Dönüm Noktası
Pencereden yayılan renkler göz kamaştırıcıydı. Güneş battıktan sonra içeri sızan rüzgârın üşüttüğünü hissederken, açık pencereyi ustaca kapatmak için birdenbire solgun bir elin uzandığını gördü. Elin sahibi pek kısa sayılmazdı ve vücut hatları kusursuzdu. Kısa bir hayranlıkla ona bakarken, sadece arkasını görebildiği adam başını hafifçe çevirdi ve ona doğru baktı. Dalgalanan perdeyle yavaşça yüzü ortaya çıktı.
Rüya mı görüyorum?
Lee Hajin gözlerini kırpıştırarak önündeki adama baktı. Orada zarif güzellikle duran biri vardı. Ağzı, hüzünlü bir gülümsemeyle kıvrılırken, derin bir hüzün bırakıyordu içlerde. Yüzün bir şekilde tanıdık olduğunu düşündüğünde, bir kez gülümseyen adam hızlı adımlarla yolunu kesti.
Ah, birbirimize çarpacağız.
Bunu bile düşünemeden adam vücudunun içinden kolayca geçip gitti. O boşluklu his karşısında Lee Hajin şimdi dilini şaklattı. Yani bu gerçekten de bir rüyamış.
İçinden geçen adam, yatağın ucundaki sade bir sandalyeye oturdu. Sonra bir şeyler mırıldanmaya başladı. Ona doğru yaklaştıkça adamın gölgesinde kalmış olan küçük bir kız ortaya çıktı.
Solgun yüzündeki yuvarlak gözleri sevimliydi. Sevgi dolu bakışları vardı. Öyle ki, tek bakışta kız büyüdüğünde kesinlikle güzel birine dönüşeceği anlaşılabiliyordu. Küçük ağzının gevezelik etmek için açılma şeklinin kanaryaya benzediğini düşünen Lee Hajin, etrafına bakındı. Bir hastane yatağı, bir IV ve beyazlara bürünmüş bir oda...Herkes buranın kesinlikle bir hastane odası olduğunu söyleyebilirdi. Tek kişilik gibi görünen odanın içinde, özellikle büyük yatağın varlığı, yalnızlık hissini derinleştiriyordu.
Neden böyle anlaşılmaz bir rüya görüyordu?
Sessizce anılarını gözden geçirdi. Bir işi hallettikten sonra eve dönüş yolunda olduğundan emindi.
Ama garip bir şekilde, bundan sonraki her şey anlayamadığı bir karanlığa gömülmüştü. Belki de uyuyakalmıştı. Lee Hajin, adama ve kıza baktı.
Adamın parmakları, kızın saçlarında huzur içinde dolaşıyordu. Değerli bir şeye dokunan birinin hareketleriydi. Öyle nazik ve özenliydi ki, ikisini ilk kez gören biri gibi hissettiriyordu. Konuşmaları sessizdi ve günlük şeylerle doluydu. Gözleri buluştuğunda gülümseyen, adamın ara sıra şakalarını duyunca kızarmış yanaklarla huysuzmuş gibi davranan küçük bir kız. Yumuşak sessizlik, samimi dokunuşlar. Bu şeyler, sadece ikisinin bulunduğu hastane odasını dolduruyordu. Öyle bir yabancılık hissi vardı ki, buranın yalnızca kendisi bile başka bir dünyaymış gibi inandırabilirdi insanı.
Huzur vericiydi. Hastane odasının kimsenin ziyaret etmediği bir tarafından, Lee Hajin ikisini tek kelime etmeden izledi. Sonra zaman su gibi akıp gitti.
Adam, saat geç olduğu için defalarca ayrılıyor ve birkaç gün sonra geri geliyordu. Ancak kapıyı açıp içeri girerken yüzünü gören Lee Hajin, adamın ifadesini hemen tanıdı. O an, cehennemin karanlık dehlizlerinde yıllarca kaybolmuş bir ruhun nihayet aradığı sığınağa ulaşarak, huzurun ilk ışıklarına adım attığı andı. Gözlerinde, bir zamanlar kaybolmuş güveni ve huzuru yeniden bulmanın derin rahatlığı vardı. Kızın ona “oppa” diyen sesiyle adamın o yüzü şefkatle aydınlanıyordu. Rahatlamış bir ifadesi vardı.
Bu şekilde, sakin saatler göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve bu saatler boyunca Lee Hajin tek kelime etmeden ikisini izledi. Ne zaman biteceğini bilmese de, bunun o kadar da kötü bir rüya olmadığını düşünüyordu.
Uzun süre beklemesine gerek yoktu. Zihninde yanıp sönen bir önsezi başını kaldırmasına neden olduğunda, hastane odasının kapalı kapısı sanki uyanma zamanının geldiğini işaret edercesine net bir şekilde parlıyordu. Alışılmadık derecede hassas rüyaya kısaca gülümseyerek oturduğu yerden kalktı ve hastane odasından çıkmak üzere döndüğü sırada.
— Lütfen o çocuğa iyi bak.
O adamdı. Gözleri, bir kez bile karşısındakinin gözlerine bakmadan “Güçlüymüş gibi davranıyor ama hâlâ çok kırılgan bir kalbi var.” dedi. Söyledikleri boğuk bir şekilde çıkıyordu. Sessiz bir şekilde, adamın bakışları boş olan yatağın köşesine kaydı. Yorgun görünüyordu.
— Yalnız yaşamak zorunda kaldığı bu dünyayı tanımıyor. Daha çok küçük...
“Acı gerçekleri bilmiyor. O yüzden ben...mümkünse sonsuza kadar bundan bihaber kalmasını isterdim ama...” Adamın ıslak yanaklarının titrediğini görebiliyordu. Yalvaran gözleri umutsuzlukla dolup taşıyordu. Tanıdık bir ifade olduğunu düşünen Lee Hajin döndü ve hastane odasından çıkmak için kapıya yürüdü. Umutsuzluğu bilen insanlar, sonunda birbirine benziyormuş. Onlara sempati duyan ya da onlar için üzülen türden bir insan olamayacağı kesindi.
Evet, kesinlikle böyle olmalıydı.
Lee Hajin istemsizce ayaklarını sürüklediğini fark etti ve sessizce ağlayan adama baktı. Unutulmuş anıları [1] yavaş yavaş ona geri geliyordu.
İşini bitirdikten sonra eve gidiyordu. Arabayı süren Daejun, dikiz aynasına huzursuz bir şekilde bakmış ve konuşmuştu. “Arkamızdaki araba yavaşlamıyor, hyung-nim”[2] Yorgun gözleri kırpraşırken “Gereksiz yere olay çıkarmayalım. Bırak önümüze geçsin.” diye cevap vermiş, sonra gözlerini kapatmıştı. Daejun başını tamam diye sallamasına rağmen, endişeli görünüyordu. Ve bir sonraki anda, refleks olarak gözlerini “Kahretsin!”diyen Daejun’un yüksek sesine açtı. Arkadan gelen kişiye şiddetle çarptıklarını hissederken arabalar birlikte bariyere çarptı.
Ah, demek böyle ölüyorum.
Lee Hajin, son sahneyi hatırladı. Aracına açıkça çarpan adam, kanlar içindeki yüzüyle hıçkırarak ağlıyordu. Erişilemez bir dileği dileyen o yüz, şimdi onun önünde ağlayan adamındı. “Çık buradan!” Parlak kırmızı uyarı cümleleri, durmaksızın zihninden geçiyordu. “Evet, gitmeliyim.” Hafif adımlarla gitmeye çalıştı ama adamın sesini tekrar duyunca ayakları yerinden kımıldamaz oldu. Sanki yere çakılmış gibiydi.
“Yaşamaya devam edemeyecek kadar...zayıf biriyim. Ama yinede...yinede lütfen birisi...”
“Lütfen o çocuğa baksın. Yalvarırım...lütfen lütfen...”
Kelimeler bir dua gibi geliyordu. Durma belirtisi göstermeyen damlayan gözyaşları adamın yanaklarını ıslattı. Daha fazla bekleyemeyeceğini hissettiğinde donmuş ayakları nihayet zemini terk etti. Tereddüt etmeden kapalı kapıya doğru yürürken adamın feryatları dahada yükseldi. Hastane odasının penceresinden süzülen güneş ışığı altında, saatlerce kalan iki kişi.
Bir el uzandı.
Hayatı boyunca hiç merhamet görmemiş kirli eller. [3]
“Anladım...Hadi artık ağlamayı kes.”
Lee Hajin’in eli, hastane kapısının kolu yerine, adamın yanağına gitmişti. Islak yanaklarını beceriksizce silerken, ağlayan adamın bulanıklaşan bakışları, kararsızca söylediği kelimelere rağmen ona kaydı.
Gözleri buluştu ve Lee Hajin’e bakan adam, hayatında ilk kez kurtuluşa tanık olmuş gibi ıslanmış yüzüyle gülümsedi. Hüzünlü gülümsemesine karşın dilini şaklatlattığında, etrafları yavaş yavaş bulanıklaştı. Sanki boşluk parçalanıyormuş gibi, her şey baş döndürücü bir şekilde bulanıklaşıyordu. Ve bütün bunların ortasında adamın boğuk sesinin birkaç kez tekrarlandığını duydu. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim...Görüşü karardı. Yavaş yavaş ses de kayboldu.
Ve...özür dilerim.
Bu sözlerle her şey kayboldu.
***
Toplum, beklenmedik kazayı konuşuyordu: Popüler idol grubu Lemegeton’un üyesi Lee Sihyeon’un ölümü. Haber, her haber sitesinin en çok aranan başlıkları arasında yerini almış, hastaneye akın eden gazeteciler ve hayranlar ise sıkı güvenlik önlemleri nedeniyle içeri girememişti. Bu yüzden, yas havasını fırsat bilip spekülasyonlar ve dedikodular hızla etrafta yayılıyordu. Ancak kötü niyetli olan insanlar bir süre sonra ön plana çıkmaya başladı. Bu durum aslında beklenen bir şeydi çünkü Lee Sihyeon, hayranlarından çok antisi olan biriydi.
━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━
[Bilinmeyen] Ölümü ilahi ceza falan olmasın lmaooooo
━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━
En üst sıradaki yorum, beğenmeme sayısından daha çok beğeni almıştı. Aşağıdaki mesajların çoğu da kıyaslanamayacak kadar kaba veya kötü niyetliydi. Ara sıra ölülerin arkasından kötü konuşmamayı söyleyen yorumlar olsa da bunların çoğunu bastırıldı.
━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━
[Bilinmeyen] Bunca zaman kendini fahişe gibi sattıktan sonra ondan gelen parayı öbür tarafa götürmedin mi canım? Lemegeton’dan ayrılmaya ve başka bir şirkete geçmeyi çalışıyordu ama şuna da bakın?!?! Ne oldu? Sonunda nalları diktin hahahahaha
━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━
Kötü niyetli yorumların yoğunluğu giderek arttıkça, kamuoyu bunun doğru olmadığını düşündü ve tekrar sempati duymaya başladı. ’Şu pisliklerin nefret yorumları artık haddinden fazla olmaya başlamadı mı?’ ve ’Ne olursa olsun ölü birine bu şekilde hakaret etmek çok fazla’ diyen yorumlar ortaya çıkıyordu. Hepsi tamamen saçma eylemlerdi.
O sırada, Lee Sihyeon’un küçük kız kardeşi, abinin cesedini doğruladıktan sonra bayılma noktasına gelene kadar ağlamayı kesmedi. Aceleyle gelen üyelerin hepsi ise karanlık ifadelerle sessiz kaldı. Ağlayan tek kişi olan Seo Rajun, beyaz kumaşa bile bakamadı. Sadece Lee Sihyeon’un kaskatı kesilmiş elinin arkasını birkaç kez okşadı. Hayatta olmadığını hissettikten sonra titreyip daha da çok ağladığında, Lee Sanyu onu dışarı çıkardı ve bir kez daha morg sessizlik içine gömüldü.
Hiçbiri tek bir kelime edemedi.
Çünkü onu son görüşlerinde, ona yalnızca küfürler ve suçlamalarda bulunmuşlardı.
Üyeler, kendilerine tek kelime bile etmeden gruptan ayrıldığına dair söylentinin doğruluğunu sorduklarında, ki bunu başkalarından duymak zorunda kalmışlardı, Lee Sihyeon tek kelime etmeden odasına gitmeye çalıştı. Omzunu tutup köşeye sıkıştırmaları önceden planlanmış olabilirdi. Yorgun görünen Lee Sihyeon’un ’sonra konuşuruz’ şeklindeki sözlerine, çabuk sinirlenen Kang Uihyeon’un tahammülü kalmadı ve öfkeyle bağırdı.
“Bunlara daha ne kadar katlanmamız gerekiyor orospu çocuğu seni?!” Sanki zorlukla ayakta duran barajın patlaması gibi havaya küfürler ve suçlamalar yağdı. Lee Sanyu tek kelime etmedi ve Yu Chan stüdyoya girdi. Bunun ortasında, Seo Rajun tek başına tereddütte kaldı. Kavga etmemelerini söylesede ikna olmayacaktı.
Tüm bu süre boyunca, Lee Sihyeon var ama yok gibi görünüyordu.
Her zamankinden farklı olarak öylece durdu. Yakasından tutuldu ve sarsıldı. Ama bunca şeye rağmen bir kere bile cevap vermedi. Ta ki Kang Uihyeon pes edip arkasını dönene kadar.
Gecikmeli olarak yanına gelen Seo Rajun, iyi olup olmadığını sordu ve omzunu okşadı ancak bir süre daha kendine gelmedi. Bir noktada aniden ayağa kalktı ve bunca zamandır endişeyle izleyen menajerine yaklaştı ve konuştu. “Çekimim vardı değil mi?”
Çekim mi? Herkes şaşkınlık içinde, terleyen menajerin ağzını açmasını izledi. Şimdi gitmenin uygun olmadığını, planları iptal etmeleri gerektiğini söyledi ve başını salladı. Ama Lee Sihyeon onun sözlerini dinliyormuş gibi bile yapmadı ve arabanın anahtarını ondan zorla kaptı.
Onlar onu durduramadan ayrıldığını görünce, Kang Uihyeon’un boğazına dizilen küfürler tekrar patladı. “Ah, o çılgın pislik!” Tekmelediği sandalye gümbürtüyle bir kenara uçtu.
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra bir arama geldi.
Lee Sihyeon sakinleşmiş ve geri dönmüş olmalı.
Telefondaki ses onlara trafik kazası olduğunu söyledi. Gece geç saatti ve ıssız bir yerde gerçekleştiğinden ambulans zamanında yetişememişti. Bariyerin ötesine düşüp bedeni paramparça olmuştu. Yalnız başına ve acı içinde hayata tutunmaya bir saat daha çalıştığı söylendiğinde ise herkes sessiz kalmış, ağzını bile açamamıştı.
Kang Uihyeon başını eğdi. İnanmayan gözlerini birkaç kez kırptığında bile, Lee Sihyeon orada yatmaya devam ediyordu. Ne kadar öfkeli ve nefret dolu olursa olsun, bastırılmış öfkesi patlamış olsa bile…Bütün bunlara rağmen.
“Gidip ölmeni söylememiştim.”
“Hey, kalksana!”
“Numara yapıyorsun değil mi? İnanacağımızı mı sandı- Hayır, buna kanacağımı mı sandın?!”
Sesinin nasıl titrediğini bilmesine rağmen, Kang Uihyeon konuşmayı bırakmadı. Sanki bunun gerçekten son konuşması olacağından korkuyordu. “Lee Sihyeon, kalk. Şimdi kalkarsan, kızmayacağım. Kendimi kontrol edeceğim. Kendimi kontrol edeceğim, bu yüzden sadece...”
“Lütfen.”
...Ama Lee Sihyeon’un, ne kadar titreyerek seslense de kalkmaması, uzun süre tuttuğu gözyaşlarının nihayet dışa vurmasına neden oldu.
Ve o gün geçtikten sonra, ertesi akşam.
İnternet, öldüğü açıklanan Lee Sihyeon’un tekrar uyandığını bildiren şaşırtıcı makalelerle dolmaya başladı.
__________________________
[1] Blacked-out memories, "bilerek unutulan anılar" demek.
[2] Hyung (형) erkekler tarafından abileri ve kendilerinden yaşça büyük erkek arkadaşları için kullandıkları bir terim. -nim (-님) bir saygı ifadesidir. Saygı duyulan kişilere karşı kullanılan en nazik saygı ifadesi (ayrıca misafirler, müşteriler ve tanımadıkları kişiler için yaygın kullanırlar bir ifade). Hyung-nim bu nedenle yaşça büyük bir birine atıfta bulunmanın saygılı bir yoludur ancak aynı zamanda genellikle mafya/çete liderleri için de kullanılır.
[3] Kirli derken ilk anlamında değil. Anlamışsınızdır da benim kafa yine bir allak bullak oldu bir not yazayım dedim.