Cha Eui-jae konuşmayı bitirir bitirmez doğruca mağazanın içindeki tezgaha yöneldi. Eski tip telefonu aldı ve sadece kendisinin bildiği bir numara olan Uyanış Yönetim Bürosunun müdürüne bağlayan numarayı çevirdi. Çevirirken eli sürekli titriyordu. Fakat...
— Aradığınız numara hizmet dışıdır. Lütfen numarayı kontrol edin ve tekrar deneyin...
Her ihtimale karşı tekrar aramayı denedi ama sonuç aynıydı. Cha Eui-jae yavaşça telefonu yerine bıraktı. Buzlu suyun içindeymiş gibi sessiz olan kalbi, daha hızlı atmaya başladı. Kafasında o kadar çok düşünce vardı ki, soğuk terler döktüğünün farkında bile değildi.
Cidden sekiz yıl sonrasına mı geldim? Hayır bundan daha önemlisi...ben öldüm mü?
Ancak hiçbir şeyden emin değildi. Belkide müdür numarasını değiştirmişti. Cha Eui-jae duruma olumsuz bakmak istemiyordu. Aceleyle mağazadan ayrılmak için döndüğünde önemli bir şeyi hatırladı.
Parası yoktu. Çatlağa girmeden önce yanına sadece iksir gibi temel eşyalarını almıştı. Hatta tüm iksirlerini tüketmiş, geriye hiçbir şey bırakmamıştı. Yemek için ödeyecek azıcık parası bile yoktu. Kısacası, donu hariç hiçbir şeyi yoktu.
Yaşlı kadına gizlice bir bakış atan Cha Eui-jae çekinerek konuştu.
"Şey büyükanne."
"Mm?"
"Şey ben..."
Yaşlı kadın, beceriksizce kollarını ovuşturan ve konuşmaya devam edemeyen Cha Eui-jae’ye sessizce baktı. Sonra yavaşça ona doğru yürüdü ve Cha Eui-jae’nin yaralı elini buruşuk ellerinin içine aldı.
"Sorun değil evladım."
"Affedersiniz?"
"Bir ara tekrar yemeğe gel."
İki tane buruşuk 10.000 wonluk kağıt para Cha Eui-jae’nin eline kondu. Ağzını defalarca açıp kapadı ancak konuşamadı ve sadece başını eğdi. Yaşlı kadın mutfağa girdi ve kısa süre sonra eski bir lacivert ceket ve siyah bir şapka ile geri döndü.
"Bunları giy bakalım."
"Hayır, gerçekten böyle iyiyim."
"Bu havada böyle dolaşırsan hastalanırsın. Giy şunu hadi bakalım."
Yaşlı kadının sözlerine karşı çıkamadı. Cha Eui-jae, yırtık pırtık ceketini çıkarırken sol bileğindeki gümüş saatini fark etti. Uyanış geçirdiği andan beri yanında taşıdığı bir şeydi. İşte bu! Cha Eui-jae aceleyle saati çıkardı ve yaşlı kadına uzattı.
"Büyükanne, bunu al."
"Bu da nedir?"
"Şu an sahip olduğum tek şey bu saat."
"Niçin veriyorsun ki? İhtiyacım yok benim."
"Hayır lütfen ısrar ediyorum. Olmadı şey depozito veriyormuşum gibi düşünün. Sonra gelip sizden geri alırım."
Cha Eui-jae saati yaşlı kadının eline zorla verdi, şapkayı başına taktı ve defalarca eğilerek mağazadan ayrıldı. Yaşlı kadın aceleyle arkasından seslendi, ama çocuk onu görmezden gelerek koşmaya devam etti.
Bir süre koştuktan sonra gökyüzüne baktığında havanın çoktan aydınlanmaya başladığını gördü. Otobüs durağında uzun bir kuyruk, yolu dolduran arabalar ve ıslak kaldırımlarda yorgun yüzlerle yürüyen insanlar. Hepsi kendi dünyalarında yaşıyordu.
Huzurlu bir sahneydi ama bu Cha Eui-jae’ye yabancı gelmişti. Sekiz yıl sonranın Güney Kore’si, anılarındakinden çok farklıydı. Cha Eui-jae, içindeki o boşluk hissiyle sokakta geçip giden insanların hayatlarını izledi
Demek olmuş.
Biiiiip— Etrafında yüksek sesle bir alarm çalmaya başladı. İnsanlar bir şeyleri kontrol etmek için telefonlarını çıkardılar. Okul üniforması giyen iki çocuk sohbet ediyordu.
"Offf, çatlak 30 dakika içinde açılacakmış."
"Sence avcıları görür müyüz? A-sınıf biri gelirse video çekip YouTube’a koyalım."
"Oha evet ya! Keşke drone’umu getirseydim."
Yeni bir çatlak mı açılıyordu? Cha Eui-jae şaşkınlıkla etrafına bakındı. Ancak, çatlak uyarısına rağmen insanlar sakin görünüyordu. Sanki çatlak uyarıları hayatın normal bir parçası haline gelmişti. Kafası karışan Cha Eui-jae, yoldan geçen bir kadını yakaladı ve konuştu.
"Affedersiniz rahatsız ediyorum. Bir çatlak mı açılmak üzere?"
"Ha? Evet, az önce bir acil durum uyarısı aldık. Görmediniz mi?"
"Oh, hayır.Telefonumu evde bırakmıştım da."
"Aa, anlıyorum. Gelin bakın şurada."
Kadın telefon ekranını ona gösterdi.
[Çatlak Yönetim Bürosu]
[Bir çatlağın 14 Kasım sabah 7:42’de Seul’ün Songpa-gu, Wirae-dong doğusunda meydana gelmesi bekleniyor. Yerel halkın belirlenen sığınaklara tahliye olması gerekmektedir. Eğer ön tahliye mümkün değilse Uyanış Yönetim Bürosu ile iletişime geçin.]
Çatlak denen şey eslında "aniden oluşan zindan kapılarıdır". Normal zindanların sabit giriş noktaları varken, çatlaklar rastgele ortaya çıkar ve bir kapı açarlar. Hızla kontrol altına alınmazlarsa içlerinden canavarlar akmaya başlar. Ancak bir çatlağın ne zaman ve nerede ortaya çıkacağını öngörebiliyorlar mıymış?
Cha Eui-jae olduğu yerde düşüncelere dalmış halde donup kaldı.
"Şey, iyi misiniz..?" kadın çekinerek sordu.
"Oh, evet...iyiyim. Gösterdiğiniz için teşekkürler."
Kadın başını sallayıp uzaklaşırken hâlâ endişeli görünüyordu. Cha Eui-jae bir anlığına hayretler içinde insanların sırtınlarını izledikten sonra bulunduğu yerden ayrıldı.
Araba egzozlarının sesi gürlerken görmezden gelmek için çok uğraştığı halüsinasyonlar kulaklarını yeniden tırmalamaya başladı. Kırılan kemiklerin, yırtılan etlerin, kopan boyunların, merhamet için yalvaranların sesleri...ve tanıdık çığlıklar huzurlu şehir manzarasının etrafını kapladı. Bu garip his, Cha Eui-jae’yi duraklamasına neden oldu. Ve bir kez daha düşüncelere daldı.
Tüm bu yapılan fedakarlıkların bir anlamı var mıydı?
J’nin ortadan kaybolmasından sekiz yıl sonra dünya çok huzurlu ve mükemmeldi. Aslında, özlemini çektiği sahne tam da buydu.
Bozuk asfalt yollar, canavarların ayakları altında ezilen otobüsler, çöken binalar, yanan ve bükülmüş sokak lambaları ve her an canavarların ortaya çıkması korkusuyla nefeslerini tutan insanlar. Geçmişte yaşananlar, sanki dünmüş gibi aklında canlıydı.
Cha Eui-jae, korkusuzca yaşanacak günleri orada olmasa bile tüm içtenliğiyle istemişti. Ama şimdi özlemini çektiği bu günler gözlerinin önünde olmasına rağmen duyguları karmaşıktı.
J’nin sekiz yıl boyunca öldüğü sanılırken geri dönmesi her şeyi değiştirebilir miydi? J’nin dönüşünü açıkladığı an dünya barışı altüst olacaktı. İnsanlar sıraya girip ona sorular soracaklardı; çatlakta ne olduğunu, tek başına nasıl hayatta kaldığını ve neden geri dönmesinin sekiz yıl sürdüğünü öğrenmek isteyeceklerdi.
Cha Eui-jae alnındaki soğuk terini sildi. Kendini hiç iyi hissetmedi. Karnında bir şeylerin kıvrıldığını hissediyordu.
Elbette, yoldaşlarının fedakarlıklarını dünyaya duyurması gerektiğine inanıyordu. Tüm isimlerini, yüzlerini ve nasıl öldüklerini hatırladı.
Ama...
"Eui-jae sakın unutma."
"Dünya çok değişti. Güçlü olduğun için herkes sırtını sana yaslayacak ve herkesi kurtarmanı bekleyecekler."
"Ancak...Eui-jae sen daha çok küçüksün."
"Herkesi kurtarmak zorunda değilsin."
"Kaçıp gidebilirsin."
Teyzesinin Cha Eui-jae’nin omuzlarını tutarak ona nasihat verdiği sözler, birden zihninde canlandı.
Cha Eui-jae’nin ailesi bir çatlak tarafından tutulduğunda, teyzesinin iki oğlunu kaybetmişti. O zamandan sonra B-sınıfı bir avcı olarak uyanış geçiren teyzesi, o cehennem çukurunda hayatta kalan bir diğer kişiydi. Kan bağları yoktu, ama birbirlerine aile gibi bağlıydılar. Ona kimliğini saklamasını öğütleyen kişi de teyzesiydi.
’Neden öyle dediğimi şimdi anlıyorum teyze.’
Cha Eui-jae boş yere gözlerini ovuşturdu.
Avcı J çoktan ölmüştü ve kimse Cha Eui-jae’yi şahsen tanımıyordu. İnsanlar onun varlığından bile haberdar değildii. Sekiz yıl geçmesine rağmen yirmi yaşındaki Cha Eui-jae hâlâ yirmi yaşındaydı. Teyzesinin yetişkin olduğu için onu tebrik ettiği anı canlı bir şekilde hatırlıyordu. Ancak, bu dünyada artık yaşı yirmi sekizdi.
İnsanlar kayıtsızca yanından geçti. Cha Eui-jae kalabalığın içinde uzun süre tek başına kaldı. Sessizce, yalnız başına.
Ve nihayetinde,
Cha Eui-jae, ilk defa her şeyi bir kenara atıp kaçmaya karar verdi.
***
Birkaç ay sonra...akşamdan kalma çorba restoranına dönelim.
Mutfakta yığılmış bulaşıkları yıkamak üzere Cha Eui-jae, sürekli siparişler ve müşterilerin seslenmesi nedeniyle salona geri dönmek zorunda kaldı.
"Hesap lütfen!"
"Tamamdır hemen getiriyorum!"
Cha Eui-jae’nin bu akşamdan kalma çorba restoranında yarı zamanlı olarak çalışırken fark ettiği şey; burada gücünü tamamen saklayarak yaşamaya devam edemeyeceğiydi.
"Biraz daha kimchi [1] ve turp [2] lütfen!"
"Ve birazcık da cheongyang acı biberindende!" [3]
"Pekala, bir dakika lütfen."
Buranın çok fazla müşterisi vardı. Özellikle müşterileri hızlı ve çok yemek yiyen avcılardı. Sonuç olarak, Cha Eui-jae uyanış geçirmiş güçlerini bir parça kullanarak, güçlü ve çevik bir sıradan insanmış gibi davranıyordu.
"Affedersiniz, bana acı biber getirebilir misiniz..?"
"Oh, evet tabii."
"Teşekkür ederim."
"Çabuk ol ve masayı temizle! Ağzımıza iki üç şey tıkıp hemen zindana gitmemiz gerekiyor!"
"Sen bize biberi olduğu gibi getir, biz doğrarız."
"Bu adam B-sınıf bir avcı. Kılıçla bir şeyleri dilimlemek konusunda kimse eline su dökemez."
Cha Eui-jae’nin mutfağa döndüğü kısa süre içinde müşteriler, sanki bir zindanı baskına hazırlanırmış gibi iş bölümü yapmaya başlamışlardı bile. Kalabalıktan kaçmayı başaran Cha Eui-jae, buzdolabından kimchi ve turp kaplarını çıkarırken nefesini düzenlemek için bir anlığına durdu. Artık gözleri boş bir hâlde, otomatik olarak hareket ediyordu.
’Kimchi ve cheongyang acı biberleri için en kısa sürede self servis bar gerekecek.’ [4]
İki torba pirinç ve acı biber alarak hızla mutfaktan çıktı ve avcıları gözleriyle hızla değerlendirdi. Biberleri doğrama görevini B-sınıfı avcıya bırakmak en iyi seçenek gibi görünüyordu.
"Pişt! Oradaki! Lütfen bu acı biberleri doğrayın. Kimchi, turplu kimchi ve pirinci de alın. Fişleri ben hallederim."
Talimatlarını takip eden avcılar, sanki bir zindan baskınındaymış gibi sorunsuz bir şekilde rollerine girdiler. B-sınıf avcı en az C-seviye silaha benzeyen bir hançer kullanarak biberleri doğradı. C-sınıf avcı ise maşa kullanarak kimchi ve turplu kimchiyi servis etti. Diğer avcılar, kaseleriyle sıraya girip beklediler. Cha Eui-jae, bu uyumlu sahneyi izleyerek pos cihazıyla ödemelerini aldı.
Koruduğum huzur ve barış ortamı bu muydu...?
Eskiden Güney Kore’nin bir numaralı avcısı ve ilk S-sınıfı avcı olan J. Sekiz yıl önce bilinen Batı Denizi’ndeki birinci kademe çatlağı kapatarak, ölümünden sonra ulusal kahraman ilan edildi. Kimsenin bilmediği gerçek adı ise Cha Eui-jae’ydi. Ve şimdi...
"Teşekkürler, iyi günler dileriz! Hoş geldiniz, kaç kişilik masa istersiniz?"
...Akşamdan kalma çorba restoranında yarı zamanlı olarak çalışıyordu.
__________________________
[1] Kimchi, tuzlanmış ve fermente edilmiş sebzelerden oluşan geleneksel bir Kore garnitürüdür. Çoğunlukla napa/Çin lahanası veya Kore turpu ile yapılır. Gochugaru, taze soğan, sarımsak, zencefil ve jeotgal gibi çok çeşitli baharatlar kullanılır. Kimchi ayrıca çeşitli çorbalarda ve güveçlerde kullanılır.
[2] Kkakdugi veya küp küp doğranmış turp kimchisi, Kore mutfağında bir kimchi çeşididir. Genellikle Kore turpu kullanılır, ancak diğer sebzeler veya meyveler de kullanılabilir. Kkakduk-kkakduk, küp küp doğramayla ilgili bir idyofon sözcüklerdir. Küp küp doğranmamış turpla yapılan kimchilere kkakdugi denmez.
[3] Cheongyang acı biberi, orta boy bir acı biberdir. Cheongyang acı biberleri normal Kore acı biberlerine benzer görünüşe sahip ancak çok daha acıdır. Acı biber, Güney Kore’deki Cheongyang ilçesinin yerel bir spesiyalitesidir.
[4] Self servis, bilmeyen için kısaca açıklayayım. Gidip kendin hazırlayıp alıyorusun yemeğini. Daha çok meze tabağı hazırlamak gibi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.