Yukarı Çık




385   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   387 


           
"Ne?" Yaşlı Kohler onu pek iyi duyamamıştı.
Klein, önündeki çukurlu yola bakıp gülümsedi, "Hiç.
Umarım Liv’in ailesi bu durumdan çıkıp daha iyi koşullarda yaşayabilir."
Düşünceleri gerçekten de bu şekildeydi. Foodaholic İmparatorluğu’nun yeni çağının mirasçılarından biri olarak devrimi düşünmesi, kitleleri harekete geçirmesi ve dünyayı değiştirmesi gayet normaldi. Ancak, detayları düşündüğünde yalnızca yoksullar aracılığıyla kendisini kurtaramayacağını hissediyordu. Çünkü bu dünyada beyonder güçleri vardı. Dahası, Beyonderlar nispeten doğaüstüydü ve yalnızca ateşli silahlar kullanmıyorlardı. Örneğin, Mutant yolunun Dizi 5’i.
Bu meselenin yalnızca bir yönüydü. Meselenin diğer bir yönü de Beyonder Özellikleri Muhafaza Yasası’ydı. Malzemelere erişim kısıtlı olduğundan Beyonder kuvvetleri yaygın hale gelemiyor, bu da sayı avantajını etkili bir savaş gücüne dönüştürmeyi zorlaştırıyordu. Beyonderlık yayılsa bile, kontrol kaybı problemi çözülmediği sürece bu bir felaketten başka bir şey olamazdı.
Hiç Yüksek Dizi Beyonder olmasa, bir dereceye kadar bütün bunlarla baş edilebilirdi. Ancak gerçek dünyada, hem yarı tanrılar hem de insanları salisenin binde birinde öldürebilecek Mühürlü Eserler vardı. Ayrıca, tanrılar gerçek ve yüceydi.
Bu şekilde, yoksullar grev ve sokak protestolarıyla direnebiliyorlardı. Ancak silahlanıp ordu kurduklarında durdurulmaz bir karşı saldırı ile karşı karşıya kalacaklardı. Büyük ölçekli, insan psikolojisini etkileyecek bir doğal felaketin gerçekleşmesi çok da imkansız değildi.
Resmi Beyonder kurumlarına denk olan tek kurumlar, çoğunlukla gizli örgütlerdi. Bunlarda genellikle şeytani kuvvetlerle bağlantılıydı, yani onlara katılmakla kişinin karşılaşabileceği en trajik son ölüm bile olmayabilirdi. Bu nedenle, devrim için, başarısı en umut vaat eden yol bir ya da daha fazla kilisenin desteğini almaktı.
Basit grevler ve protestolar yoluyla, katılanların menfaatlerini karşılamaya devam ederken kaç imtiyaz elde edilebilirdi? Rüşvet çok daha kolay kolurdu... Ancak, Gerçek Yaratıcı meselesi Evernight Tanrıçası Kilisesini ve durumdan haberdar olan soyluları harekete geçirmiş gibiydi. Mike’ın üstlendiği soruşturma görevinden ve Bayan Adalet’in verdiği bilgilerden bunu çıkarmak gayet basit... 
    Klein, sonunda düşüncelerini toparlayıp derince iç çekti.
Aklıma gelen tüm fikirlerden sonra, sanırım yoksulların durumu ancak şeytani tanrının dünyaya inme tehdidi kullanılarak iyileştirilebilir.
Ancak şeytani tanrılar da onların etini ve kanını tüketmek için can atıyor; kimsenin kaçamayacağı bir felaket ancak onlardan gelebilir.
Ne harika bir ironi.

Kont Hall’ın İmparatoriçe Bölgesi’ndeki lüks evinde.
Doktor Escalante’nin başka işleri olduğundan, Audrey ikinci psikoloji dersini bir hafta geriye çekmek zorunda kalmıştı.
Ondan daha da heyecanlı olan Susie de doğrudan çalışma odasına koşmuş, hatta en sevdiği oyuncağı olan topunu bile geride bırakmıştı.
Audrey, ders boyunca meraklı tavrını sürdürmüş, Escalante’a mistisizmle alakalı psikoloji soruları sormuştu.
Ders sona erdiğinde, Escalante kızın karşısına oturup arkasına yaslandı, "Bayan Audrey, bu konu hakkında bir seminer düzenledik. Katılımcıların çoğu psikoloji ve mistisizm alanında uzman. Katılmak ister misiniz?"
"Elbette!" Audrey bir an bile tereddüt etmeden cevap vermişti. Bu, çizmeye çalıştığı naif ve meraklı genç kız imajı ile son derece uyumluydu.
Bunu gören Escalante gülümsedi.
"Bunun bir sır olduğunu unutmayın lütfen. Biliyorsunuz, ebeveynleriniz mistisizm çalışmalarına karşı son derece önyargılı. Bir sonraki dersimizde sizi oraya götüreceğim."
"Tabii, sorun değil." Audrey heyecanlı bir şekilde başını salladı.
Escalante çalışma odasından ayrıldıktan sonra da kapıyı kapatıp kitaplığın yanındaki aynanın karşısına geçti.
Birkaç saniye öylece durduktan sonra hafifçe eteğini kaldırıp bir dans dönüşü yaptı. Hareketi bitirdiğinde yüzünde sevimli bir gülümseme vardı, "Audrey, harikasın!"
Audrey, Psikoloji Simyacıları arasına girmenin ilk adımını attığını biliyordu. Seminer büyük olasılıkla pek de çekirdek olmayan bir çevreydi ve muhtemelen daha önünde pek çok test vardı, ancak yine de bu, Psikoloji Simyacıları’na giden kapının açıldığı anlamına geliyordu.
Üstelik bu süreçte dışarıdan destek almamış, yalnızca kendi gözlemleri ve performansı ile Psikiyatrist Doktor Escalante’den gizli niyetini gizlemeyi başarmıştı. Bu nedenle kendisiyle gurur duyuyordu.
"Seminer kulağa oldukça ilginç geliyor." Susie öne doğru eğilip kuyruğunu salladı. "Audrey, ben de katılabilir miyim?"
Katılmak mı? Audrey başını eğip Susie’ye bakarken düşüncelerine dalıp gitti.
Ancak hemen sonrasında kendisini toparlayıp gülümsedi.
"Şimdilik bu mümkün görünmüyor Susie. Ç-çok şüphe çekersin..."
Birkaç saniye durakladıktan sonra da devam etti, "Ancak seni yanımda götürebilirim."

Cumartesi akşamı, Klein Ana Anahtarı ve siyah bastonunu alarak Minsk Sokağı’ndaki evinden ayrıldı. Bugün, bastonu olmadan geri yolunu bulabileceğini sanmıyordu.
Planı, Doktor Aaron’u ’bulup’ rüyasına girmek ve Will ile ilgili rüyayı tetikleyenin ne olduğunu öğrenmekti.
Doktor Aaron’un yaşadığı yeri ise dün öğrenmişti - Hillston Bölgesi, Burningham Yolu 3 Numara.
Klein adrese vardığında saat on biri geçiyordu ve mahalle oldukça karanlık ve sessizdi.
Klein, hızlıca yazı tura attıktan sonra dış çitleri aşıp bahçeye girdi, sonra da Ana Anahtarı kullanarak karanlık koridorda ilerlemeye başladı.
Çevik adımlarla, sessizce ikinci kata çıkıp boş bir konuk odasına gizlendi.
Aaron ve eşinin uyuduğundan emin olduktan sonra da duvardan geçip yatak odasına girdi.
Burada yaptığı ilk şey Uyku Tılsımı’nı çıkarıp efsunu fısıldayarak Aaron’ın eşini derin bir uykuya yollamak olmuştu, böylece kadın aniden uyanıp büyük bir şok yaşamayacaktı.
Sonrasında Klein, şifonyerin önündeki bir sandalyeye oturup Rüya Tılsımı’nı eline aldı, "Kızıl!"
Cümlesini tamamladığı anda avucundaki tılsım parlamaya başlamıştı.
Klein’ın maneviyatı tılsıma akarken, saydam bir alev meydana geldi ve ortama derin bir sakinlik hissi yayıldı.
Bu sakin karanlık, hızla genişleyerek Aaron ve Klein’ı içine almıştı.
Böylece Klein hemen trans durumuna girdi ve kısa süre içinde sonsuz karanlığı ve oval şekilli ışığı gördü.
Maneviyatını serbest bırakıp o hayali ve puslu nesneye dokundu.
Bu hamleyle etrafındaki dünya aniden ters dönmüş ve Klein kendisini çorak bir ovanın ortasında bulmuştu, ayağının dibinde ise çimler değil simsiyah taşlar vardı.
Ovanın ortasında, etrafına dev bir gümüş yılan sarılmış olan siyah bir çan kulesi duruyordu. Yılan başını kaldırmış, kırmızı gözleriyle o yöne buz gibi bakışlar atıyordu.
Ancak Aaron’un tarif ettiğinin aksine, gümüş yılanın fiziksel pulları yoktu, gövdeki yoğun desenler ve sembollerle kaplıydı. Bunların hepsi, tekerleklere benzeyen bir şeyle birbirine bağlıydı ve her tekerleğin etrafında farklı semboller vardı.
Dev yılanın kuyruk ve baş tekerlekleri yarımdı, oldukça uyumsuz görünüyorlardı, ancak Klein, bu yılanın kendi kuyruğunu ısırması durumunda çarkın tamamlanacağını gözlemlemişti. Bağlantı kesilmeyecek, başka bir değişiklik olmayacaktı.
Klein’ın yanında duran Aaron da boş boş ileri doğru bakıyor, yavaşça ilerideki karanlık kuleye doğru ilerliyordu.
Artık Doktor Aaron’u kimsenin yönlendirmediğinden emin olabilirim... Böylece Kabus Beyonder güçleri olasılığı da ortadan kalkmış oluyor... Klein hafifçe başını salladı.
Tabii Doktor Aaron’u durdurmayacaktı, bunun yerine, temkinli adımlarla onu takip ederek siyah kuleye doğru ilerlemeye başladı.
Henüz birkaç adım atmışlardı ki, hedefleri aniden önlerinde belirdi. Dev yılan bedeninin üst kısmını eğmiş, leziz bir tatlıya bakar gibi ağzını açmıştı.
Ancak ağzından çürük kokusu falan gelmiyordu. Kırmızı gözleri soğuk ve acımasızdı, her şeye av gözüyle bakıyor gibiydi; ancak en ufak bir kana susamışlık ya da canilik belirtisi göstermiyordu.
Onun önünde, her şey önemsizlikleri sebebiyle cılız ve eşit görünüyordu.
Birkaç dakika geçmiş, ancak yılan hala saldırmamıştı. Bu nedenle Aaron ve Klein eski, çürümekte olan ahşap kapıya doğru ilerlemeye devam edip karanlık kuleye girdi.
Tıpkı Aaron’un da dediği gibi, kulenin düzeni anormal derecede kafa karıştırıcı ve kaotikti. Merdivenlerin hangi yöne gittiği belli olmuyordu, salonlar, kütüphaneler ve odaların bazıları ters çevrilmiş, bazıları ise birbirinin içine erimişti. Bu, gerçek dünyada var olması mümkün olmayan bir binaydı.
Birkaç duvardan ve kapıdan geçtikten sonra, Klein kulenin tam olarak neresinde olduğunu belirleyemez hale gelmişti. En üst katta mı yoksa bodrumda mı olduğunu anlamasının hiçbir yolu yoktu.
Ancak aniden, yoğun karanlığın ortasında, köşeye kıvrılmış bir figür olduğunu fark etti.
Aaron’un yaklaştığını hisseden figür doğrudan ayaklanıp tek bacağı üstünde zıplamaya başladı.
Klein da onu ancak yakınlaştığında görebilmişti. Onurlu ve güçlü, ergenlik çağlarının başında, korku içinde bir çocuktu bu.
Aşağı yukarı 1.40 boyunda olan çocuğun sol baldırı yoktu. Bunun ameliyat geçirmiş olan Will Auceptin olduğu gayet barizdi.
    Elinde de bir tarot destesi tutuyordu. Kapkara gözleri neşe ve şaşkınlık, korku ve dehşetle doluydu.
"Doktor Aaron, yılan beni yemek istiyor!"
Çocuk aniden kan donduran bir çığlık attı, dev, gizemli gümüş yılan tam önünde duruyordu.
Vooş!
Elindeki tarot kartları yere düşen çocuk yumruklarını tüm gücüyle sıkmıştı.
İlk şaşkınlığını hemen üzerinden atan Klein iyice odaklanıp sahneyi inceledi, düşen kartlardan açık olanının üzerinde bir çark vardı.
Çarkıfelek kartı!
Vooş!
O anda rüya hızla parçalanmaya başladı ve Klein çok geçmeden kendisini Aaron’un yatak odasında buldu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


385   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   387