Kuzey Bölgesi, Aulka Sokağı. Kapusky Reid, aktivite odasındaki sallanan sandalyeye oturmuş düşünceli bir şekilde ileri doğru bakıyordu. Önünde, kömürle yanan bir şömine vardı. Bir devlet okulu eğitimcisi olarak haftalık dört poundun üzerinde maaş alıyordu ki bu da onun gibi bekar biri için oldukça yeterli bir miktardı. Ancak yine de, adamın ev kıyafetleri yamalıydı ve masadaki çay fincanları da son derece ucuz görünüyordu. Peruğu takılıyken, Kapusky’nin en dikkat çekici özelliği yüksek elmacık kemikleri ve şişik göğsüydü - bir deformite sebebiyle göğüs kemiği dışarı doğru çıkıntı yapmıştı. Dizinde, eski Feysac dilinde yazılmış bir şiir kitabı duruyordu, ancak uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen Kapusky kitabın sayfasını çevirmemişti. Boş, odaksız gözlerle ileri doğru bakarken, aniden hafif bir kıkırdama duydu "Neden kaçmayıp evde kalmayı seçtiğini çok merak ediyorum. Polisin peşine düşmesinden korkmuyor musun?" Ses kısık ve boğuktu, ergenlik dönemine girmiş bir oğlanın sesini andırıyordu. Kapusky korkuyla ürperdi, korkudan neredeyse sandalyesinden fırlayacaktı. Aniden başını çevirip baktığında, kendisinden yalnızca birkaç adım ileride, kanepede bir figür oturduğunu fark etti! Figürün üzerinde yazlık giysiler vardı - keten bir gömlek ve açık renk bir pantolon. Yüzü puslu ve belirsizdi. "S-sen de kimsin? Burada ne yapıyorsun?" Kapusky gergin bir şekilde koltuğun kollarını tuttu. Halüsinasyon güçlerini kullanan Klein geriye doğru yaslanıp kollarını birleştirdi, "Dün gece, heh, bu sabahın erken saatleri desek daha doğru olur, hepinizi ben kurtardım." "Bizi kurtardın mı?" Davetsiz misafirin zarar verme niyeti olmadığını anlayan Kapusky biraz rahatlamıştı. "O-ormandaki sen miydin? Dirilen cesedin icabına sen mi baktın?" Konuşurken tuhaf bir şekilde hareket ediyor, korktuğunu belli ediyordu. Uyanık olmama rağmen evime kadar girdiğini fark etmedim. Bana bir şey yapmaya kalksa kesinlikle karşı koyamam... Bu düşünce Kapusky’nin tamamen rahatlamasına engel oluyordu. "Orada olduğum için çok şanslısınız; aksi halde şu anda hepinizin cesetleri ormanda olurdu - hem de parçalanmış halde." Klein bir kahkaha attı. "Soruma cevap ver, neden evde kalmayı seçtiğini çok merak ediyorum. Hangi suçları işlediğini biliyor musun?" Diriltme ritüelini yürütüş biçiminden ve ritüelden önceki ve sonraki tavırlarından, Kapusky’nin gerçek duygularını saklamayı bilmeyen bir çaylak olduğundan emin olmuştu. Bu nedenle, meselenin özünü anlamak için yalnızca Ruh Görüsünü kullanmanın yeterli olacağını düşünüyordu. En fazla, ondan edindiği bilgileri kehanetle doğrulaması gerekebilirdi. "Bi-biliyorum, gizlice ceset satın almak ve mezar kazıp ölüleri çıkarmak. Bunların hepsi beni on yıldan uzun süre hapse tıkabilecek suçlar. Dahası, kilise de kesinlikle beni cezalandıracaktır." Kapusky derin bir nefes alıp tuhaf bir şekilde gülümsedi, "Ancak, çok sorun çıkarmadığım sürece çocuklar ve aileleri beni ispiyonlamaz, çünkü onlar da aynı şeyi yaptı. Kendi suçlarını itiraf edip soruşturmaya yardımcı olarak daha hafif ceza almak isteseler bile, en azından bir süre hapse girmeleri gerekir." "Heh." Kapusky kendisiyle alay edercesine güldü. "Çocuklardan bazıları ailelerine benim kim olduğumu söyledi bile. Bir hafta içinde istifamı verip okuldan uzak durmamı sağlamak için peşime çete bile taktılar. Ben de kabul ettim." Klein hafifçe başını salladı. "Ortam değiştirmek iyidir. Tabii bir daha aynı şeyleri yapmamalısın. Çocukları suç işlemeye teşvik etmek iğrenç bir şey." "Yapmayacağım, asla. Bu kadar tehlikeli olacağını bilmiyordum. Yalnızca, aynı şeyle ilgilendiğimizi gördüm ve onlara ölümsüzlüğün sırlarını aramalarında yardımcı olmak istedim. Mezar kazmaya gelince, uzun bir zaman önce pek çok doktor da bunu yapıyordu." Kapusky derince iç çekti. Duygu renkleri zihniyle uyum içinde... Kutsal Piskoposluğa üye değil gibi görünüyor... Klein bir an düşündükten sonra sordu, "Ruh Dansını nereden öğrendin?" "Ruh Dansı mı? Ah, biz buna Ölüm Dansı deriz." Kapusky bir an durakladıktan sonra devam etti. "Yaşlı bir beyefendiden öğrenmiştim." "Yaşlı bir beyefendi?" Diyerek üsteledi Klein. Kapusky anılarına dalmış gibi görünüyordu. "Kendisi bir berduştu. Bir gün evimin önünde bayıldığında tanıştık, ciddi bir hastalığı varmış. O zamanlar hasta olduğunu bilmiyordum. Yalnızca bayıldığını sandım, yardım etmek için evime aldım. Isıtılmış bir havlu verip yarasına merhem sürdüm. Uyandığında bana hastaneye ya da kliniğe gitmek istemediğini, ölümün son olmadığını söyledi. Ebeveynlerimi ve birkaç diğer akrabamı kaybettiğimden bu tür konularla ilgileniyordum. Bu nedenle onunla sohbet etmeye devam ettim ve bu konuda oldukça bilgili olduğunu, takdire şayan bir felsefeye sahip olduğunu fark ettim. Merakım onun da hoşuna gitmiş gibi görünüyordu, hatta bir sineği öldürüp geri dirilterek yeteneklerini bana sergiledi." Önceki hayatımda buna benzer en az on roman okumuşumdur. Hepsi, ölümün eşiğinde olan yaşlı birini eve kabul etmekle başlar... Klein’ın dudaklarının kenarı seğirdi. "Ee, bu kadar mı?" Kapusky ciddi bir tavırla başını salladı, "Evet. Yeterli vakit olsa, öğrencisi olmak bile isterdim. O birkaç günde bana pek çok şeyle birlikte Ölüm Dansı’nı da öğretti. Ne yazık ki bu süreç çok kısa sürdü. Tam ben ivme kazanırken o öldü, ondan geriye yalnızca bakır bir düdük kaldı." Kapusky bu sırada elini cebine atıp zarif bir bakır düdük çıkardı. "İşte bu." Bundan bende de var... Klein düşünceli bir şekilde cevap verdi, "Bu ne zaman oldu? Adam nasıl biriydi? Onu nereye gömdün?" "Altı ay kadar önce. En belirgin özelliği, grileşen saçları ve yüzünün yanındaki kırmızı noktalardı. Kendisini arka bahçeye gömmemi söylemişti." Dedi Kapusky kısa bir an düşündükten sonra. Bay Azik değil, ancak büyük ihtimalle bir Kutsal Piskoposluk üyesi ve Yüksek Dizi bir Beyonder... Klein düşüncelerini bir kenara itip konuyu değiştirdi, "Ruh Dansı dışında bir de diriltme ritüeli öğretti, öyle mi?" "Ritüelin yalnızca yarısını öğrenebildim. Öğrendiklerimi geliştirmek için de halk edebiyatından ve oradan buradan bilgi edinmeye çalıştım," Kapusky sorulara gayet dürüst cevap veriyordu. Halk edebiyatı mı? Ah, zavallı kara kedi, tanrıça seni korusun... Klein elini göğsüne götürüp kızıl ayın simgesini çizmek istemiş, ancak bu dürtüsüne karşı koymayı başarmıştı. "Başka?" diyerek üsteledi. "Bir de bu bakır düdük. Duyularımızın ardındaki dünyayla iletişim kurmanın anahtarı bu." Kapusky elini kaldırıp düdüğe üfledi. "Bu düdüğü ne zaman kullansam ortamın soğuduğunu hissedebiliyorum. Sanki biri beni izliyor, beni çekiştiriyormuş gibi hissediyorum..." Bu sırada Ruh Görüsü hala aktif olan Klein, zeminden yükselen dalgalanmalar olduğunu gördü. Soğuk hava eşliğinde, ateş ve ışık da kısılmıştı. Birkaç saniye sonra da, üç çıkık, odaksız gözü olan bir kafatasının belirdiğini fark etti. Kafatasının etrafında siyah eklemli dokunaçlar vardı. Dokunaçlardan biri Kapusky’nin bacağına uzanıp onu çekiştirmeye başladı, oldukça sabırsız görünüyordu. Ancak Kapusky bunu fark etmemiş gibiydi, hiç tepki vermiyordu. Bu bir elçi mi? Bakır düdük elçi çağırmak için kullanılıyor... Ona bir mektup vermeyeceksen, çağırmanın anlamı ne ki? Bu sahne Klein’ı şok etmişti. O anda Kapusky heyecanla başını kaldırdı. "Hissettin mi? Bir anda soğuk oldu! Gaz lambaları da kısıldı! Yalan söylemiyorum! Biri beni izliyor, beni çekiştiriyor!" Korkunç görünümlü elçi Kapusky’e defalarca dokunmaya çalışmıştı, ancak sonunda vazgeçip eli boş bir şekilde yeniden ’yeraltına’ döndü. Bu sahneyi izlerken Klein’ın dudaklarının kenarı seğiriyordu. Kendi kendine mırıldandı, Onun hakkında söylediklerimi geri alıyorum. O bir çaylak değil, tam bir cahil. Bir Beyonder bile değil! Ben ise onun, mistisizm kapılarını yeni aralamış, temel bilgileri yeni edinmiş biri olduğunu sanmıştım, ancak o daha kapının yerini bile bulamamış... Ceset Toplayıcısı ve Ölüm yolunu takip eden herkes hayaletleri ve ruh bedenleri doğrudan görebilir... Kapusky’nin düdüğü kullanış biçimi ve ritüelden sonra zombiye seslenişi, Klein’ı adamın yalan söylemediğine ikna etmişti. Sessizce iç çekti. Sonra, aklına başka bir soru takıldı, Bir not yazıp o elçiye verirsem, not nereye gidecek acaba? Bir Kutsal Piskoposluk üyesine mi? Kıdemli bir üyeye? Ancak bu düşüncelerini bir kenara itip başını salladı, "Gerçekten de soğudu." Sonra da hemen konuyu değiştirdi. "Yaşlı beyefendinin ölümünden sonra alışılmadık herhangi bir şey hissettin mi?" "Eh... Yalnızca, iki hafta önce, sanki etrafımda bir ceset varmış gibi hissetmeye başladım, diriltilebilecek bir ceset." Kapusky merakla sordu, "Bu bir halüsinasyon mu?" Adol’ün söylediklerine benziyor. Adam yalan söylemiyor... Klein kısa bir an Kapusky’nin aura renklerini inceledikten sonra içten bir tonla cevap verdi, "Önümüzdeki ki ay boyunca, haftada en az üç kez bir katedrale gitmeni, ayine katılıp duaları dinlemeni öneriyorum. Bunu yapmak istemiyorsan, önce kendine bir mezar hazırlayabilirsin." "Pekala..." Kapusky hayal kırıklığına uğramış gibiydi. O, bunun kendi gelişiminin bir tezahürü olduğuna inanmıştı! Klein bir an düşündükten sonra emreder bir tonda devam etti, "Beni o yaşlı beyefendinin cesedine götür." "Ha? Peki." Klein’ın isteğini reddetmek üzere olan Kapusky, içinde bulunduğu durumu düşünerek bundan vazgeçmişti. Araçlarını alıp mutfaktaki arka kapıya yöneldi, bahçeye geldiklerinde eğri bir ağacın önünde durdu. Klein kenarda durmuş Kapusky’nin usta bir tavırla toprağı kazışını izliyordu. Kapusky, bir süre kazdıktan sonra diğer araçlarını kullanarak taş levhayı kaldırdı. Oof! Levha, az önce kazılan toprak yığınının üstüne düştü. Çok da derinde olmayan tabut, bulutların arasından süzülen kızıl ayın ışığıyla hafifçe aydınlandı. Kapusky, birkaç saniye çukura doğru baktıktan sonra aniden acı dolu bir çığlık attı. Geriye doğru birkaç adım sendeleyip çok geçmeden yere yığıldı. Tabutun içinde çürüyen bir ceset ya da kemikler yoktu. Alt katman, sarı yağla boyanmış beyaz tüylerle kaplıydı!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.