Eve döndükten sonra, oturma odasındaki kanepede yayılmış halde derin düşüncelere dalarak kendi kendime mırıldandım.
"Bir kez olsun normal bir lise öğrencisi gibiyim…"
Sadece en sevdiğim karakterin çıkartmalarını toplamak için yüklediğim, ama şimdiye kadar neredeyse hiç kullanmadığım LINE uygulamasına baktım. Tsukinoki-senpai’nin "Kulübe hoş geldin!" mesajı sohbet penceresinde duruyordu.
Ç/N=( LINE : Japonların Whatsapp’ı)
Evet, artık Edebiyat Kulübü’nün LINE grubundayım.
Belki de lise hayatımın zirve noktası budur. Bundan sonra, mütevazı bir istiridye gibi sessizce yaşayabilirim.
Ah, doğru ya. Bir kitaba ödünç vermem istendi. Bu ivmeyle, hayatımda ilk defa bir mesaj göndermeye karar verdim.
< - Abe Kōbō’nun tüm eserlerini birinci sınıftan bir tanıdığıma ödünç vermem uygun olur mu? - >
Yazarken farkında olmadan sesli okudum. Demek yaşlı adamlar bunu yaptığında böyle hissediyorlar.
Peki, gerçekten bir yanıt alacak mıydım? Mesajı görüp cevap vermeyenler olduğunu duymuştum, ya da daha kötüsü, ya herkes beni engellerse?
Bu ihtimaller üzerine endişelenirken Tsukinoki-senpai’den bir yanıt geldi. Ah, çok şükür. Engellenmemişim.
< - Tsukino Mono: Olur. Ama kimseyi eli boş göndermeyin. Sıkı bir şekilde kulübe kazandırın. - >
…İzin çıktı. Gerçi, senpai şu tuhaf hesap adını değiştirse iyi olurdu.
Kanepede tembelce yuvarlanırken, kız kardeşim Kaju sessizce masanın karşısına oturdu.
"Onii-sama, gerçekten harika bir insansın."
Aniden, hiçbir bağlam olmadan bunu söyledi.
"Uh, teşekkürler…?"
"Kaju’nun anlattığı hikâyeleri her zaman gülümseyerek dinliyorsun ve asla Kaju’yu reddetmiyorsun."
"Her zaman yüzüne vuruyorum aslında."
Daha az önce yaptığım gibi mesela.
"Hatta Kaju’nun bencilliğine sabırla katlanıyor ve asla sorun etmiyorsun."
"Eğer bencil olduğunun farkındaysan, belki bunu düzeltmeye çalışmalısın?"
İtirazımı göz ardı eden Kaju, abartılı bir şekilde boğazını temizledi.
"Ve işte bu yüzden, onii-sama, karakterli bir bento yapman gerekiyor."
Mantığın sınırlarını aşan bir noktaya vardı.
"…Uh, biraz daha açıklar mısın?"
"Kaju, onii-sama’nın en sevdiği karakterlere bakarak telefonuna gülümsemesinden endişelendi."
Ah, demek karakterli bento buraya bağlanıyor.
"Üzgünüm ama hâlâ takip edemiyorum."
"Karakter bentosuyla insanları etkileyerek sohbet başlatabilirsin. Sonra ortak manga ve anime ilgilerinizi paylaşarak bağ kurabilirsiniz!"
"Neden sadece manga ve anime ile sınırlı bu?"
"Onii-sama, konuşabileceğin tek konu bu."
Kendi kız kardeşimden gelen bu sözler… Ama tamamen de haksız sayılmaz…
"Peki ama kime göstereceğim bunu?"
"Onii-sama, hiç arkadaşın olmasa bile öğle yemeğini tamamen yalnız yemiyorsundur, değil mi?"
"…Uh, aslında hep yalnız yiyorum."
"Ha? Nasıl olabilir?"
Kaju’nun gözleri şaşkınlıkla büyüdü ve ağzını kapatarak sanki en trajik haberi almış gibi baktı.
"Ama… tek yapman gereken birine birlikte yemek yemek isteyip istemediğini sormak!"
"Hayır, hayır, bir düşün, bu abini nasıl gösterir?"
"Öyleyse karakterli bento şart. Kaju deneme amaçlı bir tane yaptı— lütfen bak."
Şimdiden mi yapmış? Kaju bir yerlerden bir bento kutusu çıkardı.
"Onii-sama, bu senin kendini tanıtman için bir fırsat, bu yüzden ilk deneme olarak senin portreini yaptım!"
Bekle, bekle, bekle, bu korkutucu.
Tasarım aşırı gerçekçi— sevimli bir karakter bentosu olmaktan çok, dramatik bir yosun portresi gibi.
"Kaju, hatta siyah susam kullanarak profil bilgilerini bile yazdı! Böylece sınıf arkadaşların senin çekiciliğini görebilecek, onii-sama."
Sınıf arkadaşlarımın boyumu, kilomu ya da— aman tanrım— ilk aşkımı bilmeye ihtiyacı yok.
"Ve neden ilk aşkım olarak senin adın yazıyor?"
"Onii-sama, Kaju’nun hatırladığı kadarıyla, hep onun tatlı olduğunu söyledin!"
E çünkü benim küçük kız kardeşimsin.
"Her neyse, bentoya ihtiyacım bile yok. Birisi bana bir süre öğle yemeği yapmayı kabul etti."
"…Bento mu? …Bekle, ne? Ne?"
Kaju donup kaldı, beyni bu bilgiyi işlemeyi reddediyor gibiydi.
"Hey, Kaju? İyi misin?"
"Onii-sama! Hiç arkadaşın olmamasına rağmen birinin senin için öğle yemeği hazırlaması mı? Hem de Kaju’ya danışmadan!?"
"Hayır, hayır, hayır! Kız arkadaşım falan yok! Ne arkadaş, ne sevgili, hiçbir şey!"
"Ah, tabii ki. Arkadaşı olmayan biri sevgili de yapamaz sonuçta."
Kendi kız kardeşimin bana arkadaşsızlığımı sürekli hatırlatma ihtiyacı duyması da neyin nesi?
"Kaju, sizin çevrenizde hayali sevgili diye bir şey olduğunu duydu. Ancak hayali bentonun kalorisi yoktur, bu yüzden yine de atıştırmalıklara ihtiyaç duyarsın."
"Beni ne sanıyorsun? Merak etme— bu gerçek yemek."
Sonuçta, marketten alınmış yiyecekler sadece.
"Ama normalde, ne arkadaş ne sevgili olan biri için kimse öğle yemeği yapmaz, değil mi?"
"Para karşılığı yapıyor, tamam mı?"
"Ah, demek profesyonel bir hizmet."
Kaju, anlamış gibi başını salladı ve ellerini şaplakladı.
"Ekstra bento hizmeti gibi bir şey, değil mi? Kaju, arkadaşlarından böyle şeyler duydu."
"Lütfen daha iyi arkadaşlar edin."
Bakışlarım kayarken yanlışlıkla yosun portresiyle göz göze geldim.
İkimiz de zor zamanlar geçiriyoruz, değil mi?
< * Mevcut Borç: 3.267 yen *>
Ertesi gün, Çarşamba. Söz verdiği gibi, Yanami öğle yemeğinde acil çıkış merdivenlerinde belirdi. Görünüşe göre borcunu bento teslimatlarıyla ödemekte oldukça kararlı.
Merdivenlere serdiği mendilin üzerine oturmuş, ne sevgili ne de arkadaş olan bu kız, yanımda derin bir iç çekti.
"Bugün de davet ettiler. Okuldan sonra Karen-chan’ın evinde birlikte ders çalışmak istiyorlar."
"Hayır de geç."
Son derece mantıklı önerim, Yanami’nin itiraz dolu bakışıyla karşılandı.
"Ama ben gitmezsem yalnız kalacaklar."
"Zaten çıkıyorlar. Belki de artık bırakmanın zamanı gelmiştir?"
Benim tek yapmam gereken bentoyu almaktı ama bir şekilde iş yine tuhaf bir hâl aldı.
"…Tabii ki Karen-chan beni tamamen ezmek istiyor. Sosuke’ye nasıl baktığımı fark etmiş olmalı… o şekilde."
Yanami, bu tür düşüncelerini kendine saklasa daha iyi olur, tamam mı?
"Belki de her şeyi en kötü şekilde düşünmeyi bırakmalısın. Ya sadece baş başa kalmak konusunda biraz çekingen davranıyorlarsa ve seni ortamı yumuşatman için çağırıyorlarsa?"
"…Yani temelde, beni yem olarak kullanıp Sosuke’yi evine çekiyor?"
Bekle, az önce gerçekten çok yanlış bir şey mi söyledim?
"H-Hayır, bence fazla anlam yüklüyorsun…"
"Psikolojik bariyerleri yavaş yavaş indiriyor. Ve en sonunda—"
Yanami aniden bana döndü, tonu birdenbire değişti.
"…Ah hayır, Anna-chan bugün aniden gelemiyor."
"Hah?"
Yine garip şeyler söylemeye başladı.
"Bu bir simülasyon. Karen-chan ve Sosuke’nin baş başa kalması durumunda ne olacağını hayal ediyorum."
"Anladım."
Bu simülasyonu beni dahil etmeden yapsan olmaz mı?
"Pekâlâ, baştan başlayalım. Ah hayır, Anna-chan bugün aniden gelemiyor. Nukumizu-kun, sen Sosuke’yi oyna. Hadi, çabuk!"
"Uh, tamam… Ah, öyle mi? O zaman sadece ikimiz kalıyoruz."
Bu nasıl bir skeç böyle?
"…Ya onu bilerek davet etmediğimi söylersem?"
Yanami gözlerini hafifçe indirerek bana doğru eğildi.
Böyle bir anda bir romantik komedi başrolü ne derdi? Düşün.
"Eğer bunu bilerek geldiğimi bilseydin, ne yapardın?"
"Sosuke…"
"Karen…"
Göz göze gelerek kısa bir sessizliğe gömüldük. Sonra Yanami aniden geri çekildi ve dizine sertçe vurdu.
"Bak işte! Tam da bu! O kadın kesinlikle Sosuke’nin bedeninin peşinde!"
Bu tamamen senin hayal gücünün ürünü.
"Daha da önemlisi, benim bentom nerede?"
"…Biliyor musun, Nukumizu-kun, belki de bu yüzden hiç arkadaşın yok."
Sen kendi işine bak.
Yanami tek bir alüminyum bento kutusu çıkardı. Bekle, sadece bir tane mi?
"Al, kapağı tut."
Bento kutusunun kapağını bana uzatırken, çubuklarını pirince sapladı.
"Ne yapıyorsun?"
"Dün söylemiştim, değil mi? Sadece bir bento kutusu kullanabiliyorum."
Kolu titreyerek büyük bir pirinç yığınını kaldırdı ve kapağın üzerine bıraktı.
Ağır. Daha yakından bakınca, pirinç taneleri o kadar sıkıştırılmış ki neredeyse mochi gibi görünüyor.
"Bu yüzden iki porsiyonu tek bir kutuya mümkün olduğunca sıkıştırdım. Tamam, şimdi yan yemekler."
İki büyük parça daha düştü— biri kızartılmış, diğeri haşlanmış. İkisi de bento kutusunun şeklini almış, adeta birer tuğla gibi ve hiç iştah açıcı görünmüyorlar.
"Şey, haydi yiyelim."
"…Uh, evet. Haydi yiyelim."
Şimdi, Yanami’nin şaheseri olan bu pirinç bloğunu nasıl yemem gerekiyordu? Çubukların tamamen işe yaramaz olduğunu görüp umutsuzca haşlanmış yemeğin suyunu kullanarak onu parçalamaya çalıştım.
"Ee, nasıl? Güzel mi?"
Bekle, gerçekten de şu anda tat hakkında yorum yapmanın sırası olduğunu mu düşünüyor?
"Yan yemekleri de sen mi yaptın?"
"Tabii ki! Onlar için çok uğraştım. Sence ne kadar eder?"
Ah, anlıyorum. Neyse ki Yanami, bu tür yemekleri yiyerek büyümemiş.
Bak sen—kavrulmuş sebze bloğunun ortasında saklanmış donmuş bir kroket var.
"...Hadi 400 yen diyelim."
"Güzel! Fena değil."
Yanami mutlu bir şekilde kendi pirinç bloğunu ısırdı. Bilmeni isterim ki, şu şartlarda bu fiyat epey cömert bir değerlendirme. Ayrıca, bu bento gerçekten devasa.
"Böyle giderse yaz tatilinden önce borcumu ödeyebilirim."
Evet, borcunu ödedikten sonra bu öğle yemekleri sona erecek. Yine de, sadece geçici bir durumsa, o kadar da kötü sayılmaz. Tabii ki, her yeni kuruşun hesabını tutuyorum.
"Hey, yukarı çıkmak ister misin? Dördüncü katın sahanlığından sahayı görebilirsin."
Yemeğimizi bitirdiğimizde, Yanami ayağa kalkıp boş bento kutusunu topladı. Reddetmem için bir sebep yoktu.
Temmuz’un berrak gökyüzü altında, spor sahası gözlerimizin önüne serildi. Atletizm takımı harıl harıl antrenman yapıyordu.
"Hey, şu ilerideki Remon-chan değil mi?"
Yanami korkuluğa yaslanıp elini uzattı.
Uzaktan bile, güneşte bronzlaşmış figüründen onun Remon Yakishio olduğunu anlamamak imkânsız. Başlangıç sinyaliyle birlikte, diğerlerini göz açıp kapayıncaya kadar geride bırakarak fırladı.
"Remon-chan gerçekten çok hızlı, değil mi?"
Öğle tatili elli dakika—yemek yemek, üstünü değiştirmek, antrenman yapmak ve tekrar değiştirmek için yeterli bir süre. Benim için bunu başarmak imkânsız olurdu.
Bu bir kıskançlık meselesi değil. Daha çok, ulaşılması imkânsız bir şeyin göz kamaştırıcılığına tanık olmanın verdiği garip bir his.
"Şehir çaylaklar turnuvasında 100 metreyi kazanmıştı, değil mi? Ve inter-high ön eleme yarışlarında da derece yapmıştı sanırım."
"Vay be, bayağı şey biliyorsun."
Asılı her bilgi parçasını hafızama kazımayı kendime görev edinmişimdir.
"Remon-chan gerçekten harika."
Sadece sıradan bir yorum. Ben de aynı rahatlıkla karşılık verecektim ama sözler boğazıma düğümlendi.
Yanami’nin gözleri yaşlarla doluydu.
Damlalar, güneş ışığında parlayarak süzüldü ve rüzgâr tarafından alıp götürüldü.
Yüz hatlarında hâlâ çocuksu bir masumiyetin izleri vardı. Daha düne kadar tek kelime bile etmediğimiz halde, şimdi yanımda, gözyaşlarını gösteriyordu. Bu sahne, avuçlarımın arasından kayıp gidiyormuş gibi, gerçeküstü hissettiriyordu.
"Uh, Yanami-san? İyi misin?"
"Gerçekten terk edildim, değil mi?"
Bunu demesen de belli zaten.
"Aklından ’Bunu demesen de belli zaten.’ diye geçiriyorsun, değil mi?"
"Eh, bunu nasıl bildin?"
İnsanların düşüncelerini izinsiz okumak kötü bir alışkanlık.
"Bu… şimdi gerçekten içime işledi."
"İçine işledi mi…?"
"Remon-chan’ın koşusunu izlerken, bir an ’Vay be, ne kadar harika’ diye düşündüm. Ve sonra dank etti—ben gerçekten terk edilmişim, değil mi?" Kirpiklerine tutunan gözyaşları, ışıkta parıldıyordu.
"Aklımda biliyordum. Ama sanki bedenim hâlâ kabullenememişti."
Sahada, Yakishio bu kez erkeklerle ikinci koşusuna başladı. Gözlerimizin önünde, bitiş çizgisine yaklaşırken uzun boylu bir çocuk tarafından geçildi.
"Nukumizu-kun, belki sen de bir gün gerçekten kötü bir şekilde terk edilince anlarsın."
"Öyle mi dersin?"
"Terk edilmek hiçbir şeyi değiştirmiyor. Hatta insanın içini bile rahatlatmıyor."
Yanami, sözlerinin ağırlığını silkmek istercesine kollarını iki yana açtı.
"Ama biliyor musun, dünya yine de dönmeye devam ediyor, o yüzden başka seçeneğin kalmıyor. Sen de devam etmek zorundasın."
Bir video oyunundaki zorunlu bir etkinlik gibi, sanırım.
"Hiç terk edilmedim, o yüzden pek bilemem."
"Ohh, popüler birinin söyleyeceği şey tam da bu."
Kendi kendimi aşağılamaya yönelik umutsuz girişimim, Yanami’den yumuşak, rahat bir gülümsemeyle karşılık buldu.
Eğer bir hafif romanın baş kahramanı olsaydım, bu an tam da kalbini kazanacak akıllıca bir şey söyleme zamanı olurdu. Ama benim için, işte bu kadar.
Zaman ilerlemeye devam ediyor, kaybeden bir kahraman için bile. Çiftler birlikte anılar biriktirirken, onun sıradan hayatı sürüp gidiyor. Hiçbir şey söylemeden, sadece rüzgârın sessizliğimizi alıp götürmesine izin vererek koşan öğrencileri izledik.
<* Mevcut Borç : 2.867 yen *>
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.