Yukarı Çık




3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   5 

           
Adamın başı beladaydı.



Adamın başı çok büyük beladaydı.



Belgelere baktı, sigarasından çekti, sandalyeden kalktı, esnedi, duvardaki saate baktı, kaşlarının arasında kalan bölgeyi parmaklarıyla sıktı, ölü bir inek gibi sızlandı ve yeniden kağıtlara döndü.



Sigara dumanı, önünde biçimsiz şekiller oluşturdu ve kayboldu.



"Bu... iyi haber değil..."



Kulağının arkasına atılmış siyah saçlı, beyaz önlüklü ve ucu yırtık bir terliği giyen adamın boynunda bir stetoskop ve gözlerinin altında morlukları vardı.



Adam doktordu.



Ek olarak, darmadağın bir klinikte çalışıyordu. Kitaplığında bir stetoskop, hasta tabelası ve kitaplar yığılıydı. Masanın önündeki duvarda röntgen filmlerini asmak ve incelemek için kullanılan bir negatoskop vardı.



Bir doktor, bir doktorun odasında kalıyordu.



Ama doktor değildi ve orası bir doktorun ofisi değildi.



Hastane olmaktan uzak bir yerdi.



"Silah kaçakçılarımız programın iki hafta gerisinden geliyor. Artık tüm astlarımız düşmanla mutfak bıçaklarıyla savaşacak. Bir tek bu da değil, sadece bu ay içinde üç çatışma yaşandı. Eski üyeleri kontrol edemiyoruz." dedi adam, belgelere bakarak.



Adamın adı Mori Ougai’ydi.



Güçlü, yasa dışı bir organizasyon olan Liman Mafyasının patron pozisyonunu sadece bir yıl önce almış, yeni lideriydi.



"Bekçilik işinin fes anlaşması, diğer organizasyonlarla olan yoğun yarış hali, gittikçe küçülen bölgelerimiz... Daraldım. Patron olduktan sadece bir yıl sonra ortada çok fazla sorun var. Bir organizasyonun başında olmak ne kadar zor olabilir? ...Acaba bir şeyler mi yanlış? Sen ne düşünüyorsun, Dazai-kun? Beni dinliyor musun?"



"Dinlemiyorum."



"Neden?"



Mori Ougai’nin sorusuna verilen cevap odanım diğer tarafındaki taburede oturan bir çocuktan gelmişti. Koyu saçları vardı ve kafasına bandajlar sarılıydı. Bedeninden büyük siyah bir takım elbise giyen, zayıf bir delikanlıydı.



Dazai Osamu -15 yaşında.



"Hikayelerin hep sıkıcı oluyor!" dedi Dazai tıbbi kimyasalların bulunduğu bir şişeyle oynarken. "Sutra(1) okur gibi avaz avaz bağırıyorsun. Paran yok, istihbaratın yok, astların sana güvenmiyor. En başında bunu bilmen gerekirdi."




"Evet, ama..." Mori sıkıntılı bir tavırla başını kaşıdıktan sonra konuştu, "Bu arada, Dazai-kun... neden ilaç dolabındaki tansiyon ilacıyla hipertansiyon ilacını karıştırıyorsun?



"Huh? Onları karıştırdıktan sonra içip hemencecik ölürsem muhteşem olur diye düşünmüştüm."



"Öyle ölmezsin!" Mori’nin önceden pek çok ilaçla deneyimleri vardı. "Cidden... İlaç dolabını nasıl açtın?"




"Ölmek istiyorum!" Dazai ellerini birbirine çarptı. "Çok sıkıldım! Ölmek istiyorum! Hemen ve olabildiğince basit bir şekilde ölmek istiyorum! Nasıl olursa olsun, Mori-san!"



"Uslu olup, çocuk gibi davranmayı bırakırsan, sana ilaçların nasıl karıştırılacağını öğretirim."



"Yalan! Önceden de aynı şeyi söylemiştin! Bir yıl önce beni o kadar düşündüren tek şeydi ve sen bana hiç söylemedin! Böyle giderse, organizasyona ihanet ederim."



"Böyle fikirlerden konuşmayı kes, sen zeki bir çocuksun. Organizasyona ihanet edersen kolayca ölemeyeceğini biliyorsun." Mori güldü.



"Ah... sıkıldım. Bu dünya çok sıkıcı." Dazai ince bacaklarını sedyeden kaldırdı.



Dazai ne Mori’nin ne de mafyanın bir astıydı. Elbette gayrimeşru bir çocuk, yetim ya da doktor asistanı değildi. Mori ile Dazai arasındaki ilişkiyi tam olarak açıklayabilen bir kelime yoktu. Eğer bu kelimeleri gerçeğine en yakın şekilde söylerseniz, ölümle karşı karşıya kalırdınız.



"İlk olarak, Dazai-kun..." Mori iç çekti. "Önceki patrondan koltuğu aldığımda yanımda olan tek kişi sendin. Eski patronun vasiyetinin şahidisin. Kolayca ölmeni istemiyorum."



İkisi iş birliği yapmaya karar vereli bir yıl olmuştu. Baş hekim olan Mori, intihar etmeye çalışmış hastası Dazai, gizli bir operasyonu yürütmek için ortak olmuştu: Liman Mafyası liderinin başını almak, sahte bir vasiyet uydurmak.



"Hata yaptın." dedi Dazai garip, net bir sesle.



"Neyden bahsediyorsun?"



"Yardakçın olarak intihara meyilli bir hastayı seçmen zekiceydi. Bir yıl geçmesine rağmen hala hayattayım. Sayende kaygıların hiçbiri ortadan kaybolmayacak."



Bir süre sonra Mori, başından soğuk su dökülüyormuş gibi hissediyordu.



"Neyden... bahsediyorsun?"



"Biliyorum, endişelisin. Üzerinde önceki patronun suikastının dışarıya sızdırıldığının kaygısı var." Dazai’nin ifadesi hala sabitti. Yüzü donuk bir göl kadar durgundu.



"Hata yaptım derken ne demek istiyorsun?" Mori haklılığını kanıtlıyormuş gibi kaşlarını kaldırdı. "Planımızda yanlış hiçbir şey yoktu. Bir yıl önce sen ve ben, mükemmel bir stratejiyle çalıştığımızı düşünüyorum. Bir daha asla böyle bir şeyi yapmak istemem ancak bunun nedeni, zor olduğu için."



"Plan henüz tamamlanmadı." dedi Dazai donuk gözleriyle. "Plan, suikasta dahil olan sahtekarın dudakları mühürlenene kadar tamamlanmayacak. Değil mi?"



Mori’nin hisleri, içinde vahşice çalkalandı.



"Sen..."



Çocuğun bakışları usulca Mori’ye kitlendi. Tıbbı bir cihazın insan bedenine bakması gibiydi...



"Bu bakımdan, uygun bir suç ortağıydım. Çünkü benim şahitliğimle bir sonraki lider olduktan sonra, bilinmeyen nedenlerle intihar etsem bile kimse senden şüphe duymayacaktı."



Doktor ve çocuk bir süre bakıştı. Şinigami(2) ve Şeytan, sanki ruhları odayı dolduruyormuşçasına birbirlerine baktılar. Pek çok kez aklına gelen bilmediği bir kelime, Mori’nin kafasında alarm gibi çalıyordu.



Yanlış hesap.


Yanlış hesaplamıştı.



Uygun çözümü yapamamıştı.



Bu çocuğun bir suç ortağı olarak seçilmemesi gerekiyordu.




Dazai, sonun nasıl bir şey olduğunu bilemezdi. Çocuk, ara sıra kabus düşüncelerinin keskinliğini bakışlarında gösterirdi. Gözlemciydi. Şeytanların mağarası, mafyada eşi benzeri rastlanmamış bir zekası vardı.



"...Dalga geçiyorum. Yetki sahiplerini belalı fikirlerimle sinir etmek eğlenceli geliyor. Şu sıralar böyle eğleniyorum." dedi Dazai sessizce, yüzündeki tehditkar bir ifadeyle.



Mori Dazai’yi usulca izledi.



Mori tam Dazai’nin aklına girip düşüncelerine odaklandığında, çocuk hemen düşüncelerinin tüm belirtilerini yüzünden silerdi. Her şeyin sona yaklaştığını anlayan ve ne yapacağı belli olmayan bir intihar manyağının ifadesine bürünürdü



Patron olmadan önce üzerinde hiç düşünmemiş olmasına rağmen, Dazai’nin sözleri ve eylemleri ona birisini anımsatıyordu.



"Sana benzeyen birisini tanıyorum." Dedi Mori düz bir sesle.



"Kimi?"



Dazai başını kaldırdı ve Mori cevap vermeden hafifçe gülümsedi.



"Neyse, yetişkinlerle dalga geçme. Ben mi seni susturacakmışım? Hayatta yapmam. İlk olarak, çeneni kapatmak isteseydim bunu uzun zaman önce hallederdim. Nefes almaktan bile daha kolay olurdu. Ve geçtiğimiz yıl, kaç kere intihar etmeni engelledim sanıyorsun? Baş belasının tekisin, bunu sen de biliyorsun. Bir keresinde sandalyenin altındaki bombayı imha ederken filmlerdeki kahramanlar gibi gözükmemiş miydim?"



Dazai’nin ölmesine izin veremezdi.



Neden mi? Çünkü Dazai ölürse, hala güçlü olan önceki neslin adamları, kesin bir olay çıkarıp "Beklenildiği gibi, patronun koltuğa seni devretmesi üçkağıtçılıktan başka bir şey değildi." Derlerdi.



Buna karşın, "önceki neslin adamları" bu yıl Mori’ye düzenlenen iki suikasta engel olmuştu. Hainler idam edilmiş olsa bile önceki neslin adamlarından Mori’yi desteklemeyen kaç kişi olduğunu tahmin etmek imkansızdı.



Bu yüzden Dazai’nin ölmesine izin veremezdi.



Ve geçtiğimiz yıl boyunca, Dazai’yi elinde tutup ölmesine izin vermemesinin bir nedeni daha vardı.



"Dazai-kun, madem bu kadar çok istiyorsun, sana rahat ölmeni sağlayacak bir ilaç verebilirim." Dedi Mori masasının çekmecesinden bir kağıt çıkarırken. Tüy kalemiyle yazmaya başladı.



"Gerçekten mi?"



"Ama karşılığında ufacık bir araştırma yapmanı istiyorum." Mori yazmaya devam ederken konuştu. "Büyük bir iş değil. Tehlikesi yok ama bunu ancak senden isteyebilirim."



"Yarım yamalak anlatıyorsun." Dazai Mori’ye baktı.



"Yokohama gecekondularındaki o büyük çukuru biliyorsun, değil mi?" diye sordu Mori, Dazai’nin sözlerini göz ardı ederek. "O civarlarda birisinin gözüktüğü hakkında dedikodular var. Bu dedikoduların aslını araştırmanı istiyorum. Yazdığım "Gümüş Vahiy" eline bulunan kişiyi yetki sahibi yapar. Bunu mafyada kime gösterirsen isteklerini yerine getirir. Dilediğin gibi kullan."



Dazai bir kâğıda bir Mori’ye baktı. "O kişi kimmiş?"



"Tahmin et."



Dazai iç çekti. "Düşünmek istemiyorum."



"Dene hadi."



Dazai koyu gözleriyle Mori’ye bir süre baktı ve sonra ağzını tembelce açtı.



"...Şüphesiz mafyanın en yüksek pozisyonunu taşıyan birisinin, şehirde dolaşan bir dedikodu yüzünden endişelenmesi saçma. Ve dedikodu Gümüş Vahiy’i kullanacak kadar kötüyse muhtemelen o dedikoduyu yayan insanlar değil, dedikodunun kendisidir. Doğruluğunun onaylanması ve kaynağının yok edilmesi gereken bir dedikodu... Varlığı bile zararlı bir dedikodu... Ve bir uzman ya da mükemmel bir ast yerine göreve beni göndermenin bir nedeni varsa tek bir kişi olabilir. Eski patron mu?"



"Aynen." Mori ciddiyetle başını salladı. "Bu dünyada mezarından çıkmaması gereken kişiler vardır. Onu kendi ellerimle öldürdüm, hatta büyük bir cenaze töreni bile düzenledim.



Mori, parmaklarını birbirine kenetledi.



O anı, parmaklarında hala hissedebiliyordu.



Büyük bir ağacı buduyormuş gibi hissettirmişti. Daha önce birçok insanı kesmiş olsa bile önceki hiçbir ameliyat eski patronunkisi kadar, üzerinde büyük bir etki bırakmamıştı.



Önceki patron, boğazı neşterle kesilip suikasta uğramıştı. Ölüm sebebi gizlenmişti. Kesiği eski patronun komplikasyonlardan dolayı spazm geçirdiğini ve akciğerlerine giden hava yollarını nefes almasını sürdürebilmesi için açmış gibi göstermişti.



14 yaşındaki çocuk yanındaydı. Her şey Dazai’nin gözlerinin önünde olmuştu.



"Mezarından çıkmaması gereken birisi...huh..." dedi Dazai ve bir süre sessizlikten sonra başka seçeneği yokmuş gibi oflayıp ayağa kalktı.



"Benden başkasına güvenemezsin, doğru." Bunu söyledikten sonra Dazai Mori’nin elindeki kağıdı aldı.



"İlaç. Söz verdin. Ne olursa olsun tutmak zorundasın, tamam mı?"



Mori gülümsedi.



"Bu, ilk işin. Mafyaya hoş geldin."



Dazai aniden durmadan önce çıkışa doğru yürümeye başladı.



"Bu arada, az önce bana benzettiğin kişi... kimdi?"



Mori hafifçe gülümsedi. Ve yüzündeki belirsiz bir hüzünle konuştu.



"Kendim."



Mori’nin ihtiyacı olan şey bir asistandı. Sekreter, bir silah ve mükemmel bir sağ koldu. Ve her şeyden önemlisi, bir yer altı doktoru, hain ve gaspçı olarak güvenilir bir asta ihtiyacı vardı. Sırlara gerek duymayan bir ast. Kendisini anlayan, buz dağının tepesinde bir başına el sallayabilmeyi sürdürebilecek bir ast. Dazai’nin hata olarak nitelendirdiği bir seçimle Mori, Dazai’yi seçti. Ama hatalar her zaman kötü değildir. Tek kullanımlık bir taş aldığını düşünüyordu ancak elindeki taş, elmas çıktı.



Bu kanlı koltuğu devralmasını isteyebilirdi. Ancak Dazai—



"Dazai-kun," farkında olmadan Mori’nin ağzından bir soru döküldü. "Anlayabileceğimden emin değilim ancak söyler misin, neden ölmek istiyorsun?"



Dazai Mori’nin ne sorduğunu gerçekten anlamamış gibi bakıyordu.



Sonra masum gözlerle cevap verdi, "Sen söyle, yaşamaya değer ne var?"





*****




Suribachi Şehri aslında koni şeklinde, katmanlardan oluşan bir çukurdu. Zamanında 2 km çapında, orada yaşayan insanları ve zemindeki toprağı yerle bir eden büyük bir patlama olmuştu. Patlamadan geriye kalan tek şey harabeye dönüşmüş bir çukurdu.



Zaman geçtikçe, insanlar çukurda toplanmaya başladı ve izinsiz, yeni bir kasaba inşa ettiler. Orada toplanan insanlar ya toplumdan dışlanmış ya da başından beri topluma karışamamış gölgelerde yaşayan insanlardı. Yaşama haklarını kaybetmişlerdi ve yasalara göre suçlulardı. Bu iki geçmişleriyle, çıplak elleriyle elektrik tesisatı olan katlı barakalar inşa ettiler. Sonuç olarak çukur, zafere ve kıskançlığa yenik düşen insanların yaşadığı bir şehir haline geldi. Gri insanların yaşadığı gri bir şehre...



Tabii ki, hükümetin elini süremediği bir yerdi. Mafya gibi illegal organizasyonların yeriydi.



Dazai Suribachi şehrinin yokuşundan aşağı yürüyordu. "Demek sıvı kaplama içerek intihar etmek yurt dışında oldukça popüler, huh... anlıyorum." Dazai hem yürüyor hem de yüzünde ciddi bir ifadeyle kitabını okuyordu. İnsanların görünmekten kaçınıyordu.



"Ne? Popüler olmasının sebebi kaplama fabrikalarında çalışan boyacılarının eline kolayca geçmesidir ve kolay bir intihar yöntemiyle alakası yoktur. Sıvıyı içen kişi saatlerce acı çeker ve iç organları erirken ağır bir ıstırap içinde kıvrılır... Vay, denemediğime sevindim."



Dazai başını kaldırdı ve arkasında kendisine eşlik eden mafya üyesine baktı. "Hey, bunu biliyor muydun? İntihar ederken dikkatli olursun artık! Um..."



"Hirotsu." Mafya üyesi başı belada küçük bir köpeğin yüzüyle cevap verdi. "Umm... Dikkatli olacağım."



Eşlikçi yaşlı bir beyefendiyiydi, saçları siyah beyazdı. Bu bölgeye aşina olduğundan Dazai’nin seçtiği bir Mafya üyesiydi ve gönülsüzce refakatçi rolüyle görevlendirilmişti.



Dazai, 15 yaşında mafyanın dışından bir çocuk olmasına rağmen elinde Gümüş Vahiy vardı. Mafyaya uzun zaman önce katılmış Hirotsu için bu durum oldukça rahatsız ediciydi. Dahası, Dazai eski patronun ölümünde Mori’nin yanında olan tek kişiydi. Mori, böyle birisinden gizli bir araştırma yapmasını istemişse –olan biten bir şeyler olmalıydı.



Hirotsu’nun sezgilerine göre Dazai’ye güvenilmemeliydi. Bu organizasyonda yıllardır hayatta kalmış birisinin sezgisiydi...



Hirotsu, bu sabah Dazai’nin emirleriyle beraber araştırmaya başlamışlardı. Gecekondulardan turistlik yerlere, dedikoduyu nereden duyduklarını tek tek sorarak önceki patronun nerede görüldüğüne dair bilgileri izlediler. Bir çocukla orta yaşlı bir adamın tuhaf bir takım olmasına karşın Dazai’nin diğer insanların düşüncelerini garip yöntemlerle manipüle etmesiyle çoğu kişi ilk elden bilgi verdiklerinin farkında bile değildi. En inatçı insanlar bile Mori’nin soruşturma için verdiği paraları görünce hemen tavırlarını değiştirdiler.



Dazai bölgedeki insanlardan duyacaklarını duyduktan sonra ikisi Mafyanın üssüne geri dönmek üzere yürümeye başladılar. "Um... Dazai-san. Çok uzaklaşmayın. Eşlikçi olsam da çatışmaların sık yaşandığı bir bölgedeyiz. Ne olacağını bilemem."



"Çatışma mı?"



Hirotsu başını salladı ve konuşmaya devam etti. "Şu anda Mafyaya düşman üç organizasyon bulunmakta. Takasekai, Gerhart Güvenlik Servisi ve civarlardaki üçüncü bir organizasyon. Resmi bir adları yok, "Koyunlar" diye basit bir çete isimleri var. Sadece bu hafta, iki mafya birliği öldürüldü. Liderleri oldukça belalı ve dedikodulara göre mermiler ona karşı "işe yaramıyor".



"Huh... diğer taraftan patlama ve silah sesleri gelmesine şaşmamalı. Neyse, umrumda değil..." dedi Dazai ilgisiz bir sesle. O sırada Dazai’nin cebinden elektronik bir tını çaldı. Ses telefondan geliyordu.



"Mori arıyor." Dazai telefonu kulağına getirdi. "Alo? Evet, araştırma tamamlandı. Baya bir şey öğrendim. Huh? Nasıl... Olur, yaparım. Evet, araştırmalara göre..." dedi Dazai. "eski patron. Kara alevlerle sarılıymış, cehennemin çukurlarından dirilmiş."



Telefondan yüksek bir ses duyuldu: "Ne?. "Tanıkların sayısı fazla. Sanırım bu berbat dünyayla işi bitmemiş." Dedi Dazai ürkünç bir gülümsemeyle. "Geri dönüp detayları rapor edeceğim-"



Aniden Dazai’nin gövdesine bir şey vurdu. Dazai rüzgâra yakalanmış bir yaprak gibi uçtu. Düştüğü ince çatının ahşap kulübesi kırıldı. Çitleri kırarken, Dazai Suribachi yokuşunun aşağısına yuvarlandı.



"Koyun!" Hirotsu’dan bir bağırış duyuldu. "Dazai-san!"



Kulübeleri kırarak, toz toprak ve molozların içinden yokuş boyunca aşağı yuvarlandı. Sonunda—alçı duvarlı bir binanın çatısına düştü. Dazai’nin üstünde bir şey vardı, az önce Dazai’ye vuran ve onu savuran şey –siyah bir figür.



"Hahaha! Ne güzel!" figür yüksek sesle güldü. "Çocukmuş! Liman mafyası, ciddi ciddi adam sıkıntısı çekiyor herhalde." dedi. Küçük boyluydu, koyu yeşil motorcu ceketiyle çocuk, karanlıkta bir mızrak gibiydi. Yaşı Dazai’ninkiyle neredeyse aynıydı.
"Acıttı." Sırt üstü yatan Dazai konuştu. "Acıyı sevmem."



"Sana bir seçenek vereceğim, çocuk" dedi motorcu ceketli çocuk, elleri cebindeyken. "Ya şimdi ölürsün ya da ağzındaki baklayı çıkardıktan sonra? İstediğini seç."



"İki seçenek de güzelmiş. Heyecanlandım." Saldırıya uğramış olmasına ve binalarla zemini kırıp geçmesine rağmen Dazai’nin sesi soğuktu. "O zaman hemen öldür."



Çocuk bir süre sessiz kaldı. Sonra Dazai’ye baktığında kişiliği o şekilde olan birisiyle uğraştığını anladı. "Huh. Ağlayıp kaçacağını sanmıştım ama cesaretli çocukmuşsun."



"Sen de çocuksun."



"Tabii, benle savaşmadan önce herkes öyle diyor ama hemen hatalarını anlıyorlar. Senin aksine, sıradan bir çocuk değilim." Motorcu ceketli çocuk bacaklarına güç ekledi. "Şimdi, konuş. Arahabaki’yi soruşturuyordunuz. Bildiğin her şeyi sökül."



Çocuk Dazai’nin yaralı yumruğuna bastı. Dazai’nin kemikleri ayakkabısının altında eziliyordu.



"...Ah. Arahabaki, huh. Anlıyorum... Arahabaki." dedi Dazai üzerine basılan yumruğu başkasınınkiymiş gibi bakarken.



"Biliyor musun?"



"Yoo, hiç duymadım." dedi Dazai açıkça.



Çocuk güldü ve hızlıca Dazai’nin bedenini tekmeledi. Tekmesi, bağırmasına sebep olan kemiklerine vurdu. Dazai’nin sesi, acı çekiyormuş gibi çıkmıştı.



"İyi madem, sayalım mı? En uzunu dokuz seferdi. Kimse dokuz kere tekmeledikten sonra sessiz kalmayı sürdüremedi."



Dazai acıyla yüzünü ekşitirken konuştu, "Konuşursam... beni bırakır mısın?"



"Oh, tabii. Zayıflara karşı kibarımdır."



Dazai sessizliğini sürdürdü, biraz düşündü. Sonra ciddi bir yüzle çocuğa baktı ve konuştu. "Anlıyorum... Konuşalım hadi." Dazai ciddi ve gergin bir sesle konuşmaya devam etti. "Biraz daha süt iç. Çok kısasın."



Çocuğun tekmesi Dazai’nin gövdesine vurdu. Dazai çatıdan yuvarlanarak düştü ve başka bir binanın çitine çarptı.



"Boyumdan sana ne, piç herif!" Çocuk bağırdı. "15 yaşındayım, hala büyüyorum!"



"Fufu... seni lanetliyorum. Ben de 15 yaşındayım, uzamaya devam edeceğim ama sen aynı kalacaksın."



"Sinir bozucu beddualar etme!" Çocuğun ayağı Dazai’ye yaklaştı ve yüzünü tekmeledi.



"Acıtıyor..." dedi Dazai kıkırdarken. Dudağı patlamış gibi görünüyordu ve ağzının kenarından biraz kan akıyordu. "Ama şimdi hatırladım ’Koyun’ ... Yokohama’da güç sağlamak için birbirine yardım eden reşit olmayan çocuklardan oluşan grup. Çocuklar hırsızlığa, kavgalara ve baskınlara karşı korunabilmek için toplanır. Savunmayı temel alan bir organizasyon. Ama Koyunla savaşan pek insan yok. Nedeni basit: Koyunun bölgesine saldıran kim varsa liderleri olacak çocuk, güçlü bir karşı saldırıya geçiyor. Anlıyorum. Sen Nakahara Chuuya, Yerçekiminin Kralı mısın?"



"Kral falan değilim," dedi Nakahara Chuuya adındaki çocuk, sert bir sesle. "Kendimi idare ediyorum ve güçlüyüm. Sadece sorumluluklarımı yerine getiriyorum." Chuuya Dazai’ye baktı. "Sen, Koyun hakkında fazla şey biliyorsun."



"Uzun zaman önce, Koyun’a davet edilmişti. Tabii ki, reddettim."



"İyi karar vermişsin. Benimle aynı organizasyonda olsaydın seni 5 dakikada öldürüverirdim."



"Ondan önce suikast planlayıp ben seni öldürürdüm."



Chuuya Dazai’ye, Dazai Chuuya’ya baktı. Chuuya Dazai’nin üstünden kalktı ve birkaç adım geri çekildi. "Tekmelenip beş dakikada ölme kaderin değişmemiş. Neyse, eminim ki istediğim bilgiyi senden söküp alabilirim. Kelleni savaş ilanı olarak mafyaya göndereceğim."



"Beni öldüremezsin." Dazai kımıldamadan Chuuya’nın arkasından baktı. "Adım seslerini duyamıyor musun?"



"Adım sesleri mi?"



O sırada, her yerden bir bağırış sesi duyuldu.



"Kıpırdama!"



Bir namlu Chuuya’yı hedef alıyordu. Tüfekler, tabancalar, makineli tabancalar, bir av tüfeği ve daha fazla makineli silah. Sayısız mafya ve sayısız silah etrafını sarmıştı.



"Haha!" Chuuya etrafına baktı. "İlginç. Sandığımdan daha ünlüymüşüm. Birisinin yardıma geleceğinden bile emin değildim."



"Vazgeç, çocuk." Mafya birliğinin ardından Hirotsu gözüktü ve sakin bir sesle konuştu. "Genç yaşında, organlarının rengini öğrenmek istemezsin."



"Ne kadar kötü olursa olsun korkmuyorum, ihtiyar. Silahlar üzerimde işe yaramaz. Herkes işine gücüne baksın, evine gitsin." Hirotsu sakin bir ifadeyle Chuuya’ya baktı.



"Ne nostaljik... Zamanında senin gibiydim, gözüm kapalı gücüme güvenebileceğimi ve bir başıma dünyaya diz çöktürebileceğimi düşünürdüm." Kıkırdadı. "Silahlar mı işe yaramıyor? Yeteneğin olağandışı değil. Öyleyse... uyarı zamanı bitti. Sırada pişmanlık var. Düşüncelerin ve bir kan göletindeki cehaletin yüzünden pişman olmalısın." Hirotsu büyük bir adım attı ve ayak sesi yankılandı. Gözleri Şinigami’lerden daha soğuktu.



"Sen de mi yetenek kullanıcısısın?" Chuuya’nın gözleri keskinleşti. "Ne hoş gözlerin var. Diğerinden farkı hemen belli oluyor... Hadi." Chuuya elleri hala cebinde savaş pozisyonuna geçti.



"Hirotsu... dursan daha iyi olur." dedi Dazai acı içinde kıvranırken. "Bu çocuk dokunduğu nesnelerin yerçekimini kontrol ediyor. Yeteneğin uygun değil."



"Hmm. Yerçekimi, huh?" dedi Hirotsu, eldivenlerini çıkarırken. Mimiklerinde bile asaletin zarafeti vardı. "Koyun çocuk, adil olsun diye ben de yeteneğimi söyleyeceğim. Yeteneğim, avucumla dokunduğum şeylere güçlü bir geri tepme oluşturuyor."



"Haha... Vay be, bir mafya üyesi yeteneğini söyleyerek adil oynuyor." Chuuya güldü. "Ama yaşlısın diye saygı bekleme."



"Endişelendim." Hirotsu beyaz eldivenlerini rastgele bir yere fırlattı. Tam Chuuya hazırlanırken Hirotsu gövdesine doğru atıldı. Sol koluyla Chuuya’nın boynunu tuttu ve çekti. Chuuya karşı koymak yerine zemini tekmeledi ve bedenini yarı döndürerek Hirotsu’nun sağ eline vurdu. Chuuya havada döndü ve yatay bir tekme attı. Hirotsu’nun sağ eli geriye döndü ve Chuuya’nın ayakkabılarına çarptı. Yerçekimi ve geri tepme çarpıştı ve parladı. Chuuya darbe almadan geriye uçtu, kuş tüyü gibi süzülerek yere indi.



"O mafya sana söylemişti... hiçbir şey yapamazsın. Yeteneğin benimkisine uygun değil, ihtiyar."



Chuuya’nın yeteneği dokunduğu nesnelerin yerçekimini kontrol edebiliyordu. Normalde yerçekimi Dünyanın merkezine doğru 1G kuvvetindedir. Ancak Chuuya’nın yeteneği objelerin yerçekiminin gücünü ve yönünü, bedeninin herhangi bir yeriyle dokunduğu sürece değiştirmesini sağlıyordu. Diğer taraftan, Hirotsu sağ elinin avucuyla dokunduğu nesnelerin yüzeyinin tersi bir tepki oluşturabiliyordu. İki yetenek birbirleriyle tamamen uyumsuzdu. Buna rağmen, Hirotsu’nun yüzündeki ifade değişmedi.



"Endişelenmene gerek yok, daha gençsin. Gençken yeteneğin gücünün kimin kazanıp kaybedeceğine karar vereceğini sanırdım. Hatamın bedelini hayatımla ödemeyecek kadar şanslıydım. Bu yüzden, senin için üzülüyorum."



Chuuya güldü. "İlginç."



O sırada, Chuuya Hirotsu’ya doğru koştu. Elleri cebinde, duruşunu yana çevirip tekme attı. Hirotsu’nun sağ eli ayağının yönü değişmeden hemen önce tekmesini karşıladı. Chuuya tekmesini aşağı doğru ayarlayıp boynunu hedef alarak Hirotsu’ya saldırdı. Hirotsu sol eliyle boynunu korumak için bir silah çıkardı. Yerçekimiyle ağırlaşan tekme silahın namlusunu kırdı. Chuuya Hirotsu’nun sağ omzunu tekmeledi ve Hirotsu Chuuya’nın omzunu çekerken aşağıda tuttu.



"Yakaladım seni."



"N’olmuş? Yeteneğin işe yaramıyor."



"Öyle mi?"



Chuuya şaşkın bir yüzle arkasını döndü. Az önce yerde olan Dazai, arkasındaydı. Ellerini Chuuya’nın boynuna sarmıştı.



"Ne kötü. Yerçekimin artık ellerinde değil." Dazai’nin yeteneği de ancak dokunduğu nesneler üzerinde işe yarıyordu. Yeteneği tüm yetenekleri sıfırlayıp etkisizleştiriyordu –yetenek karşıtı bir yeteneği vardı. Yetenek ne kadar güçlü olursa olsun, fark etmezdi.



"Yeteneğim... işe yaramıyor mu?" Hirotsu’nun sağ eli nazikçe Chuuya’nın göğsüne dokundu.



"Şimdi, çocuk... pişman olmanın zamanı." Beyaz bir ışık parladı. Chuuya’nın hafif bedeni araba çarpmış gibi geriye doğru uçtu.



Neredeyse aynı anda- Dazai de uçup yerde yuvarlandı. Arkalarındaki ince duvara çarptı ve sonunda durdu.



"Dazai-san!"



Hirotsu’nun kafa karışıklığı yüzüne yansıdı. Yeteneğiyle sadece Chuuya’nın geri sıçraması gerekiyordu. Neden Dazai de fırlamıştı?



"Beni... yakaladı." Dazai yüzü dönük uzanırken fısıldadı. "Sen saldırmadan tam önce, alt vücudunu döndürerek beni tekmeledi. Elimi çektiğimden... Yeteneğiyle bilerek geriye doğru uçtu." Düşmüş olması gereken Chuuya binanın duvarının yatay bir biçimde duruyordu. Yüzünde bir canavarın sırıtışı vardı.



"Hahaha! Aynen öyle! Partinin açılışı için havai fişek de patlatalım hadi!" çığlığıyla beraber Chuuya hızla duvarları kıracak güçle öne atıldı. Dazai ve diğerlerinin üstüne atıldı. Chuuya boş bir merminin hızında ilerledi. Hirotsu’nun sadece sağ elini kullanarak saldırıyı engellemesi imkânsızdı. Dazai yeteneğini etkisizleştirse bile Chuuya’nın bir insan bedeninin kemiklerini kırmaya yetecek hızına karşı yapabileceği pek bir şey yoktu.



Sonra, siyah bir alev herkesi geri sıçrattı.



"Agh!?"



Yanlardan gelen siyah bir şok dalgası herkesin ayaklarını yerden kesti. Sadece insanları değil; binalar, elektrik direkleri ve hatta ağaçlar bile havaya uçtu. Hava, insanlığa karşı öfkenin dişlerini göstermiş ve zemindeki her şeyi biçmiş gibiydi.



Suribachi Şehri’nin merkezine yakın yerde gerçekleşmiş siyah bir patlamaydı. Gerçi, tam olarak patlama da denilemezdi. Tüm bölgeyi saran büyük bir alev topuydu. Solmuş yaprak gibi uçan Dazai, etrafına dönüp manzarayı gördü. Ölümle parlayan bir çift kızıl göz, yılların yansıdığı şiddet ve beyaz saç. Siyah alevlerin arasında bile pelerine benzer giydiği alevle cehennemin efendisi gibi duruyordu. O—



"-eski patron." Diye bağırdı Dazai.



Alevler bağırışını yuttu. –Dazai’nin bilinci karanlıkta kayboldu.





*****
Çevirmen Notları:
(1)Sutra, Budizm’de Gautama Buddha’nın öğretilerinden oluşan ve doğrudan Buda’nın sözlerini aktardığı varsayılan metinlere verilen addır. İlahiye benzer.
(2)Ölüm Meleği


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   5 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.