Bu kim şimdi? Klein başını kapıya doğru çevirdi. Hasta olmuş gibi hissediyordu; kapı zilinin çalındığını duyma korkusu, Dünya’da yaşadığı telefonunun çalmasına karşı duyduğu korkunun semptomlarıyla aynıydı. Gazeteyi elinden bırakıp önündeki bomboş tabağa son bir bakış attıktan sonra kapıya yöneldi. Henüz kapıya ulaşmadan, gelenin Doktor Aaron olduğunu görebilmişti. Senin çalışman gerekmiyor mu? Klein başını iki yana sallayıp kapıyı açtı. "Günaydın Aaron. Bugün sis oldukça gri." Klein konuğunu gülümseyerek karşıladı. Aaron’un yüzünde hala o her zamanki soğuk ifadesi vardı, ancak bu kez ekstra bir endişe ve korku hissi de veriyordu. Altın çerçeveli gözlüklerini yüzüne doğru itip selam verme zahmetinde bulunmadan konuya girdi, "Sherlock, bir rüya daha gördüm! Yine Will Auceptin vardı!" Ha? Klein neredeyse donup kalmıştı. Bu doğru olamaz... Gerçek kağıt turna bende, gri sisin üstünde, benim hazırladığım turna ise Gece Kuşları’nda. Sendeki bir Gece Kuşu tarafından özensizce hazırlanmış olan kağıt turna ama yine de Will Auceptin’i rüyanda görebiliyorsun ha? Bu hiç bilimsel değil, yoo, mistik değil demeliyim... Klein hemen ciddileşerek arkadaşına cevap verdi, "Aynı rüya mı?" "Hayır, bu kez o kadar korkunç değildi." Aaron biraz daha sakinleşmiş gibi görünüyordu. "Rüyamda Grimm Mezarlığı’ndaydık. Orayı biliyorsun, değil mi?" "Evet," dedi Klein kısaca. Zamanında, bir grup öğrenciyi ve tam bir çaylak olan bir mistisizm meraklısı olan Kapusky’i orada bir ayin yaparken yakalamıştı. Sonrasında da Kapusky’den bir elçiye işaret eden başka bir bakır düdük almıştı. Aaron derince nefes alıp devam etti, "Grimm Mezarlığı’nın dışındaki ormanı gördüm. Orada kabuğu gövdesinden soyulmuş bir huş ağacı vardı, Will Auceptin de o ağacın altında oturmuş sessizce bana bakıyordu." "Sonra ne oldu?" Diye sordu Klein merakla. Aaron başını iki yana salladı. "Rüyam orada bitti." Ne tuhaf bir durum... Doktor Aaron’un rüyasının o kağıt turnayla bir alakası yok muymuş? Hayır, öyle olsa kağıt turna değiştikten sonra rüya da değişmezdi. Dahası, ben de kağıt turnayı kullanarak gri sisin üstünde bir kehanet gerçekleştirdim ve ilgili vahiyler aldım... Klein hafifçe başını salladı, "Bu mesele artık benim algımın ötesinde kalıyor. Benden ne yapmamı istiyorsun, Aaron?" Aaron bir kez daha derin bir nefes aldıktan sonra Klein’ın gözlerine baktı. "Grimm Mezarlığı’nın dışındaki o yere gitmek istiyorum. Şu anda, hala gündüz vaktiyken. Beni koruyabilir misin? Sana bir pound öderim." Rüyanda gördüğün yere mi gideceksin? Gündüz vakti olduğundan muhtemelen tuhaf bir şeyle karşılaşmazsın... Klein bir an düşündükten sonra cevap verdi, "Bu talebi kabul edebilirim, ancak sana önerim aynı katedrale dönüp o piskoposa rüyandan bahsetmen olur." Aaron kuşkulu bir tonda cevap verdi, "Neden sürekli katedrale gitmemi öneriyorsun? Biliyorum, daha önce çok mantıklı bir şekilde açıkladın, bu dünyada mistik güçler olduğundan ve insanlığa rehberlik eden kiliselerin en güçlü mistik güçler olmaları gerektiğini anlatıp buralardan psikolojik rahatlık ve ilgili bağlantıları alabileceğimizi söyledin. Ancak, neden bu kadar da tuhaf olmayan bir şey için bile katedrale gitmemi öneriyorsun?" Klein birkaç saniye düşündükten sonra ciddi bir tonda cevap verdi, "Ben bir dedektifim. Pek çok alışılmadık şeyle karşılaştım, bu nedenle kiliselerin özel doğasını anlıyorum. Ayrıca, ne zaman yardım isteyeceğimi de biliyorum." "Gerçekten mi?" Aaron yüzünde ciddi bir ifadeyle dinliyordu. Klein’ın dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Şaka yapıyorum. Sakin ol Aaron. Önce üzerimi değiştireceğim. Ah, bir de bulaşıkları yıkamam gerek." Üzerinde kalın ceketi olmadan, kapının önünde uzun süre Aaron’la sohbet etmiş olan Klein kaskatı olmuştu. Bu nedenle hemen lavaboya gidip gri sisin üstündeki dünyaya ulaşarak görevin tehlike derecesini değerlendirdi. Görev neredeyse hiç risk taşımıyordu. Görevin tehlikeli olduğunu gösteren bir vahiy alırsa, Evernight Tanrıçası Kilisesi’ni bahane ederek görevi reddetmeyi planlamıştı. … Hillston Bölgesi Sayısız Yıldız Katedrali. "Sherlock, neden bir hizmetçi tutmuyorsun? Büyük bir dedektif olarak, birkaç hizmetli tutmak seni zarara sokmaz," Aaron meraklı gözlerle Klein’a baktı. Araca bindiklerinden beri bu soruyu sormak istiyordu ancak bir türlü konuyu açma fırsatı bulamamıştı. Klein sessizce iç çekti, "Aaron, sana bir hikaye anlatayım. İki hizmetçi, iki aşçı ve bir asistan tutmuş bir dedektif varmış ve hayatı oldukça iyiymiş, ancak bir gün, bir dava üstlenmiş ve son derece vahşi, acımasız biri olan katili bulmuş. Ancak adam intikam almak için dedektifin evine girmiş. Dedektif dövüş uzmanıymış ve sonunda olayı ufak tefek yaralarla atlatmış, ancak hizmetlilerinden ikisi ne yazık ki ölmüş. Anlıyor musun Aaron?" "Anlıyorum," Aaron’un ses tonu empati kurabildiğini gösteriyordu. "Sherlock, böyle bir şey yaşadığını bilmiyordum." Hayır, bu olayın baş kahramanı ben değilim. Bu yalnızca uydurma bir hikaye... Sana doğrudan çok fazla tuhaf ve mistik nesneyle iç içe olduğumu ve evimde daima sözü edilemeyecek sırlar olduğundan hizmetli tutamayacağımdan bahsedemem ya... Klein başını çevirip derince iç çekti. Evi haftada iki kez, çoğunlukla Bayan Stelyn Sammer’ın hizmetlisi tarafından temizleniyordu. Aynı kız çoğu temel temizlik prosedürlerinden sorumluydu ve her temizlik bir soliye mal oluyordu. Bu sırada Aaron ve Klein, Sayısız Yıldız Katedrali’nin salonuna girmişti. İçerisi karanlık ve sessizdi, hiç mum yakılmamış olması Evernight Tanrıçası Kilisesi’nin tarzıyla doğru orantılıydı. Salonun ilerisinde, üzerinde Karanlık Kutsal Amblem’in bulunduğu bir sunak vardı. Yıldızlar kendi aydınlıklarına sahip incilerle kaplanmıştı, kızıl ay ise yakutlardan yapılmıştı. Salonun geri kalanı ise gece kadar karanlıktı. Klein, tek bakışta alanın ışık lekeleriyle dolu olduğunu, kızıl ışığın içeriyi aydınlattığını ve burayı son derece kutsal hale getirdiğini görebilmişti. Ancak yine de, buradaki tasarımın Tingen’deki Aziz Selena Katedrali’nin tasarımından daha basit olduğunu düşünüyordu. Salon zifiri karanlıktı, içeri sızan tek ışık, öndeki yumruk büyüklüğündeki deliklerden geliyordu. Bu sahne yıldızlı bir gökyüzünü andırıyor, insanın huşu duymasına sebep oluyordu. Ancak, bu türde tasarımların bir sorunu var. Gece olduğunda bu etki ortadan kalkacak... Klein rastgele bir yer bulup oturduktan sonra şapkasını çıkardı, bu sırada Aaron da piskoposu bulmak için koridorda ilerlemeye devam ediyordu. Böyle büyük bir salonda oturup dua eden insanlara bakmak Klein’ı aniden sakinleştirmişti. Düşünüyorum da, aslında Tanrıça’nın katedraline üçüncü gelişim bu... … Kış Ülkesi’ndeki Huzur Katedrali’nin içinde. Leonard Mitchell siyah rüzgarlığını giymiş, kırmızı eldivenlerini takmış bir halde yüksek rütbeli diyakoz Crestet Cesimir’in odasına girdi. "Tebrikler, artık resmi bir Kırmızı Eldiven oldun. Tanrıça seni kutsasın." Cesimir elini göğsüne götürüp kızıl ayın simgesini çizdi. Ağzı hala yüksek yakasının ardında gizleniyordu. "Tanrıça’ya şükürler olsun. Bu onur bana aittir." Leonard sağ elini kaldırıp saat yönünde dört noktaya dokundu. Cesimir de böylece lafı daha fazla uzatmadan konuya girdi. "Talebine dayanarak seni Soest’in takımına yerleştirdim. Kendisi bir Ruh Güvenci ve bir mistik nesnesi var. İhtiyacın olacak Beyonder silahını hazırlaması için birine talimat verdim bile. Ekibin bir iblis çağırma davasından sorumlu olacak, sen de araştırmayı gerçekleştirmek için ilgili ipuçları üzerinde duracaksın. Örneğin, Backlund’da arka arkaya meydana gelen olaylar ve bir tarot ritüeliyle ilgili meseleler gibi." "Tabii Peder Cesimir." Leonard’ın bu göreve itirazı yoktu. Bu, intikamımın başlangıcı olacak... diye düşünürken hafifçe başını salladı. … Batı Bölgesi, Grimm Mezarlığı’nın çevresinde. Klein, Doktor Aaron ile birlikte ormanın etrafında dolaşırken toz sebebiyle sık sık öksürmeye başlamıştı. "Belki de burada öyle bir ağaç yoktur. Rüyalar her zaman gerçeği yansıtmaz." Vakit iyice ilerlemişti ve Aaron bile artık kendisinden şüphe etmeye başlamıştı. Neyse ki bir şeyler bulma konusunda iyiyim... Klein bastonuyla bir yönü işaret etti, "Şuraya da bir bakalım, yoksa döneriz." "Pekala." Aaron çaresizce iç çekti. Böylece ikili kısa bir süre daha ilerlemeye devam etti, ancak çok geçmeden Aaron aniden durdu, "Orada, orada!" Birkaç metre ileride, kabuğu soyulmuş bir huş ağacı, sanki onları bekliyormuş gibi sessizce duruyordu. "Rüyamda gördüğümün aynısı," dedi Aaron heyecanla. Klein gülümsedi, "Ancak Will Auceptin burada değil." Aaron huş ağacına yaklaşıp aniden ağacın yanındaki bir noktayı işaret etti, "Will burada oturuyordu, aşağıdaki çamurlu alanı işaret ediyordu!" Aşağıdaki çamurlu alanı mı işaret ediyordu? Klein kenara çekilip neredeyse hiç solmamış olan çimlere baktı. "Kazmak ister misin?" Aaron başını sallayarak onayladı. "Hazır bulmuşken ne olduğunu doğrulamadan bırakmayalım. Sherlock, mezarlığa gidip iki kürek ödünç al." "Ben burada kalsam daha iyi olur. Mezarlığa sen git, sana burada bir şeyler olabileceğinden endişeleniyorum," dedi Klein temkinli bir tonda. "Pekala." Aaron bir an bile tereddüt etmeden mezarlığa yöneldi. Bir süre sonra, para teklif ederek ödünç alabildiği üç kürek ve bir mezar bekçisiyle geri döndü. Kazmaya başladıklarında, Klein aniden aşina olduğu bir koku aldı. Yüzeydeki toprak ayrıldıkça, yavaş yavaş toprağın altındaki şeyler ortaya çıkıyordu. Toprağın altında, çoktan çürümüş olan bir çocuk cesedi vardı! Derisi ve eti her an eriyebilecekmiş gibi duruyordu, çocuğun ağzında ve burnunda pek çok böcek dolaşıyordu. Klank! Aaron’un elinden kayan kürek bir kayaya çarptı. Ağzı açık kalan adam, cesedin bacaklarını işaret ediyordu. Klein, mide bulantısını bastırmaya çalışarak cesede doğru yaklaştığında çocuğun sol bacağının alt kısmının olmadığını fark etti. O anda Aaron da geriye doğru birkaç adım atıp yere yığılmıştı, "Will Auceptin! Will Auceptin!" Bu, Will Auceptin’in cesediydi!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.