Yarım saat kadar gözlem yapıp beklenmedik bir durum olmadığından emin olan Klein ve Emlyn, kendi düşüncelerine dalmış bir şekilde, sessizce Avukat Jurgen’in evinden ayrıldılar. Kısa süre sonra 15 Numaralı binanın önüne ulaşmışlardı. Vampir Emlyn yumruğunu ağzına götürüp hafifçe öksürdü, "Ödeme tamamlandı. Umarım gelecekte bir daha karşılaşmayız." Kulağa çok hoş geliyor, ancak Bay White, önemli bir şeyi unutmuyor musunuz? Klein nazik bir şekilde gülümsedi. "Zaman zaman Peder Utravsky’i ziyaret edeceğim, umarım seni orada görmem. Bu, seni ruhunun içindeki lanetten kurtarmak için yöntemler aramak zorunda kalmayacağım anlamına gelir hem." Bunu duyan Emlyn’in yüzünde aniden tuhaf bir ifade belirdi. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra hafifçe çenesini kaldırarak cevap verdi, "Sanguineler arasında pek çok gizemli mistikolog var. Yardım için onlara yazacağım." Cümlesini tamamladığında da elini göğsüne bastırıp eğilerek Klein’a veda etti. Ancak arkasını dönüp birkaç adım ilerledikten sonra aniden adımlarını yavaşlattı. Çok geçmeden de dönüp tereddütlü bir tonda sordu, "Ne pişiriyordun?" "Feynapotter dağlarından acı biber ve pirinçle kemikli turp çorbası," dedi Klein evinden yayılan kokuları içine çekerken. Bu sözler Emlyn’in kaşlarının çatılmasına sebep oldu. "Acı biber Sanguinelerin sevdiği bir şey değildir." Dürüst olmak gerekirse benim için de bir vampirin acı biber yediğini hayal etmek zor. Tabii zaman zaman soğan ve sarımsak yiyen vampirleri hayal ediyorum ama... Klein hafifçe başını salladı. Emlyn birkaç saniye düşündükten sonra kısık sesle devam etti, "Dün gece, uzun bir süre düşündüm ve aslında senin hiçbir şey yapmadığını fark ettim, bu durumda neden ödül istediğine anlam veremedim? O yaşlı adam normalde de gitmeme izin verecekmiş zaten." Klein hafifçe güldü. "Hayır, hesaplar öyle yapılmaz. Ebeveynlerin seni kurtarmak için değil, bulmak için bir görev verdi. Ve sonunda, seni ben buldum. Anlaşmaya göre, ödül bana ait olmalı. Ayrıca, gelip gözünü açmasam, gitmekte özgür olduğunu fark etmen haftalar ya da aylar sürebilirdi. Dahası, zihnine ekilen fidanı da fark etmezdin." "Benim senin kadar zeki olmadığımı mı ima ediyorsun?" Emlyn’in kaşları iyice çatıldı. Hayır, ima etmiyorum, açık açık söylüyorum... Klein bu soruya yalnızca gülümseyerek karşılık v erdi. Sonra da arkasını dönüp muhteşem kokuların yayıldığı evine girdi. … Perşembe sabahı, Klein söz verdiği gibi Doğu Bölgesi’ndeki kafeye gitti. Üzerinde hala aynı ceket olan yaşlı Kohler bir köşede oturmuş çayını yudumluyor, siyah bir parça ekmek yiyordu. Klein adamın yanına gelip uzun zaman önce hazırladığı ödeneği masaya bıraktı. Bu, beş solilik iki, bir solilik dört banknottan ve bir avuç bozukluktan oluşan bir ödemeydi. Yaşlı Kohler bir süre paraya baktıktan sonra titrek sağ elini uzatıp aldı. Paraya tekrar tekrar baktıktan sonra elini kaldırıp gözlerini silerek gülümsedi. "Rıhtımda ağır mallar taşıyor ve ayaklarımız kirli ve soğuk suların içindeyken zahmetli temizlik işleri yapıyoruz, karşılığında aldığımız ise yalnızca bir soli..." Ve burada toplam 15 soli vardı! Klein sessizce adamı dinledi. Birkaç saniye sonra derin bir nefes aldı, "Son zamanlarda duyduğun ilginç bir şey var mı? Fark ettiğin bir şey?" Yaşlı Kohler parayı cebine koyduktan sonra çayından bir yudum daha alıp cevap verdi, "Çok fazla rıhtım çalışanıyla buluştum ve eskiden, serserilik zamanlarımda arkadaş olduğum insanlarla yeniden iletişim kurdum. Bazıları fabrikalarda iş bulmuş, bazıları da hala yoksul evleri ve parklar arasında mekik dokuyormuş. Heh, tıpkı benim de geçmişte yaptığım gibi. Son zamanlarda bir laf dolaşmaya başlamış; madem hepimiz yedi tanrıdan birine inanıyoruz, o halde neden her şeyin Yaratıcısı’na dua etmiyoruz? ’O’nun gerçekten ölmediği ve herkesin ve her şeyin içinde yaşamaya devam ettiği söyleniyor. ’O’na dua etmenin kurtuluş olacağına inanıyorlar. Ve ölümden sonra ’O’nun krallığına girmekle kalmayacağımızı, ölümden önceki hayatımızın da daha güzel olacağını söylüyorlar. Mesela, bu kadar çok çalışmamıza gerek kalmadan her gün yağ ya da et yiyebileceğimizi falan..." Bu... Bu, Aurora Düzeni’nin yaydığı bir inanç mı? Lanevus’a olanlardan sonra Doğu Bölgesi’ndeki yoksullara yöneldiler ve amaçları için onları kullanmak mı istiyorlar? Acaba üç kilise bunu fark etti mi... Muhtemelen etmişlerdir... Klein iki dilim ekmeğin arasına bir parça yağ sürdükten sonra düşünceli bir şekilde ağzına attı. Yaşlı Kohler anlatmaya devam ediyordu, "Bay Dedektif, talimatlarınızı uygulayarak kadın tekstil işçilerine özellikle dikkat ettim. Ancak sonunda, polisin yardımıyla, kadınların mücadelesi başarısız oldu ve liderlerin fabrika denetçisi olmasıyla kadınların üçte biri işini kaybetti. Bazıları aktif olarak yeni işler arıyor, bazıları seks işçiliğine başladı ve bazıları da başka yerlere gitti. Tüm Doğu Bölgesi kaos içinde." Tuğamiral Kasırga Qilangos Backlund’a geldiğinde de durum böyle olsa her gün Doğu Bölgesi’ne gelip birini öldürebilirdi ve kimse bir şey fark etmezdi... Klein sessizce iç çekti. O sırada Kohler bir kez daha kederli bir tonda devam etti, "Bu arada, Liv’in en küçük kızı kayboldu." "Liv?" Klein bu ismi daha önce hiç duymadığından emindi. "Bay Muhabir ile geçen sefer gördüğünüz çamaşır işçisi, hani biriyle kavga ediyordu ya. Hep evde, iki kızıyla birlikte çamaşır işlerini yapıyordu, bir gün kızlar temiz çamaşırları teslim etmekten dönüyormuş ve bir tanesi kaybolmuş. Küçük olan, ne yazık. Kadın yıllardır dul, iki kızından başka kimsesi yok... Ah, Doğu Bölgesi polisinin onu bulmak için bir şeyler yapacağını da sanmam." Şanssız insanlar, tehlikeye direnme ya da içinde bulundukları ortamı değiştirme seçeneğine de sahip olmadıklarından daha da kötü durumlarla karşılaşıyorlar... Klein hafifçe başını salladı. Birkaç dakika düşündükten sonra da cevap verdi, "Beni onlara götürür müsün? Ben bir dedektifim, belki de kızı bulmalarına yardımcı olabilirim." "... Hiç paraları yok ama," dedi Yaşlı Kohler tereddütle. Klein ayağa kalkıp şapkasını ve bastonunu eline aldı, "Bazen gönüllü işler de yapıyorum." … Cherwood Bölgesi’nde, iki kadın tarafından kiralanan bir dairede. Xio hala ödül avcılığına devam ediyor, Fors da, Hile Ustası iksirinin Beyonder malzemelerini alabilmek için hızlı bir şekilde yeni kitabı üzerinde çalışıyordu. Ancak kitap yazmak kolay bir iş değildi. Fors, sinirli bir şekilde saçlarını karıştırıp kalemi bıraktı, biraz ilham alabilmek için yürüyüşe çıkmaya karar vermişti. Yürüyüş yaparken, ayaklarının kendisini aşina olduğu bir yere getirdiğini fark etti. Karşı çaprazında, Yosifov Kliniği vardı, daha önce çalıştığı klinik. Bir süre sessizce dükkana bakan Fors’un aklına, onu Beyonder dünyasına yönlendiren o yaşlı kadın gelmişti. Sağdaki ufak sokağa dönüp kestirmeden geçerek yakındaki başka bir sokağa ulaştı. Sokağın iki yanı da palmiye ağaçlarıyla doluydu. Burası nispeten sakin bir yerdi. Fors, o yaşlı kadının 39 numarada yaşadığını hatırlıyordu. O zamanlar, ilaç teslim etmek, aşı yapmak ya da günlük işlerini halletmek için sık sık kadını ziyaret ederdi. Bunun üzerinden neredeyse üç yıl geçti. Ev çoktan kiralanmış olmalı. Hatta birkaç kez kiracı değiştirmiş bile olabilir... Geride bıraktığı eşyaları toplamaya geldiğim zamanı hala dün gibi hatırlıyorum. Mistisizm hakkında pek çok defter bulmuştum... Fors yavaşça 39 numaraya doğru yöneldi. Geçmiş deneyimlerini anımsarken, yazıları için ilham almaya da başlamıştı. O anda, ağır, yün bir palto giymiş ve siyah bir şapka takmış yaşlı bir adamın 39 numaranın önünde durduğunu gördü. Adam kapıyı çalıyordu. Birkaç dakika sonra, kimsenin kapıyı açmadığını fark ettiğinde başını iki yana sallayıp arkasını döndü. "Hala kimse yok..." Şaşkın görünen adam, o anda Fors’un kendisine baktığını fark etmişti. Hızlı adımlarla ona yaklaşıp gülümsedi, "Güzel hanımefendi, bu bölgede mi yaşıyorsunuz? Laubero ve Aulisa’yı tanıyor musunuz?" Aulisa? O yaşlı kadının adı da Aulisa değil miydi? Bu ev hiç kiracı değiştirmemiş mi? "Benim bildiğim Bayan Aulisa’nın sizin aradığınız kişi olduğundan emin değilim. Kendisi uzun süre burada yaşadı, ancak üç yıl önce öldü." "Üç yıl önce öldü mü? Peki ya Laubero?" "Kocası ondan çok daha önce ölmüştü," dedi Fors. Yaşlı adam şaşırmış gibi görünüyordu. Bir anlık sessizliğin ardından cevap verdi, "Teşekkür ederim hanımefendi. Ben Laubero’nun ağabeyiyim, uzun zamandır Midseashire’da yaşıyorum. Uzun zamandır onlardan mektup gelmiyordu, bu nedenle gelip bir ziyaret etmek istedim. Onlara ne olduğundan biraz daha bahsedebilir misiniz?" Bayan Aulisa’nın kocasının abisi... Aulisa’nın bahsettiği aile büyüğü bu adam olabilir mi? Fors hızla düşüncelerinden sıyrılıp gülümsedi, "Tabii." Bu sırada neyi söylemesi, neyi söylememesi gerektiğini değerlendirmeye başlamıştı bile. Yaşlı adam arkasındaki bir köşeyi işaret etti, "Şurada oldukça güzel bir kafe var." … Klein, bir kez daha Doğu Bölgesi’ndeki o eski, nemli odadaydı. Geçen sefer, mesleğine saygısızlık eden seks işçisi ile kavga eden kadın da buradaydı. Bir giysi yığınının ortasında oturuyordu. Kırışıklıklarla dolu yüzü tüm canlılığını kaybetmiş gibi görünüyordu. Büyük kızı ise zaman zaman hıçkırarak kıyafetleri temizlemeye devam ediyordu. "Hepsi benim suçum. Ona göz kulak olamadım... Onu o tenha sokağa sokmamalıydım. O gece okulda birkaç kelime öğreneceğinden bahsediyordu... Benim suçum, benim suçum..." Liv aniden başını kaldırıp kızına baktı. "Ne diye ağlıyorsun? Kalk da kıyafetleri yıka! Açlıktan ölmek mi istiyorsun? Okula devam edemezsen ne olacak?" O anda kadın donup kaldı, kapıdaki Klein ve Kohler’i fark etmişti. "Yaşlı Kohler... Bu kim?" diye sordu şüpheci bir tonda.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.