Kimliksiz: Ölüm - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




14   Önceki Bölüm 

           
Bir hafta daha geçmiş ve Yun ile Lucan rezidansa taşınmayı kabul etmek zorunda kalmıştı. Lucan’ın sağlık durumu düzelene kadar onlara verilen yerde kalacaklardı. Marcho babası ile yaptığı görüşmeyi uzatmıştı. Bir haftadır dönmemişti. Babası ile konuşacak çok şeyi vardı ve işleri uzatmak istemişti. Juspep’i işlerin başına koymuştu. Bu süreç onu yoracağı için Sallin’in yardım etmesini istemişti. Asıl olay ise o gecenin sabahı patlamıştı. Ana şirket binasının önünde duran paket açıldığında şeffaf parafinin içindeki ceset ve not herkesi ürkütmüştü.
“Bu başlangıç!”
Haberlere çıkan cinayeti ört bas edip korkuyu bastırmayı başaramamıştı ana merkez. Juspep bu süreçte diken üstündeydi. Kammes grubunun ofisine iki defa baskın olmuştu. Juspep krizi yönetmekte oldukça iyiydi. Can kaybı verilmemişti. Fanatik olan bazı ufak gruplar bu saldırı sonrası heyecanlanmış ve silahlanıp sokaklarda dolanmaya başlamıştı. Walha onları geri içeri doğru çekmeyi başarmıştı. Marcho’nun döneceği günün sabahı şehirde daha büyük bir gerginlik vardı. Walha ona bir hafta önce verilen kayıtların aynısının Beyaz Yılanlara da verildiğini öğrenmişti. O kayıtlar çok can sıkıcıydı. Şantaj için kullanılmaya müsait şeyler vardı.
“Pep, görüntüleri kullanarak ne yapabilirler?” Sallin görüntüleri hiç izlememişti. Walha ve Juspep’in gerginliğinin büyüklüğünden durumun ne kadar ciddi olabileceğini düşünüyordu.
“Görüntüler Sehon hakkında.” Bunu söylerken Walha sinirle yüzünü buruşturmuştu. “O pis herifi şantajla babası yanına almak istiyor. Şu an örgütün fon destekçileri ikiye bölündü. Büyük hanımın yetiştirdiği Sehon’u destekleyen ve babasını destekleyen.” Juspep bunları söylerken oturduğu yerden kalkmıştı.
“Kimin verdiğini biliyor musun?” Sallin bunun cevabını Walha’nın bildiğinden emindi.
“Mavi Kuş, gerçek Undera Sonoom vermiş olmalı. Sadece onda olan kayıtlar olduğundan eminim.” Walha bunu söylerken canı sıkkındı. En çok etkilenecek kişiyi düşününce rahatsız olmuştu. Kayıtlarda sadece Sehon yoktu. O kayıtların birinde Yun vardı. Henüz reşit bile değildi bu kayıtlar yapılırken. Çok büyük bir problem vardı.  Juspep çalan telefonla irkilmişti. Lucan arıyordu. Bu akşam onlarda yemek yemeye gideceklerdi. Marcho geldiğinde onlara katılırdı ve teşekkür etmek için onlara yemek hazırlayacaklardı.
“Merhaba Lucan, nasılsın?” diyerek açmıştı telefonu.
“Merhaba Bay Juspep, akşam saat sekiz gibi uygun mu size?” Juspep oturan kişilere bakmış ve sonra saate doğru bakmıştı.
“Sekiz buçukta orada oluruz, Sallin’in ufaklıklar ve nişanlısı da katılacak, sorun olur mu?” Lucan gülmüştü.
“Çok güzel olur, Yun çok daraldı çocuklar neşeli olurlar. Sizden bir ricam var bi de…”
“Elbette?”
“Büyük annede eğer uygun olursa gelebilir mi? Bir aile yemeği gibi olacaksa onun olması gerekir diye düşündüm.” Juspep bir an için bunu duyunca gözleri yere doğru dikilmişti.
“Şey büyük annemin sağlığı çok iyi değil, evden çok çıkamıyor. Ama iyi hissederse katılmasını sağlarım.” Demişti. Telefonu kapatınca Walha keyifle gülmüştü.
“Gelenekçi bir çocuk. Bir aile yemeği gibi ha…” Juspep ona bakıp iç çekmişti.
“Teşekkür etmek için elinden geleni yapmaya çabalıyor. Marcho döndüğünde güzel bir toplantı olur hem. Rahat ederiz de.” Sallin bunu söylerken ayağa kalkmıştı. “Akşam ben çocuklarla gelirim. Kurstan alıp yüzmeye götürmem gerek onları. Kendinize dikkat edin.” Diye ekleyip odadan süzülüp çıkmıştı. Son zamanlarda nişanlısının yoğunluğu yüzünden çocukların her şeyi ile ilgilenmek zorunda kalmıştı. Anneleri kadar onları mutlu edemese de ikizler babaları ile zaman geçirmeyi sevmeye başlamıştı.  Çok fazla etkinlikleri, ödevleri ve işleri vardı. Sallin onlarla nasıl baş etmesi gerektiğini zamanla anlamıştı. Kızlar babalarını yorma konusunda başarılıydı. Sallin gece onda onları yatırdıktan sonra yorgunluktan gözlerini zor açıyordu. Nişanlısının nasıl bu kadar her şeyi dengede götürdüğünü anlamıyordu. Yine de baba olmak ve bir evin içinde bir aile olarak yaşamak hoşuna gidiyordu. Akşam yemek işine nişanlısı sıcak bakmıştı. Yun’u daha önceden tanıyor olmanın huzursuzluğuna kapılmamıştı. Luna’nın küçük kardeşinin nasıl olduğunu bilmek istiyordu. Akşam rezidansa gitmek için çocukları hazırlamış saat sekiz gibi evden çıkmışlardı.
“Luna’ya benziyor mu gerçekten?” Sallin hemen yanında oturan kadının emniyet kemerini takması ile arabayı çalıştırmıştı.
“Biraz… makyaj yaptığında ve peruk taktığında. Daha önce de söylediğim gibi…” Kadın arkaya bakıp ikizleri kontrol etmişti. Onlar çok heyecanlıydı. Kadın gülümseyip geri öne doğru dönmüştü.
“Anlattığın gibi ise gerçek anlamda iyi olabilmesi mümkün değil. Bir insanın başına bu kadar korkunç şeylerin gelmiş olması onu ne hale getirir anlayamam ama Luna’yı gerçekten o öldürdü…bunu düşünmek korkutucu…” Sallin onun elini tutup dudaklarına götürmüştü.
“Luna’nın ne adar kötü halde olduğunu sen daha iyi biliyorsun. Gerçekten bu cinayet ne amaçla işlendi bilemeyiz. Yun pasif ve saldırgan olamayacak kadar korku ile bastırılmış birisi. Sinir atakları sırasında çoğu şeyi anımsayacak kadar kendinde olamıyor. Travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon yüzünden zihni çok bulanık. Luna’ya neden zarar verdiğini bilmemiz için onun önce bunu neden yaptığını anlaması gerekiyor.” Kadın başını usulca sallamıştı.
“Marcho ve Pep ikisini araştırmadan bu kadar içinize sokmazdı. Endişelerimi biraz olsun bu gideriyor.” Sallin bunu duyunca ona bakmıştı. Kırmızı ışığın yeşile dönmesini bekliyorlardı.
“Ben?” kadın gülüp ona yanan ışığı göstermişti.
“Sen çok insancılsın. Önce üzülüyorsun, sonra acaba kim diyorsun…” Sallin bunu duyunca onaylamıştı. Yun onun gözünde yardıma ihtiyacı olan bir travma hastasıydı. Kim olduğu ve ya ne amaçladığını çok düşünmüyordu. Karşısında paramparça birisi vardı. Kimsenin görmediği bir şeyi görüyordu. Kendi kızlarından daha küçük yaşta korkunç bir dünyaya bir borç karşılığında satılmıştı. Yaşadıkları, maruz kaldıkları onu parça parça yapmıştı. Bir kimliği, benliği yoktu. Sadece korkulardan oluşuyordu. Pis bir dünyanın tamamını yansıtacak kadar iz vardı bedeninde, ruhunda. Otoparka girdiklerinde Sallin arabayı park edip asansör girişinde bekleyen çocukları ve nişanlısının yanına gelmişti. Walha’nın koyu mavi spor arabası hemen gözüne çarpmıştı. Juspep ile ikisinin geldiğini anlamıştı.
“Bu arada Walha ile tanıştınız ama çocuklarda onunla bu gece tanışacak. Ona karşı kaba olma.” Kadın bunu duyunca başıyla onaylamıştı. Walha’nın bozuk ağzı, pervasız davranışları ve rahatlığı kadını geriyordu. Çocukların yanında küfrederse onu vurmaktan çekinmezdi. Walha bunun için olabildiğince kibar ve terbiyeli olmaya hazırdı. En üst kata geldiklerinde inmişlerdi. Sallin elinde kendi hazırladıkları yemekler olan bez torbayı taşıyordu. Asansörün durduğu kat VİP olduğu için kapıda iki adam onları karşılamıştı. Çocukları görünce hemen geri çekilmiş ve onları korkutmamak için silahlarının olduğu tarafı duvara doğru dönmüştü. İkizler el ele tutuşmuş kattaki iki kapıya doğru yürümüştü. Kapılardan birisi Yun ve Lucan’ı yerleştirdikleri daireye giden koridora açılıyordu. İçeri girip diğer kapıya yaklaşmışlardı. Zile bastıklarında ikizler hemen elbiselerini düzeltmiş ev gülümseyip ebeveynleri ile göz teması kurmuştu. Kapıyı Walha açmıştı. Ürkütücü uzun, esmer ve kızıl saçları olan adamı gören kızlar korkuyla babalarına doğru çekilmişti.
“Sallin ve ailesi gelmiş!” diye bağırmıştı içeriye doğru. Kapıyı iyice açmış ev içeri doğru buyur etmişti.
“Pulleas ikizleri de gelmiş.” Diye eklediğinde Juspep kapıya doğru gelmişti. Kızlar onu görünce korkuları geçmişti.
“Pep Amca!” diye koşup eğilen Juspep’e sarılmıştı. Sallin ve nişanlısı da içeri girmişti. Walha uzatılan bez çantayı alıp gülümsemişti.
“Hoş geldiniz… Çok güzel yemekler var…” Bunu söyleyip çocuklara bakmıştı. Sallin’e benzeyip benzemediğini düşünmüştü. Ardından kadına doğru dönüp bakmıştı. Kıvırcık saçları, açık teni ve belirgin badem gözleri ile kadının birer küçük kopyaları gibiydiler.
“Şükürler olsun ki Sallin’e benzemiyorlar. Eğer onun gibi kısık gözlü, sivri burunlu olsalardı çok üzülürdüm. Anneleri gibi güzel olmuş bunlar.” Dediğinde kadının kalbini kazanmıştı gecenin başlangıcında.  
“Kızlar, Walha amcanız ile tanıştınız mı?” Bu ateşkes ve barış anlaşmasıydı ikisi içinde. Sallin rahatlamıştı. Walha’nın uyuzluk yapmasından çekinmişti. Kızlar Walha’ya karşı çekinikti. İçeri doğru girdiklerinde yemek masasının özenle hazırlandığını görmüşlerdi. Kızlar heyecanla masaya doğru giderken Juspep’i çekiştiriyordu.
“Hayır, Marcho amcanız gelene kadar sofraya dokunmuyorsunuz.” Sallin bunu söylediğinde kızlar durmuştu. Walha elindeki bez çanta ile mutfağa giden koridora girmişti. Lucan marifetlerini gösteriyordu. Yun ona çıraklık yapıyordu. Elinin altında dolaşıp ihtiyacı olanları hazırlıyordu.
“Sallin ve ailesi geldi. Çocuklarda gelmiş.” Lucan bunu duyunca gülümsemişti.
“Yun çorbayı servise hazırla sen, ben gidip merhaba diyeceğim.” Demişti. Yun başıyla onaylamıştı. Yun belli etmese de heyecanlıydı. Walha ona yardım etmek için porselen kabı tezgaha getirip koymuştu. Yun çorba tenceresini kaldırdığında Walha onu durdurmuştu. Kenarı çekilmesini işaret edip tencereyi alıp porselen derin sunum kasesine boşaltmıştı.
“Sen çok zayıflamış gözüküyorsun. Bileklerin taşımaz.” Demiş ve ona bakmıştı. Yun kollarını saklamak ister gibi geriye doğru çekmişti. “Mavi kuş seninle hiç görüştü mü?” Walha başbaşa kaldıkları için ona bunu sormaya en uygun zamanı bulduğuna inanmıştı. Yun birkaç saniye ona bakmış ve başını evet anlamında sallamıştı. “Ona dikkat et, sağı solu belli olmaz. Sakın güvenme.” Demişti. O sırada içeri giren Sallin konuşmayı bölmüştü.
“Nefis kokuyor!” demiş ve yanlarına doğru gelmişti. Yun’un haline bakıp onun nasıl olduğunu anlamak ister gibi baştan aşağı süzmüştü.
“Hadi içeri gidip diğerleri ile tanış ben Walha’ya yardım ederim.” Demişti. Yun bunu bir emir gibi algılamış ve mutfaktan çıkıp salona doğru ilerlemişti. Ablasını çok iyi tanıyan kadını hemen tanımıştı. Zaman onu biraz yormuştu ama hala aynı irdeleyici bakışları ve derin duran gözleri vardı.
“Yun da geldi. Kızlar onunla tanışın.” Demişti Lucan ve kızlar sohbet ederken dikkati Yun’un üstüne doğru çekmişti. Lucan’da doğrulup kızlar gibi Yun’a bakmıştı.
“Ben Rira ve o da Dari.” Demişti küçük kızlardan kıvırcık saçları yukarı doğru toplanmış olan. Yun onlara bakıyordu. Elleri kıyafetinin kollarını kavramış ve çekiştiriyordu. Ne diyeceğini bilemeden onlara bakmıştı. Kızlar ile tuhaf bakışma bir süre devam etmiş ve sonra Yun bir şey söylemeden dönüp geri mutfağa giden koridora girmişti. Garip bir gerginlik oluşmuştu.  “Yun?” Lucan ona ne olduğunu anlamak için peşinden gitmişti.
“Yun abi biraz hasta, ondan böyle davrandı. Endişelenmeyin. Hadi gidip içeride oturun siz.” Demişti anneleri. Kızlar hemen onu dinlemişti. Kızlar gidince holde Juspep ile kalmışlardı.
“Elley, size özel bir davranış değildi yaptığı…” Juspep açıklama yapmak istemişti.
“Farkındayım Pep, o iyi olacak mı? Kalabalık korkmasına sebep olmuş olabilir. Sallin’e haber versek iyi olabilir.” Demiş ev mutfağa yönelmişti. Mutfağa döndüklerinde yukarı çıkan merdivenlerin oradan Lucan’ın indiğini görmüşlerdi. Elley durup gelen Lucan’a bakmıştı. Juspep ondan önce davranmıştı.
“Ne oldu? İyi mi?” Lucan bunu duyunca başını sallamıştı.
“Evet, endişelenmeyin. Son zamanlarda çok fazla yalnız kaldık. Kalabalık bir an için gergin hissetmesine neden oldu. Kendini iyi hissedince geleceğini söyledi.” Lucan bunu demişti ama Yun’un kendini iyi hissetmesi zaman almıştı. Marcho’nun geldiğini duymuştu Saat tam dokuza çeyrek kala Marcho gelmişti. Yol yorgunuydu ama yemeğe katılmak için elinden geleni yapmıştı. Sofraya oturduklarında Lucan Yun’u alıp geleceğini söyleyip kalkmıştı.
“Bir şey mi oldu?” Marcho bunu sorarken hepsine bakmıştı.
“Oldu ama bundan haberdar değil. Sadece kalabalık korkusu ile mücadele etme çabasında.” Walha bunu söylemiş ama Juspep’in ona çocukları işaret etmesi ile susmuştu. Marcho ise merakla kaşlarını çatınca Juspep konuyu üstü kapalı anlatmak istemişti.
“Sehon geçmişte bazı şeyler yaparken kayda alınmış. Yun’un olduğu bazı sahneler var. Aynı kayıtlar babasına da verilmiş.” Marcho’nun rengi kireç gibi olmuştu. Juspep ona geldiğinde söylemek için beklemişti ama bu gün aldığı haber ile bu avantaj artık bir dezavantaja dönüşmüştü.   
“Yakında kokusu çıkmaya başlar. İstediklerini almazlarsa görüntüleri yayınlamaktan çekinmezler. Sehon’u kontrol altına aldığımızın hepsi farkında.” Marcho bunu söylerken masada oturan adamlarına bakıyordu. Konuşmayı bölen şey Yun’un Lucan ile dönmesi olmuştu.
“Şey... ben kendimi iyi hissetmiyordum. Beklettiğim için üzgünüm.” Yun onlara bunu söyleyip Walha’nın yanındaki boş sandalyeye oturmuştu. Lucan hemen onun yanına oturmuştu. Bu yemekte konuşma yapılması gerekiyordu. Lucan bunun sorumluluğunu hissetmişti. Marcho onlara bakıyordu. Aklında kayıtlar vardı. İşler çıkmazsa doğru gidiyordu ve koruması gereken insan sayısı arttıkça omzundaki yük artıyordu.
“İzninizle size teşekkür etmek istiyoruz.” Lucan bunu söyleyip konuşmaya başlamıştı. Dikdörtgen masada Marcho en başta oturuyordu. Diğer başta Sallin oturuyordu. Hepsi ona bakınca Lucan gülümsemişti.
“Ben kalabalık bir ailede büyüdüm. Ailem belki de yüz yıllardır aynı bölgede yaşıyordu ve hep tanıdıkların olduğu böyle büyük masalarda çok defa yemek yedim ama ilk defa bir masada gerçekten minnettar olduğum insanlar var. Çok uzun süredir tanımadığım ama canımı borçlu olduğum insanlar…” Gözlerinde huzurlu bir ışıltı vardı. Duygusal ve romantik olduğu her halinden belliydi.  “Herkesin burada olması beni biraz korkutsa da insanların neden savaştığını düşünmek için çok iyi bir zaman. Hepimiz ailelerimiz için savaştık. Savaşıyoruz da… Beni bu savaştan çok fazla uzak tutmak istedi Yun. Ama benim de bu dünyada korumam gereken bir ailem var. Yun benim gerçekten ailem olan kişi. Yanlarında büyüdüğüm ve beni bu yaşıma getiren insanlardan daha fazla ailem oldu. Şu zaman kadar annem ya da babam beni arayıp nasıl odluğumu sormadı. Ama Bay Juspep sık sık beni arıyor ve bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyor. Şu zaman kadar gerçekten bana abilik yapan birileri ya da babalık yapıp sırtımı sıvazlayan kişiler olmadı. Sadece kendi kurdukları dünyada oynamamı istedikleri rolleri oynamamı isteyen bir ailem oldu. Ne olduğumu, ne istediğimi ve neden istediğimi derin derin sormadı kimse… Sizler ne kadar bana yabancı olsanız da bana daha yakın oldunuz. Bu davranışlar belki sizin dünyanızda bir grubun sıradan davranışıdır ama benim için çok farklı bir durum. Teşekkür ederim. Beni ev Yun’u kollayıp sahip çıktığınız için sizlere minnettarım.” Sözleri samimiydi. Yun ona şaşkınlıkla bakıyordu. Bu adamlara duyduğu minnetin aptallığı ile kaşları çatmıştı.
“Yun sizlere karşı ön yargılarla dolu. Bu çok normal. Onun yaşadığı şeylerin binde birini biliyorum sadece. Öfkesinin ve nefretinin haklılığına bir şey diyemem. Ama ben sizlere güveniyorum ve varlığınız için teşekkür ederim.” Demişti. Juspep elini alnına doğru götürmüştü. Düşünceleri susmuyordu. Nefreti masayı hızla saran ve herkesi boğan Yun onlara bakıp sessizce koyu gözleri ile hepsini boğuyordu.
“Hiç abim olmadı ve ondan korkmadım, kendi babama karşı ne nefretim ne korkum oldu ne de güvenim, zorla bir şeyler yaptırılmadı bana aslında. Bunların nasıl hissettirdiğini asla bilemem ama şu an abi diyeceğim birileri var ve onlar sayesinde koruyabileceğim birisini korkusuzca koruyorum.” Lucan’ın son bu sözüyle Yun birden masadaki tabağı hızla kavrayıp masaya vurmuştu. Sinirden elleri titriyordu. Lucan’ın aptal duygusal konuşmasına daha fazla katlanamayacaktı. Elleri kanla dolu ve birilerinin göz yaşları ile cepleri dolu adamlara duyduğu sempatiden tiksinmişti.
“Kapa çeneni artık. Yemeğinizi yiyin ve bu son olsun artık.” Yun’un tabağı kırması ile çocuklar korkmuştu. Sandalyede oturup nefretle hepsine bakmıştı. Hiç birine minnettar değildi. Kendi dünyasını kurmasına izin vermeyen ve çıkarları için onu hayattan koparan bu adamlara karşı duyduğu nefreti Lucan için katlanılabilir kılmaya çabalasa da artık dayanacak kadar gücü yoktu. Kırılan tabağa bakıyordu herkes.
“Kimseye minnettar değilim. Hayatımı bu yere yine siz sürüklediniz. Yemek benim fikrim değildi. Lucan2ın size karşı duyduğu hayranlığın bir meyvesi.” Bunu söylerken parçaları toplayan Lucan’a bakmıştı. Onunla arasında derinleşen bir gerginlik vardı. Son zamanlarda Lucan’ın onlara daha da yaklaşması canını yakıyordu. “Siz ve sizin gibiler benim hayatımı mahvettiniz. Var olmayan bir hayatı kurtardığınız için size teşekkür edecek değilim.” Gerginlikten alnındaki damarlar belirginleşmişti. Elleri uyuşuyordu. Nefes alışının bozulduğunu fark dahi etmemişti. Sallin onun durumunu fark ettiğinde yine bir kriz geçirdiğini fark etmişti. Gelen panik atağın tetikleyicisinin ne olduğunu bilemiyordu. Onu masadan uzaklaştırmalıydı.
“Lucan…” demişti ayağa kalkarken. Yun’un titremesi ve kesik kesik nefesi sözlerini boğmuştu.  İkizler korkup yanlarında oturan annelerine doğru sokulmuştu.
“Tamam, hadi gidip yüzünü yıkayalım.” Lucan kalkıp Yun’u kaldırmak için ona uzandığında Yun elindeki kesik porseleni ona doğru savurup kolunu kesmişti.
“DOKUNMA!” onu uzaklaştırıp ayağa kalkmıştı. Elindeki parçayı yere doğru atmıştı. Masanın birkaç metre uzaklığındaki koltuğa oturup televizyonu açıp bakmaya başlamıştı. Sallin herkese oturmasını işaret etmişti. Lucan kesilen kolunu masadan aldığı peçete ile sarmıştı. Hepsine sakin ve sessiz olmasını söyleyip yerine oturmuştu.
“Lucan yemekler çok güzel olmuş.” Bunu söylerken herkese yemekleri işaret etmişti. Normal ve bu yaşanmamış gibi davranmaları gerektiğini anlamıştı hepsi. Çocuklar korku içindeyken Elley onların tabaklarına yemeklerini koymuş ve kulaklarına sorun olmadığını fısıldamıştı.  Masada sakin bir sohbet vardı. Yemekler hakkında ve şarap hakkında konuşuluyordu. On dakika geçmişti ki Yun oturduğu koltukta yan devrilmişti. Bir süre öyle durmuştu. Sallin ve Lucan gözünü ondan ayırmıyordu. Televizyonda açık olan yarışma programının sesi sohbetlerini boğuklaştırıyordu.
“İyi olacak mı?” Elley bunu sorarken nişanlısı Sallin’e bakmıştı. Sallin başıyla onaylamış ve Lucan’a bakmıştı. “Kolun nasıl?” Lucan çiziği göstermişti. “Çok önemli değil.” Demişti. Marcho arada bir başını çevirip koltuğa bakıyordu. Yun koltukta kaybolmuştu. Onu göremiyorlardı. Uzanmıştı belli ki. Olayın üstünden yirmi dakika geçmişti ki Yun masaya doğru gelmişti. Gözleri kızarmıştı. Sessizce sandalyeye oturup kırık tabağa bakmıştı. Lucan onun kırık tabak parçaları ile dolu servisini alıp ayağa kalkmıştı. Sağlam bir tabakla geri dönmüş ve tabağa birkaç çeşit yemek koyup onun önüne bırakmıştı. Yun ağlayarak yemeğini yemeye başladığında kimse ona bakmamaya çalışıyordu. Sinir krizinin yatışması için onu kendi haline bırakmaya alışıyordu Lucan. Elley kızarmış sebzeler hakkında Lucan ile konuşmaya başlamış ve masadaki sessizlik böylece son bulmuştu.
“İnce ince doğrayıp önce bir saat kadar tuzlu suda bekletmeniz gerek. Sonrasında az yağ ile sotelerseniz çok hafif ve baharata ihtiyaç duymayacak şekilde olur.” Yun bunu söyleyen Lucan’a bakıyordu. Düşüncelerini tahmin etmek imkansızdı. Psikolojik olarak dengesizdi ev birisine zarar verme potansiyeli en yüksek kişi masada oydu. Walha bile onu ürkütücü buluyordu.
“Kızlar normalde sebze sevmez. Ama gerçekten bayıldılar.” İkizler sessizce yemeklerini yiyordu. Elley çocukların her şey yolunda olduğunu hissetmesini istiyordu. Açık televizyonda ödül oyunu oynanıyordu. Yarışmacılar arabanın anahtarının olduğu balık oltası ucuna benzer ipi aşağı indirmek için sorulara doğru cevap vermeye çabalıyordu. Ulaşılabilir olması için hızlı ve doğru cevap vermeleri gerekiyordu. Yun geri televizyonu görmek için başını Elley ve ikizlerin oturduğu tarafa çevirmişti. Duygularını kontrol edemiyordu. Ağzı doluydu ve yanakları şişmişti. Lokmasını çiğnerken ağlamaya devam ediyordu. Kızlar şaşkınlık içinde onun bu haline bakıyordu. Yüzünde kazadan sonra henüz iyileşmemiş ufak tefek çizikler vardı. Elley ona bakıp kalmıştı. Luna’ya hiç benzemiyordu. Luna duygularını kontrol eden ve diplomatik birisiydi. Elindeki çatalda takılı olan kızartmanın sosu yavaş yavaş akarken öylece Yun’a bakıp kalmıştı. Luna kardeşinden söz ederken onun hayat dolu olduğunu söylerdi. Ne olursa olsun gülümsemeye çabalamasını anlatırdı. Ama şimdi karşısında ağlayarak yemek yiyen ve televizyondan birkaç saniye olsun gözünü ayırmayan Yun vardı. Marcho gerginlikte herkesin nefes bile almaya zorlandığı ortamda sigara içmek için ayağa kalkmıştı. Mutfağa gidip sigara içmeyi düşünmüştü. Ama kalkacak kadar kendinde güç bulamamıştı. Çocuklar olmasa orada sigara yakmayı planlıyordu. Walha gerginlikte bacağını hızlı hızlı sallıyordu. Herkes yemeğini yedikten sonra kızlar ufak misafir odasına kendi kendilerine zaman geçirmek için gitmişti. Masada oturuyorlardı. Elley çocukları bırakıp geri döndüğünde herkesin sigara yaktığını görmüştü. Sadece Juspep ve Yun sigara yakmamıştı. Elley kocasının yanına oturup uzanıp paketten bir sigara almış ve şarap dolu olan kadehini eline almıştı. Sallin onun sigarasını yakmıştı. Çok nadir sigara içerdi. Lucan bile stresle mücadele etmek için sigara yakmıştı. Yun önündeki tabaktaki yemeği yemeye devam ederken gözleri hala uzaktaki televizyondaydı. Bomboş bakıyordu. Masadan kimse kalkmaya cesaret edememişti. Onun sabit bir ortamda sakinleşmesini bekliyorlardı. Yun tabağındaki son et parçasını da yemişti. Yavaşça gözleriyle masayı taramıştı.
“Tatlı ister misiniz?” bunu sorarken hepsine yavaşça bakmıştı. Tabağını alıp ayağa kalkmış ve mutfağa gitmişti. En azından ilk başta tatlı getirmeyi düşünmüştü. Ama sonrasında bunu unutup mutfaktaki masanın bir sandalyesini çekip oturmuştu.
Lucan omuzları düşmüş halde utançla başını öne doğru eğmişti. “Onun adına çok üzgünüm. Kendini kontrol edemiyor. Çocukların korkmasına sebep olduk. Bunu nasıl telafi etmem gerektiğini bilmiyorum…” Elley samimiyetle gülümsemişti. “Hasta olan birisini suçlamak doktorlar için etik değildir.” Lucan ona bakmıştı. Geriye doğru taradığı saçları dağılmıştı biraz.
“Sizin hakkınızda söylediği şeyler düşünceleri değil. Sadece korkuyor.” Sallin başıyla bunu onaylamıştı. Walha gergin olmaktan yorulup geriye doğru yaslanmıştı.
“Ne kadar Sonoom tanıdıysam hepsi birbirinden kaçık. Yine de alınacak değiliz. Sevmek ya da saymak zorunda değil bizi. Sonuçta iş için bir aradayız.” Juspep onun bacağına sertçe vurunca susmuş ve ona bakmıştı. Juspep olayı toplamak istemişti.
“İşin aslı dediklerinde haklılık payı var. Sonuçta onu bu hale getiren dünyanın damarları bizim bedenimizde… Onun gibiler sayesinde bunca varlığın sahibi olduk. Hepimizin elinde birinin kanı var. Ama bunu değiştirmek için yapabileceğimiz şeylerde var.” Marcho onları sadece dinliyordu. Juspep yatıştırıcı davranmak istiyordu. Yun’un olduğu kaydın yaratacağı korkunç yıkımı düşünmeden edemiyordu. Bu kaydı onun kız kardeşinin vermiş olması ise işleri daha korkunç yapıyordu.
“Son zamanlarda biraz zorlanıyor.” Sallin hemen araya girmişti.
“Nasıl yani?” Lucan biraz kararsızdı konuşmakta. Daha doğrusu ne kadar doğru konuşacağından emin değildi. “Son günlerde ikiz kız kardeşinin hayatta olduğunu ve onu bir konuda sıkıştırdığını söyledi. Bana konuyu tam anlatmadı ama bu kişi sanırım baştan itibaren mesajları atan ve aramaları yapan kişi.” Marcho o an dikkat kesilmişti konuya. Elindeki sigarayı yemek artıkları olan tabağa söndürmüştü.
“Mavi Kuş…” Bunu söylediğinde hepsi susmuştu. Marcho doğrulmuştu. Dirsekleri masadaydı. Öne doğru eğilmişti. “Ondan ne istiyormuş?” bunu sorarken bildiği bir şeyi teyit etmek ister gibiydi. Lucan ona bakıp düşünmüştü. “Sanırım bilgisayarı. Ama bu benim tahminim. Yun bu konuda benimle konuşmuyor.” Marcho mutfağa doğru çevirmişti gözlerini.
“Onunla konuşmamız şart oldu.” Juspep bunu duyunca ayağa kalkmıştı. “Bana bırakın.” Dedi. Lucan tedirgindi. Yun’un onlara karşı saldırgan olmasını istemiyordu. Hayat güvenliklerini bu adamlar sağlıyordu sonuçta. Juspep gitmiş ve tekrar hemen dönmüştü.
“Ufak bir sorun var…” Lucan ilk endişeyle ayağa kalkan olmuştu. “Korkma, sadece uyumuş. Mutfakta uyuyor onu uyandıralım mı?” Marcho başını iki yana sallamıştı. “Daha sonra konuşuruz. Anlaşılan çok gergin ve yorgun. Uyusun.” Demişti. Lucan Juspep ile mutfağa dönmüştü. Yun masaya dayanmış oturduğu sandalyede uyuyordu. Lucan sessiz adımlarla ona yaklaşmıştı. Ama ona dokunmamıştı. Bir süre orada durmuş ve düşünmüştü.
“Undera…” diye seslenmişti ona. Dokunmadan önce birkaç defa seslenmişti. Yun sakince gözlerini aralayıp ona bakmıştı. Ona uyurken Yun diye seslenmezdi. Ya da dalgınken ona Yun demezdi. Anlık olarak korku ile tepki veriyordu. Undera dediğinde ise oldukça sakin davranıyordu. Yun ona bir süre boş gözlerle bakmış ve yüzünde manasız bir gülümseme oluşmuştu. “Bana o isimle seslenme. Onun hayatını çaldığımı söyleyip duruyor.” Bunu söylerken yavaşça ayağa kalkmıştı. Masada duran telefonu ona doğru uzatmıştı. Lucan ne olduğunu anlamamış ama telefonu alıp bakınca mesajları görmüştü.


Benim adımla, benim hayatımı yaşamana izin vermeyeceğim. Sen tek kurtuluşumu kendi bencilce isteklerin için yok ettiysen bende seni yok ederim. Rahat ve huzurlu olmayı aklından bile geçirme. Unutma ki senin kardeşin yıllar önce öldü. Karşında düşmanın olabilecek birisi var. Bana çaldığın kimliğin bedelini ödemelisin.
“Neden yapıyor bunu?” Lucan şaşkınlıkla mesajlara bakıyordu. Gelen numara gizliydi ama gönderen kişi belliydi. Yun ona bir süre bakmış ve elini alnına doğru götürmüştü.
“Aslında haklı. Onunla çok uzun zamandır kardeş değiliz. Onunla görüşeceğim.” Lucan bunu duyunca daha çok şaşırmıştı.
“Güvenli olmayabilir…” Juspep bunu söyleyip onlara doğru yaklaşmıştı. Yun ona bakıp oldukça mantıklı bir şekilde konuşmaya başlamıştı.
“Olmak zorunda değil. Mümkünse olmasında. Onunla baş başa görüşeceğim. Yarın annemin mezarında görüşmek istedi.” Yun bu konuşmayı ve randevulaşmayı dün sabah yapmıştı aslında. Ama içindeki sorular ve sorunlar yüzünden netlik koymadığı şeyler vardı. Bu gelen son mesajlar aklındaki çoğu şey yerine oturmuştu.
“Undera’nın bana zarar vermesi mümkün değil. Hayatı ipin ucunda ve o ipi tutan el benim elim.” Bunu söylerken gözlerinde ışık bile yoktu. “Ben bu oyunda yer alırken toy ve aptal birisi olarak rol almadım. Kimsenin bilmediği gerçekleri biliyorum.” Biraz duraksamış ve sonra derin bir nefes almıştı.
“Bu durumu size söylemeyecektim ama…” Juspep başıyla onu onaylamıştı. “Sorun değil, ben patronla konuşurum. Ama gelip sen anlatmak istersen o da seninle konuşmak istiyor.” Yun bunu duyunca yüzünde garip bir gerilme ile kalmıştı. Sorun onlar değildi, sorun onların etrafıydı. Onlar kötü adamlardı ama Yun onlardan daha kötü adamlar görmüştü. Daha acımasız, sapkın, ruhsuz ve iğrenç…
“Yok hayır, ben sadece yarın beni mezarlığa götürmeniz mümkün mü onu size sormak istiyorum.” Lucan hemen atılmıştı.
“Seni ben götürürüm.”  Yun ona kısa bir bakış atmış ve tekrar Juspep’e dönmüştü.
“Elbette, hatta daha iyi olur. Şimdi salona gelinde bunu sen varken konuşalım.” Demişti. Yun ona bakıyordu. Kararsızdı. İçeride rahatsız oluyordu.
“Ben oraya gelmek istemiyorum. Yanlış anlamayın Bay Juspep ama çok kalabalık ve herkes bana bakıyor gibi hissediyorum.” Yun bunu söylediğinde Juspep olumlu bir şekilde başını sallamıştı.
“Marcho’ya söyleyeceğim buraya gelecek. Olur mu?” Yun başıyla bunu onaylamıştı. Juspep içeri gidip durumu anlatmış ve Marcho ile baş başa konuşmak istediğini söylemişti. Mutfağa girdiğinde Lucan ve Yun’u otururken görmüştü. Lucan onlar konuşurken orada olmamak için çıkmak üzere ayağa kalkmıştı. Yun ise onun kolunu tutup gitmemesi için yüzüne bakmıştı. Marcho oraya yaklaşıp oturmasını işaret edip hemen karşılarındaki yere oturmuştu.
“İkinize de nasıl olduğunu çok defa sordular veya sordum ama gerçekte nasılsınız? Özellikle sen Yun Sonoom?” Yun ona bakıyordu.
“İyi değilim Bay Kammes. Hayatım daha iyi oldu mu? Hayır iyi değildi.” Marcho usulca başını sallamıştı.
“İyi olmanı isteyemem senden…” Marcho sigara yakıp ona bakmaya başlamıştı.
“Yıllar sonra kız kardeşimin yaşadığını öğrendim. Karşıma çıktı ve onunla iyi olmayı beklediğim anda benim onun hayatını çaldığımı söyledi. Belki de haklı ama sorun onun haklılığı ya da haksızlığı değil. O benim hakkımda bir şeyler bulduğunu ve bunlarla herkese zarar verecek. Onunla görüşmek istiyorum. Yanlış anlamayın sizden izin istemiyorum. Tek başıma hareket etmek doğru olmaz diye düşündüm.” Marcho bundan bir saat önce sinir krizi geçiren ama şimdi mantıklı bir şekilde konuşan Yun’a sakince bakmıştı.
“Elinde olan şeyin ne olduğunu biliyor musun?” Yun başını sallamıştı.
“Evet, Sehon’un bana yaptığı bir şey.” Marcho cevap karşısında sakinliğini koruyordu. Her şeye rağmen bir çocuğa yapılan bu korkunç şeyleri düşünmeden edemiyordu.
“Sehon’un planımızda kilit bir isim olduğunu da biliyorsun.” Yun sadece başını sallamıştı. Marcho onun yüzüne baksa da ne düşündüğünü anlamıyordu.  Yun boş bir ifadeyle ona bakıyordu. “Sehon’u korumak zorunda değilsin.” Bunu söylerken Yun’un vereceği tepkiyi merak ediyordu.
“Amacım onu korumak değil.” Bir şeyi söylemeye çekiniyordu.  Duraksamış ve baş parmağının kenarındaki eline takılan deriyi dişleri ile kopartmaya odaklanmıştı. Marcho onun nasıl bir planı olduğunu duymak istiyordu. Yun ona aklındaki planı anlatmıştı. Marcho ondan bu kadar detaylı ve kurgusunda hata olan bir plan beklemiyordu. Baştan aşağı bütün planı dinleyip aklındaki tek soruyu sormuştu.
“Tek başına başarabilir misin? Ya sana zarar verirse?” Yun bunu bekliyor gibiydi.
“Yapamaz, tek olmam ona güven verir. Ama konuştuklarımızı duyacaksınız. O herkesin çok büyük sırlarını biliyor.” Unutamadığı o cümleyi tekrar etmişti. “Benim bir adım yok, benim bir evim yok ve benim ailem yok ama benim herkeste olmayan bir şeyim var. Herkesin kimliğinin olduğu bir kasam. Bana bunu söylediğinde anladım. O herkesten daha zengin, daha güçlü ve daha korkunç olabilir. Çünkü o bilgiye sahip.” Marcho durumunun kritikliğinin farkındaydı.
“Arkandayız. Eğer bir karar verdiysen bunu yapalım. Mavi Kuş denilen bu kadın hakkında en çok bilgiye sahip kişi Walha, onunla beraber çalışmak seni rahatsız eder mi?” Yun başını iki yana sallamıştı.
“Etmez, zaten kız kardeşimin davranışları yeterince rahatsızlık verdi hepinize.” 

Yun normal bir aile olmayı düşünemiyordu. Sonoom olarak doğmuş olmanın ağır sonuçlarının ruhunda ve bedeninde bıraktığı izlerin yarattığı rahatsızlığın yanında dengesiz Walha bir hiçti. O akşamın kalanı sakindi. Herkes sonunda hiçbir şey olmamış gibi salonda oturup sıradan yaşamları, çocukların eğitimi, yemek tarifleri, silahların nereye konulması gerektiği, depodaki uyuşturucu maddelerin nasıl elden çıkarılacağı ve Yılanların liderini nasıl öldürecekleri üzerine konuşmuşlardı. Gece yarısı ilk ayrılan Sallin ve Elley olmuştu. İkizler uyumuştu ve artık yorulmuşlardı. Onlar ayrıldıktan sonra Juspep ve Walha ayaklanmıştı. Marcho onlarla beraber ayrılmaya karar vermişti. Yarın erkenden tekrar Walha buraya geleceğini söylemişti.  Herkes gittikten sonra Lucan etrafı toparlamaya başlamıştı. Yun onun peşinde dolaşıp yardım ediyordu gece iki gibi son bulaşıkları da yıkamışlardı. Lucan her ne kadar iyi görünse de ameliyattan sonra uzun uzun yatıp dinlenmeyi bir türlü başaramamıştı. Yorgun şekilde koltuğa oturmuştu. Elindeki kesiği düzgünce sarmak için ecza çantasını almıştı yanına. Yaralarına pansuman yapması gerekiyordu. Tişörtünü çıkarıp ameliyat sonrası bir bantla kapatılan dikişlerinin üstüne önce temizleme losyonunu sürmüştü. Dikişler hala taze gözüküyordu. Geç iyileşiyordu yaraları sanki. Verilen kremi dikişlerin üstüne sürmüştü. Bu iyileştirmeyi hızlandıracak ve enfeksiyon olmasının önüne geçecekti. Tekrardan geniş kare bandı takıp geriye doğru yaslanmıştı. Öylece dolu kül tablasına bakıyordu. Yanına usulca oturan Yun’u fark etmişti. Oturmuş ve onun pansuman yaptığı göğsüne bakmıştı.
“Suyu verir misin?” demişti ağrı kesicilerini içmek için hazırlanırken Yun sehpadaki bardağa su doldurup ona uzatmıştı.
“Bugün seninle uyuyabilir miyim?” Yun bunu söylerken onu yaraladığı koluna bakıyordu.
“Benim için sorun olmaz.” Lucan onun vicdan yaptığını düşünüyordu. Yun ona bakmaya devam ediyordu. “Yemekte seni zor duruma soktuğum için özür dilerim. Konuşmanı mahvettim ve söz vermeme rağmen kontrolsüz davrandım. Eğer bana kızgınsan…” Lucan ona bakınca susmuştu.
“Benim göğsümdeki yaradan dolayı bana kızgın mısın?” Yun bunu duyunca şaşırmıştı.
“Yok hayır, neden kızayım…”
“O zaman ben neden sana kızayım ki… Senin de yaraların var ve bunu isteyerek yapmadın.” Yun yavaşça ona doğru kaymıştı. Koltuktaki dağılmış ilaç kutusunu toplamaya başlamıştı. “Kolun acıyor mu*” Lucan ilaçları toplayan Yun’a bakıyordu. Başını yana doğru eğmişti. “Yok hayır, ufak bir sıyrık.” Yun onun sarılı koluna bakmıştı. Düzenli olarak belli saatlerde aldığı ağrı kesiciler onu daha az acı çekiyor gibi gösterdiğini düşünmüştü. Sallin’in ona verdiği ilaçlardan bambaşka olan ilaçları çantaya koyarken durup bakmaya başlamıştı. Lucan onun incelediği ilaçlara bakıp uzanıp elini tutmuştu.
“Hadi gidip yatalım.” Demiş ve ayağa kalkmıştı. Yun çantayı öylece bırakıp onu takip edip koridordaki merdivenden yukarı çıkmaya başlamışlardı. Lucan’ın hastalığı yüzünden bedeni daha yavaş iyileşiyordu. Yorgunluk yaratan ilaçlar direncini düşürüyordu. Bu ufak kist büyümeye devam etmesinden korkuyordu. İkisi normalde farklı odalarda kalıyorlardı. Yun büyük yatağın olduğu odada kalırken Lucan tek kişilik misafir odasında kalıyordu. Yun onu kendi odasına davet etmişti. Lucan üstünü değiştirip geleceğini söylemiş ve odaya girip bir kaç saniye neler olduğunu düşünmüştü. Yun asla yanında uyumasına izin vermezdi. Yakın temastan nefret ederdi. Bunun olmasının sebebinin ne olduğunu düşünmeden edemiyordu. Odaya yastığını alıp gelmişti. Yun yatağın içine girip diğer taraf yatmıştı. Lucan usulca onun uyuduğunu düşünüp yatağın diğer tarafından girmişti. Yun onun yatağa geldiğini hissedip kımıldamadan gözleri açık arkası dönüp beklemeye başlamıştı. Neredeyse yarım saat kımıldamadan öylece durmuş ve Lucan’ın uyuduğunu düşündüğü anda yavaşça ona doğru dönmüştü. Karanlık olmasına rağmen onu seçebiliyordu. Ona doğru dönüp uzun uzun bakmaya başlamıştı. Lucan uyanıktı ama tıpkı onun yaptığı uyuyormuş gibi davranıyordu. Yun onun uyuduğundan emin olmak ister gibi dirseğinden destek alıp eğilip yüzüne bakmıştı. Emin olduğunda yastığını ona doğru kaydırıp ona sokulmuştu. Sessizce kolu koluna değecek şekilde uzanmıştı. Biraz kıpırdanmış ve Lucan’ı uyandırmaktan korkup kımıldamadan öyle kalmıştı.  Lucan onun bazı konularda yaşadığı stresin üstesinden gelmek için adım atan kişi olmayı görev haline getirmişti. Şimdi burada kımıldamadan yatmak görevi miydi? Biraz bencil olmak istiyordu. Ona doğru dönecek cesareti toplamak için çok çabalamıştı. Ama bunu yapmadan Yun ona doğru dönmüş ve gözlerini dikip ona bakmaya başlamıştı. Lucan bunu hissediyordu. Neden ona dik dik baktığını anlamıyordu ama gözlerinin ona dikili olduğundan emindi.
“Sana asla istediğin şekilde karşılık veremem.” Lucan bunu duyduğunda gözlerini yavaşça aralamıştı. Yun onun uyanık olduğunu fark etmişti neredeyse on dakikadır onun değişen nefesi ve kasılmış bedeni ele vermişti uyanık olduğunu. “Miko ve o kız gibi olmamızı istediğini biliyorum. Sevgili gibi…” Lucan başını ona doğru çevirmişti. Yun ile neredeyse burun buruna gelmişlerdi.  Yun yavaşça ona doğru sokulmuştu.
“Yine de bir şeyler yapmak istersen yapabiliriz. Bunu seninle yapmak canımı yakmaz.” Lucan birden buz gibi olmuştu. Yun elini onun göğsüne doğru koyup sakince ona yaklaşmıştı.
“Sen en yapmak istiyorsan onu yapabilirim. Ama seninle gerçekten sevgili gibi olamam.” Lucan birden oturur konuma gelip onu kenarı doğru iteklemişti. Yüzündeki soğuk ifadeyi görüyordu Yun. Lucan bağdaş kurup ona bakmaya başlamıştı. Yun dirseğinden destek alıp doğrulmuştu.
“Ben… ciddiyim…” Bunu söylerken duraksamıştı. Lucan ona bakıyordu. Yüzünde anlamsız bir boş bakış vardı. Yun neyi yanlış yaptığını bilmek ister gibi doğrulmuştu.
“Sen benimle olmak istemiyor muydun?” Şaşırmıştı ve neden Lucan’ın buz gibi olduğunu merak etmişti.
“Bu şekilde değil.” Demişti Lucan. Sesindeki soğukluk Yun’un omuzlarını düşürmüştü. “Seninle Miko ve kız arkadaşı gibi olamayacağımızı biliyorum. Ama bu şekilde de olmayacağım. Senin böyle düşünmene sebep olacak ne yaptım?” Lucan bunu sorarken bile kendini suçluyordu. Neden ondan bedensel bir beklentiye girdiğini düşünmüştü ki… Yun cevap veremeden öylece kalmıştı. “Sana bunu mu hissettirdim? Bunu hissetmene sebep olacak bir şey mi yapıyorum? Eğer böyleyse söyle düzeltmek için elimden geleni…”
“Lucan, hayır!” Yun onun lafını kesip elini tutmuştu. Yüzüne doğru yaklaşmıştı. “Sadece düşündüm. Sen sağlıklı bir erkeksin ve düşündüğümde herkes gibi bazı şeylere ihtiyaç duyuyorsundur. Ve buna engel olan kişi ben isem…” Lucan onun elini nazikçe öpmüştü.
“Bir şeye ihtiyacım yok. Bir şeylere engel olmuyorsun. Ben istediğim için buradayım. İstediğim için yanında kalıyorum. Kendini bana borçlu hissedip istemediğin şeyler yapmak zorunda hissetmen bana daha çok acı verir.” Yun öylece ona bakıyordu. Ne diyeceğini bilememişti. Lucan gevşemiş ve sakindi artık. Gülümsemişti.
“Sen istediğin için yap bir şeyleri. Başkalarını mutlu etmek ya da tatmin etmek için yapma. Kimse senin sahibin değil. Ve olamazda. Kendini borçlu hissetme de…” Lucan bunları söyleyip onun elini bırakmıştı. Geri yerine uzanmıştı. Yun bir süre oturup ona bakmıştı. Ardından kendi yastığını kenarı doğru çekip ona doğru geri dönmüştü. Yorganı sakince açıp Birden Lucan’ın kolları arasına doğru sokulmuştu.  Lucan başta şaşırmıştı. Yun ile hiç bu kadar yakın olmamıştı. Yun ona arkası dönük halde yan yatıp kollarının arasına   girmişti. Lucan onun bu kadar hafif ve sıcak olduğunu düşünememişti. Onu yavaşça zayıf belinden sardığında Yun onun kollarının üstüne ellerini sarmıştı. Lucan onun bu şekilde rahat olup olmadığından emin olmak istiyordu.
“Beni sevdiğin için teşekkürler…” Yun bunu söylerken gözlerini kapatmıştı. Lucan sadece ona biraz daha yaklaşıp saçlarına doğru yüzünü gömmüştü. Onu neden sevdiğini bilmiyordu. Ya da onu nasıl sevmesi gerektiğini. Yun onun hayatına girdiği günden beri sadece onun hayatında hep olmasını istemişti. Toplumun en çirkin izlerini taşıyan biçimsiz bir bedeni vardı. Yaraları tenini kirli gösterirdi. Bakımsızlık ve zayıflık yüzünden kemiklerindeki orantısızlık bol kıyafetlerinin altında gizlense de Lucan onun neye benzediğini biliyordu. Bir çok kaburgasındaki çatlaklar yüzünden omuzlarını dik tutamazdı. Parmaklarında oluşmuş bazı ödemler vardı. Ödemlerin ardında klan şişkin eklemleri ellerini biçimsizleştiriyordu. Göz altları çöküktü. Siyah gözlerinde bir ışıltı yoktu. Teni soluk ev sarıydı. Saçları ise özenle taransa bile hep dağınık dururdu. Yine de yüzünde bir güzellik vardı. Kimsenin görmediği bir gülümsemesi vardı. Gülümserken insanların onu yargılayacağını düşünüp başını öne doğru eğerdi. Dudakları yukarı kıvrılırdı. Gözleri aşağı bakardı. Mutlu olduğu için suçlu hissederdi sanki. Ona dayatılan onca sıfatın ardında Lucan onun henüz sadece kim ve ne olduğunu bilmeyen birisi olduğunu görüyordu. Ama neden onu bu denli sevdiğini bilmiyordu. Bilmesine de imkan yoktu. Yun onun yanında neden kendini güvende hissettiğini bilmediği gibi Lucan’da onu neden sevdiğini bilemezdi. Çünkü bu hisler beş duyu ile ortaya konulacak kadar basit değildi. Çok fazla şeyle ilişkiliydi. Beraber yemek yemeleri, televizyon izlemeleri, bir yolda yürürken birinin sağ tarafta birinin sol tarafta olması… manasız gözüken çok fazla küçük şey vardı ama bu güven ve sevgiyi yaratan şeylerdi bunlar. Yun onunla daha yakın olmak istiyordu ama geçekten normal bir sevginin ne istediğini bilmediği için aklına ilk gelen şey Lucan’ı bedensel doyuma ulaştırmak olmuştu. Yanılgıları bile bu güven duygusunu besliyordu. Lucan’ın kullandığı ilaçlar fiziksel yorgunluk yapıyordu ve hormonlarını stabil tutuyordu. Yun’un ona sokulması ve birlikte olmasına karşı koyacak kadar iradeli bir erkek değildi. O an için beynindeki güdüyle hareket edebilirdi. Ama ilaçlar yüzünden hikayenin detayları gözüne batıyordu. Bir hata yapabilirdi. Yun’u korkutup canını yakabilirdi… Ufak nedenlerin ortaya koyduğu sonuçlarla karşılaşmaktan kaçmak için zihninin duygularının ve hormonlarının önünde olması gerektiği gerçeğini öğreniyordu. 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


14   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.