Ne kadar çılgın olduklarını Diarin kendi gözleriyle görmüştü. Ama gerçek şu ki o deli köpekler sayesinde savaş hızlıca zaferle sonuçlanmıştı. Ulusun kahramanları düzgün bir muameleyi hak ediyorlardı. Hepsine uygun unvanlar ve ödüller verilmesi planlanıyordu, tabii ki ortaya bir sorun çıkana kadar… 8.Tabur köpekleri o kadar delirmişti ki artık topluluk içine çıkmaya uygun durumda değillerdi. Bu yüzden bu köpekleri eğitme ve yüksek sosyeteye uygun hale getirme görevi tapınağın ellerine teslim edildi. Tapınak başka bir para koparma fırsatını havada kaptı ama işlerin hepsini tapınak rahibesi Diarin’e kitlemişlerdi.
‘Hüğğ ,hüğğ…’ Tapınaktan çıkan Diarin içinden ağladı. Hareket eden arabanın içinde sesli ağlayamamasının sebebi olan adam tam yanında duruyordu. ‘‘Seni görevlendiren kişiye şükranlarımı iletmek isterim.’’ Robben Tarik. Kont Tarik’in üçüncü oğlu, Lacleon Ordusunun başı olan Kont Tarik. Özetle, çok yetenekliydi. Ama savaş bittiğinde aile için yapabileceği bir şey kalmamıştı. O da 8.taburun eğitimini üstlenmeye karar verdi. ‘‘Ben sadece Tanrıların iradesine göre hareket ettim.’’ Diarin gözyaşlarını tutarak cevapladı. Robben her şeyi anlamış gibi bir bakışla kafasını salladı. ‘‘Tanrılar ne istediğinden bağımsız, kişisel olarak bu alınması basit bir karar değildi.’’ Diarin cevaplamak yerine sadece gülümsedi. Tapınak tarafından dolandırılmıştı. Çok gizli bir görev olduğu için görev bitene kadar Diarin’in bilgi sızdırmaması gerekiyordu. Bundan emin olmak içinse çok basit bir yöntem var: Gözaltına alınmak ve görev bitene kadar hapis hayatı yaşamak… Ya bu hapis hayatını yaşardı ya da tapınağı reddettiği için işini ve hayatını kaybederdi. Onun gibi bir kimsesiz için ikisi de aynı seçenekti. Daha iyi bir ailede doğmuş olmayı diledi. Tanrıların önünde tüm rahipler eşitti ama tapınakta aynısı geçerli değil. Diarin gibi ilahi güce sahip rahipler nadirdi. Ama ailesi yeteri kadar iyi olmadığı için rütbeleri sorunsuz bir şekilde tırmanmak yerine tapınağın maşasına dönüşmüştü. ‘‘Tapınaktan başka güveneceğim kimse yok, lütfen bana iyi bakın.’’ ‘‘Elimden gelenin en iyisini yapacağım.’’ Hangisi daha hızlı olurdu, yorgunluktan ölmek mi yoksa savaşta heyecandan ölmek mi? Diarin bu sanrıları yaşarken, araba bir süredir şehrin göbeğindeki tapınaktan varoşlara doğru seyahat ediyordu. Konak, başkentin yakınında ıssız bir bölgede bulunuyordu. Akıllıca bir yer seçimiydi, çünkü şehrin ortasına yerleştirilirse ne olacağını kim bilebilirdi ki. Varoşlar genişti. Ana kapıdan geçtikten sonra bile, beyaz çatılı konağı görmek için bir ormanı ve bir gölü geçmek zorunda kaldılar. ‘Biri ölse kimsenin ruhu bile duymaz’ Bu amaçla inşa edilmiş olmalı. Her türlü şeyi görerek yaşamış olduğundan, uğursuz niyetleri açıkça okuyabiliyordu. Birçok tapınak ve birçok rahip vardı. Diarin gibi desteği olmayan yetkisiz bir rahip burada ölse kimse fark etmezdi. ‘‘Hayatta kalmak tamamen bana kalmış.’’ Bundan sonra o köşkte kudurmuş köpekle baş başa kalacaktı. İnsan dilini bir dereceye kadar anlamasını umuyordu. Diarin, kargaşanın ortasında parçalanmış inancının kalıntılarını topladı ve tanrılara dua etti. Tabii ki duasının kabul olmasını beklemiyordu. "Bu bir asgari güvenlik önlemidir..." Diarin uzatılan eli kabul etti. "Düdük mü?" Kolye gibi takılabilecek bir düdüktü. Ahşap ve metalden yapılmış gibi görünüyordu. Özel bir görevi olan özel bir eşya gibi görünüyordu. Ve haklıydı da… "Bu eşyanın varlığı da tıpkı 8. Tabur gibi çok gizlidir. Bu eşyayı başka kimse görmemeli ve böyle bir eşyanın var olduğunu bilmemelidir." ‘Bu neden olsun ki?’ Diarin avucundaki eşyayı inceledi. Sadece bir düdüktü? Bir süre inceledikten sonra biraz tuhaf hissetti. Üzerine üfledikten sonra aradaki farkı anlayacağını hissetti. Düdüğü ağzına götürdüğünde Robben aceleyle onu durdurdu. "Sadece acil olduğunda kullanın." "Bu ne zaman olurdu?" "Çok heyecanlandığında onu bastırmak için." Diarin tekrar düdüğe baktı. Bir şey hissedebiliyordu, bir tür özel yetenek. Kasıtlı olarak diğer taburlardan ayrı tutulup yönetildiler. Herhangi bir yaralanma olmadığından, rahipler aynı savaş alanında olmalarına rağmen 8. Tabur üyelerini nadiren gördüler. Diarin savaşlar bittikten sonra sadece birkaç kez yanlarından geçtiklerini görmüştü. 8. Taburun üyeleri insandan çok canavara benziyordu. Sadece ileriye bakan uğursuz gözler, ileri atılmaya ve her şeyi parçalamaya hazır görünen tehditkar bakışlar. Onları böyle hatırlıyordu. Nasıl kontrol edilebileceklerini merak etmişti ve cevap tam karşısındaydı. 8. Tabur üyeleri sadece takma ad olarak "kuduz köpekler" olarak adlandırılmamış aynı zamanda köpek muamelesi de görmüşlerdi. Artık kahraman olduklarına göre böyle bir gerçeğin ortaya çıkması zor olurdu. Savaş alanının koşullarını bilmeyenler için kahramanlarının doğdukları andan itibaren kahraman olduklarına inanılmalıydı. Diarin acı acı gülümsedi. Komploya çoktan adım atmıştı. "Uygun şekilde kullanmanızı tavsiye ederim..." "Elimden gelenin en iyisini yapacağım. Ta ki onu bir beyefendi yapana kadar." "Umarım her şey yolunda gider." Dünyadaki en büyük ıstırabın kişinin kendi ıstırabı olduğu söylenirken 8. Tabur’un kimliğinin ortaya çıkması onu daha da acı hale getirdi. Yine de gelecekte bir beyefendi olarak rahatça yaşamak için gençliğinde zorluklara katlanmak olarak düşünebilirdi. Gençliğinde zorluklara katlansa bile iyi yaşayacağının garantisi yoktu bu yüzden oldukça kıskanılacak bir şeydi. Robben’in açıklaması devam etti: "Yemek, temizlik ve çamaşırdan sorumlu kişilerin vardiya sistemi var. Temizlik ve çamaşırhane haftada bir kez yapılır ve sabahları gün aşırı yemek servisi yapılır. Onlarla hiçbir zaman doğrudan yüzleşmek zorunda kalmayacaksınız." Tam bir izolasyondu. "Konağın girişinde her zaman muhafızlar olacak, bu yüzden bir şey olursa muhafızları arayın." "Bir şey olursa yardımcı olurlar mı?" “… Düdük daha faydalı olurdu." Kapı muhafızları ya cesetleri ortadan kaldıran ya da ceset olarak sona eren kişilerdi. Diarin bu malikanede bir şekilde tek başına idare etmek zorundaydı. "İhtiyacınız olan her türlü desteği sağlayabilirim, bu yüzden bir şeye ihtiyacınız olursa kapı görevlilerine söyleyin veya gelen kişi için bir not bırakın, bana teslim edeceklerdir." Bu sırada araba köşk girişinin önünde durdu. Robben bizzat arabanın kapısını açtı ve Diarin’i zoraki bir gülümsemeyle uğurladı. "Peki o zaman, umarım her şey yolunda gider.". Sesi umutla doluydu.
Diarin basit çantasını aldı ve girişin önünde derince nefeslendi. Araba uzun zaman önce ayrılmıştı. Geri dönüş yoktu. "Hadi içeri girelim!" Burada zaman kaybederek onları bir beyefendi yapamazdı. Diarin yumruklarını sıktı ve giriş kapısını açmadan önce son enerjisini de içine koydu. Kapıyı açar açmaz, ona doğru koşan lanet olası köpek yavrularını düşündü. “…?” Konak sessizdi. "Burada kimse var mı?" Konak geniş ve sessizdi. Diarin’in attığı her adımda ayak sesleri yankılanıyordu ama bunun dışında başka bir ses yoktu. "Henüz burada değiller mi...?" Bu mümkün olabilir. Henüz taşınmamış olabilirler. "O zaman önce odamı bulmalı mıyım?" Köşk iki katlıydı. Birinci kattaki merkezi salonun her iki tarafında uzun koridorlar uzanıyordu ve ikinci kattaki merdivenlerin üzerinde de aynıydı. Koridorların her iki tarafına bağlı odalarla, her birini tek tek kontrol etmek zor görünüyordu. Diarin önce en yakın kapıyı açmaya karar verdi. Burası bir oturma odasıydı. Tamamen masa ve kanepelerle döşenmişti. Tavanı ve duvarları kaplayan duvar kağıdı göz kamaştırıcıydı, belki de eski sahibinin zevki böyleydi. Etrafına bir göz attıktan sonra yan odaya geçti. Köşk dışarıdan görkemli ve ferah görünse de içi daha da görkemliydi. "Vay canına..." Diarin gözlerine inanamadı ve malikaneye hayran kaldı. Doğduğundan beri ilk kez bu kadar büyük ve lüks bir oda görüyordu. Tapınakta kullandığı oda, bir memurun odası olarak adlandırılamayacak kadar küçük bir odaydı. Ama bu köşkün her odası, hangisi olursa olsun, geniş ve güzeldi. Bazı odalar kapıdan içeriye kadar pembeydi, duvarların her tarafı pembe çiçeklerle boyanmıştı, diğerleri ise taze nane rengiyle doluydu. Masif meşe mobilyalar ve zarif mor odalarla dolu odalar da vardı. Tapınağa kıyasla bu odaların hepsi birer saraydı. Böyle bir lüks beklemiyordu. Sadece acı çekmeyi düşünmüştü ama çalışma ortamı düşündüğünden daha iyiydi. Heyecanlanan Diarin, gelecekte ulaşacağı hedefleri unuttu ve kalan son beyaz kapıyı açtı. “… Oh." Diarin’in heyecanla kocaman gülümseyen yüzü olduğu gibi dondu. Bembeyaz bir odanın görüntüsü gözlerini doldurdu. Tavan, zemin ve mobilyalar beyazdı. Ama hepsi yırtılmış ve kırılmış bir halde yerde yuvarlanıyorlardı. Tamamen yıkılmış bir odanın manzarası. Ve o odanın köşesinde çömelmiş bir adam vardı. O kuduz köpekti.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.