Klein, kalemi bırakıp kehanet ifadesinin yazılı olduğu kağıdı eline aldıktan sonra arkasına yaslandı. "Capim’in akşam yemeği saati..." Sesi gri sisin üstündeki boş alanda yankılanıyor, göz kapakları yavaş yavaş düşüyordu. Parçacıklı rüya dünyasında, porselen tabaklarda servis edilen havyar, kızarmış tavuk, kuzu güveci, kaburga bifteği, Ejderha Kemiği Balığı ve yoğun kremalı çorba gibi lezzetler belirdi. Yemeklerin hepsi, çeşitli katılımcıların taleplerine göre onlara özel bir sırayla dizilmişti. Katılımcılar arasında, tombul Capim; orta yaşlı, beyaz başlıklı Harras; ince bluzlu Katy ve yaşlı Parker vardı. Yemek masanın ucuna doğru bakıldığında, muhteşem süslerle dekore edilmiş bir pencere görünüyordu. Pencerenin dışında seyrek bulutlar ve belli belirsiz orada duran kızıl ay vardı. Klein gözlerini açıp rüyasındaki ayın konumunu zihnine not etti. Astroloji bilgilerinden faydalanarak yemek vaktini aşağı yukarı hesaplamıştı. Akşam yedi buçuk ila yedi kırk beş arası gibi görünüyor... Sahnelerden anladığım kadarıyla, Capim ve diğerleri yemeklerinin yarısından çoğunu bitirmişti, yani zamanı 15 dakika daha geriye çekebilirim. O halde, yedi buçuk en iyi seçim... Klein sessizce rüya kehanetinden aldığı vahiyleri yorumlamaya başladı. Yedi buçukta akşam yemeği yemek oldukça normal bir şeydi. Hatta Loen Krallığı’nın ve Kuzey Kıtası’nın geleneğinin bu olduğu söylenebilirdi, çünkü pek çok orta sınıf mensubu - gerek kişisel durumlardan, gerekse düşük kiralardan dolayı - banliyölerde yaşıyorlardı ve işe kısa mesafeli buharlı lokomotifi kullanarak ulaşıyorlardı. Eve de genellikle yedi gibi geldiklerinden yedi buçuk-sekiz arasında akşam yemeği yenmesi gayet normaldi. Klein, Tingen’deyken de aynı deneyimi edinmişti ancak bunun sebebi, evinde hizmetli ya da ev hanımı olmamasıydı. Üç kardeşin yemek yiyebilmesi için önce mutfakta biraz vakit geçirmesi gerekiyordu. Bunun sebebi işten uzak yaşamaları değildi. Sivillerin ve yoksulların yedi buçuk-sekiz arasında yemesinin sebebi buydu. Öğle ve akşam yemeğinin arasında uzunca bir süre olduğundan, üst sınıf vatandaşlara ait olması gereken akşam üstü çayı, orta sınıf vatandaşlar ve siviller arasında da popüler hale gelmişti. Klein, hazırlıklarını tamamladıktan sonra az önceki vahyi tekrar gözden geçirdi. O sırada bir sorun fark etmişti: Capim’in eşi ve çocukları nerede? Oturma odasında yoklardı... Kapım Fırtınalar Lordu’na sıkı sıkıya bağlı da karısı ve çocuklarına ayrı yerde mi yemek yediriyor? Yoksa bunun başka bir sebebi mi var? Ya da evlenmemiş, çocuksuz olabilir mi? Ama orta yaşlı... Klein, bu konuyla alakalı bir kehanet daha yapmaya çalışsa da yeterli bir cevap alamayıp başarısız oldu. 19:30. Gerçek dünyaya dönme vakti gelmişti. … Akşam vakti, evde olmasına rağmen resmi bir papyon takmış olan Capim gözlerini kısmış karşısındaki adamlarına bakıyordu. Yavaş, ancak ürpertici bir tonda konuşuyordu, "Fabian öldü mü?" "Evet patron." Adamları, uzun zamandır Capim’le çalışıyor olmalarına rağmen ondan korkuyorlardı. "Odysseus, bana Bayım diyeceksin. Bayım. Birkaç yıl içinde de Sör Capim demeniz gerekecek." Capim papyonunu çekiştirerek masadaki purosuna uzandı. "Fabian ne zaman ölmüş? Nasıl ölmüş?" "Bu öğleden sonra, bir iş için Doğu Bölgesi’ne gitmişti. Zmanger çetesi ile bir çatışmaya girmiş ve boynundan bıçaklanmış..." Odysseus’un sesi titriyordu. Capim, purosunu içine çektikten sonra kayıtsız bir tonda cevap verdi, "Fabian tam bir aptal. Ancak Zmanger çetesi, onun benim adamım olduğunu bilmeyecek kadar mı aptal?" "Bayım, biliyorsunuz dağlılar Doğu Bölgesi’ne geldiklerinde Zmanger çetesine katılıyorlar ve hepsi birer barbar, çok pervasızlar ve kimin kim olduğunu umursamıyorlar," diye hızla açıkladı Odysseus. Capim homurdandı. "Buranın geldikleri dağlara benzemediğini unuttular mı? Ya da benim kim olduğumu? Odysseus, o bloktaki Zmanger çetesi liderinin cesedini istiyorum. Bunu yapabilir misin? Eğer yapamazsan, karın ve çocuğunla birlikte Tussock Nehri’nin dibini boylayacaksın." "Bayım, hiç sorun değil!" Dedi Odysseus hemen coşkulu bir tavırla. Bir an durakladıktan sonra da kısık sesle devam etti, "Kiminle harekete geçmeliyim?" Capim adamın sorusuna cevap vermek üzereyken aniden kapı açıldı ve içeri orta yaşlı, beyaz peruklu Harras girdi. Odysseus’a buz gibi bir bakış attıktan sonra doğrudan Capim’e döndü. "Adamlarından birinin Doğu Bölgesi’ndeki bir çeteyle çatışmaya girip öldüğünü duydum?" "Evet Bay Harras." Capim, elinde purosuyla ayağa kalktı. Harras gözlerini Capim’in gözlerinin içine dikmişti, "İntikam almak istiyor musun?" Capim’in alnında aniden soğuk terler belirmişti. "Hayır, hiç öyle bir niyetim yok. Bay Harras, yanlış anladınız." Harras hafifçe başını salladı. "Bu kritik süreçte, gerekli olmadıkça sorun çıkarmamak için elimizden geleni yapmamız gerektiğini unutmamalısın." Bir an duraklayıp Capim’in tepkisini inceledikten sonra da devam etti. "Backlund’daki tek insan kaçakçısı sen değilsin. Seni destekliyor olabiliriz, ancak bunu diğerleri için de yapmamız mümkün. Bunu aklından çıkarmamalısın. Seni seçmemin sebebi, yeterince acımasız ve utanmaz olmandı. Bununla birlikte de son derece ihtiyatlıydın. Seni buranın en büyük insan kaçakçısı olduğun için seçmedim yani." Kenardaki Odysseus da ikilinin konuşmasını sessizce dinliyordu. O anda, havaya karışıp yok olabilmeyi diliyordu. Böylece, patronu Capim’in ne kadar mütevazi olduğunu görmek zorunda kalmazdı. Capim, en ufak bir öfke belirtisi göstermeden gülümsedi, "Bay Harras, benim asıl endişem Fabian’ın ölümünün basit olmaması. Planlarınızı bozabilir." "Hayır, ölümünde bir tuhaflık yok," dedi Harras kendinden emin bir tonda. "Herhangi bir geri dönüş almadım." "Öyle mi..." Capim hafifçe başını salladı. "Rahatladım o halde." O sırada Odysseus’a dönüp çıkmasını işaret etti. Adam çıktıktan sonra da kısık sesle devam etti, "Bay Harras, bu seferin hasadında hoşunuza gidecek mallar var." Harras’ın yüz ifadesinin yumuşadığını görünce hemen ekledi, "Gönderilecek olanları topladık bile." Harras hafifçe başını salladı. "Bu gece odama gönder." "Tabii Bay Harras!" Capim’in yüzüne kocaman bir gülümseme yayılmıştı. Ancak Harras gittikten sonra yeniden kasvete büründü. "Umarım bu kez sözünü tutabilirsin... Artık böyle bir şeye karışmak istemiyorum!" O yıl, Hasat Festivali sırasında birinin kendisine yaklaşıp bir grup masum kız istediği zamanı net bir şekilde hatırlıyordu. O günden itibaren, hayatında muazzam değişiklikler olmuştu. Yasadışı köle ticareti piyasa payının beşte birini elde etmişti. Hızla Backlund’un ünlü iş insanlarından biri olmuş, pek çok önemli figürler tanışmış ve onları ahlaksızlık uçurumuna sürüklemişti. Bu noktada ise, çaresizce geçmiş günahlarını telafi etmek istiyordu. ’Capim’in katarsis geçirmesini sağlamak, onun üst kademenin gerçek bir üyesi olduğunu görmek istiyordu. Ancak şimdilik bunu yapamazdı. Elindeki puroya bakarken, kendisinin, güzel bir kadının ve iki çocuğun bulunduğu fotoğraf çerçevesini eline aldı. Çerçevenin yüzeyini okşarken gözlerini kısıp mırıldanmaya başladı, Bu anlaşmadan sonra dönebileceksiniz... Capim, akşam yemeği vaktinde, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle çalışma odasından çıktı. "Madam Katy, en sevdiğiniz havyar ve kızarmış tavuk özellikle sizin için hazırlandı," dedi ince bluzlu kadını gördüğünde. Katy, hiçbir şey söylemeden elini yüzündeki eski yaraya götürdü. Onun sessiz ve şiddetli tavrına aşina olan Capim bu durumu yadırgamamıştı. Kadın yerine otururken, beyaz peruklu Harras içeri girdi. Tüm konuklara başıyla selam verdikten sonra o da yerine oturdu. Yaşlı Parker şarabından bir yudum aldıktan sonra gülümseyerek Capim’e oturmasını işaret etti. Beyaz mendiller açıldı ve yemekler servis edilmeye başlandı. Bir süre sonra, Capim kadehini kaldırıp gülümsedi. "Kutsal Fırtınalar Lordu, güzel geleceğe kadeh kaldıralım." "Güzel bir geleceğe," diye cevap verdi Parker da kadehini kaldırırken. Ancak Harras sessizdi. Yalnızca kadehini kaldırıp belli belirsiz bir baş işareti yaptı. Katy ise onları tamamen görmezden geliyordu. O anda, salonun duvarındaki klasik saat yedi yirmi üçü gösteriyordu. … Backlund Köprüsü bölgesindeki ucuz bir otelde. Kılık değiştirmiş olan Klein, altın cep saatini çıkarıp zamanı kontrol ettikten sonra Kutsal Gece Tozu’nu kullanarak odada bir maneviyat duvarı inşa etti. Sonra da hemen sunağı hazırlayarak ritüeli başlattı. "Ben! Kendi adımla çağırıyorum: Bu çağa ait olmayan Aptal, gri sisin üstündeki gizemli hükümdar, Sarı ve Siyahın şanslı kralı." … Ritüel tamamlandığında, Klein hemen saat yönünün tersine dört adım atarak gri sisin üstündeki dünyaya geçip kendi çağrısına yanıt verdi. Yüksek, yüce sarayın içindeki Çağrı Kapısı’ndan dalgalanan ışıklar yayılıyordu. Bu kapının yüzeyi gizemli sembollerle doluydu. Klein, Güneş Broşu’nu ve diğer mistik nesneleri çıkarıp Ruh Bedenine aktardı. Sonunda da Karanlık İmparator kartını alıp maneviyatıyla sardı. Ruh Bedeni aniden et ve kanla canlanmış gibiydi. Silah tutabilir, bir sandalye ya da masayı hareket ettirebilirmiş gibi hissediyordu! Etrafında, koyu renkli, eterik bir sis yükseldi. Bu sis, vücudunu sararak heybetli bir zırh meydana getirdi. Başında siyah bir taç, üzerinde de aynı renkte uzun bir pelerin belirmişti. O anda Klein, bir maceraya atılmak üzere olan bir imparator gibi görünüyordu. Karanlık İmparator. Klein, derin bir nefes alıp hayali kapının aralığına adım attı. Mum ışığından odaya süzüldükten sonra gecenin karanlığında hızla Capim’in Iris Sokağı’ndaki villasına yöneldi. Çok geçmeden, yapay çeşmenin önüne ulaşmış, villanın girişinde belirmişti. Devriye bekçileri yanından geçiyor, ancak onu göremiyorlardı. Henüz tam olarak gece olmadığından, bahçede Beyonder bekçiler yoktu. Ayrıca, Klein içerideki güçlü Beyonderların içgüdülerinin tetiklenmesinden de endişelenmiyordu. Çünkü Karanlık İmparator kartı kehanet karşıtı özelliğe sahipti!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.