Yukarı Çık




2.3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   2.5 


           
Evden çıkana kadar saat epey geç olmuştu.

Yazın en sıcak günleri geride kalmış olsa da, akşam güneşi hâlâ şehri soluk kırmızı bir tonla boyuyordu. Çok geçmeden gökyüzü mavinin gölgeleriyle kararıp gündüzü tamamen yutacaktı.

İçimde açıklayamadığım bir huzursuzluk hissi belirdi ve eve giden yolumda adımlarımı hızlandırdım.

İleride, okul üniforması giymiş tanıdık bir siluet fark ettim. Binaların arasından çapraz şekilde süzülen canlı akşam güneşiyle aydınlanan kişi, ağır görünen alışveriş torbaları taşıyan küçük kız kardeşim Kaju’ydu. İçimde hafif bir rahatlama hissederek arkasından yaklaşıp torbaları aldım.

"Kaju korktu! Onii-sama, daha mı yeni dönüyorsun?"

"Evet. Sen de epey geç kalmışsın, Kaju."

"Annem ve babam geç geleceğini söyledi, o yüzden Kaju arkadaşlarıyla biraz lafladı."

Torbaların içine göz attığımda taze udon eriştesi, yeşil soğan, bıldırcın yumurtası ve yam buldum... Şüphe yok ki ailemizin vazgeçilmezi, Toyohashi usulü köri udonu yapmayı planlıyordu.

Aniden, Kaju’nun hafifçe yukarıya bakarak bana göz ucuyla baktığını fark ettim.

"Ne oldu?"

"Onii-sama, Kaju bu hafta sonu evde olmayacak. Sorun olur mu?"

"Bana fark etmez. Ama neden soruyorsun?"

"Şey, Kaju senin kendini yalnız hissedebileceğini düşündü. Tek başınayken ağlamazsın, değil mi?"

Neden herkes beni yalnızlıktan kırılan zavallı biri sanıyor? Gerçekten, bu artık sıkmaya başladı.

"Ben iyiyim. Ayrıca, bu hafta sonu benim de işim var. Kulüp için bir geceliğine eğitim kampına gidiyorum."

"Eh!? Demek sonunda arkadaş edindin onii-sama?"

"Bekle, hayır öyle değil-"

Cümlemi tamamlayamadan Kaju bir anda heyecanla adımlarını hızlandırarak yakındaki bir kuru gıda dükkânına daldı.

"Affedersiniz! Kaju en iyi adzuki fasulyenizden alabilir mi? Kaju, kutlama için kırmızı pilav yapacak!"

"Aa, Kaju-chan. Güzel bir şey mi oldu?"

Dükkân sahibi önlüğüne ellerini silerek dışarı çıktı. Kaju’nun tahmin ettiğimden daha fazla kişiyi tanıyor olması şaşırtıcıydı.

"Şey, Kaju’nun onii-sama’sı nihayet ilk arkadaşını edindi! Kaju bunu kutlamak için kırmızı pilav dağıtmanın harika olacağını düşündü."

"Vay be, bu harika bir haber. Sen abisisin, değil mi? Alışveriş merkezi toplantılarında hep senin için endişeleniyorduk."

Bekleyin, ne? Bu konu ne zamandan beri alışveriş merkezi toplantılarında tartışılıyor? Yani, bu alışveriş merkezine bir daha asla adım atamayacak mıyım?

"Hatta seni damga turu için bir kontrol noktası yapmayı bile düşünüyorduk. Ama sanırım artık gerek kalmadı, değil mi?"

Lütfen yapmayın. Gerçekten, durun.

"Neyse, bu çok sevindirici bir olay. Kaju-chan, burada biraz da yapışkan pirinç var. Kutlaman için hediye olarak al."

"Çok teşekkür ederim amca! Bu arada onii-sama, nasıl arkadaşlar bunlar? Kesinlikle senin gibi harikadırlar, değil mi?"

Kaju’nun gözleri ışıldayarak benden detayları bekliyordu.

"Uh, şey, um…"

"Bekle, yoksa… bir kız mı!? Kaju ne yapmalı!? Sanırım abi olarak senin arkadaşını şahsen sorgulamak Kaju’nun görevi—"

"Hayır tam olarak bir arkadaş edindiğim söylenemez. Sadece Edebiyat Kulübü’ne katıldım, o yüzden orada üst sınıflar ve sınıf
arkadaşlarım var…"

"Bir dakika… Yani bir arkadaş edinmedin mi…?"

"Uh, hayır…"

Dükkânın içi bir anda ölüm sessizliğine büründü. Hareket sensörlü lambalar küçük bir tık sesiyle kapandı. Karanlık.

"Bir daha düşününce, lütfen soya fasulyesi olsun. Kaju, onları kombu yosunuyla hafifçe kaynatacak."

"Ah, evet, tabii. Yanına biraz da arpa vereyim, benden olsun."

Atmosfer bir anda cenaze havasına büründü. Yanlış bir şey mi yaptım?

"U-uh, bundan sonra biraz daha çabalayacağım."

"…Tamam ama lütfen kendini fazla zorlama, olur mu?"

O kasvetli hava hâlâ dağılmamışken, eve doğru yürümeye başladık.

"Yine de, bir kulübe katılman ve bir eğitim kampına gitmen… Bu senin için bir ilk, değil mi?"

"Muhtemelen en son beşinci sınıfta zorla götürüldüğüm izci kampına gitmiştim."

O yaz tatili hâlâ travmamın kaynağı.

"Bir kulübe katılmak, böyle gezilere çıkmak… Onii-sama, küçük adımlarla ilerliyorsun, değil mi?"

"Hım, belki. Daha çok akışa kapılmışım gibi hissediyorum."

"Olsun, bazen olumlu bir akıntıya kapılmak da iyidir."

Kaju hafif bir gülümsemeyle elini uzatarak başımı okşadı.

"Çok çalıştın onii-sama. Evet, aferin sana."

Sonra, taşıdığım alışveriş torbalarından birinin alıp sıkıca kavradı.

"Ne şimdi? Taşımama yardım mı ediyorsun?"

"Evet. Bugün, Kaju seni olabildiğince şımartacak, onii-sama."

Akşam güneşinin altında, Kaju’nun gülümsemesi alacakaranlık sokaklarda parlıyor gibiydi.

İstemeden hafif bir tebessüm ettim ve adımlarımı onun temposuna uydurdum.

Yine de, küçük kız kardeşimin beni böyle şımartması… Hem utanç verici hem de biraz hak edilmemiş gibi hissettiriyor.

…Pekâlâ o zaman, abin biraz daha çaba gösterecek.


<*Mevcut Borç : 2,367 yen*>

---

Cuma sabahı.

Sınıfta hafif bir huzursuzluk havası hâkimdi.

Herkes arkadaşlarıyla selamlaşıyor, muhtemelen hafta sonu planlarını ayarlıyordu. Akıllı telefonlar her yerde bulunabilen iletişim araçları olsa da, yüz yüze etkileşimler hâlâ insan ilişkilerinin temelini oluşturuyordu.

Bu sağlıklı bir yaşam biçimiydi, ancak kendi içinde küçük rahatsızlıkları da beraberinde getiriyordu.

"...Özgürlük ha."

Dirseklerimi sıraya yaslayıp ellerimi birleştirdim ve kendi kendime mırıldandım.

Derler ki, özgürlük ve yalnızlık aynı madalyonun iki yüzüdür. Benim gibi biri için, hafta sonu planları ayarlamanın zahmetine katlanmaya gerek yoktu.

...En azından öyle olması gerekiyordu.

Dün gece, her zamanki gibi güvenilmez olan Tsukinoki-senpai sayesinde, yarınki eğitim kampı için tren ve otobüs saatlerini araştırmak zorunda kalmıştım.

Bu süreçte çevredeki turistik yerleri de incelemem tamamen tesadüftü. Kesinlikle heyecanlandığım için falan değildi. Hiç ama hiç değil.

"Günaydın, Nukkun!"

"Ha? Uh, günaydın…"

Neden bana selam veriyor ki? Şaşkınlıkla önümdeki sıraya göz attım. Oraya oturan kişi Remon Yakishio’ydu.

"Yakishio-san? Şey, hayırdır?"

"Hayırdır mı? Sabah olduğu için, yani, bilirsin işte, günaydın diyorum."

Evet, tabii ama biz selamlaşacak ve sıradan sohbetler edecek kadar yakın mıyız?

Benim şaşkınlığımı görmezden gelen Yakishio, minik yüzünü hafifçe yana eğerek konuşmaya başladı.

"Dünkü olay hakkında düşünüyordum, spor salonunun malzeme odasında. Bugün okuldan sonra—"

"Ne!? S-Sen onu hatırlıyor musun!?"

O sahneyi hatırlarken nasıl bu kadar sakin olabiliyor?

"Ben hiçbir şey görmedim! Gerçekten, hiçbir şey görmedim!"

Yani teknik olarak hiçbir şey görmemiştim ama spor kıyafetleri üzerinden hissettiğim o duygu hâlâ aklımdan çıkmıyordu. Yumuşak... ama aynı zamanda nazikçe sert ve esnek bir his. Gözlerinin içine doğrudan bakmaya cesaret edemediğim için gözlerimi istemsizce kaçırdım.

"Ha? Sen neyden bahsediyorsun? Ben Mitsuki’ye kitap ödünç vermekten bahsediyordum."

"...Kitap mı?"

"Evet, bana ödünç verebileceğini söylemiştin değil mi? İyi misin Nukkun? Yoksa sıcak mı çarptı seni?"

"Ah, uh, evet. O şey. Aynen, aynen, tamamen o. Anladım."

"Tamam o zaman, okuldan sonra görüşürüz."

Elini sallayarak hızla yerine geçen Yakishio’nun ardından derin bir nefes verdim.

...Ha? Ne oluyor?

Sınıftaki bakışları üzerimde hissediyorum. Hem de özellikle erkeklerden gelenleri.


Neden, ama neden sınıftaki erkekler benim gibi bir arka plan karakterine bakıyor? Üstelik bakışları hiç de dostane değil. Kıskançlık ve düşmanlık dolu gözlerle bana bakıyorlar...

"-Olan buydu, ama neden ki?"

Öğle molasında acil çıkış merdivenlerine geçtik. Yanami sepetini çıkarıp soruma kayıtsızca cevap verdi.

"Şey, çünkü Remon-chan oldukça popüler. Ve sen onunla yakınmışsın gibi sohbet ediyordun."

"Bekle, o popüler mi? Huh, anlıyorum..."

Anlıyorum, ha. Popüler, öyle mi?

"...Peki, kim popülerdi?"

"Ne? Remon-chan dedim. İyi misin?"

İmkânsız. O mu? O popüler mi? Neşeli ve sevimli olduğu doğru ama… Onun nasıl biri olduğunu biliyor musun gerçekten?

"Remon-chan parlak ve tatlı biridir. Tabi bazı gariplikleri var ve Tsuwabuki Lisesi’ne girmeyi başarması okulun Yedi Harikası’ndan biri olarak görülüyor, ama yine de."

Yanami kendi kendine kafa sallayarak söylediklerini onaylıyormuş gibi göründü.

"Ne de olsa parlak ve tatlı biri."

Anlıyorum. Eğer durum buysa, itiraz edemem. Gerçekten parlak ve tatlı biri.

Bugünkü bentoma göz gezdirdim. Sepetin içinde iki porsiyon vardı: pirinç topları, sosisler, karaage, brokoli ve diğer basit malzemeler, hepsi paylaşımı kolay olsun diye kürdanlarla düzenlenmişti.

Evet, bu şekilde paylaşmak çok kolay. Ama daha da önemlisi—

"...Başından beri neden böyle yapmadık ki?"

"Değil mi? Başından beri en mantıklısı buydu zaten."

Yanami, kendisi de şaşkın bir ifadeyle mırıldandı.

"Evet, en doğru cevap buymuş."

Onaylayarak bir pirinç topunu ağzıma attım. Peki, bunca zamandır çektiğimiz zahmet ne içindi?

Elle sarılmış bento kutuları, bir ısırıkta dağılan pirinçler, anında tükenen omlet pilavlar… Geçmiş öğle yemeği faciaları zihnimde bir montaj gibi akıp geçti. Gerçi her şey bentonun suçu da değildi.

"Daha da önemlisi, Nukumizu-kun, az önce bahsettiğin kamp… Eğlenceli olacak gibi görünüyor."

"Emin değilim. Bizi bir odaya kapatıp yazı yazdıracaklarını söylediler. Bunun ne kadar eğlenceli olacağını bilmiyorum açıkçası."

Sakince pirinç topumu çiğnerken kıtırdayan bir his fark ettim ve içini kontrol ettim. Doldurulmuş malzeme, Mikawa bölgesinin gururu olan turşulanmış salatalık dilimleriydi.

"Geceyi dışarıda geçireceksin öyle mi? Gidenler Tsukinoki-senpai ve Komari-chan mı?"

"Evet. Erkeklerden de sadece ben ve Tamaki-senpai varız."

Yanami telefonunu çıkarıp bir şeyler aramaya başladı.

"Yakınlarda bir plaj da varmış. Geçen seneki mayom hâlâ iş görür herhalde."

"Bir dakika, mayoları her yıl yeniliyor musunuz?"

Ayrıca, sen de mi gelmeyi düşünüyorsun?

"Şey, her yıl değil ama… Yeni bir mayo görmek istemez misin?"

"Görmek mi? Yani… Zaten bu yıl yeni bir mayo almamış mıydın?"

"Hah? Neden bahsediyorsun, Nukumizu-kun? Ben öyle bir şey yapmadım."

Yanami hafifçe geri çekildi, yüzü hafifçe seğiriyordu.

"Uh… bu biraz iğrenç… ya da, aslında, bayağı iğrenç olabilir?"

Bana iki kez iğrenç dedi. İki kez.

"Hayır, yani hepimizin aldığı mayodan bahsediyorum. Birinci sınıflar olarak okulun belirlediği mayolar için toplu sipariş vermiştik, hatırlıyor musun?"

"...Ah, o şey."

Yanami bir an anladığını belirten bir ifadeyle başını salladı ama sonra hayal kırıklığı içinde tekrar salladı.

"Okul mayosuyla plaja gitmek biraz fazla olur. Açıkçası, iç çamaşırı bile daha iyi olurdu."

"Bekle, gerçekten bu kadar kötü mü?"

Bu, derslerde bu kadar utanç verici şeyler giydikleri anlamına mı geliyor?

"Kötü, hem de fazlasıyla. Ve dürüst olmak gerekirse Nukumizu-kun, yanlış anladığımı biliyor olmana rağmen, az önce söylediğin şey tek seferde diskalifiye olacak kadar iğrençti."

Bu üçüncü kez bana iğrenç dedi. Konuyu değiştirmezsem birazdan saymaya başlayacak.

"Şey, kamp gece konaklamalı olacak, yani tüm hafta sonunu alacak. Programın buna uygun mu?"

"Eh… Aslında… Dün eve dönerken teyzeme rastladım."

Yanami birden gözlerini kaçırdı ve sesi biraz hüzünlü bir tona büründü.

"Teyzen mi?"

"Evet. Hani şu Sosuke’nin annesi. Sosuke’yle çocukluktan beri arkadaşız, o yüzden ailelerimiz de birbirine yakın."

Harika, yine karmaşık bir hikâye geliyor.

"Bana ‘Son zamanlarda sabahları gelip onu uyandırmıyorsun. Ne oldu?’ diye sordu. Komik, değil mi? Şimdi bir kız arkadaşı var, o yüzden gidip onu uyandırmam tuhaf olurdu."

"Y-Yani, sanırım öyle."

"Sonra bana ‘Sen ve Sosuke kavga mı ettiniz yoksa?’ diye sordu. Küçükken ne kadar saçma sebeplerle kavga ettiğimizi hatırlattı bana."

Yanami gözlerini uzaklara, gökyüzünde süzülen bulutlara dikti.

"...Eğer sadece bir kavga olsaydı, en azından barışabilirdik."

Lütfen böyle cevap vermesi zor konular açma.

"Ve işte böyle, ailelerimiz yanlış anlayıp Sosuke ve benim kavga ettiğimizi sanmışlar. Bu yüzden bu hafta sonu bir sürpriz mangal organize etmişler. Beraber."

Yanami hafifçe bana doğru eğildi, gözleri adeta yalvarıyordu.

"Bu yüzden sana yalvarıyorum! Beni plaja götür!"

Resmen 20. yüzyıl dramalarından fırlamış replikler kuruyor.

"Hayır, bu kadar ileri gitmene gerek yok. Neden başka bir yerde takılmıyorsun?"

"Babamın mangal takıntısını hafife alıyorsun! Ben eve dönene kadar, saat kaç olursa olsun mangal yapmaya devam eder!"

"Uh, o zaman belki bir arkadaşında kalabilirsin?"

"Bir arkadaşımda kalırsam aşk hayatı hakkında konuşmamız gerekir ya da ortam acayip gergin olur. Senin aksine, arkadaş kaybetmek istemiyorum tamam mı?"

Ne kadar rahatça kaba davranıyor. Ayrıca benim zaten kaybedecek arkadaşım bile yok.

Ona nasıl hayır diyeceğimi düşünürken Yanami şüpheli bir bakışla bana yan gözle baktı.

"Hey, benim gelmememi sağlamanın bir yolunu mu arıyorsun?"

"Hayır, tabii ki hayır. Bak, durumu bir arkadaşına açıklayıp ondan yardım isteyebilirsin."

Bunu duyunca, Yanami sanki zor bir şey düşünüyormuş gibi kaşlarını çattı.

"Nasıl desem… Sosuke ile ilgili bir şeye arkadaşlarımı bulaştırmak istemiyorum."

"Ah, yani onlara bundan hiç bahsetmedin?"

"Bunu açmaya gerek yok, değil mi? Arkadaşlarım muhtemelen biliyor ama kibarca konudan kaçınıyorlar. Ben de normal davranıyorum."

Güneş ışığı fazla parlakmış gibi gözlerini kısarak Yanami yumuşak bir sesle ekledi:

"Farkında olmayabilirsin ama ben de düşünceli biriyim, biliyor musun?"

"Bana da biraz düşünceli davranabilirsin."

Kendimi tutamayıp laf soktum, buna karşılık Yanami sessizce mırıldandı:

"Şey... Bu tür şeyleri konuşabileceğim pek fazla insan yok, Nukumizu-kun."

"...Uh, şey. Anladım."

Sanki daha önce de buna benzer bir şey söylemişti.

Bu noktada onu geri çevirmek kalpsizlik gibi hissettirirdi. İç çekerek telefonumu çıkardım.

"Senpai’ye soracağım ama… Yanami-san, sen kulüp üyesi değilsin, değil mi?"

"Hemen katılırım! Şu anda katılıyorum, o yüzden bana Tsukinoki-senpai’nin iletişim bilgilerini verir misin? Kendim sorarım."

"Sadece kulübün grup LINE’ını biliyorum. Paylaşmak istesem bile senin LINE ID’ni bilmiyorum."

Yanami gözlerini kırpıştırarak bana şaşkınlıkla baktı.

"Sınıfın grup sohbetinden eklesene beni."

Ah, sınıfın grup sohbeti. Sınıfın…

"Bekle, öyle bir şey mi var?"

"...Hmm?"

Yanami bir an sessiz kaldı. Sonra sanki bir şey dank etmiş gibi telefonu elinde tutarak garip bir şekilde aşağıya baktı.

"Uh... bunun için üzgünüm. Yani, nasıl desem..."

Gözleri tedirgin bir şekilde sağa sola kaydı.

"Ama biliyor musun, bu tür şeyler... tam da Nukumizu-kun gibi hissettiriyor. Yani, senin çekiciliğinin bir parçası falan."

Ne biçim bir teselli bu? "Çekicilik" öyle her şeyi düzelten sihirli bir kelime değil.

"Sorun değil. Çok da umursamıyorum. Zaten LINE’ı yeni kullanmaya başladım."

"S-Şey! Bu sadece senin bireyselliğinin bir parçası! Öyleyse hadi ID’lerimizi değişelim! Bunu nasıl yapacağını biliyor musun?"

"Bana bırak. Şu sallama-sallama olayı var ya, onu yapacağız, değil mi?"

Edebiyat Kulübü’nün grup sohbetine katıldığımda hiçbir şey anlamamıştım ve sonunda telefonumu Tsukinoki-senpai’ye verip işi ona bırakmıştım. Ama artık internetten araştırdım. Bu işi çözdüm.

"Ne? Öyle bir şey yok ki."

"Hah?"

Yok mu? Sallama-sallama nereye gitti? O olay ne oldu?

"Şimdi, sadece QR kodunu aç."

…Bekle, onu nasıl yapacağımı bile bilmiyorum. Tereddüt ettiğimi fark eden Yanami, sormadan telefonumu kaptı ve kurcalamaya başladı.

"Tamam, sana istek gönderdim. Sadece kabul et."

"Ah, şey, tamam. Bu sayede diğer kişi rehberime eklenmiş oluyor, değil mi?"

"Aynen öyle. Şimdi Nukumizu-kun, beni Edebiyat Kulübü grubuna davet et."

Gergin bir şekilde işlemi tamamladığımda, Yanami memnun bir şekilde başını salladı.

"Bu arada, sen Remon-chan ile nasıl bu kadar yakın oldun?"

Yanami, bir kürdanla kalan karaageleri sayarken sıradan bir şekilde sordu.

"Gerçekten o kadar yakın mı görünüyoruz?"

"Sonuçta sana lakap bile taktı."

Nukkun, değil mi? Açıkçası, spor salonunun malzeme odasında yarı baygın haldeyken aklına gelmiş gibi hissettiriyor ve bir şekilde öylece kaldı. Neyse, eğer Remon Yakishio ile bağlantımı düşünürsem…

"Şey, revirde beliren çocuğu hatırlıyor musun? D Sınıfı’ndan Mitsuki Ayano."

"Ah, Remon-chan’ın aşk ışınlarını gönderdiği çocuk mu? Epey yakışıklıydı, değil mi?"

"Ayano, Edebiyat Kulübü’nden bir kitap ödünç almak istediğini söylemişti, Yakishio da aracı olmuştu."

"Hımm~"

Yanami, kalan karaage ve brokoliyi ağzına atarken mırıldandı.

"Hey, ben de sana Nukkun diye hitap etmeye başlasam mı?"

Hah? Neden böyle bir şey yapasın ki?

"Günde 50 yen."

Yanami’nin parlayan gözlerinden kaçınarak başka tarafa baktım.

"Boş ver, gerek yok."

...Kaju, insanlar buna opsiyonel ek hizmet mi diyorlar?

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


2.3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   2.5