Peder Utravsky’nin zihnime ektiği tohumdan kurtulmak için Aptal’a dua etmeyi aklımdan geçirmiştim ama, bilinmeyen bir varlığa seslenmenin tehlikeli olduğunu da biliyorum. Tüm gizli varlıklar yem atıp yavaş yavaş rehberlik etmeye çalışmaz. Bu gibi durumlarda genellikle denizdeki köpek balıkları gibidirler, kanın kokusunu aldıklarında çıldırırlar... Ama şu anda... Lord Nibbs, hayır, Ata benden nasıl böyle bir şey ister? Emlyn White tereddütlü bir tonda cevap verdi, "Bu çok, çok tehlikeli olacak." Siyah tabutun içindeki Nibbs iç çekti, "Evet, normal şartlar altında öyle. Ancak tüm gizli varlıklar kötü niyetli değildir. Aralarında kurallara uyan ve işlemlerden yararlananlar da vardır. Mesela, ruh dünyasını yedi saf ışığı. Ata’dan böyle bir vahiy gelmesi, Aptal’ın çok da tehlikeli olmadığı anlamına geliyor. Ve bu süre zarfında, ben daima yanında olup seni koruyacağım. Zihnindeki o tohumdan kurtulmak istemiyor musun? Çoktan Toprak Ana’nın inananı olup ayı terk etmedin mi?" "Hayır, hayır!" Emlyn çılgınca bir tonda inkar etti. Ancak bir anlık sessizliğin ardından dişlerini gıcırdatarak yeniden konuştu, "Düşünmek için birkaç güne ihtiyacım var." "Tabii, sorun değil. Asil kimliğine uygun olan seçimi yapacağına eminim." Dedi sesi yumuşayan Nibbs gülümseyerek. Cosmi Odora, Emlyn White’ı gönderdikten sonra yeniden tabutun yanına döndü, "Büyükbaba, Ata nasıl Emlyn White’la alakalı bir vahiy gönderebilir? Bu genç, henüz yeni reşit olmuş güçsüz bir Sanguine." Nibbs’in sesi siyah tabuttan dışarı süzülüp havada yankılandı. "Hayır, Ata’nın gönderdiği vahiyde Emlyn White’la alakalı bir şey yoktu. ’O’ yalnızca kıyametin şafağına ait bir sahne gösterdi ve Aptal’dan ve onun fahri adından bahsetti. Bu süre zarfında etrafta hiç Sanguine yoktu. Kilit noktası derken yalnızca Emlyn’i ikna etmeye çalışıyordum. Ancak, Sanguinelerin geleceği için riskler alabilmek de kilit unsur olarak kabul edilebilir." Cosmi birkaç saniye hafifçe başını salladıktan sonra yeni bir soru sordu. "Neden Emlyn White’ı seçtin? Onun özelliği ne?" Nibbs Odora aniden bir kahkaha attı. "Bunca zamandır Aptal’a dua etmeyi düşünmüyor muydu? Bu meseleye çok önem vermediğimizi, Peder Utravsky’i karşımıza almak istemediğimizi düşündüğünden başka bir çıkış yolu bulmaya çalışmıyor muydu? Ben yalnızca onun isteğini yerine getiriyorum." Bu sözler Cosmi’nin dilinin tutulmasına sebep olmuştu sanki, uzunca bir süre sessizce önüne baktı. Bu sırada Emlyn White yeniden merdivenlere dönmüş, aşağıdaki vampirleri izlerken ’şarabını’ yudumluyordu. Bugüne dek, Aptal’a dua edenlerin sonunun kötü olduğuna dair hiçbir şey duymadım... Belki de Lord Nibbs’in dediği gibi Aptal da ruh dünyasının yedi saf ışığı gibidir... Bekle bir dakika, ruh dünyasındaki yedi saf ışık ne ki? Ben neden hiç duymadım? İyiliğin tarafında gibi görünüyorlar? Bunun bana bir yardımı olacak mı çok merak ediyorum... Kısacası, Aptal tehlikeli olmayabilir ve Lord Nibbs beni koruyacak... Belki de bu fırsatı kullanarak o tohumdan kurtulabilirim... Emlyn hem gergin, hem de heyecanlıydı. … Pazartesi sabahı. Cherwood Bölgesi, Minsk Sokağı 15 numara. Klein klozetin önüne çömelip fırçayla güzelce temizledi. Planına göre, Cumartesi ve Pazar ’ziyaretlerini’ tamamladıktan sonra bir gün izin yapacak, ertesi gün de sonuçları bildirmek ve görevi devretmek için Prens Edessak’la görüşecekti. Ancak dinlenmek için ayırdığı zamanda, evin çok dağınık ve kirli olduğunu fark etmişti. Normalde evin temizliği yan komşunun hizmetlisi tarafından iki haftada bir yapılıyordu. Ancak Sammerlar tatile Seville Şehri’ne gittiklerinden Klein’ın dairesi uzun zamandır temizlenmemişti. Klein, zaten Backlund’dan ’ayrılacağı’ düşüncesiyle buna iki gün daha katlanmaya karar vermişti, ancak boş vaktindeyken eğlenmek için Quelaag Kulübü’ne gitmeye de cesaret edememişti. Orada Prens Edessak’la karşılaşmaktan korktuğundan evde kalmayı seçmişti. Kendisini rahatsız eden şeyleri gördüğünde de eski kıyafetlerini giyip temizlik yapmaya başlamıştı. Tuvaleti ve küveti ovduktan sonra pencereleri silip zemini temizledi... Böylece sekizden on bire kadar uğraşmış, sonunda istediği temizlik seviyesine ulaşmıştı. Tabii çok detaylı bir temizlik yaptığı söylenemezdi. Bazen büyük bir evde yaşamak hiç iyi bir şey değilmiş gibi geliyor... Klein ellerini ve yüzünü yıkayıp banyodan çıktıktan sonra temiz ve toplu oturma odasının keyfini çıkararak dışarıdan sızan hafif güneş ışığını izledi. Şu anda daha mutlu hissediyordu. Kendimi öğle yemeğiyle ödüllendirme vakti. Güzel bir restoran bulayım... Bu düşünceyle hemen ikinci kata çıkıp üzerini değiştirdi. Ancak o gazeteleri karıştırıp öğle vaktini beklerken kapısı çaldı. "Neredeyse yeni yıl geldi, bu vakitte bile görev vermeye gelen olmaz herhalde?" Ayağa kalkıp kapıya yöneldiğinde, görevi reddetmeye karar vermişti bile. Yalnızca 34 poundu kalmış olsa da, en kısa sürede tatile, güneye gitmesi gerekiyordu. Başka görev üstlenemezdi. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, gelen Prens Edessak’ın yaşlı uşağıydı. Üzerinde son derece şık görünen bir smokin vardı. Zarif bir şekilde selam verdikten sonra doğrudan konuya girdi, "Dedektif Moriarty, Ekselansları sizi sokağın sonunda, aracında bekliyor. Soruşturmalarınızın ilerleyişini öğrenmek istiyor." Bu ne sabırsızlık? İyi, yarın Kırmızı Gül Malikanesi’ne kadar gitmek zorunda kalmayacağım... Klein hemen düşüncelerini toparlayıp sakince cevap verdi, "Tabii." Ancak tam şapkasını almak için elini portmantoya uzatmıştı ki, karnında bir ağrı olduğunu, acilen tuvalete gitmesi gerektiğini fark etti. Dayanamayacağını anladığında yaşlı uşağa dönüp özür dilerce bir tonda şöyle dedi, "Çok üzgünüm. Önce lavaboyu kullanmam gerekiyor. Midem pek iyi değil." Yaşlı uşak durumu gayet normal karşılaşmıştı. "Elbette, buyurun lütfen." Klein hızlıca işini hallettikten sonra ellerini yıkayıp salona döndü. O sırada uşağın artık orada olmadığını fark etti. Dışarıda, kahverengi kıvırcık saçlı hizmetli bekliyordu. "Ekselansları sizden özür dilediğini iletmemi istedi; bazı işleri olduğundan kalamadı. Lütfen yarın ya da sonraki gün öğleden sonra Kırmızı Gül Malikanesi’ne gelin." Daha on dakika bile olmadı, olabildiğince hızlı davrandım... Genellikle, gazete varsa daha uzun kalırım... Klein gülümsedi. "Tamamdır." Böylece görevini tamamlamış olan hizmetli saygılı bir şekilde reverans yaptı. Birkaç saniye sonra da hafifçe kıkırdayarak devam etti, "Dedektif Moriarty, hanımefendiyi yine kaçırdınız." "Ha?" Hizmetli kısık sesle devam etti, "Bu kez genç hanım da Ekselansları ile birlikte gelmişti. Sizinle tanışmak için buradan dolaşmayı öneren de oydu." Karın ağrım yüzünden kaçırdım ha? Burada bir tuhaflık var... Yüz ifadelerini kontrol altında tutmaya çalışsa da, Klein’ın kaşları çoktan çatılmıştı. … Kalın ve yumuşak halı döşeli bir odada. Biri, elinde tüyle yazı yazarken aniden durakladı. Elin altındaki defterde karalanmış birkaç satır vardı: (Karalamalar) "Hedef kontrolden kaçmaya çalıştı, ancak ne yazık ki o aşağı inmeden Dedektif Moriarty gitti." … "Hedef etrafındaki hizmetçileri etkisi altına aldı, ancak Prens Edessak’ın uşağı Funkel durumu fark edip icabına baktı." … (Karalamalar) "Hedef yeniden raydan çıktı. Prens Edessak’ın adına Talim’in cenazesine katıldı. Ancak Sherlock Moriarty’nin nasıl göründüğünü bilmediğinden fırsatı kaçırdı." … "Sherlock Moriarty soruşturma yapmak için Kırmızı Gül Malikanesi’ne gitti, ancak zamanlama doğru değildi." … (Karalamalar) "Hedef bir kez daha girişimde bulunup Prens’i Dedektif’i ziyaret etmeye ikna etti. Ne yazık ki Sherlock Moriarty’nin karnı ağrıyordu ve yedi dakika kırk beş saniye boyunca lavaboda kaldı, Prens daha fazla bekleyemezdi." … Yazıyı yazan orta yaşlı adamın heykellere benzeyen yüz hatları vardı, tek gözü ise kördü. Yazıyı bitirdikten sonra tüyü bırakıp karşısındaki kadına baktı. "Kadının vücuduna tam olarak ne koydun? Kısıtlamaları tekrar tekrar aşmak büyük sorunlar yaratacak." Kadın gülerek, kısık sesle cevap verdi, "O yalnızca bir kazaydı. Endişelenme, sorun olmayacak." O sırada saçlarını çekmiş, uzun, beyaz boynunu açığa çıkarmıştı. Makyaj yapıyor, giderek biraz daha çekici bir hal alıyordu. Onun kıyafetlerini giyip aksesuarlarını taktığını gören koyu altın renkli saçları olan orta yaşlı adam kaşlarını çattı, "Nereye gidiyorsun?" Kadın gülümsedi, "Elindeki tüye dikkat et, geçen sefer neredeyse biriyle vücut değiştiriyordun." "Bana hatırlatma yapmana gerek yok," mavi gözlü adamın yüzü son derece ciddiydi. Kadın kemerini iyice sıktıktan sonra gerinip ağzını kapatarak esnedi. "Aurora Düzeni’nden Bay A’yı ziyaret edeceğim. Umarım söylentilerdeki kadar delidir." O sırada orta yaşlı adamın yüz ifadesi değişmişti. Aslında gayet sıradan olan tüy, sanki görünmez bir el onu hareket ettiriyormuş gibi kendi kendine yazmaya başlamıştı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.