Backlund’un Doğu Bölgesi’nde bir kavşakta. Sokağın bir köşesinde, üstünde yırtık pırtık kıyafetler olan, zavallı görünümlü bir grup çocuk vardı. Mike iç çekip elini cebine attı, çocuklara gidip birkaç kuruş vermeyi planlıyordu. Ancak Yaşlı Kohler hemen onun kolunu tutup engel oldu. "Onlar hırsız!" "Hırsız mı? Peki ya ebeveynleri? Yoksa çeteler tarafından mı kontrol ediliyorlar?" Üst düzey bir gazeteci olan Mike, daha önce hiç Doğu Bölgesi’ne gelmemiş, ancak birkaç çetenin sokak çocuklarına dilencilik ve hırsızlık yaptırdığını duymuştu. "Ebeveyn mi? Kiminin ebeveynleri yok, kiminin ebeveynleri ise hırsız. Tabii siz de haklısınız, çoğu çetelerin kontrolü altında, çetelerin onlara hırsızlığı öğrettiği söyleniyor. Mesela, içine cep saati ve mendil koydukları ceketleri duvara asıyor ve çocuklara pratik yaptırarak, cep saatini sallamadan mendili nasıl çalacaklarını öğretiyorlar. Heh, yoksul evindeyken diğerlerinden böyle duymuştum yani. Bu sokakta yakalanan en genç hırsızın yalnızca 6 yaşında olduğunu hatırlıyorum. Ah, altı yaşında..." Hastalığa kaybettiği kendi çocuğunu anımsamış gibiydi, çaresizce cebine uzanıp bir sigara çıkardı. Ancak sigarayı içmeye kıyamıyor, yalnızca kokluyordu. "Altı yaşında..." Bu rakam Mike’ı da şok etmişti. Klein sessizce iç çekti. "Burası Doğu Bölgesi işte... İnsan toplumundan daha çok ormana yakın olan bir yer... Bu nedenle bu soruşturmaya bir macera gözüyle bakılmalı. Tehlikeli yaratıkların olduğu bölgelerden kaçınmayı öğrenmeli, aynı zamanda da çok da zararlı gibi görünmeyen şeylerden uzak durmalıyız. Yani ormandaki sineklerden. Mike, o çocuklar cüzdanının ne kadar kalın olduğunu görürse, sen ne kadar dikkatli olursan ol bu maceranın bir noktasında muhakkak soyulacaksın. Direnmeye kalkarsan belki senin bedenin de bir sabah Tussock Nehri’nde süzülüyor olacak." "Bay Dedektif, çok haklısınız! Doğu Bölgesi’nde pek çok insan var. Kimse kaybolan birkaç kişiyi önemsemiyor." Yaşlı Kohler de Klein’la aynı fikirdeydi. Mike birkaç saniye dikkatle dinledikten sonra cevap verdi, "1.35 milyon." "Ha?" Soğuktan dolayı Klein’ın sesi biraz boğuklaşmıştı. Mike bir adım öne çıktı, "Doğu Bölgesi’nin nüfus tahmini. Ancak ben eminim ki gerçek rakam bundan daha fazla." "O kadar çok mu?" Yaşlı Kohler şaşırmıştı. Uzun zamandır burada yaşadığından Doğu Bölgesi’nin gecesini gündüzünü deneyimlemişti ve burada çok fazla insan yaşadığını biliyordu, ancak sayının bu kadar yüksek olmasını da beklemiyordu. Tingen Şehri’nin nüfusundan birkaç kat daha fazla... Klein da ister istemez sayıyı en aşina olduğu yer olan Tingen’le karşılaştırmıştı. Birkaç saniye düşündükten sonra ilerideki kavşağa baktı, "Şimdi hangi yoldan gitmeliyiz?" Yaşlı Kohler hafifçe başını salladı, "Kesinlikle düz gitmemeliyiz. O bölge Zmanger çetesinin kontrolü altında. Bu çete son derece acımasız ve mantıksız bir çete. Muhabirlerin röportajlar yaptığını duyarlarsa kesinlikle bizi döverler!" Zmanger çetesi? Bu, 10.000 pound kaybetmeme sebep olmuş ’beyinsiz’ çete değil mi? O adam bir çeşit cellattı. Hmm, adını bile hatırlamıyorum... Neyse ki o 10.000 poundun yerini sonunda Kahin yolunun Dizi 7, 6 ve 5 iksir formülleri, Kara Göz ve Intis Büyükelçisi suikasti aldı... Üçüncü nesil fark motorunun el yazmasını kim aldı acaba... "Zmanger çetesi mi? Çoğunlukla dağlılardan oluşan çete mi?" Diye sordu Mike düşünceli bir şekilde. "Bay Muhabir, onları daha önce duydunuz mu?" Yaşlı Kohler şaşırmıştı. Mike sırıttı. "İsimleri pek çok şeyde geçiyor, Doğu Bölgesi’nin dışında da duyulmuş durumdalar. Üyelerden birinin Intis casusluğu davasına karıştığı söyleniyor." ... Söz konusu kişi, raporu yapan ve aynı zamanda da kurban olan kişi şu anda yanında...Klein elbette bu cevabı yalnızca kafasının içinde vermişti. "Peki madem öyle, neden polis Zmanger çetesini tutuklamıyor?" Kohler bu sorusuyla, toplumun dibinde olan birinin bakış açısını sunmuştu. Yüzünde tuhaf bir ifade beliren Mike iki kez öksürdükten sonra açıklamaya başladı. "Yalnızca suç işleyenleri yakalayabiliriz. Geri kalanlar hakkında kanıt olmadığından onları tutuklayamayız. Dahası, Doğu Bölgesi çok geniş, burada çok fazla insan yaşıyor. Saklanmak isteyen birini bulmak son derece zor.
Bir Zmanger çetesini yok etmek kolay, ancak dağlılar Backlund’a gelmeye ve geçimlerini sağlamak için başka bir yol bulamadıklarından savaşçı geleneklerini sürdürmeye devam ettikleri sürece, daima yeni bir Zmanger çetesi ortaya çıkacaktır." Bu karmaşık bir toplumsal mesele...Klein boğazını temizleyip karşıdaki yolları işaret etti. "Birini seçin." Kohler sokağın sağ tarafına doğru baktı. "Burası Proscrito çetesinin aktif olduğu yer. Sokaklarda ya da barlarda iş yapan kızları kışkırtmadığımız sürece bize aldırmayacaklardır. Heh heh, vakit hala erken, o yüzden sorun olacağını sanmam. Hala uyuyorlardır." ’Proscrito’ kelimesi, Loen dilinde ’kanun kaçağı’ anlamına geliyordu, yani çetenin kendi durumunun oldukça farkında olduğu söylenebilirdi. Klein ve Mike bu seçime itiraz etmedi, böylece grup sessizce sokağa doğru ilerlemeye başladı. Buradaki binalar nispeten daha iyi durumdaydı. Sokaklar da daha temizdi, havada istiridye çorbası, zencefil birası gibi çeşitli yemek ve içeceklerin kokusu vardı. Burada yürürken, Klein açıklanamaz bir aşinalık hissetmişti. Sanki Tingen’e, Demir Haç Sokağı’na dönmüş, önceden yaşadığı o köhne apartmanın önünde duruyor gibiydi. Tek fark, Backlund’un denize daha yakın olması ve daha fazla trafiğin olmasıydı. "Bu bölgeye göre bu nispeten iyi durumda olan bir bina. Buralarda dolaşırken, binada yaşayan beyefendi ve hanımefendilerin... nasıl desem, oldukça temiz olduğunu fark etmiştim." Yaşlı Kohler, sarı renkli üç katlı binayı işaret etti. İyice yaklaştıklarında, binanın üstünden sarkan bir tabela olduğunu fark etmişlerdi. Tabelanın üstünde bir cep saatinin, bir duvar saatinin ve bir tornavidanın resmi vardı, altında da ’Saat Tamiri’ yazıyordu. "Burada bir saat ustası mı yaşıyor?" Klein, orijinal Klein’ın anı parçacıklarında buna benzer bir sahne bulmuştu. O zamanlar, babasından kalan gümüş cep saatini tamir ettirmek için Benson ve Melissa ile buna benzer bir yeri ziyaret etmişlerdi, ancak ne yazık ki saat birkaç kez tamir edilmesine rağmen her seferinde bozulmuştu. Sonunda da Melissa saatle uğraşmaya başlamış ve nihayet tamamen tamir edebilmişti. Bu, o süre zarfında Klein’ın sahip olduğu en iyi şeydi. Klein’ın ’ölümünden’ sonra, hem maddi hem de manevi değeri olan cep saati onunla gömülmemişti. Şu anda Benson’da olmalı, değil mi? O saati her taktığında beni hatırlıyor mu acaba... Klein’ın dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. "Muhtemelen." Mike emin değildi. Genellikle saatlerinde bir sıkıntı olduğunda onları aldığı mağazalara götürüyordu. Mağaza da saatleri anlaşmalı oldukları ustalara ulaştırıyordu. Binaya giren grup, çok geçmeden orta yaşlı, dağınık sakallı bir adamla karşılaştı. Beyefendi banyodan yeni çıkmış, odasına dönüyordu. Üç yabancıyı gördüğünde gözleri parladı, "Tamir ettirmek istediğiniz bir şey mi var?" Ne tesadüf... İçeri girer girmez zanaatkarla karşılaştık... Klein şaşkın bir şekilde başını salladı. Mike cep saatini çıkarıp gülümsedi, "Evet, cep saatim son zamanlarda sıkıntı çıkarıyor. Bir bakabilir misiniz acaba?" Kimliğini açıklamayı, yalnızca sohbet ediyormuş havasında röportaj yapmayı planlıyordu. Orta yaşlı adam gülümseyerek başını salladıktan sonra onları iki odalı daireye doğru yönlendirdi. "Lütfen bir dakika bekleyin. Gidip aletlerimi getireyim." "Aletleriniz burada değil mi?" Diye sordu Mike şaşkın bir şekilde. Saat ustası başını iki yana sallayarak güldü. "Olur mu öyle şey? Alet seti çok pahalı. Tek başıma tüm seti satın almamın imkanı yok. Ancak birkaç kişiyle para toplayıp alabilirdik, böylece hepimiz faydalanabiliyoruz. Bu nedenle de birlikte yaşamaya başladık. Heh heh, bu çok daha rahat oldu. Birbirimizden uzak yaşıyor olsak çok zaman kaybedecek ve aletlere ulaşabilmek için toplu taşımaya para ödemek zorunda kalacaktık." Adam konuşmaya devam ederken odadan çıkıp diğer tarafa yönelmişti. Demek bir saat ustasıyla karşılaşmamız tesadüf değilmiş. Burada yaşayanların çoğu bu mesleği yapıyor...Klein hafifçe başını salladı. Kohler bakışlarını odada gezdirdi, bu ortama imrendiği belli oluyordu, "Hastalanmadan önce ben de böyle bir yerde yaşıyordum. Karım ufak tefek terzilik işleri yapıyordu. Çocuklarım da, çocuklarım da..." Mike sessizce iç çekti. "Saat ustalarının zengin olduğunu sanıyordum." "Ben de..." Klein da Mike’ın sessiz iç çekişine dahil oldu. … Klein, Mike ve Kohler, binadaki birkaç kişiyle daha samimi sohbetler ettikten sonra bir kez daha sokağa dönüp maceralarına devam ettiler. Henüz yüz metre kadar ilerlemişlerdi ki, kavga eden insanların sesini duydular. İki kadın birbirine küfürler savuruyordu. Klein, bu kısacık an içinde daha önce hayatında duymadığı pek çok kelimeyi duymuştu. Tartışmalarının sebebi, soldaki kadının sağdakini evi kirletmek ve ses yapmakla suçlamasıydı. Sağdaki kadın, bütün bunların kendisiyle bir ilgisi olmadığını düşündüğünden diğerini azarlıyordu. Sonuçta, geceleri konuk ağırlayıp gündüzleri uyuması için kimse onu zorlamamıştı. "Bir çamaşır işçisi?" Diye sordu kaşları hafifçe çatılan Mike. "Evet, onu tanıyorum. Dul kalmış bir kadın, iki kızıyla birlikte insanların kıyafetlerini yıkıyor," dedi Kohler kendinden emin bir tavırla. Mike birkaç saniye düşündükten sonra cevap verdi, "Beni onların evine götürün lütfen." Yaşlı Kohler başıyla onayladı. Böylece grup, kavga eden kadınların etrafından dolaşarak harap haldeki apartmana girdi. Çamaşır işçisinin odasının önüne vardıklarında, Klein rutubeti hemen hissetmişti. Odanın içi, kuruması için asılmış kıyafetlerle doluydu. On yedi-on sekiz yaşlarında bir kız, geniş bir leğenin önünde eğilmiş baloncuklar içindeki kıyafetleri temizliyordu. Ondan daha da genç görünen bir kız da, elinde ıslak ketene sarılı bir ütüyle bekliyor, yıkanan ve kuruyan kıyafetleri alıp dikkatle ütülüyordu. Hareketlerindeki bu özen, daha önce buhar tarafından birkaç kez haşlandığını gösteriyordu. Burası onların hem iş yeri, hem de gece uyudukları yerdi. Odadan yayılan ıslak nem, vücutlarına nüfuz ediyordu. Buna ek olarak, oda oldukça belirgin kokularla doluydu. "Korkunç değil mi?" Mike parmaklarıyla burnunu sıktı. O sırada Klein bir kez daha öksürdü, "Üşütmüşüm."
Mike burnunu sıkmayı bırakıp odaya girdi, "Ben bir muhabirim. Bir çamaşır işçisiyle röportaj yapmak istiyorum." Kıyafetleri temizlemekle uğraşan kız başını iki yana salladı, "Yapacak çok işimiz var, vakit kaybedemeyiz." Mike’ın röportaj talebi böylece reddedilmişti. Ancak onun ısrar etmeye niyeti yoktu, yüzünde kederli bir ifadeyle, sessizce arkasını dönüp sokağa yöneldi. "Hadi devam edelim." … Gümüş Şehir. Hem görsel hem de işitsel yanılsamalar deneyimleyen Derrick Berg, kapsamlı bir şekilde incelendikten sonra kulenin dibine indirildi. Kontrol kaybı belirtileri gösteren Gümüş Şehir sakinleri burada tedavi edilmeye çalışıyordu. Derrick, kasvetli, ürkütücü koridordan geçerken tuhaf bir ürperti hissetti. "Yardım edin!" O anda, kilitli odaların birinden keskin bir çığlık yükseldi. "Yardım..." İkinci seferde ses aniden kesilmiş, ortam sessizliğe gömülmüştü.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.