Çok açım..." Jack, bu sözleri söylerken başını kaldırıp kırmızı eldivenli Joshua’ya baktı. Çok açım..." Ağzını aniden açıp beyaz dişlerini ve salyalarını açığa çıkararak doğrudan gencin kulağına atıldı. O kadar hızlıydı ki geride ardıl görüntüler bırakmıştı. Bu nedenle Joshua tetikte olsa da, vaktinde tepki veremedi. O henüz neler olduğunu bile anlayamadan Jack önünde bitivermişti. Pat! Sarı saçlı figür görünmez bir duvara çarpmış gibi aniden Joshua’nın bir adım ötesinde durdu. Jack havada asılı kalmıştı, ancak hala bedeninden yayılan kırmızı parıltıyla geçişini engelleyen saydam bariyeri aşındırmaya çalışıyordu. Joshua ve Derrick’in arkasındaki İblis Avcısı Colin çoktan tek dizinin üstüne çökmüş, gümüş parıltıları olan kılıcını yere saplamıştı. Kısa süre içinde, sunağın çevresindeki alan aniden aydınlandı. Böylece Colin kılıcını yerden çekti ve figürü tuhaf bir şekilde ikiye bölünüp sunağın etrafına yayılan ardıl görüntüler haline geldi. Sou! Sou! Sou! Şafak ışığı her yönden Jack’e doğru akarken kılıçlar ardı ardına yükseliyordu. Yükselen güneşin parlaklığı altında siyah ve kırmızı figürler hızla buharlaşmış, fırtınaya benzeyen saldırı barajının altında kaybolmuştu. Sunağın bulunduğu yeraltı salonunda, anormal bir parlaklık meydana gelmişti, ortam artık o kadar parlaktı ki Derrick gözlerini kapatmak zorunda kalmıştı. Ancak çok geçmeden aniden uyanıp önünde yanan ateşi ve dikkatli bir şekilde kampı koruyan takım arkadaşlarını gördü. Bir taş sütunun yanında bacak bacak üstüne atmış oturan İblis Avcısı Colin de tam o sırada gözlerini açmıştı, "50 yıldırımdan sonra yola çıkacağız." Bunu duyan Derrick başını kaldırıp gökyüzüne baktı, yıldırım sıklığı artmamıştı. Araziye hala karanlık hakimdi. Varmak üzere olduğu şehri ve Düşmüş Yaratıcı’nın tapınağını düşündüğünde ister istemez geriliyordu. Bir süre bekleyip sakinleştikten sonra hızla yemeğini yedi ve yeniden dövüşe hazır hale geldi. O tapınakta neler olacak çok merak ediyorum... Düşünceli bir şekilde, elinde Kasırga Baltası’yla grubun ortasına yürüdü. Kamp alanında, üzeri ince hayvan postuyla sarılı olan fenerler birer birer yakılıyordu. … Minsk Sokağı 15 numara. Klein suyu ısıtıp sıcaklığı ayarladıktan sonra rahatlatıcı bir şekilde yıkandı. Banyodan sonra vakit kaybetmeden saat yönünün tersine dört adım atarak gri sisin üstündeki dünyaya ulaştı. Şeytani ruh meselesini doğrulamak için kehanet gerçekleştirmek istiyordu. Sessiz sarayın içindeki onur koltuğunda arkasına yaslanıp hangi kehanet yöntemini kullanacağını ve kehanet ifadesini nasıl tasarlayacağını düşünmeye başladı. Mistisizm prensiplerine uyması gerekiyordu ve kehanet ifadesi yeterince bilgi içermeliydi. Kısa bir sessizliğin ardından öne doğru eğilip kalemi eline aldı: "Kalıntılardaki şeytani ruh, Sharron ve bana karşı kötü niyetli." Hemen sonrasında sol bileğindeki ruh sarkacını çıkarıp trans durumuna girdi. Bir süre kendi kendine mırıldandıktan sonra da gözlerini açıp ileri doğru baktı. Bu kez, ruh sarkacı büyük bir ivmeyle saat yönünde dönüyordu! Yani şeytani ruh, Klein’ın sandığından daha da kötü niyetliydi! Oradayken, manevi sezgilerimizde bir anormallik yoktu... O şeytani ruh, kehanete müdahale edebilen bir yeteneğe de sahip... Heh heh, içimizden birinin arzuya direnecek, açgözlülüğe kapılmayacak ölçülülüğe sahip olduğunu, diğerinin de ’kaplandan postunu istemenin’ ne demek olduğunu bilecek kadar deneyimli olduğunu hesaba katmadığından eminim... Cevabını almış olan Klein daha fazla uzatmadan gerçek dünyaya dönüp yatağına uzandı. Güneş Broşu’nun sağladığı sıcaklığın yalnızca psikolojik bir his olması ve yatağımı ısıtamaması ne acı... … Köprünün güneyinde, Rose Sokağı’ndaki Hasat Kilisesi. Emlyn White son sandalyeyi de sildikten sonra doğrulup Peder Utravsky’e döndü, "Bugünün işlerini bitirdim!" Lanet yaşlı adam, şimdi de benden Kutsal İncil’i kopyalamamı isteme de! Peder Utravsky’nin heybetli görünümü, vampisin bir çocuk gibi görünmesine sebep oluyordu. Gülümseyerek ona cevap verdi, "Son zamanlarda, özveri ve şükranla çalışarak ne kadar mutlu oluyor, ne kadar rahatlıyorsun. Şimdi git ve yaşamın nabzını, ondan gelen saf neşeyi hisset." "Hayır!" Emlyn’in inkar refleksi aniden devreye girdi. Peder Utravsky, hiçbir şey söylemeden nazikçe gülümseyerek bir bakış attıktan sonra dönüp gece duasına başladı. Dudakları titreyen Emlyn inkarına devam etmek istese de sonunda konuşmayı başaramadı. Bu nedenle sessizce Hasat Kilisesi’nden çıkıp kapıyı da arkasından kapattı. Kaldığı yere döndüğünde, evin boş olduğunu gördü. Annesi ve babası ortadan kaybolmuşlardı. Emlyn, ancak bu sahneyi gördüğünde bu akşam Backlund’da bir Sanguine toplantısı olacağını hatırladı. "Bu adamlar gerçekten utanç verici. Asil bir Sanguine olarak, tabutlarda uyumalı ya da kendi odalarında kalmalılar. Neden insanları taklit edip öyle toplantılar yapıyorlar ki? Dans bile ediyorlar!" O sırada Emlyn elini karnına götürüp yutkundu, toplantıya katılmadan önce üstünü değiştirmeye de o anda karar vermişti. "Odora ailesi gerçekten de kıskanılacak bir aile. Birkaç hastane işleten insan bir ortakları olduğundan her gün taze kan bulabiliyorlar. İstedikleri zaman, istedikleri kadar içebiliyorlar." Emlyn siyah şapkasını takıp homurdanarak evden çıktı. Batı Bölgesi’ndeki aydınlık bir villada. Emlyn, içinde kırmızı bir sıvının olduğu bardağı eline alıp kana kana içti. Gerçekten de özenle seçilmiş... O sırada, yakışıklı erkekler ve güzel kadınlar dans pistinde romantik müzik eşliğinde dans ediyorlardı. "Bütün bunların amacı ne?" Emlyn, ikinci kata çıkan merdivenlerin kenarında durmuş kendi türünden olan vampirleri izliyordu. Dünyanın en büyük şehri olan Backlund’da pek çok vampir yaşıyordu. Hepsi hayatın çeşitli yerlerine kendilerini gizlemiş, insanların arasına tamamen entegre olmuşlardı. Kendi yıkıcı dürtülerini ve kana susamışlıklarını kontrol edemeyenler ise ya dağlardaki kalelere gönderilmiş ya da Gece Kuşları ve diğer resmi kurumlar tarafından ortadan kaldırılmışlardı. Emlyn, gece ilerledikçe daha da canlanan türünü izlerken, giderek onlarla arasında hiçbir ortak nokta yokmuş gibi hissediyordu. O anda, bu geceki ziyafetin ev sahibi olan Cosmi Odora elinde bir şarap kadehiyle yanına yaklaştı. "Bu geceki ’şarabı’ sevdin mi?" "Tabii, sahibi oldukça gençmiş." Emlyn sırtını dikleştirip hafifçe gülümsedi. Cosmi Odora çok zarif görünen, orta yaşlı bir beyefendiydi, ancak elbette Emlyn onun 200 yaşından büyük olduğunu biliyordu. Bu adam İmparator Roselle’in Intis’i yönettiği zamanları görmüş ve çok uzun ’yaşadığı’, komşularının bir tuhaflık olduğunu fark edeceği endişesiyle Loen’e taşınmıştı. Emlyn’in bu sözleri yaşlı adamı gülümsetti, "Evet, bir hırsız genç hanımı bıçaklamış, neredeyse ölecekti. Neyse ki karşısına ben çıktım ve onu iyileştirdim. Şuradaki ve öbür taraftaki şarabın da tadına bakabilirsin. Balam’dan ve Feynapotter’dan geliyorlar. Tatları farklı." "Feynapotter? Ana Tanrıça, oradaki insanlar acıyı o kadar seviyorlar ki kanlarında dayanamayacağım baharatlı bir tat var." Emlyn konuşurken aniden durakladı, yüzünde boş bir ifade belirmişti. Cosmi’nin ise dudaklarının kenarı seğiriyordu, ancak hiçbir şey duymamış gibi yapmaya karar verdi. Tuhaf sessizliği bozmak için boğazını temizleyip cevap verdi, "Emlyn, bu yalnızca senin hayal gücün. Bu arada, büyükbabam seninle tanışmak istiyor." "Büyükbabanız mı?" Emlyn’in gözleri kocaman açıldı. "Lord Nibbs mi?" Nibbs Odora, Dördüncü Dönem’de aktif olan güçlü bir Sanguine’di, ancak zamanla canlılığı aşınmış ve uzun bir süre soğuk bir tabutta yatmaya zorlanmıştı. Cosmi ciddi bir tavırla başını salladı. "Evet." Sonra da arkasını dönüp Emlyn’in cevabını beklemeden ikinci kata yöneldi. Emlyn, biraz gergin ve huzursuz olmasına rağmen onu takip etti, Lord Nibbs’in ne istediğini merak ediyordu. Sonunda Sanguine’in onurunun daha önemli olduğunu anladı ve Peder Utravsky’nin içime ektiği tohumdan kurtulmama yardım etmeye mi karar verdi acaba? Bu düşünce Emlyn’in içinde umutlar yeşermesine sebep olmuştu. Böylece Emlyn çok geçmeden birkaç gizli kapıdan geçip geniş, gri bir salona girdi. Salonun ortasında siyah demirden yapılmış, üzerinde semboller ve büyülü etiketler olan ağır bir tabut vardı. Cosmi Odora, Emlyn’in geldiğini duyurduğunda ağır tabuttan bir ses geldi. "Emlyn White, seni neden çağırdığımı biliyor musun?" "Saygıdeğer Lord Nibbs, içime ekilen tohumdan kurtulmama yardım etmeyi planladığınızı düşünüyorum," dedi Emlyn tereddüt etmeden. O cümlesini tamamladığında ortama sessizlik çöktü. Tabuttaki Nibbs Odora, birkaç saniye sonra hafifçe kıkırdayarak cevap verdi, "Sebeplerden biri bu, ancak sana yardım eden ben olmayacağım. Daha şimdi uzun bir rüyadan uyandım, Ata’dan bir vahiy aldım." "Ata mı? ’O’ uyandı mı?" Bu şaşkın ses Emlyn’e değil Cosmi’ye aitti. Ata, felaketten beri yalnızca önemli konulara cevap vermiyor mu? Emlyn de en az onun kadar şaşkındı. "Hayır, henüz değil," dedi Nibbs ağır ağır. "Ata, kıyametin yakın olduğunu ve hazırlanmamız gerektiğini söyledi ve sen, Emlyn White, Ata’nın vahyinin kilit noktalarından birisin." "Kıyamet mi?" Cosmi duyduklarına inanamıyordu. Ancak Emlyn’in kafasında tek bir düşünce vardı. Ben, Emlyn White, Ata benden bahsetmiş! Ben Sanguinelerin kıyametten kurtulmasında kilit biriyim! Nibbs torununun sorusunu duymazdan gelerek devam etti, "Emlyn white, şu anda sana bir görev vereceğim." "Tabii, buyurun." Emlyn alçakgönüllü davrandığını düşünüyordu. Az önce söylenenleri duyduktan sonra Lord Nibbs’in karşısında kibirli davranmaya cüret edemezdi. Nibbs Odora ciddi bir tonda devam etti, "Aptal’a dua etmenin bir yolunu bul." "Ha?" Emlyn sözleri yanlış anladığından emindi. O sırada Nibbs kısık sesle devam etti, "Fahri adı yeni yayılmış olan Aptal..."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.