Beyaz tüyler mi? Boş mezara bakan Klein’ın aklına tek bir şey gelmişti: "Melek!" Yedi kilisenin kutsal kitapları, Melekler ve Azizlerle ilgili efsanelerle doluydu. Bu kitaplarda, Meleklerin bir belirgin özelliğinden bahsedilirdi - Beyaz kanatlar! Ancak o sırada Klein’ın aklına başka bir şey daha geldi. Bir seferinde, Bay Azik ona bir rüyasından bahsetmişti - farklı yaşamlarını gördüğü bir rüyasından. Sahnelerden birinde karanlık bir türbenin içindeydi. Yanında pek çok açık, eski tabut vardı ve tabutların içinde de, sırtlarından beyaz tüyler çıkan cesetler duruyordu. Bu, Ölüm yoluna ait bir özellik mi yoksa Kutsal Piskoposluğun sebep olduğu garip bir olay mı? Klein hiçbir şey söylemeden sakince beyaz tüylere bakmaya devam ediyordu. İlk tahmini, yaşlı beyefendinin bir melek olmadığıydı, çünkü Dizi 2 ya da Dizi 1 seviyesindeki korkunç Beyonderlar da öldüklerinde çevrelerinde yoğun etkiler yaratabiliyordu. Örneğin Tingen Şehri’nin Chanis Kapısı’ndan çalınan Kutsal Eser, Aziz’in külleri, neredeyse görünmez, incecik, siyah çizgiler üreterek etrafındaki insanları ve nesneleri bağlayabiliyordu. Tabii bu adamın ölmemiş olması da mümkün... Belki de Bay Azik gibidir? Klein, eğilip siyah eldivenli eliyle mezardan üç beyaz tüy aldı. Eve döndüğünde, gri sisin üstündeki dünyaya geçip tüyleri kullanarak bir kehanet gerçekleştirmeyi planlıyordu. O anda Kapusky de kendine gelmiş, titrek bir şekilde Klein’ın yanına yaklaşmıştı. "Ceset nerede?" Klein ona bakıp kısık sesle cevap verdi, "Belki de kendi başına gitmiştir." "Kendi başına mı..." Kapusky dehşet içinde tekrarladı, ölülerin diriltilmesinin ne kadar korkunç olduğunu şimdi anlamıştı. Korkudan bacakları titriyordu, "A-ama, ben onun için diriltme ritüeli yapmadım ki." Klein başını çevirip birkaç saniye adama baktı. "Ölüm son değildir." "Ölüm son değildir... Ölüm son değildir..." Kapusky kendi inançlarından korkar hale gelmişti, "G-geri mi gelecek?" Eh, bakır düdüğün çağırdığı elçi, muhtemelen o yaşlı adamın elçisiydi. Yani elçiye mektup vererek o yaşlı adama bir mesaj gönderilebilir. - neredeyse altı aydır ölü olan bir adama... Heh, acaba nereye gitti, ne halde... Klein, Kapusky’nin sorusuna kayıtsız bir tavırla cevap verdi. "O bakır düdüğü bir daha kullanma." "Bakır düdüğün onu çekeceğini mi düşünüyorsun yani?" Kapusky dehşete kapılmıştı. Ancak henüz Klein cevap veremeden devam etti, "B-bu bakır düdüğü benim için Tussock Nehri’ne atar mısın? Y-yoksa, b-ben yapacağım." Ölüm felsefesiyle ilgilenmiyor muydun sen? Klein hafifçe gülümseyerek elini uzatıp bakır düdüğü aldı. Şartlar uygun olduğunda, neler olacağını görmek için ölü adama bir mektup yollamayı planlıyordu. Tabii bütün bunlar için önce bu işin tehlikeli olmayacağından emin olması gerekiyordu. Kapusky’e mezarı yeniden kapatmasını söyledikten sonra Ruh Dansı konusunda birkaç soru daha sordu. Bununla birlikte, adamın cesedini nasıl defnettiği gibi birkaç şeyi de sormuştu. Bazı özel koşullar altında, ritüalistik büyü hazırlığının külfetli kısımları yerine Ruh Dansını kullanmak çok daha etkili ve basit olurdu... Artık amacına ulaşmış olan Klein, Kapusky’i bu tür ritüellere bulaşmaması konusunda bir kez daha uyardı. Sonra da oradan ayrılıp toplu taşıta binerek Doğu Bölgesi’ne geçti. Burada bir kez daha üstünü değiştirip Minsk Sokağı’na döndü, eve girer girmez de odasına gidip kapıyı kilitledi. Vakit kaybetmeden üç beyaz tüyü ve Kapusky’den aldığı bakır düdüğü gri sisin üstündeki dünyaya taşıdı. Aptal’ın yüksek sırtlı sandalyesine oturup arkasına yaslandı. Derin bir nefes alıp zihnini boşalttıktan sonra uzun süre önce kararlaştırdığı kehanet ifadesini yazdı: "Kökenleri." Sonra da tüyleri eline alıp gözlerini kapattı. Kehanet ifadesini sessizce tekrarlayarak rüya alemine girdi. İçinde bulunduğu grimsi beyaz ortam tamamen bulanıktı Bu dünya son derece karanlıktı, en ufak bir ışık kaynağı bile yoktu. Ancak bu karanlık aniden kızıl bir gölgeyle aydınlandı. Sarımsı kahverengi toprağın içinden ince, solgun bir el uzandı. Toprağın içindeki figür yavaşça doğruldu. Taş levhayı kaldırmasına gerek olmadan, doğrudan içinden geçerek yeryüzüne ulaşmıştı. Kızıl ay ışığı altında, yırtık pırtık kıyafetleri ve sırtından uzayan beyaz tüyleri belli belirsiz görülüyordu. Başını eğdiğinde yüzündeki kırmızı noktalar ve boş, duygusuz bakışları ortaya çıkmıştı. Beyaz saçlı adam aniden yürümeye başladı, çitlerle birkaç saniye mücadele ettikten sonra karanlığın derinliklerine doğru yürümeye başladı. Adam karanlığın içinde kaybolurken rüya da parçalanmış, Klein gözlerini açmıştı. Beyaz tüyler cesedin sırtından çıkıyordu... Bayan Sharron’un haline benzer bir durumda, ancak tamamen de aynı değil. Oldukça ağır ve cismani bir his uyandırıyor... yarı doğal, tamamlanmamış bir dönüşüm içinde, insan bedeni ile ruh beden arasında bir halde gibiydi? Gerçek dünyayı yeraltı dünyasına bağlayan bir elçi olabilir mi? Klein parmaklarını uzun masanın kenarına hafifçe vurarak düşünmeye devam etti. Bir süre sonra, Kapusky’den aldığı bakır düdüğü kullanmanın tehlikeli olup olmayacağını öğrenmek için bir kehanet daha gerçekleştirdi. Cevap olumluydu, üstelik ruh sarkacı büyük bir ivmeyle hareket ediyordu. Bakır düdüğü gri sisin üstünde kullanamamam çok kötü... Elçi buraya ulaşamaz; aksi halde hiç tehlike olmazdı... Klein derin bir nefes aldı, bu düşünceleri bir kenara bırakıp gerçek dünyaya dönmeye karar vermişti. …. Sabahın erken saatlerinde, İmparatoriçe Bölgesi’ndeki bir ormanda. Yuvarlak suratlı, otuzlu yaşlarındaki Eczacı, ormanın ıssız bir köşesine ektiği otları topluyordu. Günün görevini tamamladığında doğrulup vücudunu germeye başladı. Halinden son derece memnun görünüyordu, "Bünyem oldukça büyük bir gelişme kaydetti. Artık zehirli elementlere karşı çok daha dirençliyim. Ancak... Dizi 8 iksirimin adı neden Hayvan Terbiyecisi? Bunun Eczacı’yla ne ilgisi var? Eh, Eczacı da bitkileri ve ölmüş hayvan parçalarını kullanıyor... Ancak Hayvan Terbiyecisi’nin işi canlı hayvanlarla. Acaba buna Beyonder yaratıklar da dahil mi? O halde, Dizi 7’ye geçtiğimde insanları ehlileştirip kullanabilecek miyim? Bırak formülü vermeyi, moruk bana Dizi 7’nin adını bile söylemedi. İstikrarlı bir hale kavuştuğumda onunla iletişime geçmeyi denemem gerekecek." Eczacı, güçlenen yeni bedenine alışmak için havaya yumruklar ve tekmeler savurmaya başladı. Daha fazla devam edemeyeceğini fark ettiğinde de durup derin bir nefes aldı. Vooş...Nefes nefese kalmış halde, aklına takılan ciddi bir sorunu düşünüyordu: Nasıl Hayvan Terbiyecisi rolü yapacağım? "Hayvan Terbiyecisi... Nasıl olmalı? Hayvanlar bulup onları evcilleştirmeye çalışsam?" Kendi kendine mırıldanmaya devam ederken aniden bir şey hissedip yapay göle doğru baktı. Orada, mutlu bir şekilde koşan koca bir golden retriever vardı. Dev köpek de Eczacı’nın bakışlarını fark etmiş gibi aniden başını ona çevirmişti. İkilinin bakışları buluştuğunda, golden retriever donup kaldı. Ancak çok geçmeden, çevik bir şekilde dönüp koşarak gözden kayboldu. …. Hall ailesinin lüks villasında. Susie piyano odasına dönüp Audrey’nin ayaklarının dibine oturdu, dilini dışarı çıkarmış ağır ağır nefes alıp veriyordu. Sarışın kızın parçayı bitirmesini bekledikten sonra korku içinde söze girdi, "Audrey, korkunç bir adamla karşılaştım. Bakışları çok korkunçtu!" "Öyle mi? Sana ne yapmak istedi ki?" Diye sordu endişelenen Audrey. Susie bir an düşündükten sonra sahibine cevap verdi, "Ben de bilmiyorum. Kısacası, çok tehlikeliydi. İçgüdülerim bana bunu söylüyor." "Nasıl biriydi?" Audrey, görevlileri göndererek adamı uyarmayı düşünmeye başlamıştı. "Net bir şekilde göremedim. Ancak düşmanım olduğunu hissedebiliyordum!" Susie son derece ciddiydi. Düşman mı? Köpek türü bir düşman mı? Audrey zarif bir şekilde gülümsedi. "Susie, bir süre ormandan uzak dur." "Vuf, Audrey, kötü mü hissediyorsun? Müziğinden pek iyi bir ruh halinde olmadığını hissettim," dedi Susie endişeli bir tonda. Audrey hafifçe başını salladı, "Evet... Glaint’ten haber geldi, Fors ve Xio bu akşamki toplantının iptal edildiğini bildirmiş. Senin için birkaç Beyonder malzemesi almayı planlıyordum." Ayrıca Psikoloji Simyacıları’na üye olan birkaç kişiyle iletişim kurabilmeyi de umuyordum... "Neden iptal olmuş ki?" Diye sordu Susie şaşkın bir şekilde. Audrey bir an düşündükten sonra cevap verdi, "Seri cinayetlerden dolayı olduğu söyleniyor." …. Cumartesi sabahı, Backlund’da hava her zamanki gibi kötüydü. Klein, çocukken severek yediği bir erişte yemeğini yapmaya çalışıyordu. Özellikle bu yemek için aldığı kaliteli undan kaseye döktükten sonra üzerine su ve şeker ekleyip karıştırmaya başladı. Karışım macun kıvamını aldığında onu bırakıp başka bir tavaya biraz yağ döktü. Yağ ısındığında, çorba kaşığıyla unlu macundan alıp tavanın içine bıraktı. Tavadan cızırtılar çıkarken birkaç dilim de ekmek kesti. Yemek pişmek üzereyken raftan bir tabak çıkarıp özenle dilimleri içine yerleştirdi. Tavada pişen diğer şeyleri de tabağına doldurduktan sonra eserine hayranlıkla baktı. Yemeğinin soğumasına izin vermeden tabağını alıp yemek odasına geçti ve keyifle yemeye başladı. Ekmeğin zengin buğday kokusu inanılmaz derecede tatmin ediciydi. Yemek son derece sade ve basit olmasına rağmen aşırı lezzetliydi. Anılarımdaki lezzetin aynısı... O yemeğini bitirmek üzereydi ki aniden kapı çalındı. Yeni bir görev mi? Klein peçeteyle elini ve ağzını silip kapıya yöneldi. Daha kapı koluna bile dokunmadan, ziyaretçisinin figürü zihninde belirmişti. Beyaz favorileri olan, ince yüzlü, orta yaşlı bir adam. Bu, polisle işbirliği yapan özel dedektif Isengard Stanton idi! Neden geldi ki? Klein şaşkın bir şekilde kapıyı açıp gülümsedi, "Günaydın Bay Stanton. Bir sorun mu var?" Isengar şapkasını çıkarırken gülümsedi. "Günaydın Bay Moriarty. Sizinle çalışmak istiyordum. Sizin olağanüstü bir dedektif olduğunuzu düşünüyorum. Sonuçta daha önce, Doğu Balam Rıhtımı’ndan Rıhtım Birliği’ne koca bir soruşturmayı tek başınıza yürüttünüz." "Birlikte çalışmak mı?" Klein şaşkınlığını gizleye gereği duymadı. Isengard siyah bastonunu yere vurdu, "Seri cinayetlerin ardındaki katili bulmak için. Polis 2000 pound teklif etti."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.