Pritz Limanı Bilet Şirketi’nin lobisi, yedi bilet gişesiyle oldukça genişti, ancak şimdiden her birinde onlarca insan sıraya girmişti.
Klein sıralara hızlıca göz attıktan sonra iki adım sağa ilerleyip kahverengi bir tahtanın önüne geldi.
Tahata pek çok beyaz kağıt parçası yapıştırılmıştı, bu kağıt parçalarında bu haftanın yolcu gemileriyle ilgili bilgiler yer alıyordu.
Ancak Klein bunları inceleme fırsatı bulamadan, bir personel yaklaşıp bir satırın ikinci sınıf kabinini kırmızı kalemle daire içine aldı, bu da bu sınıftaki tüm biletlerin tükendiği anlamına geliyordu.
"Ne kadar kalabalık..." Klein sessizce iç çekti.
"Normal, Pritz Limanı krallığın en büyük limanı. Sayısız insan buradan geçerek fırsatlar kovalamak için Güney Kıtası’na ve koloni adalarına gidiyor," dedi tabelanın yanında duran orta yaşlı bir adam övünür gibi bir tonda.
Başında siyah bir başlık vardı, üzerine de polis üniforması benzeri siyah-beyaz bir üniforma giymişti, ancak apoletleri yoktu. Yalnızca göğsünden bir martı rozeti sarkıyordu, bu rozet, Pritz Limanı bilet şirketinin logosuyla birebir aynıydı.
Orta yaşlı adamın yüzü, elleri ve açıktaki tüm teni bronz renkli ve oldukça pürüzlüydü. Uzun yıllardır deniz esintisine ve güneşe maruz kalmış gibi görünüyordu, öyle ki kırışıklıkları tuzla dolu gibiydi.
Bir anlaşmazlık çıkarsa lobideki görevliye gidin... Görevli bu olmalı... Klein hafifçe başını sallayarak gülümsedi. "Bu limanı çok iyi tanıyor gibi görünüyorsunuz?"
Orta yaşlı adam kendini beğenmiş bir tonda cevap verdi, "Bir zamanlar krallığın donanmasında denizciydim, ana üs Pritz Limanı’nın Meşe Adası’ndaydı. On beş yıl boyunca görev yaptım ve buranın denizinde uzun zaman geçirdim. Doğu Balam savaşı sağlığımı mahvetmiş olmasa, on yıl daha denizci olarak devam edecektim! Bu limanı karımın vücudunu tanıdığım kadar iyi tanırım!"
Biraz kültürlü ama yine de kaba... Klein ilgisizce başını salladı, "Emekli olduktan sonra burada göreve mi başladınız?"
"Hayır, iki yıl boyunca öğrenci ve bekçi olarak bir gece okuluna tıkıldım. Kutsal Fırtınalar Lordu, benim yaşımdaki birini o gençlerin arasında hayal edebiliyor musun? Hem kelimeleri benden daha hızlı öğreniyorlardı!" Adam bir an duraklayıp yüzünü buruşturduktan sonra bacaklarına hafifçe vurdu.
"Ne yazık ki dizlerim nemli havaya dayanamıyor; aksi halde geceleri yarı zamanlı öğretmenlik yapacaktım. O çocuklar insana kendini genç hissettiriyor, ancak asıl sebebin daha fazla para kazanmak istemem olduğunu da inkar etmeyeceğim. Bir karın ve dört çocuğun olduğunda, aileni desteklemen gerektiğini fark etmen gerekiyor."
Beyefendi, ne kadar çok konuşuyorsunuz... Belki de bilet şirketi bu yüzden sizi işe almıştır... Klein konuyu değiştirmek için gülümseyerek ileri doğru baktı.
"Kapıdaki not edilecek şeyler ilanını gördüm, burada konserve kurt balığı açılmasının yasak olduğu yazılmıştı. Dürüst olmak gerekirse hiç böyle bir şey duymamıştım."
Bunu duyan bekçinin yüzünde tuhaf bir ifade belirdi.
"Feysac’ın doğu kıyısında ve Gargas Takımadaları gibi yerlerde popüler olan bir yiyecektir. Kurt balığı tuza yatırılır, ancak kanını koruduğundan kokusu oldukça uyarıcıdır. Berbat kokar, iğrenç bir şeydir!"
Demek öyle... Klein hafifçe kahkaha attı, "Ancak kimsenin bilet sırasında beklerken konserve yiyecek yediğini sanmam, yanılıyor muyum?"
"Hayır, bu duyguyu anlamıyorsun, belki bir gün anlarsın." Bekçinin yüzünde hala korku dolu bir ifade vardı. "Bir keresinde, kuzeyden buraya bilet almaya gelmiş bir barbarla karşılaştım. Sırada zaten çok fazla insan vardı, salon balık dolu bir varil gibi görünüyordu, adam bu sahneyi görünce gerilip kurt balığı konservesini açtı. On saniyeden kısa süre içinde tüm lobide birkaç adam dışında kimse kalmamıştı."
Bu... Bu bir biyolojik silah... Benim Biyolojik Zehir Şişesi’nin sıradan bir versiyonu... Klein gülümsemesini gizlemek için elini ağzına götürdü.
"Sonunda adam biletini aldı ve böylece dışarıdaki listeye yeni bir kural eklendi öyle mi?"
"Sonuç beklediği gibi değildi. Bilet satışlarından sorumlu olan görevliler de kaçmıştı. Heh heh, biliyorsun, barbarlar o kıvırcık saçlı babunlardan bile daha aptaldır! Benim denizci olduğum dönemde, bir grup korsanın Rolls’dan bir ticaret gemisini kontrol ettiğine dair bir söylenti vardı. Ah, Rolls, Feysac’ın doğu kıyısındaki bir şehir. Kısacası, korsanlar hevesle ganimetlerini açmış ancak varillerin içi ağzına kadar kurt balıklarıyla doluymuş. Sonucu tahmin edebiliyor musun? Hepsi bayılmaya kusmaya, dövüş güçlerini kaybetmeye başlamış ve mürettebat, korsanların başına konan ödülü almış."
"Güzel hikaye." Klein hala gülmemek için kendisini zor tutuyordu.
Hikayenin bitişiyle yeniden tabelaya dönüp 5 Ocak’ta yola çıkması planlanan geminin planına baktı.
Bir profesyonel olarak, yola çıkışı için hangi tarihin uygun olacağını kehanet yoluyla belirlemişti. Kehanet sonucu Ocak’ın 5’i ve 8’ini işaret ediyordu. Ve Rorsted Takımadaları’na giden yolcu gemileri arasında, ona en uygun olanlar Aziz Havre ve Beyaz Akik’ti.
Hala bilet var ve fiyatlar da aşağı yukarı aynı: üçüncü sınıf için dört pound, ikinci sınıf için on pound, birinci sınıf için otuz beş pound... Hayatta kalma yolunu denizden bulanlar çoğunlukla Fırtınalar Lordu’nun inananları. Intis ve Feysac gibi ülkelerde bile, gizlice bu yasak tanrıya inanan balıkçılar ve mürettebat var... Aziz Havre ismi de Fırtınalar Kilisesi’nden geliyor. Belli bir arka planı var... Klein hafifçe başını salladı. Beyaz Akik’i seçmeye daha meyilliydi, ancak kararını vermek için acele etmesine gerek olmadığını da biliyordu.
Birkaç saniye kendi kendine düşündükten sonra yeniden dönüp bekçiye baktı.
"Beyaz Akik hakkında bir şey biliyor musun?"
Bekçi hemen gülümsedi.
"Beyefendi, iyi bir gözünüz var. Beyaz Akik buharla çalışan bir gemidir ve aynı zamanda bir yelkeni vardır. Maksimum hızı 16 mildir.
Ayrıca, kaptanı da oldukça deneyimlidir. Bir zamanlar Kraliyet Donanması V. William’ın, hayır, İmparatorluk Donanması’nın güverte sorumlusuydu. Kral hep İmparator unvanını Balam’da aldığını iddia etmiştir. Heh, İmparatorluk Donanması’nda, kişi ne kadar olağanüstü ya da mükemmel olursa olsun, en fazla bir güverte sorumlusu olabilir. Bir yöntemle amirini tatmin edemediği sürece asla subay olunamaz! Ancak amirini tatmin eden kişi yedek subay olarak Pritz Deniz Harp Okulu’na önerilebilir!
Elland da bu şekilde donanmadan ayrılmak zorunda kaldı ve Beyaz Akik’e katılıp sonunda da kaptan oldu.
Birinci sınıf kabini seçmenizi öneririm. Böylece üç-dört hizmetliye kadar da yeriniz olur, görgü derleri almış olan bir görevli, harika becerileri olan bir şef, manzaranın tadını çıkarabileceğiniz sessiz bir restoran, puro içmek için özel bir oda ve diğerleriyle kart oynayabileceğiniz bir yer..."
Onun yüzündeki bu ifadeyi fark eden bekçi duraklayıp utangaç bir tavırla gülümsed.
"Elland eskiden benim patronumdu. Bana sık sık içki ısmarlar ve birinci sınıf kabinlerin reklamını yapmamı isterdi. Ancak söylediğim her şeyin doğru olduğundan şüpheniz olmasın!"
Sorun bu değil ki; sorun para... Klein sessizce başını salladı.
"Beyefendi, bir deniz maceracısı için tavsiyeleriniz var mı?"
Gehrman Sparrow’un kimliğine uyacak şekilde, biraz daha soğuk ve keskin davranıyordu.
"Maceracı mı?" Bekçi farkında olmadan sesini yükseltmişti.
Bunun sonucunda sıradaki pek çok insanın bakışları Klein’a dönmüştü.
Klein, manevi içgüdülerini dinleyerek bakışları takip etti ve otuzlu yaşlarında, siyah şapka takan bir adam gördü.
Adamın yabani bir yüzü, bolca kırışıklığı, güçlü ancak çok da uzun olmayan bir yapısı ve oldukça deneyimli görünen açık mavi gözleri vardı.
Başka bir maceracı mı? Göz göze geldikleri anda hem o hem de Klein bakışlarını kaçırdılar.
O anda bekçi tekrar gülümseyerek devam etti, "Üzgünüm, maceracı terimine karşı biraz fazla duyarlıyım. Bence maceracılar, bir kaçaktan, bir deniz haininden ve verdiği sözlerin aksi şekilde davrananlardan farksızdır. Hayır, sizi kastetmiyorum.
Samimi bir tavsiye ister misiniz? Ben... Ah, şu üç şeyi unutmamanız gerekiyor.
Birincisi, korsanları kışkırtmayın. İkincisi, korsanları kışkırtmayın. Ve üçüncüsü, korsanları kışkırtmayın!
Donanmanın ya da kilisenin üyesi değilseniz, korsanlara karşı gelmeyin!
"Ah... Ada kızlarına aldanmayın. Hepsi ya korsandır, ya da Pritz’e, Backlund’a ulaşmak istiyorlardır. Bu tamamen onların suçu da değil. Pek çok denizci, mürettebat ve yolcu, bedenlerine sahip olabilmek için onlara metropolü harika bir yermiş gibi anlatıyor, sonra da onları yataklarından atıp terk edip gidiyorlar."
Bir avuç aşağılık... Bu çağda, denizde yaşayan kimse nazik olamıyor galiba... Denizdeki düzen bu kadar kötü mü gerçekten? Korsanlar bu kadar korkunç mu? Klein hafifçe başını salladı, "Teşekkür ederim, artık ne yapmam gerektiğini biliyorum."
Cümlesini tamamladıktan sonra da en az insanın olduğu sıraya doğru yöneldi.
O sırada bekçi hala arkasından sesleniyordu, "Ve denizdeki hazine efsanelerinin hepsi sahtedir!"
…
Klein, Beyaz Akik’ten ikinci sınıf bir bilet aldıktan sonra oteline dönüp sabırla geceyi beklemeye başladı.
Bu süre zarfında, Pritz Limanı’ndaki ünlü kızarmış balığın tadına bakmayı da ihmal etmemişti. Balığın tadı oldukça güzeldi, ancak sık sık yenebilecek bir şey de değildi.
Saat sekize gelirken, Klein bir elinde Lanevus’un rozeti, diğer elinde kehanet ifadesiyle gri sisin üstündeki dünyada belirdi.
"Toplantının durumu."
Tik. Tok. Tik. Tok. Saat tam sekiz olduğunda, gözlerini kapatıp arkasına yaslanarak ifadeyi tekrarlamaya başladı.
Toplantı kapısı açıldığında, gri sisin üstünde kehanet yoluyla en azından bazı detayları görebileceğine inanıyordu!
Daha önce başarısız olmasının sebebi henüz bir şey olmamış olmasıydı, ancak şu anda durum farklıydı. Şu anda toplantı başlamıştı ve Klein’ın elinde bu rozet vardı!
Kısa süre sonra, gri, bulanık hayal aleminde gözlerini açtı.
Tussock Nehri sessizce akıyor, etrafında bir düzine insan farklı noktalarda duruyordu.
Bu insanlardan birinin saçları siyah, gözleri yeşildi. Oldukça yakışıklı görünüyordu ve bu yüz Klein’ın oldukça aşina olduğu bir yüzdü.
Leonard Mitchell!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.