Lilith, Merlin’in gittiği yöne uzun süre hüzünlü bir ifadeyle baktı.
Sonunda abisi onu geride bırakmış ve dış dünyaya açılmaya karar vermişti.
O lanet…
Belli aralıklarla abisinin hayatını tehdit ediyordu.
Ne kadar güçlü düşmanı kılıçtan geçirmesi gerekiyordu ki bu lanet yok olsun?
Görünüşe göre, abisi bile bunu tam olarak bilmiyordu.
O, bu dünyanın en güçlü varlığıydı.
Ama yine de böyle bir prangayla yaşamak zorundaydı.
Kader gerçekten de hiç adil değildi.
Lilith gözyaşlarını sildi.
Sanki ruhu bedeninden ayrılmış gibiydi, tamamen perişan bir haldeydi.
Kararını vermişti.
Saraydaki görevinden istifa edecek, birinci iblis kral sarayını terk edecek ve abisiyle birlikte bu laneti kaldırmanın bir yolunu bulacaktı. Tam arkasını dönüp gitmeye hazırlanırken, aniden zayıf bir yaşam enerjisi hissetti.
Ne!?
Hâlâ hayatta olan biri mi vardı!?
Merlin’in kılıç hamlesinden sağ çıkabilmek...
Bu bir mucizeydi!
Lilith, savaş alanındaki enkazı gözleriyle taradı ve bir tuhaflık sezdi.
Altında biri vardı!
Yıkıntılar arasında bir tahta parçası hafifçe sallandı ve sonra aniden yukarı itildi.
Alice yerden doğruldu.
Üstü başı toz içindeydi, gümüşi saçları darmadağınık bir haldeydi.
Önceki ihtişamından eser yoktu, tam anlamıyla perişan görünüyordu.
Az önce Merlin kılıcını çektiği anda tuhaf bir şeyler olduğunu sezmişti.
Ne büyü ne de savaş aurası hissetmişti ama…
O baskı… o tanrısal öfke gibi kudret…
Ruhunun titremesine neden olmuştu.
“Puh!”
Alice baş dönmesiyle yere tükürdü ve kanlı bir balgam fırlattı.
İnce kılıcını toprağa sapladı, güç bela ayakta duruyordu.
Göğsü sıkışıyordu ve vücudundaki kemiklerin neredeyse hepsi çatlamış gibiydi.
Sadece tek bir kılıç darbesinin şok dalgası bile…
Onu ölümün eşiğine getirmişti.
Eğer vücudunda mithril zırhı olmasaydı…
Merlin’in o kılıcının merkezinde olsaydı…
Bırak yüz kat mithril zırhı, tanrısal bir koruma bile onu kurtaramazdı.
“Bu ne tür bir güç böyle!?”
O devasa beyaz balinanın büyüsü bile Alice’e dehşet veriyorudu.
Ama…
O bile Merlin’in tek bir kılıç hamlesine dayanamadı!
Ve Kutsal Kilise’nin tüm haçlı ordusu…
Bir saniye içinde küle döndü.
Bu güç…
Aklın alabileceği bir şey değil!
Başka bir boyuta ait bir varlık gibi…
Sanki…
Gerçek bir tanrı gibi…
Alice’in kafası dönüyordu, ama zihninde tek bir düşünce yankılanıyordu:
“O çok güçlü… Onunla aynı seviyede bile değiliz… Yarışamayız bile!”
“Heh?”
Lilith gözlerini kıstı ve ağır yaralı Alice’e baktı.
“Demek hâlâ ölmedin ha?”
Omuz silkerek küçümseyici bir ses tonuyla konuştu:
“Bir evcil hayvan için oldukça dirençlisin. Hadi ama, bu kadar şanslı olduğun için seni birazcık öveyim bari.”
Alice güçlükle dik durdu, solgun yüzüyle kılıcını kaldırdı ve Lilith’e doğrulttu.
Ama içgüdüleri ona ölümün çok yakın olduğunu fısıldıyordu.
Ne yapacağım!?
Güç farkı devasa…
Önceden bir baskın yaparak onu gafil avlayabilmiştim.
Ama şimdi…
Ona saldırmamın bir anlamı yoktu!
“Hah… Kılıcı kaldırabiliyor musun hâlâ?”
Lilith’in gözlerinde öfke kıvılcımları parladı.
Etrafında kutsal seviyede saf iblis aurası dalgalandı.
“Birazcık aklını kullan ve neyin ne olduğunu anla!
Beceriksiz bir yarım yamalak savaşçı, bana kılıç çekmeye mi cesaret ediyorsun!?
Köpek gibi boynunu uzat ve ölümü kabullen!”
Lilith’in kutsal seviyedeki iblis baskısı Alice’in üzerine çöktü.
Alice’in nefesi kesildi, göz bebekleri küçüldü.
Vücudu titremeye başladı.
Kalbi… bir anlığına atmayı durdurdu!
Bu…
Bu bir savaş değil!
Bu tek taraflı bir kıyımdı!
“Kahretsin… Savaş gücü farkı fazla büyük…”
Sadece büyü gücüyle bile ezilirim.
Üstelik zaten ağır yaralıyım.
Direnecek hâlim bile yok!
Alice’in vücudundaki savaş aurası ve büyü gücü darmadağın olmuştu.
Muhtemelen Merlin’in tek kılıç darbesinin yankılarından dolayı…
Vücudu hiçbir yeteneği düzgünce kullanamayacak haldeydi!
Lilith, gözlerinde soğuk bir parıltıyla yukarıdan Alice’e baktı.
Kırmızı gözleri küçümsemeyle parlıyordu.
Başındaki boynuzlar tehditkârdı.
Siyah kanatları hafifçe açıldı ve karanlık bir silüet gibi onu gölgeledi.
Yoğun bir karanlık etrafında dalgalandı.
“B-bunu istemiyorum! Ölmek istemiyorum!”
Ben sadece para kazanmak için buradaydım!
Burada ölmemin hiçbir anlamı yok!
Eğer burada ölürsem…
Bir mezar taşım bile olmadan kaybolacağım!
Neden böyle bir belaya bulaştım!?
Dağdan daha yeni inmiştim bile!!!
Alice’in gözleri korkuyla büyüdü.
Düşündü…
Sonra ani bir refleksle arkasını dönüp kaçmaya başladı!
Pelerini uçuştu, gümüş saçları çamurlu arazide savruldu.
O kaçarken asil bir kahraman gibi değil…
Ölümden kaçan bir av gibi görünüyordu.
"Bebeklerim..."
"O kaçan köpeği bana getirin."
Lilith eğlenceli, ama vahşi bir gülümsemeyle mırıldandı.
“Yeni bir oyuncak bulmuş gibiydi.”
Lilith’in etrafındaki simsiyah sis, iki devasa iblis kurda dönüştü.
Onların simsiyah kürkleri diken diken olmuştu.
Açlıktan delirmiş gibi parlayan kızıl gözleriyle, uzun keskin dişlerini gösterdiler.
İleri atıldılar…
Alice’in peşinden karanlık birer ok gibi fırladılar.
Lilith geride kaldı, tatmin olmuş bir ifadeyle fısıldadı:
"Aptal solucan… Sana tırnaklarını tek tek söktüreceğim."
"Çığlıklarını dinleyerek başını keseceğim!"
"Benim ve abimin huzurunu bozmaya nasıl cüret edersin!?"
"Seni asla affetmeyeceğim!!!"
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.