Yukarı Çık




327   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   329 


           
Atların çektiği aracın tekerleri rayın üzerinde dönmeye başladı. Ağır vagon istikrarlı bir şekilde ilerlemeye devam etti ve kısa süre içinde hiçbir şey olmamış gibi o sokaktan uzaklaştı.
Klein, elinde bastonuyla, yüz ifadesini hiç bozmadan oturmaya devam ediyordu. Ancak iki durak sonra inip, ara sokaklardan dolanarak Şeytan’ın öldürüldüğü yere doğru gitti.
Amacı Şeytan’ın Beyonder özelliklerini bulmak değildi, kilisenin üst düzey uzmanlarının bu konudan haberdar olmaması imkansızdı. Ondan geriye kalan Beyonder özelliğini kesinlikle çoktan almış olmalılardı. O homurtunun kaynağını bulmaya da çalışmıyordu. Sonuçta çok uzun bir zaman geçmişti, yoldan araçlar ve insanlar geçiyordu, geride herhangi bir ipucu kalmış olması pek mümkün değildi... Kehanetle bile bir cevap elde edilemezdi muhtemelen.
Klein’ın bu sokağa dönme sebebi, sokakta kalan ince ayrıntıları gözlemlemek ve o tuhaf savaş ortamını yaratan Mühürlü Eser’in doğasını anlamaktı. Bu ona, gelecekte hazırlıklı olma fırsatı verecekti.
Ayrıca Sihirbaz rolü de yapmış oluyorum... Klein, gri gökyüzünün altında, gaz lambalarının sıralandığı kaldırımda tempolu adımlarla ilerlemeye devam etti.
Araçtan inmek için iki durak geçmesini beklemesinin sebebi, gizlice savaş alanını izleyen resmi Beyonder’ın radarına takılmaktan korkmasıydı. Onlarla karşılaşmamak için elinden geleni yapıyordu.
Düzgün giyimli, elinde bastonu olan Klein sonunda tam olarak Şeytan’ın öldüğü yere ulaşmıştı. Ancak sokakta mücadeleye dair en ufak bir iz yoktu ve yayalar da hiçbir şeyin farkında gibi görünmüyordu.
O Mühürlü Eser gerçekten büyülü olmalı. Büyük ölçekli hipnozdan bile daha etkili. Klein, hemen adımlarını yavaşlatıp Ruh Görüsünü aktif hale getirdi.
Alanı turlaması yarım saat sürmüştü, ancak Ruh Görüsü çabaları bile boşunaydı. Hedef bölgede her şey sıradandı.
    Klein’ın manevi algısı tek bir şey sezinliyordu: kapsamı ve sınırları.
Bloğa girip başka bir yönden çıktığımda sanki farklı bir dünyaya girmiş gibi bir yanılsama hissettim. Yani, Mühürlü Eser’in etkisi en az bir bloğa kadar ulaşabiliyor, en üst sınırından ise henüz emin değilim. Klein, hedef sokağın başında durup bir süre düşündükten sonra geri döndü. Nezih bir kafeye girip bir fincan Southville kahvesi sipariş ettikten sonra pencerenin kenarında bir yer bulup oturdu.
Bir yandan zengin aromalı kahvesini içerken bir yandan da gittikçe kalabalıklaşan sokağı gözlemliyordu.
Ancak ne yazık ki herhangi bir değişiklik yoktu, Klein aradığını bulamamıştı.
Tabii yine de eli tamamen boş kalmamıştı. En azından bir Sihirbaz’ın ’asla hazırlıksız performans sergilememesi’ gerektiği kuralını çıkarmıştı.
Vücudundaki iksir çökeltisinin biraz hareketlendiğini hissetmişti.
Akşam olduğunda, gözlem yapmayı bırakıp toplu taşıtı kullanarak Minsk Sokağı’na geldi.
Sokaktaki gaz lambaları çoktan yakılmıştı, solmuş yapraklarla dolu çimento zemin mavi bir tona boyanmıştı.
Klein, elinde bastonuyla Avukat Jurgen’in evinin önünden geçip Birim 15’e yöneldi.
O sırada aklına bir şey gelmişti. Evdeki tüm malzemeler bitmişti. Eve dönerse akşam yemeği hazırlayamayacaktı!
Ah, kasaba ve manava mı uğrasam... Yoksa önce karnımı doyuracak bir restoran mı bulsam? Birkaç saniye düşündükten sonra bu gece biraz tembellik edip hazır bir şey yemeye karar verdi.
Bu dünyadaki yemeklerin çoğu, oldukça basit ve hızlı bir şekilde yapıyordu, bu nedenle beş dakikada bitireceği bir şey için bir saat yemek pişirmesi gerekmiyordu. Ancak yine de iş zahmetliydi. Dahası, yemek bittiğinde bulaşıklarını da yıkamak zorunda kalacaktı.
Bu nedenle Klein arkasını dönüp restoranların olduğu bölgeye doğru ilerlemeye başladı.
Tabii Avukat Jurgen’in evinin önünden bir kez daha geçmek zorunda kalmıştı.
Cumbalı pencerenin ardından Dedektif Moriarty’nin yüzündeki ’kafası karışmış’ ifadeyi gören Jurgen hemen pencereyi açtı, "Bay Moriarty, şey.... yine anahtarınızı mı unuttunuz? Yoksa kayıp falan mı ettiniz?"
’Yine’ mi? Klein gülümsedi, "Hayır, pek sayılmaz."
Jurgen ciddi bir tavırla başını salladı.
"O halde, neden bize gelmiyorsunuz?
Akşam yemeğinden sonra dönersiniz."
...Klein bir an tereddüt ettikten sonra gülümsedi.
"Benim için onurdur."
İçeri girdiğinde, kara kedi Brody’nin bir köşede patilerini yalamakla meşgul olduğunu gördü. Jurgen de pek fazla sohbet etmeden mutfağa geçmişti.
Klein ceketini asıp şapkasını ve bastonunu da girişe bıraktıktan sonra yemek odasına girdi, masa çoktan yemeklerle donatılmıştı - kararmış biftekler ve aynı karalıkta patates püresi.
Bu görüntü onu pek de şaşırtmamıştı aslında. Avukat Jurgen’in büyükannesi Bayan Doris yaşlı biriydi ve böyle pişirebiliyordu. Yemekleri ne kadar iştah açıcı görünmese de son derece lezzetli oluyordu.
Bu kadın iyi bir şef... Klein Jurgen’in karşısına oturup gülümsedi.
"Siz de yeni mi yiyecektiniz?"
"Evet, yemekten önce pencereden dışarıyı izlemek gibi bir alışkanlığım vardır. Rahat rahat düşünüp kafamı toplamama yardımcı oluyor." Jurgen peçetesini dizine yerleştirip çatal bıçağını aldı.
Ancak Klein şaşkındı, "Bayan Doris nerede?"
Jurgen sessizce iç çekti, "Hava gittikçe soğuyor. Kronik akciğer sorunları geri döndü, bu nedenle bir süre hastaneye yatırıldı."
"Tanrı yardımcısı olsun." Klein, göğsünde üç noktaya dokunarak Buhar ve Makinecilik Kilisesi’nin Kutsal Amblemini çizdi.
Sonra da sessizce bifteğinden bir parça kesip ağzına attı.
O anda aklına çok kritik bir sorun gelmişti, "Ee, o halde yemeği sen mi hazırladın?"
"Tabii. Daha beş dakika oldu," dedi Jurgen.
Bu sofra muhteşem şef Bayan Doris’in işi değilse, o halde bu yemek...Klein’ın dudaklarının kenarı seğirdi. Ancak kalbindeki korkuları bastırıp bifteği ağzına atmaktan başka seçeneği yoktu.
Lokmayı zoraki bir şekilde çiğneyip güçlükle yutarken kaşları istemsizce çatılmıştı. "Neden iki porsiyon hazırlamıştınız ki?"
"Bir porsiyonu hastaneye, büyükanneme götürecektim." Dedi Jurgen başını kaldırıp. "Ben ona da bir şeyler hazırlarım."
"... Demek öyle." Klein, nezaket gereği gizlice derin bir nefes alıp önündeki yemekle savaşmaya hazırlandı.
Onun tabağı bittiğinde Jurgen’in önünde hala bir kısım yemek kalmıştı. Kıdemli avukat çatalını bıçağını bırakıp şarabından bir yudum aldı, "Nasıldı?
En çok hangisini sevdin?
Biliyorum, büyükannem kadar becerikli değilim ancak çok da kötü olmuş olamaz."
Bay Avukat, yüz miyopatisinin yanı sıra tat alma duyunuzda da sorunlar olduğunu düşünüyorum... Kendi standardınızın farkında değil misiniz? Klein gülümseyerek başını soldan sağa kaydırdı, "Beyaz ekmek fena değil."
"Dodge fırınından almıştım." Jurgen yeniden çatalını alıp tabağını bitirdi.
Şarabını da içtikten sonra yeniden Klein’a baktı, "Dedektif Moriarty, size basit bir görev vermek istiyorum."
"Neymiş?" Diye sordu Klein suyundan bir yudum alıp.
Patates püresi çok tuzluydu!
"Büyükannem bir süredir hastanede. Ben de davalarım yüzünden eve sık gelemiyorum. Brody aç kalıyor..." Jurgen başını çevirip kara kediye baktı. "Ben olmadığımda Brody’i besleyip kumunu temizleyebilir misiniz acaba... Yalnız hissetmemesi için bir süre onunla oynamanız da çok mutlu edecektir. Çenesinin altının okşanmasına bayılır. Evet, büyükannem gelene kadar her akşam onda, evin ışıkları yanmıyorsa gelmeniz çok iyi olur, her gelişiniz için size iki soli öderim."
Jurgen’in yüz ifadesi her zamanki kadar ciddiydi. Klein gülümsedi, "Bu gayet basit bir işç Ücreti de oldukça cömert. Böyle bir teklifi neden reddedeyim ki..."
O sırada başını çevirip gülümseyerek Brody’e baktı.
Brody ise hafifçe bedenini çevirip Klein’a sırtını döndü.
Klein’ın gülümsemesi suratında donup kalmıştı.

Böylece çok geçmeden komşusuna veda edip oradan ayrıldı. Karanlık sokaklarda sakince yürüyerek kendi evine döndü.
İşten çıkan insanlar çoktan evlerine dönmüş, akşam yemeklerini bitirmişlerdi. Hala sokakta olan yaya ve araçların sayısı oldukça azdı. Bu nedenle her yer alışılmadık derecede sessizdi.
Bir gaz lambasının altından geçmekte olan Klein aniden eve dönmek istemediğini fark edip yavaşladı. Böylece ayağının dibindeki siyah gölgesi de yavaşlamıştı.
Sammerların evinin önünden geçerken cumbalı pencereden içerinin oldukça aydınlık olduğunu gördü. İçeride insanlar dolaşıyor, kahkaha ve sohbet sesleri geliyordu.
Yan taraftaki kendi dairesi ise karanlık ve sessizdi.
Klein adımlarını hızlandırıp anahtarıyla kapıyı açtı.
İçeri girmeden önce posta kutusunu kontrol etmeyi de ihmal etmemiş, kendisine gönderilmiş olan bir mektup olduğunu fark etmişti.
Kimden acaba? Zarfı alıp sokak lambasının ışığında inceledi.
    Pul yok... Isengard Stanton’un el yazısına benziyor... Hemen içeri girip gaz lambasını yaktıktan sonra zarfı açtı.
Büyük dedektif Isengard şunları yazmıştı:
"... Katilin yakalanıp öldürüldüğünü bildirmekten büyük memnuniyet duyuyorum.
Polis, işimizin ödülün en az yarısını hak ettiğini düşünüyor. Bu hafta içinde ödemeyi yapacaklarını tahmin ediyorum. Ödemeyi alır almaz sizi ve diğer arkadaşlarımızı evime davet edeceğim."

Haber Isengard’a bu kadar çabuk ulaşmış ha? Backlund polisiyle gerçekten oldukça yakın

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


327   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   329