Ölmüş mü? Will Auceptin ölmüş mü? Hem de uzun zaman önce ölmüş gibi görünüyor! Bu sahte bir ceset olabilir mi? Klein şaşkın bir şekilde çocuğun cesedine bakarken zihninde soru işaretleri belirdi. Bildiği kadarıyla Will, Canavar yolunun Dizi 1 seviyesinde olan biri ile, bir Merkür Yılanı ile bir şekilde bağlantılı olan özel bir çocuktu. Oynadığı bir kehanet oyununda, yalnızca söylediği "doktor, şansın kötü gidecek" sözü Aaron’un uzun bir süre talihsiz olaylar yaşamasına sebep olmuştu. Aaron’a verdiği kağıt turna ise onun Astral İzdüşümü’nün ruh dünyasına ulaşmasına ve yapay vahiyler elde etmesine olanak tanımıştı. Klein, gri sisin üzerindeyken bile o kağıttan etkili bir sonuca varamamıştı... Böyle bir çocuk nedensiz yere nasıl ölebilirdi? Doktor Aaron’un rüyaları başlamadan önce mi ölmüştü acaba? Peki ya ailesi? Klein gözlerini kısıp dikkatli bir şekilde çürümüş bedeni incelemeye başladı. Cesedin uzandığı toprağın içinde birkaç parçalanmış tarot kartı da vardı. Klein’ın içgüdüleri ona, önündeki bu cesedin çok büyük ihtimalle Will’e ait olduğunu söylüyordu. Bu gerçekten de şok edici, akıl almaz bir şey... İlk fırsatta gri sisin üstündeki dünyaya geçip bunun sahte bir ölüm olmadığını doğrulamalıyım... Bekle bir dakika, bunun benimle ne ilgisi var ki? Zaten bu meseleye daha fazla karışmamaya karar vermiştim, Merkür Yılanı’nın dikkatini çekmek istemiyorum. Bu mesele Mühürlü Eser 0-08’den de daha korkunç olabilir... Klein aniden başını kaldırıp dehşet içindeki Aaron’a ve mezar bekçisine baktı. "Polisi arayın!" "Tamam! Tamam!" Afallayan bekçi kendisini toparlayıp telaşla cevap verdi. Sonra da vakit kaybetmeden, elinde kürekle ormana doğru yönelip hızla mezarlığa doğru ilerledi. Tam da beklediğim gibi, hiç de temkinli olmayan sıradan biri yalnızca. Böyle bir durumda, çevresindeki kötü niyetli olabilecek insanlara karşı dikkatli olması gerekmez mi? Öyle arkanı dönersen bir kürekle başına vurulması işten bile değil... Koşarak giden mezar bekçisinin arkasından bakan Klein sessizce iç çekti. Tingen’de Gece Kuşu olduğu dönemde, çok fazla dava dosyası okumuş ve kurbanların çoğunun yoldaşlarının elinde öldüğünü öğrenmişti. Klein bu düşünce ile Aaron’un yanına gidip elini ona uzattı. "Korkacak bir şey yok. Çoktan ölmüş." "... Beni korkutan da bu zaten." Aaron biraz daha sakinleşmişti, Klein’ın yardımını kabul etmeksizin, kendi başına ayağa kalktı. Siyah paltosu çamur olmuştu, bunu gören Klein, şaşırtıcı bir şekilde adamın kıyafetlerine üzülmüştü. Değerli şeylerin hasar görmesine dayanamayan nazik bir insanım... Bu sırada Aaron’un hala panik halinde olduğunu gören Klein hafifçe güldü, "Bu gibi durumlarda, inandığın tanrıya dua etmek büyük etki sağlar." "Öyle mi?" Aaron şaşıp kalmıştı. Elini kaldırıp göğsüne götürerek sessizce mırıldanmaya başladı, "Evernight Tanrıçası yıldızlardan daha asil, sonsuzluktan daha sonsuzdur. Sadık inananınız sesini duymanız için dua ediyor..." Bu sözleri defalarca tekrarlayan Aaron büyük ölçüde sakinleşmişti, artık az önceki kadar korkmadığını hissediyordu. Bunu gören Klein, göğsünde üçgen Kutsal Amblemi çizip kendi kendine fısıldadı, Buhar ve Makinecilik Tanrısı, tamamen sadakatsiz inananınız sesini duymanız için yalvarıyor... Bu sırada içten içe kendisiyle alay ediyor, aniden bir yıldırımın düşüp kendisini çarpacağını hayal ediyordu. Ancak yıldırım ve gök gürültüsü Fırtınalar Lordu’nun alanına giriyor, Buhar ve Makinecilik Tanrısı’nın değil... Klein alaycı bir tavırla başını iki yana salladı. Yaklaşık 20 dakika sonra, ikisi de yakındaki bir polis karakolunun sorgu odasına alınmıştı. İfade sırasında, Klein dürüst bir şekilde polise bir özel dedektif olduğunu ve olan bitenden hiçbir şey anlamadığını açıkladı. Doktor Aaron ise, kazı işlemini yapmasının sebebi olarak rüyasını detaylı bir şekilde aktardı. Klein, polisin ona hiç inanmadığını görebiliyordu, ancak bir süre ortadan yok olan memurlar, geri döndüklerinde tavırlarını tamamen değiştirmiş, doktorun ve dedektifin şüpheli durumunda olmadıklarını söylemişlerdi. Tek yapmaları gereken ifadelerini imzalamaktı, sonrasında gitmekte özgürlerdi. Bu durum Aaron’u şaşırtmıştı, ancak elbette Klein bunu bekliyordu. Gece Kuşları’ndan haber geldiği barizdi. Üstelik burada, doktorun önce Sayısız Yıldız Katedrali’ne gitmesinin avantajı da ortaya çıkmıştı. Klein, karakoldan çıkmak üzereyken koridorda tanıdık bir figür gördü. Bu, daha önce rüyasına giren Gece Kuşu’ydu. Muhtemelen ekip kaptanı olan adamın üzerinde gri bir rüzgarlık vardı. Mavi gözlerini sakince Klein’ın yüzünde gezdirirken hiçbir anormallik göstermemişti, yalnızca sıradan bir memur gibi davranıyordu. Kendisi de sıradan bir özel dedektif gibi davranan Klein da hiç tepki vermeden gözlüklerini alıp şapkasını taktıktan sonra Doktor Aaron’la birlikte karakoldan ayrıldı. Aaron, şoförüne önce Minsk Sokağı’na gitmesi talimatını verdikten sonra Klein’a döndü, "Sherlock, sence bu mesele burada kapanacak mı?" "O ceset gerçekten Will Auceptin’in cesediyse, senin sorunlarının sona ermesi gerekiyor." Klein bir an durakladıktan sonra devam etti, "Aaron, bu süre zarfında başka bir tuhaflıkla karşılaştın mı? Her şey olabilir." Aaron bir süre sessizce düşündükten sonra başını iki yana salladı. "Hayır." "Bu kutlamaya değer!" Klein hafifçe gülümsedi. Ona göre, Will ile alakalı meselenin kapanabileceği en iyi yol buydu. Klein’ın gri sisin üstündeki dünyaya taşıdığı kağıt turna ortaya bir şey çıkarmayacak olsa da, yine de bir Gece Kuşu’nun aniden ipuçları bulmasından endişeleniyordu. Ve şu anda, Will’in ölümüyle, dava yakın zamanda çıkmaza girip arşivlere düşebilir ve geçici olarak kapalı dava ilan edilebilirdi. Yeni gelişme olmadıkça da kimse bu davayla ilgilenmezdi. Rahatlamış olan Aaron başını çevirip Klein’a baktı, "Dürüst olmak gerekirse, ifademin çok ikna edici olduğunu sanmıyorum. Neden polislerin bana inanmayı seçtiğine anlam veremedim..." "Ben de bilmiyorum," dedi Klein şaşkın gibi bir tavır takınarak, "Avukatımı arayıp kefaletimi ödemesi için çağırmam gerekeceğini sanmıştım." Aaron sırıttı, "Sherlock, sık sık karakola alınmış gibisin sanki?" Klein güldü, "Her özel dedektifin kaderi bu." … Klein ve Aaron’un karakola götürüldüğü sırada, Fors Wall uzun siyah elbisesini giyip siyah, fileli bonesini takmakla meşguldü. Çok geçmeden de mezarlığa girmiş ve kısa süre içinde Bayan Aulisa’nın mezarını bulmuştu. Xio ile birlikte, bir saat kadar önce Vikont Glaint’i ziyarete İmparatoriçe Bölgesi’ne gitmiş ve faizsiz 400 pound borç alacaklarına dair sözlü bir anlaşmaya varmışlardı. Vikont Glaint’in tek isteği, iki Beyonder’ın güvenliğini sağlamak için kendisine eşlik ederek Bay A’nın bu gece yapılacak olan toplantısına katılmasıydı. Çünkü Eczacı iksirini hazırlayabilmek için acilen bir Denizanası Zehir Kristali alması gerekiyordu. Audrey, yetişkin bir Unicorn’un boynuzunu ailesinin hazinesinde bulmuş ve biyolojik bir deney yapacağını öne sürerek almıştı. Ayrıca ek bir şart da öne sürerek Vikont Glaint’ten Dük Negan’ın çocuklarından yardım alarak hazinelikteki ejderha örneklerinde Bin-Yüzlü Avcı olup olmadığını ve içlerinde hala parıldayan noktalar olup olmadığını doğrulamasını istemişti. Borcu almışlardı, ancak Fors, Xio’nun her şeyin bu kadar hızlı hallolmasından şüphelenmemesi için Bay Aptal’a dua etmek için acele etmiyordu. Boş vaktini değerlendirmek için de üzerini değiştirdikten sonra hemen Batı Bölgesi’nin eteklerinde bulunan Grimm Mezarlığı’na doğru yola koyulmuştu. Beyonder Özellikleri Muhafaza ve Dayanıklılık Yasalarını öğrenen Fors, onu Çırak’a dönüştüren ana malzemenin Bayan Aulisa’dan kalan Beyonder özelliği olduğunu anlamıştı. Bir bakıma, onun güçlerini miras almıştı. Bu nedenle kadının mezarını ziyaret edip bir buket çiçek koyarak ona teşekkür etmek istiyordu. Henüz kışın başları olduğundan çiçeklerin çoğu çoktan solmuştu, ancak Fors bir demet toplamayı başarmıştı. Bu çiçekler seralarda yetiştiriliyordu ve oldukça pahalılardı. İcadınız için teşekkürler İmparator Roselle... dedi Fors sessizce, içten bir şekilde. Bildiği kadarıyla, soyluların kış ziyafetlerinde kullandığı çiçeklerin çoğu seralardan geliyor, küçük bir kısmı ise hava gemileri tarafından doğrudan sıcak güneyden teslim ediliyordu. Fors, siyah bir mezar taşının önünde durup derin bir nefes aldıktan sonra eğilip çiçekleri Bayan Aulisa’nın mezarına bıraktı, "Teşekkür ederim." Hemen sonrasında da doğrulup gözlerini kapattı, anılarında kaybolmuş gibiydi. Ancak aniden, arkasından gelen yaşlı bir ses duydu. "Sen gerçekten de iyi kalpli bir kızsın." Fors gözlerini açıp başını çevirdiğinde, sesin Abraham ailesinden Bay Lawrence’a ait olduğunu gördü. Onun da elinde bir buket çiçek vardı. "Hayır, bu iyilik ya da nezaket değil. Bayan Aulisa bir zamanlar bana, annesini kaybetmiş bir insana unutulmaz bir sıcaklık vermişti," dedi Fors içten bir tavırla. Gözleri çoktan nemlenmişti bile. Yalnızca gözlerinin kenarı kırışmış olan Lawrence çiçekleri mezara bıraktıktan sonra doğrulup iç çekti. "Bu, ilişkilere değer verdiğini gösterir." Böylece ikili bir süre daha sohbet etti, ancak tam Fors gitmek üzereyken, Lawrence aniden şiddetli bir şekilde öksürmeye başlamıştı. Öhhö! Öhhö! Öhhö! Adam öyle şiddetli öksürüyordu ki sonunda dizleri bükülmüş, yere yığılmıştı. Sanki her an nefessiz kalıp ölebilirmiş gibi görünüyordu. Fors, onaylı bir okuldan mezun olan bir doktor olarak bir an bile tereddüt etmeden diz çöküp ilk yardım prosedürünü uygulamaya başladı. Bir süre sonra, Lawrence sonunda kendine gelebilmişti. Ağzının kenarlarından akan salyalarını silerken Fors’a bakıp gülümsedi. "Hanımefendi, beni otele geri götürebilir misiniz?" "Tabii." Fors adamın kalkmasına yardım etti. O sırada gözleri odağını kaybetmiş olan Lawrence ileri doğru bakıyordu. Bir kez daha hafifçe öksürdü, "Yaşamımın sonuna gelmiş olabilirim..."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.