PART 5: Başbelası PART 6: Tiksindirici PART 7: İlaç __________
Part 5: Başbelası
Dolambaçlı tünelden geçtikten sonra sokak ışıklarıyla aydınlatılmış kaldırım boyunca yürüdü. Genişçe inşaa edilmiş yeni evler hafif eğimli sokağa sanki farklı bir yerleşkeymiş hissi veriyordu.
"Oh, eğer Hala konuşmak istiyorsan evime gelmek ister misin?”
“He? Sıkıntı etmez misin?”
Beklenmedik bu gelişmeyle kalbi çarptı. Eve get gidecekti ama ailesine get saatlere kadar antrenman yaptığını söyleyebilirdi.
“Evim şurda.”
“Burası mı?”
Karasu’nun işaret ettiği yerde beyaz çitlerle çevrili geniş bir villa vardı. Diğer evlerden daha genişti ve park yerinde dizili looks siyah araçlar vardı. Düşündüğünden daha zenginlerdi.
“İyi de… tabeladaki isim…”
Nedense tabelada “Karasu” yerine “Takematsu” yazıyordu.
"Ah, doğru.”
Karasu hiç sıkıntı yokmuşçasına her şeyi ona açıkladı.
“Biz de biraz sıkıntılar yaşadık. Babamın bir metresi vardı ve gitti. Bu yüzden annem ve iki köpeğimle yaşıyorum. Anneme isim tabelasını değiştirmesini söyledim ama istemedi. Babamın istediği zaman geri dönebilecek olmasını istediğini söyledi. Cidden aptal.”
“…Hadi ya.” (Şaşırmışlık)
“Bir ailenin nasıl olduğunu sadece dışarıdan anlayamazsın.”
Karasu düşünceli bir şekilde bunları söyledi. Hiori bu kelimeleri içten hissetti. İlk defa Karasu’nun içten bir şey söylediği düşündü.
(Karasu-kun’…un hayatı da karmaşık.)
Kapı Anne geldiklerinde Karasu şaşkınlıla haykırdı.
“Kahretsin~! Şimdi hatırladım, annem bana kaliteli bal almamı söylemişti.”
“Kaliteli bal?”
“Beni takip ettiğin için unuttum. Markete gidip alayım, sen önden içeri geç.”
“He?”
Karasu zili çalarak “Odada bekle! Anneme mesaj attım o yüzden sıkıntı yok!”
“Ney…”
İlk defa gittiğin bir evde yanlız olmak biraz garipti. Aslında bu ilk defa birinin evini ziyaret edişiydi ve ne yapacağını bilmiyordu. Tam telaşlanmışken kapı bir çıkart sesi ile açıldı.
“İyi akşam…”
“…Kimin nesisin?” Kapıya çıkan yapılı bir adamdı.
(Annesi değil…) Nasıl bakarsan bak.
Traşlı bir başı, ince kaşları vardı ve ışıltılı bir altın kolye takıyordu. O gerçek bir serseriydi. Korkutucu görünüyordu.
“Şey, eee… Ben Karasu-kun’un arkadaşı ,Hiori… Ah, şey…”
Aklında bir çok soru dolanırken eğilip kendini tanıttı.
"Ha? Karasu?"
“Evet, sizin oğlunuz...”
"Ha? Benim oğlum yok ki.”
Serseri, Hiori’ye çıkıştı.
"Um... Karasu-kun’un evi değil mi?”
“O lanet adam da kim?”
Serseri rahatsız olmuş gibi görünüyordu ve Hiori telaşlanmıştı.
"Dahahahahaha!"
Karşı kaldırımdan Karasu’nun kahkahalarını duyabiliyordu. Yakın bir yerde, Karasu götü çıkana kadar gülüyordu.
(Olamaz… Kandırıldım mı?)
Bu büyük villa kendisiyle hiç alakası olmayan birinin çıktı. Babasının bir metresi olmasıyla ilgili uydurma bir hikayeyle bu traz bir şaka yapabilmesi… Karasu tam bir pislikti.
“Sıkıntınız ne sizi veletler?”
Serseri, Karasu’nun kahkahasından bunun sadece liseli çocukların yaptığı bir şaka olduğunu anlamış gibiydi. Sinirlendi ve Hioriyi boynundan tuttu.
“Ö…özür dilerim!!”
Futbolun getirdiği sağlam çeviklikle, Hiori hemencecik kaçtı.
“Bekleyin, veletler sizi!”
Serseri, bağırarak onu kovalamaya başladı.
"Uwahhh!" Hiori çaresizce kaçtı. Karasu da gülerek kaçmaya başladı.
"Ka... Karasuuu!"
"Haha! Güzel şamataydı!”
“Bu neydi şimdi! Ne Kaliteli balı? Bu gerçekten korkunçtu!”
Serseri onları alnındaki damarlar çıkık bir şekilde “Bekleyin, veletler” diye bağırarak kovalamaya devam etti. İkisi de olabildiğince hızlı koşmaya çalıştı.The yankee chased after them with his veins popping out on his forehead shouting "Wait, brats!". The two of them ran as fast as they could.
(Bu korkutucu!... Ama nasılsa eğlenceli de…)
Daha önce bile bir şey deneyimlememişti.
“Sandalet giydiği halde hala çok hızlı! Haha!”
Karsu’nun gülüşü Hiori’nin de gülmesine sebep oldu.
"Pfft! Ahahaha!"
Eninde sonunda, Karasu bir başbelasıydı. O bir yalancıydı, asla gardını düşürmüyordu, bir pislikle inanılmaz bir insandı.
O gün, Hiori gönlünce güldü.
__________
Part 6: Tiksindirici
Karasu’yla tanıştığından beri, Hiori’nin duyguları yerine gelmiş gibiydi. Şu ana kadar takımda sadece gölgeli bir yeri vardı, hızlıca antreman yapıyo ve çabucak ayrılıyor. Ama Karasuyla şakalaşmaya başladıktan beri diğer takım arkadaşlarıyla da konuşmaya başladı.
Antreman bittiğinde biri “ Acıktım. Hadi markete gidelim!” dedi.
“Sen de geliyorsun, değil mi Hiori?”
“Evet.”
Karasu onu davet edince onları takip etti.
"Ah! Kahretsin! Dondurma almak istiyordum ama 10 yen eksiğim var!”
Kasada takım arkadaşlarından birinin eksiği çıkınca Hiori hemen bir 10 yen uzattı.
“İstersen tamamlayabilirim?”
“Sağol Hiori! Sana borçlandım~!"
Hiori böyle şeyleri farketmekte hızlıydı.
Diğer yandan, Hiori genellikle marketten yakult ve onigiri alırdı. Yakult bir şekilde vücuda iyi geliyordu ve çeşit çeşit onigiri vardı, o yüzden her zaman seçecek bir şeyi oluyordu.
(Bugün kızartılmış kömür balığı yumurtalı onigiri alıcam.)
Annesinin yaptığı sporcu yemeklerinden daha basit ve daha lezzetli. Ayrıca herkesle beraber yemek evde “Bugün bu kadar protein yeter!” Ya da “Eğer tabağında bırakırsan dünyanın en iyisi olamazsın!”
“Oyun oynuyor musun Hiori?” Takım arkadaşlarından biri sordu.
“Oynuyorum. Setim var.”
“Ne, kıskandım. Ciddili mi oynuyorsun? Pro mu olmayı hedefliyorsun?”
“O da güzel olurdu” Hiori gülerek cevapladı.
“Ama yeteneğine yazık olmaz mı? Cidden profesyonel bir futbolcu olabilirsin.”
Biri ona karşı cevap verir ve Hiori yine güler "Hahaha".
Karasu’yla olan karşılaşması onun sakin ve iş birlikçi olan gerçek kişiliğini ortaya çıkarmıştı. Arkadaşlarıyla yemek yerken gezip eğlenen normal bir liseli. Ama bu sadece evin dışındaydı.
Eve döndüğü zaman gözlerindeki ışık kayboluyordu. Sanki bir düğmeye basılmış gibi tam duygusal dalgalanmaları duruyordu. İçinde kalan tek duygu bu “Tiksindirici” histi. Ailesinin gülüşü, destekleri ve varoluşları, hepsi dayanılamaz derecede tiksindiriciydi. O yüzden hemen odasına çekilirdi. Oyunları için bir televizyon, oyuncu koltuğu, kaliteli kulaklık. Bu üç eşya ile kendini bu eve bağlayabiliyordu. Televizyon ekranında zombiler birer bire ölüyordu.
(Karasu-kun kendimden bir şey beklememi söylemişti…)
Ailesinin ondan bir şeyler beklemesi zor ve sıkıcıydı. Ama kendisinden ne beklemeliydi? Bilmiyordu. Çünkü oyundaki bir karakter gibi yaşamıştı, yapmak istediği şeyleri düşünemiyordu. Hiori’nin tutunmak istediği bir egosu yoktu. Sadece futbol oynamıştı ama futbolu sevmiyordu. Dünyanın en iyisi olmak istemiyordu, birazcık bile. Onu buna zorlayan ailesinin egosuydu ve Hiori’nin kendisi hayatında bir kere bile futboldan kazanmak istememişti.
(Ailem olmasaydı… O zaman, ben ne yapmak isterdim?… Bilmiyorum.)
_____
Ve böylece lise ikinci sınıfa geçti. Hayatı Hala futbolun etrafında dönüyordu, ve yapmak istediği bir şey bulamıyordu. Ancak Hiori hayatının dönüm noktasına gelmişti. “Blue Lock”’tan bir davet almıştı.
〈ÖZEL BİR OYUNCU EĞİTİM PROGRAMI İÇİN SEÇİLDİNİZ.) -Japonya futbol Birliği
Ailesi ona gelen mektubu açıp içeriğini okuduklarında havalara uçmuşlardı.
“Pekala! Tek seferde Japon Milli Takımına girmek için çalışabilirsin! İnananlar kurtuluşa erenlerdir!”
“Bu harika, Yochan! Bu senin için büyük bir şans!”
Bambi Osaka’da durmaksızın gelişiyordu, pasları, top control ve futbol zekası için de övülmüştü.
Bir forvet olarak, bu yeterli değildi. Bunlarla dünyadaki en iyi forvet olamazdı. Ailesi “Sonunda hayalimiz gerçekleşiyor” ve “Haklıymışız” diyerek bu habere seviniyorlardı. Ama Hiori bir forvet olarak durağanlaşmaya başlamıştı. Onların neşesi kendisini tiksindiriyordu. Bu yüzden kendini hemen odasına kitledi ve her zamanki gibi oyun dünyasına döndü.
(…”Dünyanın En İyisi” hayalinizi bana bağlamayın)
Hiori ailesinden daha sakindi. Onların egosunu ve bulundukları berbat durumu anlıyordu. Ama aile ailedir, ve kendisini dünyaya getirdikleri için minnettardı. Yine de onlardan bunalmaya başlamıştı. Ama onlar ailesiydi. Buradan gitmek istiyordu. Ah, bu çok bunaltıcı. Farkına varmadan, bilinçaltında ailesini zombiler olarak hayal etmişti. Annesi ve babası gülerek ona doğru geliyordu, tereddüt etmeden onları vurdu. Bang! Tam da kafadan vurdu. Babasının çenesinden giren kurşun kafasını patlattı. Bang! Bang! Annesinin gözleri yerlerinden çıkmıştı ve göğsünde bir delik vardı. Taramalıyla onların hayati noktalarına nişan alıyordu. Ama o kadar çabuk düşmüyorlardı, çünkü onlar zombiydi.
“İyi iş, Yo! Çek şutu!”
“Böyle devam et! Dünyanın en iyisi ol, Dünyanın en iyisi!”
Yok olmuş yüzlerinin kalan kısımlarındaki yarım yamalak kaplı bir gülümsemeyle ona yaklaşmaya devam ettiler.
(…Uzak durun. İğrençsiniz.)
Ne kadar zaman boyunca futbol oynaması gerekiyordu? Buna devam ettikçe, artık nerede olduğunu ya da ne yapmak istediğini de hatırlamıyordu.
(…Acaba kaçabilecek miyim)
Futbol oynamak istiyor değildi. bunu kendisi seçmemişti, ve sevmiyordu da. Ama eğer ailemden kaçabilirsem… bu evden uzaklaşabilirsem, bana yeter. Belki de bu futbol oynamak için yeterli bir sebeptir. Farkına varmadan ekrandaki baton zombileri öldürmüştü. Bilinçsizce hepsini vurmuş gibi gözüküyordu.
(….Gideceğim)
Gelecekte onu ne bekliyor bilmiyordu. Ama Japon Futbol Birliğinden gelen o mektup kurtuluşu olabilirdi. Tokyo’ya gitmeye karar verdi. __________
Part 7: Cold Remedy.
Sonraki gün antreman bittiğinde,
“Sen de almışsın, olağanüstü.”
Ç/N: Karasu burda Hiori’ye gerçekten hitap anlamında Olağanüstü demiş, kendince bir takma ad yani.
Karasu topu sahanın kenarına bırakarak böyle demişti. Gölgesi gün batımında dalgalanıyordu ve yüzü batan güneşin rengiyle boyanmıştı.
“Yani Karasu da seçilmiş.”
Japonya Futbol Birliğinden gelen mektup aynı zamanda Karasu’ya da ulaşmıştı. Tokyo’ya bir başına gideceğini düşünen Hiori birazcık, hayır baya bir mutlu olmuştu.
“Senin Karasu-kun demen lazım. Kaç defa hatırlatmam lazım sana?”
“…..Gidiyor musun, Karasu?"
Karasu ondan bir yaş büyük üstü olarak kendiyle gayri resmi konuşmaya alışmış olan Hiori’den saygılı bir dil bekliyordu, ve Hiori’nin bunu görmezden gelmesi ise pek umut verici değildi.
“Tabii ki de. Sen ne yapacaksın?”
“……Gideceğim. Böylece ailemden kaçabilirim.” Hiori dürüstçe Karasu’ya sebebini söyledi.
"Ha, birinin bu sebeple ilerleyebileceğinden emin değilim.” Her zamanki sırıtışıyla Hiori’yi gömdü.
“Birlikte gidelim. Bambi Osaka’dan sadece ikimiz varız.” Karasu yanında olsa güven verici olurdu, Tokyo biraz korkutucuydu.
“Aptal mısın? Kendi başına git.”
“Neden?”
Aniden,
“Amacım Japonya için bir futbolcu olmak. Eğer insanlar senin gibi pasif fikirli biriyle birlikte olduğumu düşünürse değerlendirmem etkilenir.”
“……Ne. Kadar soğuksun.” Tam Karasuluk hareket.
“Soğuk değil zeki demelisin”
“Anladım, anladım”
Yaklaşmaya çalıştığın zaman seni itiyor. Karasu çok inatçı.
Topları toplamayı bitirdiklerinde gökyüzü parlayan bir turuncuya bürünmüştü. Ve batan güneş ikisinin de gölgesini uzatmıştı.
“Kendinden bir şey beklemeyi öğrenebildin mi?” Gökyüzüne bakarak sordu Karasu.
“………Hiçte bile. Eğer o kadar kolay olsaydı, futbolu bırakırdım.”
Değişmek istiyordu. BU yüzden Tokyo’ya kaçıyordu.
"Haha! Ailen sana demir bir top falan mı bağladı.?”
Ç/N: Manga’nın 24. Volumunde Hiorinin boynundaki pranganın ucunda demir bir top var. Ona gönderme.
"Haha! Belki.”
Böyle söylendiği zaman uyuşuyordu. Yürüyemeyeceği kadar ağır olan bir top vermişlerdi kendisine. BU top bir prangaya bağlıydı ve Hioriyle bütünleşmişti. Hiori bunu üzerinden atamıyordu. I
"………Karasu"
"Hmm?"
“Karasu yanımda olmasaydı hayatım daha zor olurdu.”
O an, Karasu ona baktığında da gökyüzü turuncu renkteydi.
—------- Öncelikle kendinden bekle.
Aynen bu şekil demişti. Bu sözler onu gerçekten rahatlatmıştı. Karasu ona, ailesinin beklentilerini karşılamak icing kendisini zorlamasına gerek olmadığını öğretmişti. Onunla karşılaşmasaydı hali ne olur bilemiyordu. Büyük ihtimal boynuna bağlı zincirin ucundaki top onu dahada büyüyerek ezerdi.
“Ne bu şimdi? İlaç gibi mi yani?”
"Haha! ” Belki de öyledir, hiç yoktan iyidir.”
"Ha. Bu kadarı yeter. Diğer insanların sözleri sadece teselli eder. Sonunda, kendin için bir şeyler yapman gerekecek.”
Doğru, şu andan itibaren enid icing bir şeyler yapması gerekecek. Çünkü yapmak istediği şeyi ancak kendisi bilebilir.
"Oh, Lanetli zincirini kırdıktan sonra seninle konuşmak isterim.” Karasu ses tonunu yükselterek konuştu.
“Ne bu? Benden bir “beklentin” mi var?”
“Evet! Seni bekliyorum!” Karasu yüzünde kendini beğenmiş bir ifadeyle sırıtıyordu.
“Kes şunu, Lanet Karasu.” Güldü. Ama bu beklenti kötü değildi.
Yaklaşırsan seni itiyor, ve eğer uzaklaşırsan seni çekiyor. Sanki ustaca mesafesini koruyormuş gibi ya da tamamen zihnini okuyormuş gibi. Hiori Karasu’nun kişisel hayatında bile sıkı çalıştığını düşünmüştü.
“Yavaştan eve gidelim mi? Markete gitmek ister misin?”
“Ben eve gidiyorum. Yakult içme.”
“Ne bu ilgi alaka ne şimdi?”
Karasu bir kahkaha patlattı ve Hiori de güldü. Ailesinin teşviki lanet gibiydi ama Karasu’nun sözleri ona ilaç gibi gelmişti. ------------
Ayrıldığı sabah.
“İyi yolculuklar, Yo! Kesinlikle kaybetmemelisin! Asla pes etme!”
“Seni ölümüne destekliyoruz, Yochan!"
Destekçileri her zamankinden daha da coşkuluydu. Oğullarını para ve öğün olarak her anlamda destekleyen aile, inatçı bir şekilde her şeyin yolunda gittiğinden emindi.
“Tabii…. Gidiyorum.”
“Elinden geleni yap!!”
Yüksek sesle tezahürat yaparak, kapıdan arkasına bir kere bile dönüp bakmadan çıkan oğulları uğurladılar. Hiori sesleri duyulmayana kadar düşünmeden yürüdü. İleri doğru attığı her adımda kalbinin biraz daha hafiflediği hissediyordu. Sonunda ailesinden uzaklaşabilmişti.
*İç çekme*……
Derin bir nefes alırken gözlerini kapadı. Yavaşça yüzünü yukarı kaldırdı, gözünü açtığında gökyüzü masmaviydi. Net bir parlaklık gözlerine geri döndü, sonunda özgürdü. Sadece bir anlıkta olsa ilk defa kendisi için futbol oynuyordu. Henüz kendisinden bir şey bekleyemiyordu ya da kendisi için heyecanlanamıyordu… Ancak bir şeylerin değişeceğine dair içinde bir his vardı.
Hadi gidelim. Şu andan itibaren, YENİ OYUNUMU başlatalım. __________
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.