Yukarı Çık




4   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6 

           
"Liman Mafyasına hoş geldin, Nakahara Chuuya-kun."

Mori, Mafya binasının en üst katındaki ofisindeki masasından konuştu. Elektrikle kontrol edilen kurşun geçirmez camlarıyla loş ve geniş bir odaydı. Patronun odası Yokohama’da saldırması en zor yerler arasındaydı. Tam ortada, Chuuya neşeli bir suratla Mori ile karşı karşıyaydı.

"Davetinizden onur duydum."

Chuuya esir düşmüştü. İki eli de kelepçelenmişti ve kolları deri kayışlarla bağlanmıştı. Ayaklarında denizci düğümüyle bir zincirle bağlıydı. Normalde inşaatlarda kullanılan demir teller ayaklarına sarılıydı ve zemine sabitti. Elleri demir bir kafesin içindeydi bu yüzden yumruğunu kullanamazdı. Ek olarak gövdesinde sayısız kırmızı küpler vardı. Bu küpler bir yetenekti; Chuuya’nın hareketini engelleyen, boşluğu kısıtlayan bir yetenek.

Yetenek, Chuuya’nın yanında duran bir yetenek kullanıcısına aitti. Ancak bunca önleme karşın yetenek kullanıcısı hala gergindi. Chuuya’nın en ufak hareketine bile vakit kaybetmeden tepki vermeye odaklanmıştı. Mafyada başarılı bir yetenek kullanıcısı olsa da hataya yer yoktu.

"Dün güzel bir gösteri sergilediğini duydum." Mori masasından gülümsedi. "Astlarımızın çoğu katledilmiş. Koyun’un liderinden beklenildiği gibi."

"Ne yazık ki yoluma çıkanların sonu er geç böyle biter." dedi Chuuya büyük bir gülümsemeyle. "Eminim ki beni buraya bunun için getirdiniz, değil mi? O zamanki siyah patlama için –Arahabaki’nin kara alevleri için."

O sırada giriş kapısı aralandı.

"Affedersiniz... oh?"

Gelen Dazai’ydi.

"Hey, Dazai-kun. Seni bekliyordum."

"Ah! Dünkü pörsük velet!" Chuuya ayağa kalkmaya çalıştı. "Benimle yüz yüze gelmeye nasıl cüret edersin!?"

"Aynen, aynen. Her zamanki gibi enerjik olmana sevindim. Bense gördüğün gibi, ağır yaralandım. Büyüyen tek şey direncin mi? Yoksa yediklerin boyuna değil de bir tek beynine mi gidiyor?"

Dazai’nin başı bandajlarla sarılıydı ve sağ kolu alçıdaydı. Chuuya ile olan savaşta ve sonrasında gerçekleşen patlamada yaralanmıştı.

"Boyuma laf atma!"

"İyi, anladık... Doğrusu başkalarının görünüşlerinde kusur aramak benim için alçakça bir davranış. Bir daha söylemem, lütfen affet beni Chibikko-kun."

"Piç!"

"Tamam, yeterli!" Mori bir alkış yaptı. "Daha dün tanıştınız ve buna rağmen ne kadar iyi arkadaş olmuşsunuz. Şimdi... Chuuya-kun’un da dediği gibi kara patlamadan konuşmak istiyorum. Onu bırakır mısın, Randou-kun?"

Yanlarında duran Randou adındaki yetenekli –siyah, dalgalı saçlı ve uykulu gözlü adamın kasvetli bir yüzü vardı.

"Patron sensin... Ancak bunu önermiyorum. Bu çocuk tehlikeli..."

"Endişeye gerek yok. Dazai-kun’un etkisizleştirme yeteneği işe yarayacaktır ve normalden daha çok üşümüş görünüyorsun. Yüzün sararmış, iyi misin?"

Soruyla beraber Randou titredi. "Bunu söylemekten utanıyorum ancak... donarak öleceğim."

"Üşüdün mü?" Chuuya kaşlarını kaldırarak Randou’ya baktı. "Bu mevsimde, böyle giyinmişken mi?"

Randou kalın, yalıtkan kumaşları olan giysiler içindeydi. Pamuklu bir kış kabanı giyiyordu ve kalın bir atkı boynuna sarılıydı. Kafasında bir kış kulaklığı(1) vardı, sentetik deriden yapılmış kış botlarını giyiyordu ve düzinelerce cep sobası tüm bedenini sarıyordu.

Buna rağmen üşümüştü.

"Ofisinize çağırıldığımda kaba olmamak için ince giyinmiştim... Brr, çok soğuk."

"Sağlık kontrolü sonuçlarına göre, Randou-kun fiziksel olarak hasta değil ya da sinir sisteminde bir sorun yok. Sadece soğuktan nefret ediyor."

"Brr... sıcak bir yerde çalışmak istiyorum. Patron, Liman Mafyasının yanardağı kenarında bir şubesi var mı...?"

"Yok."

"Hmm... Öyleyse bahsini açtığım için özür dilerim. İzninizle." Randou yeteneğini etkisizleştirdi. Chuuya’yı yerinde tutan sayısız kübik alt uzay yok oldu. Sonra, Randou sessiz adımlarla odadan çıktı. Üçü, ne gereği varsa, odadan çıkana kadar onu izledi.

"Öyle gözükmeyebilir ancak kendisi Liman Mafyası yöneticilerinden birisi ve mükemmel bir yetenek kullanıcısıdır." dedi Mori vakit kaybetmeden.

"Kimse tahmin edemezdi..." diye fısıldadı Chuuya.

"Mori-san, neden hemen işimize bakmıyoruz?" dedi Dazai bıkkınlıkla.

"Ah-" Mori yanağını kaşıdı ve masadan tüy bir kalem aldı. "-haklısın." Tavana, sonra Dazai’ye, sonra Chuuya’ya, sonra da avucuna baktı, "Chuuya Mafyaya katılmak ister misin?"

Zemin bir gürültüyle parçalandı. Chuuya’nın bulunduğu yerin etrafında dairesel şekilde çatlaklar oluştu. "Huh?" Chuuya’nın sesi cehennemin dibinden çıkmış gibiydi. Silahlı çatışmalara bile dayanan güçlü zemin kırılmıştı ve odanın içine molozlar dağıldı. Buna rağmen Dazai de Mori de bir kaşlarını kaldırmaktan başka tepki vermeyip ifadesiz hallerini sürdürdüler. " Cafcaflı konuşmanızı yapmak için mi beni buraya çağırdınız?"

"Eh, beklediğim tepki buydu." Mori ters gitmiş bir muayeneye bakar gibi Chuuya’ya baktı. "Ama benim görüşüm, amacımız ve izinden gittiğin şey aynı sayılır. Birbirimize sunabileceğimiz tekliflerimizi değerlendirdikten sonra bile çok geç olacağını sanmıyorum."

"Haha, şaşırdım bak şimdi. Mafyanın yeni patronu vaktini boşa harcıyor." Chuuya dudaklarını genişleterek güldü. Karşındakinin içine işleyen bir gülümsemeydi. "Ben mi mafyaya katılacakmışım? Mafyanın bu şehre yaptıklarını... unuttum deme."

"Önceki patron deliler gibi sağa sola saldırıyordu. O zamanlarda ben de sorun yaşadım." Dedi Mori ifadesiz bir yüzle.

Eski patronun kontrolden çıkması –kanlı zulümünün altında uzun zamandır esir kalmış Yokohama’nın şiddeti ve korkusu- herkesin hatırasında yeni sayılan bir trajediydi.

Bir gün, şehirdeki tüm kızıl saçlı erkek çocukları sırf kızıl bir çocuk patronun arabasına bir şeyler karaladı diye öldürülmüştü.

Diğer gün, bir sitede oturanların hepsi su tankına atılmış zehir yüzünden öldü çünkü bina yöneticilerinin o apartmanlarda saklanmış olması muhtemeldi.

Ve diğer bir gün, Liman Mafyasının arkasından konuşan bir mafya üyesi yüzünden tüm semt idam edilmeye çalışıldı. İşleri daha da kötüleştiren, Liman Mafyasını kötüleyenleri ispitleyenlere onur madalyası verilmesiydi.

Bundan dolayı tüm şehir yıllarca, ortaçağ cadı mahkemeleri gibi, şüphe ve karanlıkla kaplanmıştı. İhanetin şehrinde önemsiz şeylerden gerçekleştirilen infazların sayısı Chiba’daki(2) insanlara denkti. Asılsız suçlamalar yüzünden ölenlerin sayısı çoktu.

Karşı çıkıyorlarsa, öldürün.

Sizinle aynı görüşte değillerse, hepsini öldürün.

Gecenin zulmü ve ölü asker...

Liman Mafyasının anlamı buydu.

"Ama önceki patron hastalıktan öldü. Vefat ettiğinde yanındaydım. O kanlı kurallarının geri döndüğüne dair dedikodular dolaşıyorsa gerçeği bulmamız gerekir. Yoksa sen de endişelenmez misin?" Chuuya hemen cevap vermedi ve bıçak gibi keskin gözleriyle Mori’ye baktı, ağzını açtı:

"Doğru olsa bile... beni yanınızda itip kakmanıza gerek yok, sokak doktoru. Sizin hakkınızda da pek çok kötü söylenti var. Gerçek şu ki, önceki patron hasta falan değilmiş ve siz de onu öldürmüşsünüz. Değil mi? Son anlarında koltuğunu bir köşe doktoruna bıraktığını söylediğine kim inanır? Yalansa kanıtla. Güce olan ihtiyacın yüzünden o Şinigami’yi(3) yetkilendirmediğini kanıtlayabilir misin?"

Mori’nin önceki patronu öldürmesi organizasyonda bir sırdı. Dazai haricinde kimse gerçeği bilmiyordu. "Kanıtlayamam. Neden mi?" dedi Mori, omuzlarını silkerek. Dazai Mori’nin yüzündeki ifadenin değiştiğini hemen gördü ve onu durdurmak için ağzını açtı. Ama tek bir kelime söyleyemeden, Mori konuştu, "Çünkü eski patronu öldürdüm."

Odanın sıcaklığı birkaç derece düşmüş gibiydi. Buraya geldiğinden beri ilk kez, Chuuya söyleyecek söz bulamadı.

"Eski, mükemmel patronumun boğazını neşterle kestim ve hastalıktan ölmüş gibi gizledim. N’olmuş?" Mori’nin sesi sakindi ve tavırları önceki ifadesinden farksızdı. Ancak karşısında duran kişi tamamen farklı birisine dönüşmüştü. Yenilmez Chuuya bile donuk gözlerinin ardında etkilenmişti. Masanın arkasında şeytanları yakıp yok eden bir şeytan vardı, Azrail’i öldürmüş bir ölüm tanrısı, amaçsızca dolaşan ve gaddarlığını öldürdüklerinin sayısıyla gösteren günahkârlığın vücut bulmuş hali.

"Gerçekten mi...?" dedi Chuuya güç bela. "Korkak sokak doktorunun neler yapabileceğini duyduğuma şaşırdım... Senin yanında, eski patron kötü çocuktan başka bir şey değilmiş."

"İltifatlarından onur duydum." Mori bir hastaya gülümsüyormuş gibi nazikçe gülümsedi. "Chuuya-kun, Mafyaya katılma teklifimi geri alıyorum. Onun yerine bir soruşturmaya katılmanı teklif ediyorum. Önceki patronun geri döndüğüne dair söylentiler duyduk ve peşinde olduğun ’Arahabakı’ belli ki aynı olayla bağlantılı. Basitçe istihbarat paylaşmaya dayalı karşılıklı bir ilişki kurabileceğimizi düşünüyorum, ya sen?"

"...Ve reddedersem n’olur?"

"Seni öldürürüm." Dedi Mori kahvesine şeker atıyormuş gibi basit, düz bir tonla. "Gerçi seni öldürmek mafya için bile zor. Onun yerine arkadaşların ’Koyun’ları öldüreceğim. Nasıl olur?"
[img=578x819]https://img.wattpad.com/6f65191a872e55a4fa2f5ebba53409bdd8c732e7/68747470733a2f2f73332e616d617a6f6e6177732e636f6d2f776174747061642d6d656469612d736572766963652f53746f7279496d6167652f714b304b52526c36416739694c513d3d2d313030383131383234362e3136353838333834653662346635326231363533363732393830392e706e67?s=fit&w=1280&h=1280[/img]

Chuuya’nın kelepçeleri parçalandı. Metal kelepçe duvara çarptı ve tavan Chuuya’nın yeteneğinin gücüyle çatladı. "Seni geberteceğim!" Chuuya zıpladı. Mori ile arasındaki mesafeyi anında kapattı ve sağ yumruğunu kaldırdı. Tam vuracakken –durdu. Gülümseyen Mori’nin önünde önceden çıkardığı siyah bir telsiz vardı.

"Hey... Chuuya! Yardım et! Orada mısın?" aletten bir gencin sesi duyuldu. "Mafya etrafımızı sardı! Hemen bir şeyler yap! Hey! Yapabilirsin, her zaman yaparsın...!" Mori tuşa bastığında konuşma sonlandı. Chuuya’nın yumruğu titredi.

"Çok kolay oldu. Silahlı olsalar bile yetenekleri gerçekten berbat." Mori omzunu silkti. " ’Koyun’... Yokohama’nın önemli yerlerinde bölgeleri bulunan bir karşı saldırı organizasyonu. Ama diğer üyeler eline silah verilmiş sıradan çocuklar." Chuuya’nın yumruğu daha çok titredi yine de yerindeki durgunluğunu sürdürdü ve kıpırdamadı. Kıpırdayamazdı. "Bir lider olarak, senin için üzülüyorum Chuuya-kun. ’Koyun’ mutlak güce sahip bir kralın peşindeki hayvanlardan ibaret büyük, silahlı bir organizasyon. Sanırım bir organizasyonu yürütmek için tavsiye vermekten fazlasını yapmam gerekir."

"Piç herif..." Chuuya dişlerini sıktı.

"Sorun nedir? O yumruğunu neden kaldırdın? Sağlığın için egzersiz mi yapıyorsun?" Mori sakin ifadesini takındı ve Chuuya’nın kaldırdığı yumruğa baktı. Biraz zaman geçti ve nihayetinde Chuuya yavaşça elini indirdi.

"Gördüğün gibi, Dazai-kun." Mori gülümsedi. "Bu odada en güçlümüz Chuuya-kun. Ama mafyada güç, sadece yıkımımız için kullandığımız bir alettir. Mafyanın aslı çeşitli imkânları kullanarak makul eylemleri kontrol etmektir. Bu durumda en mantıklı hareket, düşmanımız sebep olduğu dezavantajları çıkarımıza uygun kullanmaktı. Mafyanın kurallarından birisi budur."

"Anlıyorum. Ama neden bana böyle bir ders verdin?"

"Neden acaba?" Mori kuşkulu bir gülümsemeyle Dazai’ye baktı. Chuuya ikisinin konuşmasını etlerini parçalayıp yiyecek bir canavarın ifadesiyle dinledi. Ancak bir şey yapmadı ve konuşmaya başladı.

"Dezavantajlar, çıkar ilişkisi kurmak için sınırı aştı." Chuuya gözlerini Mori’ye dikti. "Bilgi paylaşımı yapabiliriz. Benim çıkarlarımın iyiliği için –önce siz konuşacaksınız. Duyduklarıma göre kararımı vereceğim."

"Tabii," dedi Mori bir gülümsemeyle. "İlk olarak, ölen patronun ortaya çıktığına dair dedikoduları soruşturuyoruz. Dazai-kun’nun araştırmasına göre geçtiğimiz ay Suribachi Bölgesi, önceki patronun üç kez gözüktüğüne tanık olmuş. Dördüncü seferde –sizin karşınızda ortaya çıktı ve siyah alevlerle patlattı. Alın yazısı sayılır. Bu olay hakkında bir şey biliyor musun?"

Mori Chuuya’ya baktı. Mori keskin gözlerini Chuuya’ya diktikten bir süre sonra Chuuya konuştu. "Ölüler hayata geri dönemez."

"Ben de öyle düşünüyorum. Ölüler geri dönebilseydi tüm doktorlar işsiz kalırdı. Ancak... artık bunu söyleyemiyorum. Şuna bak." Mori ofisindeki masasının çekmecesini bir anahtarla açtı ve avucunun içi boyutunda bir kamera kaydı çıkardı. Masasına koyup videoyu açtı. Video kaydı ekrana yansıdı. Bir mekanın görüntüsü gösteriliyordu. Kameranın konumu tavandan aşağı bakacak şekildeydi ve büyük miktarda paketlenmiş banknotlar zemine yığılı ve duvara dayalı haldeydi.

"Burası, Liman Mafyası karargâhının saklı mallarının yarısının bulunduğu kasa dairesinin bir kaydı. Patronun ofisinin yanında girilmesi en zor yerlerden birisidir. Önüne bakmanı istiyorum." Mori işaret etti.

Banknotlar arasında birisi yavaşça hareket ediyordu. Dazai figürü gördüğünde kesik bir nefes aldı. "...Olamaz."

Gölge yüzünü kameraya çevirdi. Siyah giysiler içinde, havada süzülen yaşlı bir adamdı. Gözlerindeki alevlerle bir gece terörü... Yaşlı adam –önceki patron, Dazai ve diğerlerinin yüzlerini görmüş gibi ağzını açtı.

"Geri döndüm." Sesi kısıktı ve garip şekilde tek tük konuşuyordu. Ekrandan çıkan sese karşın oda ısısı biraz düşmüş gibiydi. "Cehennemin alevlerinden geldim. Neden biliyor musun doktor?"

Ekrandaki eski patron biraz sallanıyordu ve bedeni sabit değildi. Bedeninin ana hatları belli olmuyordu, alev gibi bulanıktı.

"Nefretim için. Pişmanlığın gazabı. O, öfkeden beslenir. Kinimi daha çok yaymam için cehennemin dünyasından beni geri getirdi. Muazzam güçte Tanrının canavarı, kara alevlerin Arahabaki’si –bu dünyanın öfkesidir. İstediği gibi, burada intikamımı alacağım ve nefretimi yayacağım. Beni öldüren kişi –bugünden itibaren, uykunda titreyeceksin."

Bunu söyledikten hemen sonra büyük bir alev eski patronun bedenini sardı. Banknotlar göz açıp kapayıncaya kadar yandı, duvarın yapıldığı malzemeler eridi ve görüntü karardı.

Görüntü durdu. Ekran karardıktan sonra bile kimse tek kelime edemedi.

"Güvenlik kamerası kayıtlarından kalanlar bu kadar." Dedi Mori videoyu kapatırken. "Şimdilik bu videoyu yalnızca güvenlik görevlisi, bir yönetici ve kendim biliyorum. Bu olayın dışarıda konuşulmasını yasakladım ancak önlemlerim işe yaramayabilir. Eski patronun bu konuşmayı başka bir yerde yapmayacağına dair bir garanti yok."

Dazai Mori’ye sert bir ifade takındı. "Ben bu konuşmayı başka bir yerde yaparsam n’olur?"

"Tahmin yürütebilirsin. Kayıtlarda ölüm sebebinin hastalık değil, suikast olduğunu söylüyor. Bu bilgi eski patronu destekleyenlere ulaşırsa en kötü ihtimalle organizasyonun %30’u düşmanım olur." Dazai sessizliğini sürdürdü ve düşünceli bir yüzle siyah ekrana baktı. "Chuuya-kun. Dazai-kun’a Arahabaki hakkında ne bildiğini ilk soran sendin. Arahabaki nedir?"

Chuuya Mori’ye baktı ama konuşmadı.

"Biraz araştırdım. Arahabaki geleneksel bir tür tanrı. Japon mitolojisinden eski bir tanrı. Ancak çok eski olduğundan kimliği belirsiz. Ne söylesem bilemiyorum. Bu yüzden bölgeden bölgeye değişen farklı gelenekler ve insanların konuşluğu pek çok ’Arahabaki Tanrısı’ var."

"Tanrı gibi bir şeyin varlığına inanıyor musun?" dedi Chuuya, sanki bir aptalla konuşuyormuşçasına.

"Hayır. Yalnızca gördüklerime inanırım. Ve senin de gördüğün gibi kayıttaki kişi eski patrondu. Gerçek değiştirilemez." Mori kafasını salladı. "Arahabaki’yi araştırman bir tesadüf değil. Muhtemelen bizim duyduğumuz dedikoduların aynısını duydun ve aynı gerçeğin peşinden koştun."

Chuuya odada gözlerini gezdirdi ve tereddüdüne rağmen konuşmaya başladı. "Doğru mu bilmiyorum. Pek çok turisti olan bir ülkedeyiz bu yüzden dedikoduların kaynağını bulamadım. Ancak... Suribachi Bölgesinin nasıl oluştuğunu biliyor musun?"

"Suribachi Bölgesi mi?" Mori beklenmedik soru karşısında kaşlarını kaldırdı. "Göçükteki bir semt. Savaşın sonunda beklenmedik büyük bir patlama gerçekleşti ve zemindeki her şey havaya uçtu. Bu semtin yapılması-"

"Patlamanın nedeni Arahabaki’ydi." Chuuya yüzünü buruşturdu. "’Koyun’da pek çok dedikodu dolaşıyor... Söylentilere göre sekiz yıl önce esir alınan yabancı bir asker göçüğün yanlarında bulunan askeri bir gizli tesiste işkence görüyordu. İşkenceyi yapan kişi ileriye gidip adamı öldürdü. Ama ölü asker öfke ve kinle Arahabaki’yi uyandırdı ve siyah alevlerle geri döndü... Bu arada, cehennemden Arahabaki’yi uyandıracak tek şey hayatı boyunca öldürdüğü insanlar, sayısız cesedin ruhları ya da büyük bir öfkeyle ölen kişilermiş... Hayata geri dönen asker nefret ettiği düşman askerlerini, bu ülkenin askerlerini tesisle beraber havaya uçurmuş. Patlamanın sebebi buymuş."

"Bu yüzden adına Suribachi Bölgesi(4) deniliyor." Dedi Mori büyülenmiş bir sesle.

"Evet. Ancak Arahabaki’nin gücü tek kişinin kaldırabileceğinden çok daha fazlaydı. Çok geçmeden nefretinin sebebini ve kişiliğini yok ederek kontrol edilemez bir canavara dönüştü, bedenini zeminle beraber parçalayıp buharlaştırdı."

"Şimdi ise öfkeli tanrı geri döndü. Sen ne düşünüyorsun, Dazai-kun?"

"Ne mi düşünüyorum? Hiçbir şey." Dazai omuz silkti. "Buna dayandırılabilecek bir gerçek yok. Kinmiş, cesetlerin ruhlarıymış, her biri yalandan fazlası değil. Birisinin uydurduğu bir korku hikâyesi işte."

Mori dikkatli bir ifadeyle ağzını açtı. "Ancak... önceki patron da ölümünden önce pek çok insanı öldürdü ve büyük bir öfkeyle öldü. Şartlar uyuşuyor. Söylememe gerek bile yok, eski patronun kasa dairesinde "Arahabaki"den bahsetmesi inkar edilemez bir gerçek. Normal bir insan için yüksek güvenlik önlemleriyle korunan kasaya girmek imkansız."

"O zaman cevap belli. Bir yetenek. Video bilmediğimiz bir yetenekle hazırlandı. Ve sonra Arahabaki dedikodularıyla eski patronun dönüşünü aynı kılıfa bindirdi."

"Neden?"

"Bir sonuca varılmıştı. Mafyayı bitirmek için herkesin Mori-san’ın eski patronu öldürdüğüne inanması yeterdi."

"Mantıklı." Mori yorgun bir yüzle başını salladı. "Bu yüzden bir kişiyi öldürmek için iki kişi gerekiyor. Dazai-kun, sana bir görev veriyorum. Videodaki eski patron hakkındaki aynı konuşmayı başka yerde yapmadan önce suçluyu bul. Olur mu?"

"Eh... Önceki patrona olanları öğrenecek olurlarsa ben de Mori-san’ın ortağı olarak işkence görürüm, o yüzden olur." Dedi Dazai memnun olmayan bir ifadesiyle. "Fazla vaktim yok ve yalnız yapabileceğimi de sanmıyorum."

"Yalnız mı? Yalnız olmayacaksın." Mori alaycı bir şekilde gülümsedi. "Yanına yardım için Chuuya-kun’u da götür lütfen."

"Huh?!" İkisi aynı anda bağırdı.

"Neyden bahsediyorsun?"

"Hayatta olmaz, ne diye o veletle gideyim?"

"Bu gibi olaylarda dalga geçilir mi hiç?"

"Onunla gitmektense kendim giderim daha iyi."

"Ne dedin sen?!"

"Lütfen ikiniz de bağırmayı kesin." Dedi Mori aynı anda ikisine de bakarak. "Chuuya-kun, emirlerimi reddedecek durumda olmadığını anladığını düşünüyorum?"

"Terbiyesiz."

"Seni umursayan yok, ahtapot!"

"Umursayan kişi Mori-san zaten!"

"Taşak geçme!"

"Tabi, tabi."

Aynı anda bağırsalar bile Mori hiçbir şey yapmadan gülümsedi. "İkinizi ortak yapmamın birkaç nedeni var. İlk olarak dedikodu Mafya’ya karşı düşmanca söylentiler içeriyor bu yüzden mafyadan olmayan insanların duyması daha kolay. Chuuya-kun’un soruşturmayı ifşa etmemesi için izlenmesi gerekli olsa da Dazai-kun’un etkisizleştirme yeteneği senin yeteneğinle uyumlu. Ve son olarak, en önemli neden..." Dazai ve Chuuya yanaştı ve Mori’nin söyleyeceklerini beklediler. Ancak ağzında birkaç kelimeyi geveledikten sonra gülümsedi ve "Bir sır." Dedi.

"Ne bu be!"

"Yetişkin sezgisi gibi düşünün." Mori’nin gülümsemesi gizemliydi. "İyi geçinene kadar ikiniz de bunu yapamazsınız. Emrimdir. Görevin bir yanlış anlaşılma yüzünden köşede unutulduğunu duyacak olursam... Demek istediğim anlaşıldı mı?" Mori tembelce gülümsedi ve ikisine baktı. Ortam soğumuştu. "Cevabınız?"

Sessizlik.

"Cevabınız dedim?"

"...Anlaşıldı." İki çocuktan acı cevap geldi.

"Tamam o zaman, gidin hadi. Güzel bir rapor bekliyorum." Mori sessizce Dazai ile Chuuya’nın, birbirlerinin yollarına köstek olarak gitmelerini izledi. Kapı kapandığında Mori odada yalnız kalmıştı. Fırtına sonrası gelen denizin dinginliği odaya yerleşti. Mori yalnız kaldı, kapıya baktı.

"Bir elması, yalnızca bir elmasla mı parlatmak mümkündür?" Mori gülümsedi, anılarına geri döndü. "Natsume-sensei, Fukuzawa ile bana söylediğiniz bu sözleri bu sefer ben doğrulayacağım."



***


Yokohama’da hava açıktı. Baktığında herkesin derin bir nefes almak isteyeceği hoş bir gökyüzüydü. Ama göğü gören bazı insanların görüşleri farklıydı. Çok açık ya da fazla berrak gibi. Bu yüzden yıkımın alevleri zeminde yandığında, siyah duman gökyüzünde çok net görülebilirdi.

Ve o siyah duman yükselmek üzereydi.

Dazai ve Chuuya isteksiz halleriyle siyah dumanın kaynağı ateşi bulup yok etmek için araştırmaya başladılar. Fazla vakitleri kalmamıştı. Sessizlikle ara sokakların birinde, güneşli gökyüzü altında somurtuk yüzleriyle tek kelime etmeden ve aralarındaki 5 metre mesafeyi koruyarak yürüyorlardı. Dazai önde, Chuuya ardındaydı. Aralarındaki mesafe yüzünden kimse beraber yürüdüklerini düşünmezdi.

"...Hey." Dedi Chuuya kısık bir sesle. Dazai cevap vermeden yürümeye devam etti. Arkasına bakmadı.

"Hey!" Chuuya yine seslendi. "Nereye gittiğimizi söyle."

"Vay, hava güzelmiş. O kadar güzel ki neredeyse bir perinin konuştuğunu duyabiliyorum."

"Dalga geçme. Benim sesim o." Dazai arkasına döndü.

"Oh? Orada mıydın? Pardon ama benimle konuşmasan olur mu? Şu anda nefes almakla meşgulüm."

"Boğazını keseceğim, bandajlı ucube. Nereye gittiğimizi söylesene?"

"Anladım, cevap vereceğim. Söylersem benden uzakta kalır mısın? Seninle yürürken düşünemiyorum."

"Endişelenme, ben de senin yanındayken düşünemiyorum."

"Fufu, anlaşılan iyi geçineceğiz. Seni sevdiğimdendir belki!"

"Ugh, kes şunu! O kadar iğrençsin ki ölebilirim!"

"...Doğru, ben de iğrenip ölürdüm." Dazai kederli bir yüzle inledi ve Chuuya’ya bakmadan konuşmaya devam etti. "Ne var? Oh, doğru ya, şu anda gittiğimiz yer... Son patlamayı duyan ve tanık olan kişileri sorgulamaya gidiyoruz."

"Etrafa mı soracağız? Ne acı... Düşmanımızın yapacağı şeyi mi sorgulayacağız?"

"Hayır." Dazai Chuuya’nın iğrenmiş yüzünü gördü. "İlk olarak, patlamaya ne sebep oldu? Araştırmalarımıza göre eski patronun ortaya çıkması." Dazai bir süre Chuuya’nın yüzüne baktı, konuştu. "Eski patron hakkında olan söylentileri değil, Arahabaki’nin bedeni hakkındaki söylentilerden bahsediyorum. Hayata geri dönen patron bir yetenek kullanıcısı gibi geziniyorsa gerçek yetenek kullanıcısı Arahabaki rolünü oynuyor demektir. Suçlu taklitçinin nefes alması, yemesi ve yaşaması gerekir. Onu yakalayacağım."

Chuuya kaşlarını çattı. "Ama... Arahabaki hakkındaki dedikodular doğruysa Koyun arkadaşlarım onları araştıracaktır."

Dazai Chuuya’ya güldü. "Koyun dedikoduları ne kadar severse sevsin yine de dinleyemeyen insanlar olacaktır." Önüne döndü ve yürürken konuşmaya devam etti. "Bir hafta önce bizim de tanık olduğumuz aynı patlama gerçekleşti. Yer aynı, Suribachi Semtiydi. Eski patronun kendisini gözümle görmediğimden fark etmekte geç kaldım ama peşinde olduğumuz olayla aynıydı. Bu yüzden patlamada hayatta kalanlarla konuşacağız."

"Hayatta kalanlar... Kazazedeler mi var?"

"Ah, bir grup mafya. Hayatta kalan kişi yetenek kullanıcısıydı, çoktan onunla tanıştın. Evi ileride, orada kendisini dinlemeye söz verdim-" Dazai sokağın sonunu gösterdiğinde bir bağrış sesi cevap olarak yükseldi.

"Hah?!" Chuuya gürültünün kaynağını gördüğünde şaşırmıştı.

"...Ah-" Dazai sıkıntılı görünüyordu. "Şimdi bir patlama sesi geldi." Siyah duman patlayan yerden yükseldi. Kısık silah sesleri duyuldu.

"Hey, hey. Oraya konuşmaya gitmeyecek miydin?"

"Suçluların da o yöne gidip gitmediğini merak ediyorum."

"Oh, kötü oldu. Tehlikeli ve önemli bir işmiş gibi gözüküyor."

Dazai Chuuya’ya baktı. Dazai’nin beklentilerine karşın Chuuya’nın yüzü parlıyordu.

"Yani, yerimiz bu mu? Planımız belayı dinlemektense adamımızın çenesini kapatmaya gelen suçluları halletmeye döndü, huh?"

"Huh...?"

"Harika değil mi? Hadi, acele edip gidelim!"

Konuşmasını bitirdikten sonra Dazai yüzünde hiçbir ifade olmadan, Chuuya’nın rüzgar gibi esip gitmesini seyretti. "Velet..."


***


Malikanenin yarısı patlamıştı. Etrafı sarmaşıklarla kaplı batı tarzı bir malikaneydi. Malikanenin sağ tarafı iyi korunmuş antika bir evdi, sol tarafı ise siyah bir moloz yığınıydı. Moloz, gri dumanı yükselterek yanıyordu. Malikane, yerleşim alanlarından uzak bir ormanın arkasında olduğundan yaralılar ya da seyirciler yoktu. Onun yerine yedi sekiz silahlı kişi vardı. Silahlarını malikaneye doğrultmuşlardı ve ara ara silah sesleri duyuluyordu.

"Başlıyor." Dedi Dazai ormanda bir ağacın ardına saklanırken. "Büyük bir patlamanın izi var. Patlamanın ortasında olsaydım acı çekmeden ölür müydüm acaba...?"

"Evet evet, seni sonra öldüreceğim o yüzden şimdi işine odaklan." Chuuya gözlerindeki tiksintiyle Dazai’ye baktı ve gözlerini malikaneye çevirdi. "Silahlı bir organizasyonun baskını. Dışarıda sekiz düşman var. İçeride fazlası var mı bilmiyorum."

Chuuya bunu söyledikten hemen sonra binanın duvarları bir parçalanma sesiyle havaya uçtu. İçeriden silahlı bir adam ikinci katın alçı sıvalı duvarını kırdı. Birisi tarafından havaya uçurulmuş gibi görünüyordu.

"Ah... bu seviyedeki silahlar Randou-san’ın yeteneğine hiçbir şey yapamaz." dedi Dazai yorgun bir sesle.

"Randou mu?"

"Dinlemeye gediğimiz Mafya’daki yetenek kullanıcısı. Patronun ofisinde seni kelepçeleyen yeteneği olan adam. Hani şu üşüyen."

"O mu?" Chuuya’nın ifadesi gergindi. "Yardım edecek miyiz?"

"Yardıma gitsek bile düşmanın bağlantısını ya da stratejisini bilmiyoruz."

O sırada arkalarından bir silah sesi yükseldi.

"İkinize konuşuyorum." Bir erkek sesiydi. Nazik bir sesi vardı, ölümün busesi gibi. "Ellerinizi kaldırın ve arkanızı dönün."

Dazai ve Chuuya ellerini kaldırıp arkalarına dönmeden önce bir süre birbirlerine baktılar. Arkalarında koyu gri kır üniformasıyla bir adam vardı. Büyük bir ağaç gibi iriydi. Silahını Dazai’ye doğrulttu.

"Ne bu, çocuksunuz siz?" dedi silahı tutan adam şaşkın bir sesle. "Takviye birimi bu mu? Mafya adam sıkıntısı mı çekiyor yoksa Randou çok mu popüler?"

"Ö.. Özü... Özür dilerim! Biz sadece mahalleden çocuklarız!" Dazai titredi ve korkmuş bir sesle bağırdı. "Randou’nun evine bir teslimat için gelmiştik ama..."

"Hey, yaşlı adam." Chuuya Dazai’nin lafını neşeli bir sesle kesti. "Birbirimize zaman kazandıralım. Bana bir el ateş edeceksin ben de saldırımla seni karşı şehre yollayacağım. Sonra geri kalanları göndereceğim. Ne olacağı belli. Ne düşünüyorsun?"

"Ne?!" Silahı Chuuya’ya doğrulttu.

"...Ahh, yeter." Dazai titremeyi kesti ve yüzünü eliyle kapatırken başını salladı. "Bize bilgi vermesi için adamı kandırırken mükemmel bir uğraş sarf etmiştim..."

"Sorun ne? Çocukları vurmuyor musun?" Chuuya namluya değecek kadar silaha yaklaştı. "Ama bu dünyada hayatta kalacaksan düşmanını sırf görünüşüne bakarak yargılamamayı bilmen gerekir. Aletlerine bakılırsa, GGS birimindensin, değil mi?"

Adam yüzünü buruşturdu.

Gerhard Güvenlik Servisi, GSS, mafyanın düşmanı illegal organizasyonlardan birisiydi. Aslında denizaşırı ülkelerde legal, özel bir güvenlik şirketiydi ama komşu ülkelerinden yardım alarak illegal bir hale geldiler ve şimdi sadece güvenliği sağlamayıp ayrıca tehlike yaratıyorlardı. Kabaca "korsan"dılar. Şirketlerle anlaşmalar yapıp kargo gemilerine saldırıyorlardı. Buna rağmen GGS ile ortak olmayan güvenlik şirketleri saldırıya uğramadı. GGS’nin kötü şöhreti diğer şirketler için müşterilere reklam oluyor, böylece iş ortakları için bir taşla iki kuş vuruyorlardı. Onlar yüzünden Liman Mafyası’nın malları defalarca batmıştı, iki organizasyonun arası şu anda gergindi. Eğitmenleri gerçek bir asker olduğundan, üyelerin saldırı yetenekleri gelişmişti ve mafya zorlayıcıydı.

"Hadisene, ateş et hemen!" Chuuya güldü ve alnının namluya bastırdı.

Adam ateş etmek için parmağını tetiğe götürdü ancak basamadı. Namlu yavaşça inmeye başladı.

"Ne... silah, ağır..."

"Bu kadarcık yükle yorulmaya kalkışma. Bebe misin?" Chuuya nazikçe silaha dokundu. Böylece hafif silah anormal bir şekilde ağırlaştı ve büyük bir demir blok gibi adamın ellerine düştü.

Chuuya hafifçe silaha dokunduğunda, silah aniden yana, adamın göğsüne düştü. Bir güllenin ağırlığıyla, tabanca adamın kurşun geçirmez yeleğini deldi.

Ağırlığın etkisiyle kaburgaları çatırdadı.

Adam çığlık attı.

Silah adamın göğsünü bir süre sıkıştırdıktan sonra hafif bir sesle ayağına düştü. Chuuya elini çekince ağırlık eski haline döndü.

"Nesnelerin yer çekimini kontrol edebilen bir çocuk... Koyun’dan, Nakahara Chuuya...?" Adam göğsünü tutarken fısıldadı. "Demek mafyanın eline düştüğün hakkındaki dedikodular doğruymuş!"

Adam öfkeli bir sesle yumruğunu kaldırdı. Belini aralarındaki mesafeyi yakınlaştırmak için döndürdü ve Chuuya’ya saldırdı.

"..Huh?"

Siyah bir kasırga, adam Chuuya’ya vuramadan çenesine çarptı. Chuuya’nın gözlerindeki parıltı adamı bir çekiç gibi ezdi. Chuuya zıpladı ve arkasından hızlı bir tekmeyle vurdu.

"Kimsenin mafyanın çatısı altına girdiği yok. Böyle yanlış anlaşılmalarla beni kızdırma, aptal."

Adam arkasına düştü. Sarsılmış ve bayılmıştı. Uyanmayacaktı.

"Oh, aferin." Kuru bir alkış yükseldi. "Düşmanı düzgünce tekmelemek yerine serbest dönüşle tekmelemek tabi daha hızlı olurdu."

Chuuya’nın yeteneği yerçekimini kontrol etmek. Bu tanım sadece dokunduğu objeler için değil, Chuuya’nın bedeni için de geçerli. Yerçekimini arttırmak ve yüksek hızla saldırırken bedenini hafifletmek sonrasında vurduğu an normale dönerek tüy hızında ilerleyen tekmeleri, bir demir topun ağırlığı kadar oluyordu.

"Öylece seyrettin, işe yaramaz bandajlı piç."

"Gücünden gurur duyan bir ortaokul çocuğu olan sana karşın ben, düşmanın iletişim cihazlarından bilgi topluyordum."

Dazai’nin kulağında düşmanın iletişim cihazı takılıydı. Adamın cebinden almıştı.

"Cihaza göre, havaya uçurduğun adamın çığlığını duyduklarından kalan askerler desteğe geliyormuş."

Dazai konuşmayı bitirir bitirmez on kadar kişi ortaya çıktı. Silahları vardı. Dazai ve Chuuya’nın çevrelerinin yarısını kuşatmışlardı ve namlularını onlara karşı tutuyorlardı.

"Hey, bandajlı pezevenk. Onları öldüreceğim bu yüzden savaş müziği falan çal. Sağlam adamlara benziyorlar."

"Aptallaşma." Dazai’nin gözleri soğuktu.

"Kaptan öldürüldü! Hedefimiz yerçekimi kontrolcüsü! Ateş açın!"

Silah sesleri yükseldi.

Chuuya zemini tekmeledi ve siyah bir siluete dönüştü.

Ve savaş başladı –Tabi hiçbir etkisi olmayan tek taraftan yapılan bir saldırı ve ortalıkta uçuşan tek yönlü mermilere savaş denilebilirse.

7,92 mm mermiler Chuuya’ya doğru namludan çıktı ama ona vurmak yerine bir oduna çarpıyormuş gibi geri sekti. Ağırlıkları ona vurur vurmaz kayboluyordu. Chuuya hızını koruyarak etçil bir hayvan gibi koşuşturmaya devam etti ve düşmanların birisine vurdu.

Düşman, bir patlamanın ortasındaymış gibi havaya uçtu. Gövdesi kenara düşerken Chuuya tam tersi yöne zıpladı. Dahası, düşmanın elinde olan silah gevşedi ve namlusu kırıldı. Ağırlığı hafifleyen Chuuya namluyu basamak olarak kullanarak zıpladı. Gökyüzünde yükseğe çıktı. Chuuya havadayken kurşunlardan birisi omzunu vurdu ancak Chuuya yerçekimini kontrol ederek mermiyi tam tersi yönde sektirdi. Mermi düşmanın omzuna isabet etti, adam yere düştü.

Mermiler, etrafta kasırga gibi dolaşan ve ara sıra meteor gibi yere inen Chuuya’yı yakalayamıyordu.

"Hahahahaa!" Chuuya havadayken neşeli bir sesle güldü.

Yüksek hızı ve refleksleri ortamın hayatına hükmediyordu. Dazai, Chuuya savaş alanına bir kasırga gibi egemenken nefes almayı unutabilirdi.

Sonunda, tek bir düşman kalmıştı. Kan omzundan akarken, kanlanmış gözleriyle Chuuya’ya baktı. Düşmanın silahı tetiğinden ince bir ses çıkana kadar yedek cephanesiyle rastgele ateş etti.

"Saldırınızın amacını söyle." Chuuya ormanda yavaşça adama yaklaştı. Bir kral gibi, ağır ağır yürüdü. "Arahabaki hakkında ne biliyorsunuz? Neden mafyanın yöneticisini hedef aldınız?"

"Siktir... Velet...!"

Son düşman silahını bıraktı ve yedek tabancasını çıkardı.

"Pes et." Chuuya yüzündeki ifadeyi bozmadı. "Silahın işe yaramaz. Yarasa bile yaraların ağır. Silah kullanman kendin için tehlikeli."

"Geber...!"

Silah ateş aldı.

Chuuya merminin yerçekimini kontrol etmeyi denedi –ancak yapamadı. Gerek yoktu. Yaraları yüzünden kurşunun isabeti yanlış yerdeydi ve Chuuya’nın kafasının yanından geçip gitti.

Mermi arkalarındaki büyük bir ağaca vurdu ve güçlü bir biçimde sekti. 1,000 km/s hızla ilerleyen bir kurşun sektikten sonra bile hızını korur. Mermi dönerek yönünü çarpık bir yöne değiştirdi ve sahibine tehlikeli bir bombaymış gibi geri döndü.

Mermi adamın boynunu yaraladı.

"K-..."

Adam şaşkınlığından bağıramadan sırt üstü düştü. Birkaç saniye sonra kan akmaya başladı.

Talihsiz bir kaza –ancak savaş alanında oldukça yaygındır.

Bunca şeye şahit olan Chuuya esnedi ve cıkladı "...Tch, söylemiştim."

Sonra adama yüz çevirip yürümeye başladı. "Düşman imha edildi. Acele edip gidelim."

Dazai cevap vermedi. Kararsız adımlarla düşen adama yaklaştı ve yüzünün hemen yanına çömeldi.

"Senin için ne talihsiz bir olay. Acıtıyor mu?" Dazai ifadesizdi. Ancak gözlerinin derinliklerinde, itfaiyecilere özenen bir çocuğun itfaiyeci gördüğü anki gibi bir parıltı vardı.

"Ka..."

"Boğazında bir kurşun var. Şimdi o kurşunu alsak bile, seni kurtarmanın bir yolu yok. Yine de ölmen beş dakika kadar zamanı bulacak. Silahı kullanmaman gerekiyordu." Dazai hafifçe başını salladı. "5 dakika boyunca cehennem ızdırabı çekeceksin. Ben bu acıya katlanamazdım. Ne yapmak istiyorsun? Acına son vermek için bu silahı kullanmak ister misin?"

Adam acı içinde inledi. Konuşmaya çalıştı ama sesi çıkmadı.

"Mafyaya çalışıyorum. Anlayacağın, düşmanınım. Ama kıymetli ölümünü görmem gerekiyor ve teşekkür etmek istiyorum. Şimdi, evet diyeceksen konuşamayacak hale gelmeden önce demelisin."

Çaresizliğin ışıltısı adamın gözlerinde parıldadı.

"...Vur.. beni... Lütfen..."

"Tabi."

Dazai ayağa kalktı ve tetiği çekti.

Mermi kafasına isabet etti böylece bedeni cansız bir objeye dönüştü.

"Hahahaha!"

Dazai daha çok ateş etti. Mermiler ardı ardına vurdu. Adamın cesedi zıpladı.

"Hahaha! Lükse bak! Hahaha!"

"Kes şunu, salak."

Chuuya kenardan silahı çekip aldı ve durdu."

Dazai tuttuğu silaha baktı, ayaklarının altındaki cesedi gördü ve sonra Chuuya’ya baktı. Şaşkın bir yüzü vardı.

"Çoktan öldü. Boş yere cesetlere ateş etme."

Dazai boş gözlerle ona baktı. Çocukların yüzüne yakışır bir ifadeyle, sıradan bir çocuğa benziyordu.

Sonra, Dazai burnunu kıvırdı ve sıkıcı bir gülümseme verdi. "Haklısın. Kesinlikle haklısın. Normal düşünürsek böyle yapmalıyım."

Bir çöpmüş gibi silahı ileriye fırlattı ve Chuuya’ya da cesede de olan ilgisini kaybetmiş gibi yürümeye başladı.

Yüzü normal Dazai’nin yapacağı ifadeye döndü. Hiçbir şeyle ilgilenmeyen gri bir ifadesi vardı.

"Haha. Normalmiş? Hahaha."

Dazai’nin kuru gülüşü ağaçlar arasında yankılandı ve kayboldu.



***


"Ugh, soğuk... İçeriye gittikçe daha fazla hava giriyor ve üç kat daha soğuk... Hayatımın geri kalanını çer çöp arasında rüzgardan etkilenmeden bir kurtçuk olarak geçirmek istiyorum..."

Malikanenin ikinci katında yönetici, Randou titriyordu.

Evin içi harap haldeydi. Duvar malzemeleri patlama yüzünden dökülüyordu ve kırılmış lambalar tavandan sarkıyordu. Raflardaki tüm eşyalar yere saçılmıştı; dekorasyon için kullanılan mavi tabaklar, yosun renkli kitaplar, ve tablolar yere dağılmıştı. Ek olarak, düşman askerlerin ölü bedenleri süs gibi yerde duruyorlardı ve kırmızı kan eşyalara bir uyum katıyordu. Avangart(5) bir tablo gibiydi.

"Ne felaket, Randou-san. İşte, bu odunla şömineyi yakalım."

"Ugh... Beni kurtardın, Dazai-kun. Malikanede şömine olduğu için gerçekten minnettarım... O olmasaydı hemen ısınmak için ateşe atlamam gerekirdi..."

Bir battaniyeye sarılan Randou, Dazai’nin verdiği odunu şömineye attı. Şöminedeki ateş çıtırtı sesleriyle yandı.

"Hey, bandajlı ucube. Odunu nerden aldın?"

"Evin sütunlarından." dedi Dazai soğuk bir ifadeyle.

Dazai ve Chuuya, Randou ile berbat haldeki misafir odasında buluştu.

Randou eski bir mafyaydı. Eski patrondan beri organizasyona hizmet ediyordu ancak Mori’nin dönemine girdikten sonra bir yönetici olarak atandı. Eski patronun döneminde maalesef kötü bir muamele görüyordu ve bu nedenle eski patronun değil, eşit muamele gördüğü Mori’nin rejiminin yanında yer aldı.

"Randou-san’ın neden saldırıya uğradığını tahmin edebiliyorum." dedi Dazai yerdeki kitapları şömineye fırlatırken. " ’Dedikodular yayıldı.’. Mori’nin yanında yer alan Randou-san bir patlamayla öldürülseydi insanlar ’eski patronun öfkesi’ hakkında daha çok kafaları karışırdı. Aslında buraya gelmeden önce GGS’nin komut merkezini kontrol etmiştim ve siyah patlamayı şekillendirmenin bir yolunu buldum."

"Siyah patlama mı...?" Randou titreyerek cevap verdi.

"Pek bilgim yok. Teknik kısımlarını sonra araştıracağım ancak sodyum lambalarını ışık kaynağı olarak kullanıp kimyasal reaksiyonlarla alevi yakarsan siyaha yakın bir ateş elde edebilirsin gibi duruyor." dedi Dazai aldığı belgelere bakarak. "Neyse, acınası bir örtbas taktiğiydi. Sonuç olarak Randou-san’ı öldürme planı başarısız olduktan sonra gizleme operasyon biriminin planları altüst oldu ve öldürüldüler."

"Basitçe bunlar oldu." Chuuya ağırlığını sağ bacağına yükledi ve ellerini beline koydu. "GGS adamları mafyada fikir ayrılığı oluşturmak için ’Arahabaki’ gibi davranıyordu ve Randou’ya saldırdılar ama başarısız oldular."

"Doğru."

"O zaman bu olayların ardındaki kişi GGS’nin lideri mi?"

"Büyük bir olasılıkla öyle olduğunu düşünüyorum."

"Ugh, çok soğuk... GGS’nin şu anki patronu buz kalpli bir yetenek kullanıcısı. Dahası Kuzey Amerika gizli organizasyonu ’Lonca’ ile yakın ilişkileri olduğu söyleniyor... Bu işi halletmek istiyorsanız pek çok hazırlık yapmalısınız... Dazai-kun, şöminedeki ateşi beslemek için bir şey daha ver..."

"Evet, tabi." Dedi Dazai pahalı bir tabloyu uzatırken. "Peşlerine düşmeye gerek yok. Amacımız eski patronun geri dönmesi yalanını kamuya açıklamak. Randou-san, sormak istediğim bir şey daha var."

"Brr... Tabi. Elinde Gümüş Vahiy olan birisinin emirlerine karşı gelemem... Mori-san beni yüksek bir pozisyona yerleştiren iyilik sever birisi."

"Sevindim. Öyleyse Suribachi Bölgesinde tanık olduğun Arahabaki’den bahsetmeni istiyorum. Şu an bizi suçluya yönlendirebilecek tek bilgi bu."

"Ah... o olay... çok iyi hatırlıyorum."

Randou çenesini battaniyeye gömdü ve konuştu, "Nasıl unutabilirim?"

"Randou-san?"

Dazai Randou’ya baktı.

Randou’nun elleri tiriyordu.

Dazai hemen anladı. –ellerindeki tireme soğuk yüzünden değildi.

"Ben... hayatta kaldım. Ama astlarımın tümü... siyah alevin içinde... yandı... Dazai-kun. Stratejin doğru. Suçluyu yakalamaktansa planlarını bozmalısınız. Bu stratejiyi izlemeye devam edin. Yapmanız gereken bu. Çünkü o şey, gerçek bir tanrı. Bir avuç insan, muhtemelen bunu fark edemez..."

Randou’nun soğuk gözleri açıkça korkmuştu.

Dazai Randou’nun yüzünü hiç bu kadar korkmuş görmemişti. Yüzlerce cesedin yol üzerinde yuvarlanmasını görmüşken tek kaşını bile oynatmayan birisinin yüzünde, kimse iz bırakan korkuyu görmemişti.

"Bana detayları anlat, Randou-san." Dazai hafif bir gülüş verdi. "İlgi çekiciymiş."

Randou kasvetli gözlerle bakan iki çocuğa karşın, bir kez öksürdü. Sonra konuşmaya başladı.

"Suribachi Bölgesinin merkezinin yakınlarında gerçekleşti. Biz, mafya, Koyun’nun silahlı çocuklarıyla savaşıyorduk. Savaş o gün başlamıştı çünkü iki gün önce, bir Koyun yolcu uçağına binen bir mafya üyesine saldırmıştı ve uçağa saldırmalarının nedeni bir Koyun deposuna baskın yapmamızdı ve bu baskının nedeni de geçen ay Koyun’un... Neyse, ilk kimin başlattığını kimse hatırlamıyor. O sinema filmlerine karşın dünyamızda iyi ile kötü arasında belli bir sınır yoktur. Başka söyleyecek bir şey olduğunu sanmıyorum.

Ugh... çok soğuk. Pardon, rüzgarın geldiği deliği molozlarla tıkamanız mümkün mü? Aynen, orası. Teşekkürler. Tamamdır.

Savaştaydım. Aniden, hepimiz siyah bir patlamayla havaya uçtuk.

GGS’nin evimde gerçekleştirdiği patlamayla kıyaslayacaksanız, evimdeki bebek hapşırığı gibi kalır. Tüm önemli adamlar öldü. Yeteneğimi kullanarak bir alt uzay yaptığımdan, ben hayatta kaldım.

Dünyanın orada olması, kelimelerle anlatabilecek olabilmesi anlamına gelmez.

En azından, bu dünyada değildi. Siyah alevler dünyayı kavuruyordu. Evler aniden eridi, hava yandı ve elektrik direkleri daha düşemeden küle dönüştü.

Tarif etmeye kalkışırsam, cehennemdi. Yüzlerce yıl önce bir yazarın hayal ettikleri gibi, resim parşömenlerinde gösterilen cehennemin manzarasıydı.

Ben de cehennemin ortasındaydım.

Patlamanın merkezinde olan kişi eski patron değildi. Ona benzemiyordu bile. İnsan bile değildi.

Canavardı.

Siyah bir canavardı.

Dört ayaklı bir canavar. Kuyruğu dumandan, kürkü alevdendi. Gözlerinde araftan çıkmış gibi alevler vardı.

Boyutu ve silueti, kolu ve bacakları yere yakın bir insanı andırıyordu. Ama diğer özellikleri insan olmaktan çok uzaktaydı. Hepsinden öte, varlığı bambaşkaydı. Tüm felaketlerin ve tarihin başlangıcından bu yanaki katliamların toplanıp bir olduğu bir bedeni vardı. Ya da galaksilerin ve gök cisimlerinin materyalleştiği bu dünyadaki enerji kaynağını tutuyor gibiydi de denilebilir.

Kötü bir niyeti ya da öfkesi olmadığına şüphe yok. Duygusal bir sarsıntı yoktu. Sadece ordaydı, basitçe vardı.

Bu olayı açıklayabilecek bir şey için etrafıma bakındım.

Belki yetenekli bir düşmandı. Şimdi düşününce, bir yetenek kullanıcısının o ısıyı üretmesi imkansız ama o sırada başka varsayımım yoktu. Ancak etrafta bir yetenek kullanıcısı da yoktu. Hiçbir şey göremiyordum. Kesin konuşursam, zemin bile ortada yoktu.

Yerdeki her şey yüksek ısıda titriyordu. Gökyüzünün rengi bile bulanıktı. Dahası, manzara üzerine su dökülmüş sulu boya tablosuna benziyordu. Dünyadaki her şey hayalete dönüşmüş gibiydi. Ama nedense, Yokohama denizinin uzaktan baktığım denizle aynı, çelik grisi rengindeki yüzeyinde dingince dalgalandığını hatırlıyorum.

Denizi bırakan ve her şeyi yok eden canavar beni gördü.

Erimiş kurşun iç organlarıma dökülüyormuş gibi hissettim.

Sonra, inanılmaz bir şey gerçekleşti.

Yeteneğim –alt uzayda bir kapandır.

İster ateş, ister kılıçlar, ister yıldırım, ister ışık, ya da ses basıncı olsun uzayın kendisi asla sıçramaz. Sağ elin romanının kahramanının sol elin romanının kötü adamını yenememesi gibi. Ne de olsa boyutları(6) farklı.

Ama canavar bunu yapabildi.

Fizik kanunlarının ötesine geçti.

Yani canavar tanrı mıydı yoksa bir şeytan mı?

Alt uzayı hemen yeniden kurdum. Ama yenilenme anı onun için yeterliydi. Göremediğim bir şey bana vurdu.

Gücün kendisinin şiddetiydi. Isı, ışık ve yıldırım gibi, bir gücün somutlaşmadan önceki saf enerjisiydi. Belki siyah alev, gerçek enerjinin sonu, o enerjiyi yaymak için bir patlamadan çıkan dumanı kullanıyordu. O enerji bana çarpmıştı. Zavallı bir yetenekle halledilebilecek bir boyut değildi.

Alt uzay yeniden yapıldığında bedenim çoktan havaya uçmuştu. Savunmamı birkaç saniye geç yapsaydım tüm vücut hücrelerim ezilirdi ve bedenim bu dünyada iz bırakmadan kaybolurdu. Bu yüzden, o patlamaya karşı olan direncimin bir rastlantıdan fazlası olduğunu söyleyebilirsiniz.

Bilincimi kaybetmeden önce bir canavarın kükreyişini duydum.

Hiçbir duygu ya da arzu içermeyen bir sesti.

Korkuya sebep olacak bir ses değildi. Bir tehdit ya da tehlike de değildi. Ses, sadece vardı. Hemen anladım. Yapabildiği kadar çok yıkıma sebep olmak için vardı.

Herhangi bir savaştan çok daha korkutucuydu.

Havada uçtuktan ve yere yuvarlandıktan sonra bir şey hatırlamıyorum. Kurtulacak ve bu şekilde yaşayacak kadar şanslıydım. Tek bir saç teli için beni öldürecek olsaydı, hemen ölürdüm.

Birisi o şeyin Tanrı olduğunu söylerse, inanırım. Öldürme niyetinin seli yoktu. Öldürme niyetinin patlaması yoktu. Bir öldürme niyetinin tayfunu, yıldırımı ya da tsunamisi yoktu. Ama tek seferde çok fazla insanı öldürdü. Öyle bir canavar... o varlık bu ülkede "Tanrı" olarak anılıyor. Başka nasıl adlandırabilirdiniz ki?"

Randou’nun sözleri burada bitmişti.

Dazai de Chuuya da hemen ağzını açamadı.

"Özür dilerim... Muhtemelen önceki patronun geri dönüşünü Arahabaki’nin gücü sayesinde olmadığını, düşman bir yetenek kullanıcısının örtbas olayı olduğunuz kanıtlamak istediniz. Ancak bunları Mori-dono’ya rapor ederseniz... Mori-dono ’Arahabaki’ tanrısının varlığının gerçek olduğunu sanmasını geçtin, araştırmanız bir işe yaramaz."

"Özre gerek yok, ilginç bir hikayeydi." dedi Dazai gülümseyerek. "Hikayen sayesinde her şeyi anlıyorum."

Chuuya Dazai’ye baktı. "Ne?"

Dazai bir oyundaymış gibi güldü ve bedenini yarım döndürdü.

"Yaptıkları hileyi ve gerçek suçluyu biliyorum. Dava çözüldü."






Çevirmen Notları:
(1) Kışın kulağa takılan, pamuklu kulaklığa benzeyen alet. Tam Türkçesi yok.
(2) Japonya’da bir şehir.
(3)Ölüm meleği
(4) Suribachi’nin havan, toprak kap, derin kase gibi anlamları vardır.
(5) Avangart sanat; kültür, gerçeklik tanımları içindeki kabul edilmiş normları sarsıp sınırlarını değiştirmeyi amaç edinir. Bu normlar sosyal reformdan estetik deneyimlerin değişimine kadar çeşitlilik gösterebilir.
(6) Burada boyut olarak bahsedilen şey büyüklük anlamındaki "boyut" değil, uzaydaki boyut. Cümleyi açıklayacak olursak, bir kitaptaki kahraman başka bir kitaptaki kahramanı yenemez çünkü içinde bulundukları kitap ve hikaye yani "boyutları" farklıdır gibi bir anlam çıkar.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


4   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.