Güney Kore’deki uyanmış bireylerle ilgili yasalar, özellikle uyanmış kayıt yasası ile ilgili olanlar, katı bir şekilde uygulanırdı. Bir kişi uyanış geçirdikten sonraki bir ay içinde kayıt yaptırmak için merkezi ziyaret etmezse en az birkaç yüz milyon won para cezasıyla karşı karşıya kalacaktı. Bu nedenle, kayıt sırasında sınıflarını ve becerilerini gizleyen avcılar varken, tamamen kayıtsız olanlar yoktu. İşte Güney Kore böyle bir ülkeydi.
Jung Bin düşüncelere dalmış bir hâlde çenesini kaşıdı.
"Lee Sa-young-ssi o uyanmış kişinin en az B-sınıf olduğundan emin misin?"
"Evet."
"Bundan nasıl eminsin?"
"Saldırımı engelledi."
"Saldırını mı?"
Lee Sa-young başını sallayınca Jung Bin anında kabullendi.
"O zaman en az B-sınıf olmalı."
"Ayrıca bağımlının vücudundan aniden fırlayan sivri dikenleri de savuşturdu."
"Bunları yaptıysa o zaman becerilerini kullanmada deneyimli olmalı. Muhtemelen yeni uyanış geçirmemiştir."
Lee Sa-young, Jung Bin’in düşüncesine katılırken başını salladı.
"Hem de bir kepçeyle engelledi."
"Ne? Kepçe mi?"
Lee Sa-young, üstündeki önlüğü sadece tarz olsun diye giydiğini düşünmüyordu. Adam ya yarı zamanlı bir çalışandı ya da çalıştığı yerin sahibinin oğlu olduğunu tahmin ediyordu. Lee Sa-young’dan daha büyük olmasına rağmen, yirmili yaşlarının başındaymış gibi görünüyordu. Muhtemelen para cezasını da ödeyecek parası yoktu ve yine de ceza alma pahasına kayıt yaptırmamıştı. Bu nasıl bir cesaretti?
Lee Sa-young anlayamadı. Anlayamadığı için de gittikçe sinirleri bozuldu. ’Hyung’u takip eden adamlar, ellerinde bir kartvizitle geri döndüklerinde ve sedyelerde taşındıklarında bile bu kadar sinirlenmemişti. Onu çabucak bulabileceğinden emindi ve aynı anda dört elit lonca üyesini saf dışı bıraktıktan sonra onun yeteneklerinden bir kez daha emin olmuştu.
[Hele bir onlara dokun sana bu dünyayı cehennem ederim.]
Lee Sa-young, üstünde karalanmış yazısı olan buruşuk kartvizite günde on kez bakıyordu. Artık sabrı tükeniyordu. Sonunda sekreterin ofisine bağlı mikrofonu açtı.
"Avcı ’Küçük Mücizeye’e hemen lonca liderinin ofisine gelmesini söyle. Hemen şimdi. Hayır vazgeçtim anons yap."
— Avcı "Küçük Mucize", asıl adı Seo Min-gi. Lütfen hemen Lonca Liderinin ofisine gidin. Tekrarlıyorum. Avcı "Küçük Mucize", asıl adı Seo Min-gi. Lütfen hemen Lonca Liderinin ofisine gi...
Mesai saatinin bitmesine kırk dakika kala Lee Sa-young, Seo Min-gi’yi çağırdı.
Kısa bir süre sonra Seo Min-gi Lonca Liderinin ofisine girdi. Gözlerinin altındaki koyu halkalar onu bitkin gösteriyordu. Kasvetli bir şekilde başını eğdi.
"Beni mi çağırdınız?"
"Bu halin ne?"
"...Doğruyu söyleyin. Bana işgence yapmaya çağırdınız değil mi?"
Lee Sa-young tamamen masum bir yüzle cevap verdi.
"İşgence mi? Meşgul müydün yoksa?"
"...Meşgul olsam bile beni çağırırdınız."
"Çok haklısın."
Lee Sa-young’un ses tonu gerçekleri yansıtıyordu. Aslında Seo Min-gi, lonca üyeleri her seferinde "240 neden hep böyle davranıyor?" diye sorduğunda küçük bir vicdan azabı hissediyordu çünkü kısmen hatalı olduğunu biliyordu. İçini çekti ve pes eder bir sesle mırıldandı.
"Uyanmış veritabanını hacklemek dışındaki her şey olur."
"Oh, güzel."
Lee Sa-young memnun bir kedi gülümsedi.
"Daha önce araştırmanı istediğim şu çocuk. İsmi neydi?"
"Park Ha-eun. Saetbyeol İlkokulunda 2. sınıf ve sınıf 2’de."
"Evet, o kız."
Lee Sa-young masanın üzerindeki kartvizite baktı ve ellerini kenetledi.
"Senden onun aile ağacını da araştırmanı istemiştim..."
Oh, amanın. Sevgili Seo Min-gi’mizin yüzündeki bütün kan adeta çekildi. Uyanmış veritabanını hackleme derdinden aklından çıkıvermiş. Hacklemeyi bile başaramamıştı. Bu yüzden ona verilen görevlerin hiçbirini bitirmiş olmuyordu.
Lee Sa-young soğuk bir şekilde konuşurken Seo Min-gi titremeye başladı.
"Derhal araştır."
"...Evet! Hemen araştırıyorum!"
Seo Min-gi dışarı fırladıktan sonra Lee Sa-young kartviziti tekrar aldı. Birkaç dakika sonra kartı buruşturan elinin ötesinde duran telefonun ekranı, gelen aramayla aydınlandı.
[Seowon Loncası Nam Woo-Jin]
Gelen aramayı görür görmez cevapladı.
"Ne var?"
—Jung Bin, bir bağımlının cesedini bulduklarını söyledi. Daha doğrusu ihbarda bulunulmuş.
"..."
—Şimdilik aldık ama oldukça ilginç. Gelip kendin görmek isteyebileceğini düşündüğümden aradım.
Lee Sa-young saate baktı. 17.25’i gösteriyordu. Kartviziti envanterine koyup ayağa kalktı.
"Yakında orada olacağım o yüzden beni bekleyin."
***
Aynı gün içerisinde saat 14.40’da akşamdan kalma çorba restoranının dışındaki "malzemeler hazırlanıyor" tabelası günün en rahat olduğu zamanı gösteriyordu. 20 dakikadır yeşil bir masada oturan Park Ha-eun, Cha Eui-jae’ye bakmak için gözlerini devirdi ve başını işaret etti.
"Amca, saçının rengi açılmış."
"Cidden mi?"
"Evet, boyamalısın."
Cha Eui-jae, Park Ha-eun’un çalışma kağıdına baktı. Birinci sorunun cevap kutusunda cevap yerine bir yaprağın üzerinde oturan iki solucanın çizimi vardı. Cha Eui-jae ciddiyetle bakarken çenesini eline dayadı.
"Meraktan soruyorum. Birinci sorunun cevabı ’solucan’ mı?"
"Tamam, söylediğin için teşekkür ederim. Aynaya bakarım da sen şu soruyu bir kez daha çözmeye dene hadi."
"Peki...deneyeyim."
Park Ha-eun somurttu ve tekrar çalışma kağıdına bir şeyler karalamaya başladı. Cha Eui-jae ayağa kalkıp duvardaki aynanın önünde durdu. Dibi gelip gelmediğini kontrol etmek için saçlarını kaldırdı. Floresan ışığından kaynaklı yanılsama olabileceğini düşünmüştü ama örttüğü gri saçlar yine köklerinde görünüyordu. Sinirle saçlarının ucundan çekti.
’Boyayalı ne kadar zaman olmuştu?’
Batı Denizi çatlağından kaçtığı andan itibaren saçları beyazlamıştı. Dikkat çekmemek için düzenli olarak siyaha boyuyor, ancak yenilenme becerisi ya da bilinmeyen bir nedenden dolayı hızla tekrar griye dönüyordu.
’Saç boyaları o kadar da ucuz değil.’
Saçları boyayı tutmuyordu, bu yüzden bir seferde iki ya da üç kutu kullanmak zorunda kalıyordu. Boyama aralıkları da kısaydı. Saçlarını, imajını değiştirmeye çalışan bir ünlüden daha sık boyardı. Bugün, bol miktarda malzeme hazırladıktan sonra öğleden sonrasını nispeten boş geçirmeyi planlamıştı. Ama ne yazık ki dipleri gelmişti. Önlüğünün iplerini çözdü.
Bazen, "malzemeleri hazırlanıyor" yazmasına rağmen çaresiz avcılar kapıya yapışır ve bir kase akşamdan kalma çorbası için yalvarırlardı. Bunlar çoğunlukla zindan baskınlarını yeni tamamlamış ve çöküşün eşiğinde olan avcılardı. Cha Eui-jae sıkıca başını salladı.
"Evet, yapışsalar bile sakın açma. Kötüleşirse hemen beni çağır. Ve çalışma kağıdını elinden geldiğince en iyi şekilde çözmeye çalış. Söz mü?"
"Tamaaam söz."
Park Ha-eun, Cha Eui-jae’ye bakmadan dalgın bir şekilde cevap verdi. Kaleminin hareketine bakılırsa yazmıyor, çiziyordu. Odak noktası, problem çözmekten çok hayal aleminde gibiydi. Cha Eui-jae usulca kıkırdadı ve önlüğü duvara astı.
Akşamdan kalma çorba restoranına bağlı yan odaya gitti, iki paket kalamar mürekkebi saç boyası çıkardı ve banyoya geçti.
[Eşsiz Özellik: Bir Ustanın Elleri (S+) etkinleştirildi]
Eldivenli elleri hızla hareket eden Cha Eui-jae, boyayı saçının her yerine iyice uyguladı. Eşsiz bir özellik olan ’Bir Ustanın Elleri’, ona herhangi bir görevi olağanüstü bir beceri ve hassasiyetle yerine getirme yeteneği sağlıyordu. İster ilk kez silah kullanıyor olsun, ister sanki 30 yıldır akşamdan kalma çorba yapıyormuş gibi, her işi ustalıkla yapıyordu. Bu beceri sayesinde, Cha Eui-jae, restoran sahibinin yardımı olmadan tek başına işletebiliyordu.
Cha Eui-jae, başkaları tarafından kıskanılan bu üstün yeteneğini, saçlarını daha verimli bir şekilde boyamak için kullandı. Bu sahneye tanıklık eden bazı kişiler, kanlı gözyaşları dökmesine neden olurdu.
Cha Eui-jae tarağı bıraktı ve yansımasına baktı. Boya, hiçbir nokta kaçırılmadan eşit şekilde uygulanmıştı. Memnun bir şekilde gülümsedi. Kusursuz.
’Dükkanda çalışamazsam belki de kuaför olmayım?’
Zombi tercümanı olarak kısa bir süre çalıştıktan sonra yeni bir kariyer fikri bulan Cha Eui-jae bir şarkıyı mırıldandı. Olağanüstü becerisi sayesinde avcı olmadan geçimini sağlamak için birçok seçeneği vardı. Boya kaplı eldivenleri çıkardı ve telefonundan saati kontrol etti. Boyayı 30 dakika daha saçında tutmak zorundaydı.
Temizliği bitirip banyo kapı kolunu tuttuğunda, telefonu kısa bir titreşimle iki kez çaldı.
Ha-eun: Amca
Ha-eun: Kapıda garip biri var.
’...Garip biri?’
Avcılar tarafından onaylanmış bir restoranın sahibinin torunu olan Park Ha-eun, her türden avcıyı gördüğünden tuhaflık anlayışı bambaşka bir seviyedeydi. Birine tuhaf demesi için oldukça anormal olmaları gerekiyordu.
Başka bir deyişle, eğer Ha-eun birinin tuhaf olduğunu söylüyorsa... Bu, kişinin hiçbir standarda göre normal olmadığı anlamına gelirdi. Cha Eui-jae’nin ifadesi sertleşti. Yakınlarda tuhaf bir aura vardı.
Cha Eui-jae varlığını silmek için beceri kullandı ve dikkatlice kapıyı açtı. Akşamdan kalma çorba restoranının girişini kontrol edecek kadar başını dışarı çıkardı.
Üstü başı dağılmış bir adam kapıya yapışmıştı. Tırnaklarını yiyerek anlaşılmaz kelimeler mırıldanırken omuzları kamburlaştı ve vücudu titredi. Ara sıra başını cama vuruyordu.
Cha Eui-jae adamın görünüşünü tuhaf bir şekilde tanıdık buldu. Kaşlarını çattı, daha önce nerede gördüğünü hatırlamaya çalıştı. Hırıltılı nefesler ve insanlık dışı aura...
"Kusura bakma ya. Bu şerefsiz de bilmiyormuş. Uyuşturucudan beyni yanmış, yazık."
Ah.
Garip gaz maskesi. Lee Sa-young ile tanıştığı gün sivri dikenlerle saldıran adam! Bunu fark ettiği an, Cha Eui-jae banyodan fırladı ve yüksek sesle bağırdı.
"Park Ha-eun, ben dışarı çıktığım gibi hemen kapıyı kilitle!"
Tereddüt etmeden dışarı koştu ve adamın yüzüne tekme attı.
Güm! Adamın yüzü tekmeyle yamuldu ve çöp yığınına yuvarlandı. Kapının önündeki süpürgeyi kapan Cha Eui-jae, kararlı adımlarla adama yaklaştı. Adam ayağa kalkmaya çalışırken hala sırıtıyordu. Ezilmiş yüzünden kan damlıyordu ama gülümsemesini koruyordu. Etrafındaki çöp torbaları kanla ıslanmıştı.
"Kreee...hee hee, hee...hık!"
"Kahretsin gülmeyi kes. Çocuk duyacak."
Cha Eui-jae, akşamdan kalma çorba restoranına baktı. Neyse ki, içeride kimse görünmüyordu. Park Ha-eun zeki bir çocuktu, ne zaman saklanması gerektiğini bilirdi. Ancak, dışarıdaki gürültü yine de ona ulaşabilirdi. Bunu sessizce halletmek zorundaydı...Hayır.
’Boynunu kırmak daha hızlı olur.’
Adamın boynunu tutmak için uzandığı anda adamın vücudu sarsıldı. Cha Eui-jae’nin bakış açısından sadece kanlı yüz ve boyun görünüyordu. Adamın ürkütücü sırıtışı bir an dondu.
Ve sonra...
Islık gibi bir ses yükseldi!
Adamın vücudundan siyah sivri dikenler Cha Eui-jae’ye doğru fırlamıştı.
_____________________
Selaaam~ Minik bir şeyden bahsedeceğim. Benim çok sevdiğim bir seri vardır adı Monochrome-rumor. Zamanında hiçbir yerde novelini bulamamıştım. Ama manhawası çok güzel...Beklentim yüksek.
Sevdiğim bir çeviri grubu novele başlamış. Kaynak elime geçtiği gibi onun çevirisine de başlayacağım 🤸 form doldurdum onu bekliyorum. En geç bir haftaya kadar elime geçer( çevirileri elden dağıtılıyorlar ama kaliteleri bal ve inşallah erişim izni verirler bir tık korkuyorum çünkü erişim en son 15 Ekim sonmuş falan demişler. Umarım yanlış anlamışımdır.)
Tabii öncelik Cha Eui-jae ve Lee Sa-young’da olacak. Görüşmek dileğiyle ❤️💐
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.