Yukarı Çık




12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14 


           
Neden şimdi bu şeyleri hatırlıyorum?


Dağdan indiğimden beri sürekli engellere çarpıyorum.


Ama ustamın dediği bir şey doğru.


Benim eğitimim, hala yetersiz...


Alice kara ormanda ilerlerken, su kovası kalınlığındaki kuru ağaçları aştı, ardından iki kurt onu takip ediyordu,
gözlerinde kan dökme arzusu parlıyordu.


Bu dünya çok acımasız, birçok şey benim üstesinden gelemeyeceğim türden.


Ölüm bataklığına ilk geldiğimde, boyutlar ötesi bir varlıkla karşılaştım.


O sarışın adam, fırtınada binlerce kilise şövalyesine meydan okuyordu.


Sadece basit bir kılıç çekme hareketiyle, düşmanlarını yok etti.


Belki de asla o kadar güçlü olamayacağım.


Ama yine de, ben...


Alice kaçmaya devam etmedi, devasa kuru bir ağacın altına saklandı, "Işığın Aryası" adlı kutsal kılıcını sıkıca tuttu.


Kaçamayacağını biliyordu, bu yüzden risk alıp hayatta kalmayı denemekten başka çaresi yoktu.


Eğer yakalanacaksa, o zaman bir kez savaşmalıydı!


İki yüksek seviyeli kurt uludu, kuru ağacın üzerinden atladı, Alice’in altında saklandığını ve kaçmadığını fark etmediler, havada asılı kaldıkları anda canlı hedef haline geldiler.


Alice fırsatı yakaladı, elindeki kutsal kılıcı ardı ardına savurdu, gümüş ışıklar saçıldı, ani bir kar fırtınası gibi kılıç teknikleriyle saldırdı.


Siyah kurt kanı, güzel ve kararlı yüzüne sıçradı.


Ama yine de—


Bu dünyada iyi bir şekilde yaşamaya devam edeceğim!


İnce Kılıcını Şiddetle Salladı, Gümüş Bir Işık Parladı!


Alice, ağır yaralı olmasına ve ne savaş enerjisini ne de büyüyü kullanamamasına rağmen, sağlam temelleri sayesinde sıradan kılıç teknikleri bile son derece etkiliydi. Üstelik kutsal kılıcın karanlık yaratıklara karşı sağladığı çift kat hasar avantajıyla, saldırılarının etkisi katlanıyordu.


Ardı ardına gelen yoğun kılıç darbeleri, iki sihirli kurdun gözlerini delip geçti. Siyah kan fışkırarak Alice’in yüzüne sıçradı.


İki canavar yere çakıldı ve acı içinde kıvranmaya başladı. Boğazlarından çıkan ulumalar ormanı inletiyordu. "Işığın Aryası" adlı kutsal kılıcın yaydığı ışık, sihirli kurtlar için adeta ölümcül bir zehir gibiydi, onları tarifsiz bir acıya sürüklüyordu.


Alice’in yüzü bembeyazdı, nefes nefese kalmıştı. Az önce kalbi neredeyse duracak gibi olmuş, ölüm korkusunu iliklerine kadar hissetmişti.


Ama şimdi…


İki devasa canavarın acı içinde kıvranışını izlerken, nihayet rahat bir nefes aldı ve yüzünde hafif bir tebessüm belirdi.


Ancak burada oyalanamazdı. Derin bir nefes alıp hızla ormanın içlerine doğru koşmaya başladı. Üzerindeki gizli gümüş zırh, hareketleriyle birlikte ince metalik çınlamalar çıkarıyordu.


Bu yaratıkları tamamen öldürmek neredeyse imkânsızdı. Kendi kendilerini iyileştirme yetenekleri olağanüstüydü. Onları yaralamak bile şans eseri olmuştu.


Alice, zaten amacına ulaşmıştı. Onları biraz daha oyalayabilirse, ormandan kaçmayı başarabilirdi.


Önündeki ufukta deniz görünüyordu.


Ve tam ilerisinde Kilisenin Haçlı Donanması’na ait büyük savaş gemileri!


“Kurtuldum!”


Alice’in içini bir umut dalgası kapladı. Hızla ileri atıldı. Yüzüne kocaman bir gülümseme yayılmıştı.


Ama tam ormandan çıkarken, dikkatsizce yere baktığında…


Ayağı bir sarmaşığa takıldı ve yüzüstü yere kapaklandı!


“Aaaahh! Acıyor, acıyor!”


Yüzünü buruşturdu.


“Ben ne yapıyorum böyle?! Hayatta kalır kalmaz gevşemek de neyin nesi?!”


Kendini toparlamaya çalışarak kafasını kaldırdı ve gözlerini kısarak denizdeki haçlı gemilerine baktı.


Ama gördüğü manzara karşısında…


Yüzündeki gülümseme silindi. Kaşları çatıldı. Ve ifadesi dondu kaldı.


Denizin üzerinde fırtınalar kopuyordu.


Neredeyse bin gemiden oluşan devasa haçlı donanması…


Ya karaya oturmuş,


Ya kayalıklara çarparak parçalanmış,


Ya da dev dalgalar tarafından yutulmuştu!


Yelken direkleri birbirine geçmiş, gemi gövdeleri harap olmuştu. Ortalık tam anlamıyla mahvolmuştu.


“Bu… nasıl olabilir?!”


“Peki ya ben?!”


“Gemi olmadan buradan nasıl gideceğim?!”


“Yüzerek mi Bristol Limanı’na varacağım?


Bu imkânsız! Ben sadece bir insanım!”


Alice’in içini tarifsiz bir umutsuzluk kapladı.


Tam o sırada, arkanın derinliklerinden bir ses duydu.


Bir yaratık uluması…


Adımları gittikçe yaklaşıyordu.


Çok hızlı!


Arkasındaki karanlık ormanda kırmızı gözler belirdi.


Ormanın derinliklerinden bir şeyler ona doğru koşuyordu!


Alice’in yüzü kireç gibi bembeyaz oldu.


“Yok artık… Bu gerçek olamaz…”


Soğuk bir rüzgâr esti.


Ve ardından…


Simsiyah bir siluet ormandan dışarı fırladı!


İki sihirli kurt!


Bu kadar hızlı iyileşmeleri mümkün müydü?!


Ama… evet, mümkündü!


Çünkü onlar sıradan büyülü yaratıklar değil,


Bir efendiyle ruhsal sözleşme yapmış "Şeytani Yaratıklardı"!


Yani, aldıkları tüm hasarı, efendilerinden çektikleri büyü gücüyle hızla iyileştirebiliyorlardı!


Bu yüzden gözleri de iyileşmişti!


Alice, hâlâ yerdeydi.


Ayağa bile kalkamamıştı.


İçgüdüsel olarak ellerini geriye koyup geri geri sürünmeye başladı.


Ama karşısında…


İnsandan bile büyük kanlı ağızlar!


Bembeyaz dişler!


Ve…


Alice’in tam boğazına doğru inen bir pençe!


“B-Buraya kadar mıydı?!”

◆◆◆
◆◆


Birkaç Dakika Önce, Orman Kenarındaki Sahilde…


Merlin, kollarını kavuşturmuş, kayalıkların üzerinde duruyordu.


Rüzgâr etrafında dönerek esiyor.


Giydiği pelerin fırtınayla birlikte görkemli bir şekilde dalgalanıyordu.


Uzun, altın rengi saçları uçuşuyordu.


Bütün bunlar, bir romanın ana karakterine ait özel efektler gibiydi.


Merlin, fırtınalar kopan denize ve batmakta olan binlerce haçlı gemisinin şoke edici manzarasına baktı.


Gözünden bir damla yaş süzüldü.


Ve içinden şu cümleler geçti:


"Lanet olsun…


Onca zorluk çekerek Şeytan Kral’ın sarayından ayrıldım…


Ve daha ilk adımda şuna bak!"


"GEMİ YOK LAN!

ŞİMDİ NASIL HAVA ATACAĞIM?!"


"Eğer dışarı çıkıp kendimi gösteremezsem, sıradan bir ölümlüden ne farkım kalır?!


Denizin ortasında çürüyen bir tuzlu balık gibi mi yaşamalıyım?!"


Meilin yarım saattir sahilde dolaşıyordu.


Planı bir haçlı gemisine el koyup buradan ayrılmaktı.


Ama daha gelir gelmez dev bir fırtına patlak vermişti.


Ve işte sonuç…


Kan gölüne dönmüş bir deniz.


Her yerde insan yiyen köpekbalıkları.


Denize düşen bütün mürettebatı yiyip bitiriyorlardı.


Merlin bu manzarayı görünce üzüntüyle iç çekti.


“Ağlamak istiyorum… Ben yüzme bilmiyorum ki!”


Ne büyü yapabiliyordu,


Ne de okyanusu geçebilecek başka bir yöntemi vardı.


Tek bildiği şey kılıç teknikleriydi.


Ama "Kılıç Çekme Tekniği" okyanusu geçmesine nasıl yardım edecekti ki?!


Tam ümitsizliğe kapılmışken…


Denizin kıyısına bir gemi sürüklendi.


Bir sandal.


Merlin gözlerini kısıp sandala baktı.


Ve aklında bir fikir belirdi.


"Tek başıma kürek çekmek zor olacak…


O zaman bir köleye ihtiyacım var!"


Tam o sırada…


“Auuuu!”


Bir kurt uluması!


Merlin geriye döndü ve ormanın çıkışında yere düşmüş, panik içindeki bir kızı fark etti..


Üzerine iki sihirli kurt atılmak üzereydi.


Merlin çenesini ovuşturdu ve düşündü:

"Hmmm… Bu tam da benim işime yarayacak bir köle olabilir!"

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.