür bir gerçekle vurmamış olmalı. Dizginlenemez bir panik ifadesi bir gülümseme ile örtülene kadar yüzünden geçti.
'A-ama, ah, insanlar bu günlerde öyle şeyler yapmıyorlar... Bana kesinlikle uymuyor, tam olarak yani.'
Yuigahama'nın utangaç gülümsemesi ölür ölmez, aşağı konulur konulmaz takırdayan bir kupanın sesi duyuldu. Çok sessiz ve küçük bir ses de olabilirdi yine de kristal kadar net biçimde çınlayarak bakışlarımızı zorla üzerine çekti. Orada keyifli bir havayla ışıldayan Yukinoshita oturuyordu.
'...Lütfen etrafındakileri karşıya almaya çalışmayı bırak... Berbat biçimde rahatsız edici. Kendi yetenek yoksunluğunu, beceriksizliğini ve aptallığını başkalarına yüklemen utanç verici değil midir?' Yukinoshita'nın sesi güçlüydü. O kadar açıkça rahatsız olmuştu ki ben bile geriye çekilmiştim, sessiz bir 'V-vaay...' diyecek kadar şaşırmıştım.
Ezilmiş Yuigahama sessizliğe gömüldü. Başını öne eğdi, bu yüzden yüzünü iyi okuyamıyordum, ama elinin, eteğinin kenarını kavrama şekli duygularına ihanet ediyordu.
Kesinlikle mahir bir iletişimciydi-ne de olsa popüler çocuklarla takılıyordu, ki bu hem basitçe hem güzel bir görünüş hem de insanarası yetenek gerektirir. Diğer bir değişle, kendini diğer kişilere göre konumlandırmada iyiydi... Ama bu ayni zamanda eğer sonunda yanlız kalma riski varsa kendi olma isteğinden yoksun olduğunu da gösterir.
Diğer taraftan, Yukinoshita da en az o kadar kendi yolundan gitmeye kararlıydı. Bu anlamda kesinlikle dik kafalıydı.
Yanlız olmayla alakalı tercihlerini dikkate aldığınızda, tamamen farklı türden kızlar olduklarını görürdünüz. Ama eğer kimin daha çok güce sahip olduğu hakkında konuşuyorsak, Yukinoshita açıkça güçlü olandı. Bu adil bir argümandı. Yuigahama'nın gözleri doluyordu.
'B-b...'
'Ben eve gidiyorum' mu demeye çalıştığını merak ettim. İstemsizce zayıf konuşması ağlamak üzereymiş gibi duyulmasına sebep oluyordu. Omuzları titriyordu, dolayısıyla sesi de titriyordu.
'İnanılmaz...'
'Hah?!' Yukinoshita ve ben bir ağızdan konuşmuştuk. Bu kız ne diyor...? Farkında olmadan bakışlarımızı değiştik.
'Bunu cidden dümdüz söyledin... Ve bu sadece, pekala... Bu gerçekten havalı...' Yuigahama, Yukinoshita'ya bakarken hevesliydi. Yukinoshita'nın ifadesi sertleşti ve iki adım geriye çekildi.
'A-az önce; ne diyorsun sen... Beni duydun mu? Sözlerimin sert olduğundan gayet eminim.'
'Yok artık! Hiç de bile! Pekala, yani, sözlerin sert ve dürüsttü, biraz çekindim.'
Evet, bu tamamiyle gerçekti... Dürüstçe, Yukinoshita'nın sevgili kız akranlarından birine böyle şeyler söyleyeceğini düşünmezdim.
'Kaba' bu sözleri tanımlamak için yeterli gözükmüyordu, bu yüzden ben azımsanamayacak biçimde afallamıştım. Yine de eminim ki Yuigahama 'afallamış' olmanın ötesindeydi.
'Yine de gerçekten sadece bana karşı dürüst olduğunu düşünüyorum. Yani, Hikki ile konuşurken bile birbirinize kaba şeyler söylüyorsunuz ama düzgünce konuşuyorsunuz. Ben şu ana kadar uyum sağlayıp benden bekleneni söylemeyi denedim yani bu benim için bir ilk...'
'...' Şaşırtıcı biçimde bu kez sözlerden yoksun kalan Yukinoshitaydı. Muhtemelen Yukinoshita'nın böyle bir şeyi ilk kez deneyimlemesiydi. Doğru olanı yapıp cidden özür dileyenlerin sayısı tahmin edilemeyecek biçimde azdı. Çoğunluğun sinirden yüzü kızarırdı.
Yukinoshita başını aniden yana çevirip parmaklarıyla saçını taradı. Bu hareket söyleyecek birşey aradığını ama bulamadığını göteriyordu. Adamım... Cidden doğaçlama konusunda sorun yaşıyor.
'...Ona nasıl yapıldığını öğret. Yuigahama, onun sana söyleyeceklerine gerçekten ilgi gösterdiğinden emin ol.' Aralarındaki sessizliği bozunca Yukinoshita iç çekti ve onay verir biçimde başını salladı.
'Ben bir grup örnek yapacağım, böylece tam olarak benim yaptığım gibi yapmayı deneyebileceksin.' Yukinoshita dikildi ve hazırlıklara başladı.
Kollarını yukarıya çekti, bir kaseye yumurtalar kırdı ve dövmeye başladı. Tortulaşmaması için isabetli dikkatle ağırlığı seçilmiş miktarda unu ince eleyip sık dokuyarak içine kattı, ardından şeker, yağ ve vanilya özü gibi aromaları ekledi.
Yeteneği Yuigahama'nınkini bayağı aşıyordu. Göz açıp kapatıncaya kadar kurabiye hamurunu yapmıştı, ardından kurabiye kalıplarıyla onları yuvarlaklar, yıldızlar ve kalpler halinde kesmeye başladı. Şimdiden pişirme tepsisinin üstünde pişirme kağıdı uzanıyordu. Dikkatlice kurabiye hamurunu kağıdın üzerine yerleştirip önceden ısıtılmış fırına verdi.
Kısa bir süre sonra, tarifi olmayan güzel bir koku odayı kapladı. Ön hazırlıkların doğru yapılması halinde sonucun iyi olacağı çıkarımını yapmak kolaydı. Ve beklendiği gibi, pişmiş kurabiyeler göz kamaştırıcıydı. Yukinosita onları tabaklara koyup uzattı.
Açık kahverenginde pişmiş ve birilerinin kesinlikle 'kurabiye' diyebileceği haldeydiler. İyi yapılmıştılar, tıpkı halamın yaptıkları gibi. Saygıyı hak ediyorlardı.
Birini alıp ağzıma atar atmaz yüzüm doğal bir biçimde gülümsemeye başladı.
'Çok iyi! Sen ne tür bir pastacısın?' Gerçek izlenimlerimin dışavurumuna izin vermiştim. Ellerimi durduramayarak ağzıma bir tane daha koydum. Tabiki de lezizdi.
Muhtemelen bir daha bir kızın el yapımı kurabiyelerinden yeyemeyecektim dolayısı ile fırsattan istifade bir tane daha götürdüm. (Yuigahama'nın yaptıkları tam olarak kurabiye olmadığından onlar sayılmazdı.)
'Çok iyiler... Yukinoshita-san, inanılmazsın.'
'Teşekkür ederim.' Yukinoshita herhangi bir türden sarkazm içermeyecek biçimde gülümsedi. 'Ama görüyorsun, tam olarak tarifi takip ettim. Bu yüzden, sen de ayni şekilde yapabiliyor olmalısın. Eğer çalışmıyorsa, bunun arkasında başka nedenler olmalı.
'Şey, bu kurabiyeleri kullansam olmaz mı?'
'Öyle olsa hiçbir anlamı kalmazdı. Yani, Yuigahama-san elimizden gelenin en iyisini yapalım'
'E-evet... Gerçekten yapabileceğimi düşünüyor musun? Gerçekten senin gibi kurabiyeler yapabilir miyim? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?
Ç/N: Reklam göndermesi eklemezsem olmazdı, eserine izinsiz biçimde gönderme eklediğim Watari Wataru başta olmak üzere tüm herkesten özür dilerim.
'Tabi ki. Eğer reçeteyi takip edersen tabi.' Yukinoshita onu uyarmayı unutmamıştı. Böylece, Yuigahama'nın ikinci denemesi başladı.
Yukinoshita'nın versiyonunun tekrarlanması gibi Yuigahama ayni süreci ve eylemleri uyguladı. Yani, sadece kurabiyeleri yeniden pişiriyordu dolayısıyla... Bu gayet lezzetli bir kelime oyunuydu*.Pişmiş kurabiyelerin de lezzetli olacağından emindim... Bu kelime oyunlarını yoktan var etmeye devam ediyordum.
Ç/N: Tekrarlamak ve yeniden pişirmek Japonca'da ayni kelimeymiş.
Öte yandan...
'Yuigahama-san, yanlış, yanlış anlama ama o hareket öyle yapılmaz. Unu elerken daha dairesel bir hareket yapman gerek... Daire, dedim ki, daire. Anlıyor musun? Anaokulunda daireler hakkında birşey öğrenmedin mi?'
'Malzemeleri karıştırdığında kaseyi doğru tuttuğundan emin ol. Kase de dönüyor, yani pek de karıştırıyorsun sayılmaz. Acelet etme, karışımın içinde süzül.'
'Hayır, hayır, yanlış yapıyorsun. Aromayı arttırmak için onu eklemene gerek yok. Gelen sefere konserve şeftali falan ekleyebiliriz. Eğer çok su baarındıran birşey eklersen hamur ölür. Geri döndürülemez.'
Yukinoshita'nın-Yukinoshita Yukino'nun- aklı karışmıştı. Tamamen dertliydi.
Hamur hernasılsa, sonunda fırına girmeyi başardığında iç çekti. Her zamanki küstahlığı kaybolmuş ve bir tutam ter anlından damlıyordu.
Fırın açılınca Yukinoshita'nın bir önceki kurabiyelerini andıran bir aroma ortaya çıktı. Yine de...
'Bir şekilde farklılar...' Umutsuzca, Yukinoshita'nın omuzları düştü.
Onları tatmak Yukinoshita'nınkilerden tamamen farklı olduklarını gösteriyordu. Yinede, 'kurabiye' olarak adlandırılmayı tamamiyle hak ediyorlardı.
Önceki o kömürümsü şeyle kıyaslanınca çok daha iyiydiler... Dürüst olmak gerekirse onları yemekle bir sorunum yoktu.
'...Anlaman için sana nasıl anlatmalıyım?' Kafası karışmış Yukinoshita, başını düşünce içinde eğdi.
Onu izlerken sebebin bariz olduğunu fark ettim: birşeyleri anlatmakta berbattı.
Dürüst olmak gerekirse, Yuiknoshita bir dahiydi, ve bu yüzden normal bir insanın hislerini anlaması mümkün değildi. Onların başarısız olmasına neyin yol açtığını anlayamazdı.
Bir tarifi birebir takip etmenin matematikte bir formül kullanmaya benzer olduğunu söyleyebilirsiniz. Matemetikte kötü olan insanlar formülün niye var olduğunu anlayamazlar ve formülün cevabı bulmakta nasıl kullanılacağını da anlayamazlar.
Yukinishita sadece Yuigahama'nın niye anlayamadığını anlayamıyor. Eğer bunu ona söyleseydim sanki onun hatalı olduğunu söylemeye uğraşıyormuşum gibi olacaktı. Uğraşmıyordum. Yukinoshita yapabileceğinin en iyisini yapmıştı, sorun Yuigahamaydı.
'Niye olmadılar ki?... Tamamen bana onları yapmam gerektiğini söylediğin şekilde yaptıktan sonra bile.' Kurabiyeye uzanırken tamamen afallamış görünüyordu.
Eğer zeki birinin öğrencisi her ne kadar salak olursa olsun başkalarına öğretmekde iyi olmasını bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Bir aptala ne dediğiniz fark etmez, dümdüz salaktırlar, yani anlamayacaklardır. Sayısız kere anlatabilirsiniz ama akıllarındaki o boşluk asla dolmayacak.
'Hmmm... Senin yaptıklarından gerçekten de farklılar, Yukinoshita-san.' Yuigahama yüreğini kaybetmişti ve Yukinoshita kafasını ellerinin arasına gömmüştü.
Onların bu tatsız durumunu izlerken kart kurt diğer kurabiyeyi çiğniyordum. 'Hey, ah, düşünüyordum da: siz niye leziz kurabiyeler yapmaya çalışıyorsunuz?'
'Ne?' Yuigahama bana baktı ve ifadesiyle 'Sen hangi cehennemden bahsediyorsun seni bakir?' dedi. Bayağı küçümseyici bir bakıştı dolayısıyla biraz rahatsız oldum.
'Hiçbirşey anlayamayacak türden bir kaltak mısın? Salak mısın?'
'Bana kaltak demeyi kesmeni söylemiştim!'
'Siz erkeklerin nasıl düşündüğüne dair ilk şeyi anlamamışsınız.'
'Anlayabilmemin yolu da yok! Daha öncesinde biriyle çıkmadım! Yani, şey, çok fazla arkadaşımın erkek arkadaşı oldu... Yani sadece onların yaptığını yapıyordum ve işler buraya geldi...' Ben dinledikçe, duyamayacapım noktaya gelene kadar Yuigahama'nın sesi kısıldıkça kısıldı.
Açıkca konuş tamam mı? Açıkça. Öğretmenin beni ayağa kaldırdığındaki halimi bana yansıtmaya mı çalışıyorsun?
'Yuigahama'nın alt yarısı konumuz değil. Ne demeye çalışıyorsun Hikigaya-kun?'
Pekala, alt yarısı ne alaka. Bu günlerde bu tarz tabirleri trenlerdeki posterlerde bile görmüyorum. Kaç yaşındasın sen?
Dramatik etki için önce duraksadım ardından sanki üstünlük bendeymiş gibi bir kahkaha patlattım. 'Hah... Siz ikiniz gerçek ev-yapımı kurabiye yemenin zevkini almamışsınız gibi görünüyor. On dakika sonra buraya gelin, ardından 'gerçek' ev-yapımı kurabiyeleri tatmanıza izin vereceğim.
'Ne dedin sen...? Ne kadar da mucizevi bir teklif. Ben de bunu diliyordum biliyor musun?' Belki de kurabiyelerini reddetmemi saldırgan bulmuştu ama Yuigahama bunu söyledi ve Yukinoshita'yı da beraberinde sürükleyerek koridorda kayboldu.
Pekala öyleyse... Bu çatışmada hamle yapma sırası bendeydi. Diğer bir değişle, bu sorunun çözümünün finalini ve nihai çözümünü kararlaştıracak nokta buydu.
Ev ekonomisi odası çok geçmeden uğursuz bir atmosferle mühürlenmişti.
'Bunlar 'gerçek' ev yapımı kurabiyeler mi? Şekilleri eşit değil ve orası burası yanık. Bunlar...' Yukinoshita önündeki şeylere şüpheyle baktı.
O sırada onlara yandan gözcülük eden Yuigahama başını aniden hareket ettirdi. 'Hah, büyük konuştun ama bunlarla ilgili özel olan hiçbirşey yok. Gülünç! Yemeye uygun bile değiller!' Aniden alaycı bir kahkaha patlattı... Ya da daha doğrusu, kahkaha kükredi. Kahrolasın... Bunları dediğini unutmasan iyi edersin.
'Pekala, bunları söylemeden önce lütfen bir dene.' Ağzımın kenarlarının sıyırmasını engellemeye çalışırken rahat gülüşümü takındım. Bu gülümsemeyle birlikte, hazırlıklarımın çiziksiz olduğunu düşündüğüm, herhangi bir eleştiri beklemediğim, zaferimden tamamen emin olduğum numarası yaptım.
'Peki, o kadar ileri gittiysen...' Yuigahama, bir kurabiyeyi çekinerek ağzına soktu. Yukinoshita da hiçbirşey demeden bir tane aldı.
Tatminkar bir kıtırtı sesi vardı, ardındansa ani sessizlik. Bu hiç şüphesiz ki fırtına öncesi sessizlikti.
'B-b bu!' Yuigahama'nın gözleri tadı açıklayacak doğru sözleri bulmaya çalışırken açıldı.
'Hiçbir özellikleri yok... Yani, bazı kısımlarını çiğnemek zor! Tadları gerçekten o kadar güzel değil, ciddiyim!' Duyguları şaşkınlıktan öfkeliye dönene kadar 360 derecelik bir dönüş gerçekleştirdi. Bu sallantılı duygu değişiminden de olabilir ama... Yuigahama bana doğru bir bakış fırlattı.
Sessiz Yukinoshita bana şüpheyle baktı. Bir şekilde çözmüş gibi duruyordu...
İkisinin de ifadelerini gördüm ardından yavaşça gözlerimi kapattım.
'Anladım. Demek ki lezzetli değiller... En iyimi denemiş olsam bile.'
'--Ah,... Özür.' Yuigahama benim mahzun bakışmı gördükten sonra garip bir biçimde bakışını yere çevirdi.
'Sanırım onları atacağım.' Tepsiyi aldım ve yürümek için arkamı döndüm.
'L-lütfen dur.'
'...şimdi ne var?'
Yuigahama beni durdurmak için elimi kavradı. Gitmeme de izin vermedi, cevap da; bunun yerine şekilsiz kurabiyelerden birini alıp ağzına koydu. Ardından dişlerini gıcırdatarak ısırık aldı.
'Atman gerekecek kadar kötü de değiller.. Söylediğim kadar iğrenç değiller.'
'...Anladım. O zaman onlardan memnun musun?' Bir gülümseme patlattım ve Yuigahama hızlıca uzağa bakmadan önce başını salladı. Günbatımının ışığı camdan içeri yansıdı ve yüzünün kırmızı gözükmesine sebep oldu.
'Pekala, dürüst olmak gerekirse onlar senin biraz önce yaptığın kurabiyeler...' Ona gerçeği gözümü kırpmadan, kayıtsızca söyledim. Onları benim yaptığımı hiç söylememiştim, bu yüzden yalan da söylemiş değildim.
'...hah?' Yuigahama sesini yükseltti. Gözleri açıldı ve ağzı sarktı... Diğer bir değişle mankafaydı. 'N-ne?' Yuigahama gözlerini kırpıştırdı. Yukinoshita ve ben bakışlarımızı takasladık; Yuigahama anlamamış gibi görünüyordu, tamamiyle öyle.
'Hikigaya-kun, ne yapmaya çalıştığını anladığımdan emin değilim... Yaptığın maskaralık arkasında herhangi bir anlam barındırıyor mu?' Memnuniyetsiz Yukinoshita bana baktı.
'Şöyle bir değiş vardır, 'Sevgi varsa, sevgi tamamdır!'' Parlak bir gülümseme çıkarttım ve sağlam bir başparmak ile onaylama hareketi yaptım.
Ç/N: Apron of Love (Sevgi Önlüğü) isimli bir eski Japon televizyon programına göndermeymiş.
'O program bayağı eski...' Diye cevap verdi Yuigahama kısık bir sesle. Peki, ben ilkokuldayken yayınlanan bir programdı... Öte yandan, Yukinoshita kafasını aklı karışmış biçimde eğmiş duruyordu. Anlamamış gibi görünüyordu.
'Siz arkadaşlar ayni anda çok fazla hendek atlamaya çalışıyorsunuz.' Farkında olmadan gülümsemeye başlamıştım. Adamım, bu anlık üstünlük hissi de ne? Sanki doğru cevabı sadece ben bilirmişçesine... Buna dayanamam.
'Tanrım... Hendeklerin anlamı üstünden atlamak değil olabildiğince hızlı geçmektir. Üstünden geçmeniz gerektiğini söyleyen bir kural yok. Sizi-' İstemsizce gevelemeye başlamıştım.
'Ne demeye çalıştığını anlıyorum, bu yüzden sadece sus.'
'in bu hendekleri doldurmak, üstüne köprü çekmek gibi bir derdiniz olmamalı.' Demeye çalıştığım şey buydu.
'Şu ana kadarki emeklerimizin sebep ve sonuçlarımızı saptırdığını söylemeye çalışıyorsun değil mi?'
Ne demeye çalıştığını tam olarak anlayamadım ama benimle ayni şeyi söylemeye çalıştığından eminim, bu yüzden kafamı salladım ve devam ettim.
'Asıl nokta ev-yapımı kurabiyeleri yapmaktaki zahmetli emek. Eğer senin yaptığının altını çizmezsen o zaman anlamı yok... Eğer satın alınmıştan hiçbir farkları yoksa kimseyi mutlu etmez. Tatlarının biraz daha kötü olması daha iyi bile diyebilirsin.'
'Biraz daha kötü?' Yukinoshita'nın yüzü hiç anlamadığını belli ediyordu.
'Eğer alıcıya 'Ah görüyorum. Bunlar tamamiyle mükemmel değil ama yapanlar elerinden geleni yapmışlar! dedirtebilirsen yanlış olarak, 'Sen benim için çok sıkı çalıştın...' diye düşünmelerini sağlayabilirsin. Ne kadar acınası olsa bile.'
'Bu kadar basit olmadığından eminim...'
Yuigahama bana şüphe içerisinde baktı, bakışı basitçe 'Bu bakir ne hakkında konuşuyor?' diyordu.
Yapacak birşey yok gibi... Belki de sıradaki hamlem daha ikna edici olacaktır.
'...Bu benim bir arkadaşımın bir arkadaşının hikayesi ama... 10. sınıfa yeni başlamışken, sömestırın başıydı, yani sınıf temsilcisinin seçileceği zamandı. Tahmin edeceğiniz gibi, 'chuunibyou' aşamasındaydı yani seçilme konusunda isteksizlerdi. Yani, doğal olarak, rastgele birini seçiverdiler. Doğal birkaç olay dizisinin ardından, arkadaşımın arkadaşı seçildi ve öğretmen dizginleri ona devretti. İlk olarak görevi kadın temsilcisini seçmekti. Utangaç, çekingen, ve ürkek bir oğlan için büyük bir sorumluluktu.'
'Tüm bu kelimeler ayni anlama geliyor... Ve konuya girişin çok uzundu.'
'Sadece sus ve dinle... O anda, bir kız görev için aday olmayı seçti. Tatlı bir kızdı. Ve bu şekilde, yeni erkek ve kız temsilciler görevlerinin açılışını yaptı. Kız temsilci parlak bir gülümseme takınıp 'Önümüzdeki sene seninle çalışmak için heyecanlıyım.' demişti. Ve ardından arkadaşımın arkadaşına farklı konular hakkında konuşmaya başladı, böylece o da 'Aceba, belki de beni seviyor olabilir mi? Belki de görevi ben seçildiğim için istedi. Benimle çok konuşuyor, yani bu kesinlikle beni sevdiği anlamına geliyor!' diye düşünmeye başladı. Kendini buna ikna etmesi çok uzun sürmedi, muhtemelen bir hafta sürmüştür.'
'Voah! Hızlıymış.' Yuigahama kafasını iki yana sallarken şaşkınlık içinde sesini yükseltti.
'Salak olma; aşka zaman sınırı koyamazsın. Yani, herşekilde, okuldan bir günden sonra, öğretmenin rica ettiği çıktıları toplarken, açılma isteğini toparladı.'
'H-hey, sevdiğin biri var mı? '
'H-hah? İhtimali dahi yok!'
'Bu cevap kesinlikle olduğu anlamına geliyor! Kim o?'
'...kim olduğunu düşünüyorsun?'
'Hiçbir fikrim olmadığını belirttim. İpucu! Bana bir ipucu ver!'
'Şey, gerçekten yapmak istemiyorum...'
'O zaman bana baş harflerinden birini ver. İlk adı mı soyadı mı olduğu fark etmez, lütfen!'
'Peki... Sanırım olur.'
'Cidden mi?! Sayı! Yani, nedir o?'
'...H.'
'Hah... Bu şey mi demek... ben?'
'Hah? Ne diyorsun? Senden hoşlanacak değilim! Bu çok iğrenç. Lütfen keser misin?'
'Ah... Haha... Doğru, evet. Bu bir şakaydı.'
'Umm... Öyle gibi görünmüyordu... Pekala, işimiz bitti, böylece eve gidiyorum.'
'T-tamam, olur.'
'Madem öyle, sınıfı tek başıma terk ettiğimde, gözümden yaşlar akarken günbatımını izledim... Hepsinin üstünde, bir sonraki gün okula gittiğimde, herkes biliyordu.'
'Hikaye senin hakkındaydı yani...' Diye mırıldandı Yuigahama, garip hissetmesi sonucu bakışını kaçırırken.
'Dur, bekle? Aptal olmayın. Kimse benim hakkımda olduğunu söylemedi. Bu sadece, bilirsiniz, bir anlatım biçimi.'
Yukinoshita açıklamamı değerlendirmeye bile almadan sadece rahatsızlık içinde iç çekti. ' 'Arkadaşımın arkadaşı' dediğin andan itibaren anlamıştım. Demek istediğim, herhangi bir arkadaşın bile yok.'
'Ne dedin?!'
'Travmatik deneyimini bir kenara koyacaksak bu anlattığının anlamı neydi?'
İyi bitmesinin hiçbir yolu yoktu... Bu olay yüzünden kızlar benden daha da fazla nefret etmeye başlamıştı. Erkeklerse bana 'Narugaya' lakabını vererek dalga geçtiler. Peki, sanırım bir önemi yok. Hislerimi tekrar toparlamaya çalıştım ve konuşmaya devam ettim.
'Pekala, söylemeye çalıştığım şu ki, erkekler acınacak kadar basittir. Eğer sadece onlara konuşursan bile yanlış fikre kapılırlar ve sırf ev-yapımı kurabiye almak bile onları mutlu eder. Yani...' Yuigahama'ya bakmak için durdum. 'Bu kurabiyelerin özel bir yanı yok... Çiğnemesi zorlar, ama dürüst olmak gerekirse, lezzetli olmasalar bile sorun yok.'
'S-sus!' Yuigahama'nın yüzü sinir içinde kırmızıya döndü. Bir saniye sonra plastik bir çanta ve birkaç yağlı kağıt tarafıma doğru uçtu. Beni vurmuş olabilir, ama acıtmayacak şeyler seçmiş olması iyi biri olduğunun kanıtıydı. Bekle... Bu aceba beni sevdiği anlamına geliyor olabilir mi? Ya da bu sadece şaka mıydı? O deneyimi sanki tekrardan yaşarmışım da...
'Cidden Hikki! Beni çileden çıkarıyorsun. Ben gidiyorum!' Yuigahama gitmek için ayağa kalkıp çantasını alırken bana baktı. Kapıya doğru, 'hımh!' deyerek yöneldi ve yürümeye başladı. Omuzları cidden titriyordu.
Lanet. Belki de fazla konuştum... Hakkında düşününce, yamuk ağzımın sınıfta tekrar at koşturmasına izin vermek hataydı. Bu yüzden daha güzel birşeyle telafi etmeyi denedim.
'Şey, biliyorsun... elinden gelenin en iyisini yaptığını belli etsen bir erkeğin kalbine dokunmaz mısın?'
Yuigahama kapının girişinde durup omzunun üstünden geri baktı. Arkasında parıldayan günbatımı ışığından dolayı yüz ifadesini göremiyordum.
'...Hikki, sen dokunulmuş hisseder miydin?'
'Hah? Ov, tabi, bayağı hissederdim! Yani, biri bana nazikse ona düşmeye çoktan hazırım.' Ve bana Hikki deme.' Diye cevap verdim anında.
'Ah... tamam.' Yuigahama bana tarafsız bir cevap verip tekrardan kapıya doğru döndü.' Elini ayrılmak üzere kapı koluna yerleştirdiği gibi Yukinoshita onu çağırdı.
'Yuigahama-san, talebinize ne oldu?'
'Oh, tamamdır... Hakkında endişelenmeyin! Gelen sefere kendi yolumu deneyeceğim. Teşekkürler Yukinoshita-san.' Yuigahama gülen yüzle Yukinoshita'ya döndü. 'Yarın görüşürüz.' El sallayıp odadan çıktı... Ama hala önlük giyiyordu.
'...Merak ediyorum da, aceba bu iyi oldu mu?' Yukinoshita kapıya bakıp kendi kendine fısıldadı. 'Ben insanların sınırlarına ulaşıp, aşması gerektiğini düşünüyorum... Bu uzun vadede Yuigahama-san için daha iyi olurdu.'
'Doğru sanırım. Sıkı çalışmak asla sana ihanet etmez... Öte yandan hayallerine edebilir.'
'Farkı ne?' Yukinoshita bana dönerken rüzgar yüzünü okşadı. Saçı esintiyle beraber hafifçe sallanıyordu.
'Sıkı çalışmak her zaman hayallerinin gerçekleşeceğinin garantisi olmaya yetmez... Doğrusu, olmaması çok daha yaygındır. Ama yine de elinden geleni denediğin gerçeğinde teselli bulabilirsin.'
'Bu yalnızca basit bir kendine tatmin.'
'En azından kendine ihanet etmiyorsun.'
'Ne kadar kendini beğenmişçe... Beni iğrendiriyorsun.'
'Toplum, sen de dahil olmak üzere, bana karşı fazlasıyla sert... En azından kendi kendime iyi davranmama izin vermeniz gerek. Aslında, herkesin kendine daha nazik davranması gerektiğini düşünüyorum. Eğer herkes umutsuzsa, umutsuz kişi diye birşey yoktur.'
'Bu pesimist bir idealistle karşılaştığım ilk sefer... Eğer fikirlerin bir zaman yayılırsa dünya harabeye dönecektir.' Yukinoshita şaşırmış görünebilir ama ben kendi düşünme şeklimi seviverdim.
Bir gün EİTOlar, EİTOlar tarafından, EİTOlar için EİTO ulusunu EİTOistanda oluşturacaklar... Ama muhtemelen üç günde falan tarihe karışacaklar.
Ç/N: EİTO= Eğitimde, işte, talimde olmayanlar.
Sonunda Hizmet Klübünün faliyetlerinin amacını anladım: kısaca, klüp, öğrencilere sorunlarını çözme yönünde tavsiyeler verip onlara yardım ediyor. Yine de varlığı pek bilinir değil. Ben mesela var olduğunu bilmiyordum ve okul hakkında cahil de sayılmam.
Yuigahama'nın bile klübü tanımıyor oluşunu da hesaba katarsak, birinin getir götür işlerini yapıp insanları bu klübe yönlendirmesi gerekiyor. Bu kişi ise Hiratsuka-sensei.
Sensei'in, sorunları ve endişeleri olan öğrencileri ara sıra buraya yönledirmesi gerekiyor... Bu izolasyon odasına.
Bu sanatoryumdaki süremde sadece kitap okuyordum. Ne de olsa, danışma aramak güvensizliklerini ortaya çıkarmak demek. Böyle şeyler hakkında konuşmak duygusal olarak hassas liseliler için büyük bir sorun.
Yuigahama buraya Hiratsuka-sensei'in söylemesiyle geldi, aksi takdirde buraya birinin gelmesinin yolu yoktu. Hala müşteri yoktu ama iş her zaman olduğu gibi açıktı. Yukinoshita da ben de birnevi sessizlikten kaçınmayanlardık yani bu zaman gibi kendimizi okumaya verdiğimiz vakitler huzurluydu.
Bu yüzden kapıya atılan yumruğun sesi bu kadar yüksek yankılandı.
'Yahhalo!' Yuigahama Yui sürme kapıyı aptalca, yavan bir selamlamayla açmıştı. Gözlerimi kısa eteği tarafından birazcık kaplanan çıplak bacaklarından kaçırdıysam bile kısa süre içinde yakası açık bluzuna kaydılar. Gerçekten de bir sürü kaltak gücüne sahip bir kızdı.
Yukinoshita gözlerini ona dikti, ardından kendine mırıldanarak derin bir iç çekti.
'...ne istiyorsun?'
'Ha? Burda hoş karşılanmıyor muyum...? Uhm, Yukinoshita-san... Benden nefret mi ediyorsunuz?' Yuigahama'nın omuzları titremeye başlamıştı.
Yukinoshita tam da öyle düşünüyormuşçasına iç çekti. Sonrasında duygusuz bir sesle yanıt verdi. 'Senden nefret ediyor değilim... Sadece başa çıkılması biraz zor biri olduğunu düşünüyorum.'
'Bir kız bunu söylediğinde senden nefret ediyor demektir!'
Doğal olarak, nefret edilmek istemiyordu. Dışarıdan bakınca tipik kaltağınız gibi görünse de tepkisi normal bir kızdan bekleyeceğiniz gibiydi.
'Peki, birşeye mi itiyacın var?'
'Yani, son zamanlarda pişirmeye ne kadar merak saldığımı biliyor musunuz?'
'Hayır. Bunu ilk defa duyuyorum.'
'Pekala, bu tıpkı şeye benziyor, şey gibi, diğer gün için teşekkür ederim ama birkaç kurabiye yaptım...'
Yukinoshita'nın kanı hızlıca yüzünden çekildi. Yuigahama'nın pişirmesi hakkında düşünürseniz ilk olarak aklınıza onun yaptığı şu siyah, demir madenine benzeyen şeyler gelir.
Bunun hakkında düşününce benim bile su içesim geliyor.
'Şey, şu anda pek iştahım yok, yani tamamım, teşekkürler. Düşünmen yeterli.' Yukinoshita iştahını muhtemelen tam da az önce kaybetmişti... Ama Yukinoshita bunu söylemeyecek kadar kibardı.
Yukinoshita nazikce reddetse bile, Yuigahama çantasından selofan bir paket çıkarırken ısrarla mırıldanmaya devam etti. Bu şirince sarılmış bir çanta dolusu kararmış kurabiyeydi.
'Şey, aslında denemesi eğlenceli... Belki de gelecek sefere öğle yemeği falan yapmaya çalışırım! Herneyse, Yukinon, hadi öğle yemeğini beraber yiyelim.'
'Hayır. Tek başıma yemeyi severim yani gerçekten gerek yok... Ayrıca lütfen bana Yukinon deme. Beni delirtiyor.'
'Ah, tamam öyleyse, peki... Okuldan sonra boşum, yani size klüp altivitelerinizde yardım edeceğim. Şey, bilirsiniz işte... İyiliğinizin karşılığını mı ödüyorum? Evet, iyiliğinizin karşılığını ödüyorum, yani merak etmeyin.'
'...beni dinliyor musun?' Yukinoshita, Yuigahama'nın konuşma dalgaları arasında kaybolmuştu. 'Şunun hakkında birşey yap' der gibi bana bakıyordu.
Sanki sana yardım edermişim gibi... Her zaman bana sözlü şiddet uyguluyorsun, sana adlığım Yasai Seikatsu'nun parasını vermedin... Ve o senin arkadaşın.
Dürüst olmak gerekirse, Yukinoshita, içinden gelerek Yuigahama'nın sorununu çözmeye çalışmıştı yani muhtemelen Yuigahama bunun ödeşmesi için çabalıyordu. Bu yüzden Yukinoshita'nın, onun minnettarlığını kabul etme hakkı ve sorumluluğu var.
Karışmak kötü olurdu, bu yüzden ciltsiz kitabımı kapattım ve anında sandalyemden kalktım. 'Görüşürüz' diye sessizce mırıldandım, böylece duyamazlardı, ve odayı terk etmeye hazırlandım.
'Ah, Hikki!'
Adımı duydum ve yüzüme doğru uçan kararmış şeyi görmek için arkamı döndüm. Refleks olarak onu yakaladım.
'Yardım ettiğin için birnevi sana da teşekkür etmem gerekliydi.'
Bu kararmış ve kalp şeklinde birşeydi... Ne kadar da uğursuz. Yine de bana teşekkür etmeye çalışıyordu, o yüzden kabul ettim.
Oh, bir de, bana Hikki deme.
Duyuru: bazı sebeplerden dolayı seri bırakılmıştır. Şimdiye kadar desteğiniz için teşekkürler, yeni serilerde görüşürüz ~
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.