Maceracı nesillere denizlere açılmaları için ilham veren hazine ve efsane hikayeleri sona erdiğinde, aşçı da murlokun karın etini kavurmayı bitirmişti.
Pişirilen et beyazlaşmış, biraz kömürleşmiş ve yağlı bir parıltıya sahip küçük kahverengi parçacıklarla kaplanmıştı.
Baharatlar iyice kızarıp etin içine işlemiş, ortaya muhteşem bir görüntü çıkmıştı.
Donna hevesle tabağa baktı, "Ballı kavrulmuş balığa bayılırım!
Ancak bu da çok iştah açıcı."
Ballı kavrulmuş balık... Bu balık için ne kadar bal gerekirdi... Deneme fırsatım olur umarım, kulağa çok hoş geliyor...
Klein, lezzet tadımı konusunu bir hayli ciddiye alıyordu, balığı tatmak için acelesi yoktu. Bunun yerine, önce siyah çayından bir yudum alıp ağzında kalan lezzetleri sıfırladı.
Sonra da çatalına küçük bir dilim balık alıp ağzına attı.
Fesleğen ve diğer baharatların uyarıcı tadı hafifçe ağzında yayılıyor, tat tomurcuklarını teker teker açıyordu.
Etin lezzetli suları, deniz tuzunun hafif sert tadı, limanın ferahlatıcı ekşiliği aynı anda ağzında patlıyor, ağzını sulandırıyordu.
Ağzındaki son parçayı yutarken, Klein’ın aklına önceki hayatında izlediği bir programda geçen bir cümle gelmişti, bu söz şu anki hisleriyle oldukça uyumluydu: "Katmanlı lezzetler çok net, mükemmel!"
"Haha, bir gurme gibi konuşuyorsun," diyerek ona baktı bu sözleri duyan Elland.
O sırada Donna çatalını sallayarak araya girdi, "Amca, belki de gazetede farklı restoran ve mutfaklar hakkında bir köşen olmalı."
Ah, bu neden benim aklıma gelmedi... Hem güzel şeyler tadabileceğim hem de para kazanabileceğim iyi bir iş bu! Tek sorun, bir obezin pek de esnek bir palyaço olamayacak olması... Kusmuk sanatı mı sergileyeceğim? Yemeğe yazık! Klein, Donna’ya bakarak düşünceli bir şekilde başını salladı.
"Güzel bir geceye!"
Yemekler bitmek üzereyken, Elland kendisine biraz daha şarap koyup kadehini kaldırdı.
Klein ve diğerleri de ona eşlik ederek çaylarını ya da buzlu çaylarını kaldırdılar, "Güzel bir geceye."
Onlar içeceklerini içmeye devam ederken, garsonlar yavaş yavaş gelip masayı ve güverteyi temizlemeye başlamıştı.
Grup, soğuk rüzgar eşliğinde sohbet etmeye devam ediyordu, Donna’nın en çok ilgisini çeken denizkızları konusu olmuştu.
Cleves ona, bazı efsanelerde denizkızlarına Siren da dendiğini ve bu türün, şarkılarını kullanarak insanların kafalarını karıştırıp onları avladığını anlattı. Bu yaratıklara Gargas Takımadaları’nın yakınları dışında, insanlar tarafından keşfedilmemiş tehlikeli denizlerde rastlamak da mümkündü. Ancak bütün bunlar bazı korsanların sarhoş lakırdılarından geliyordu, denizkızlarının şarkılarından nasıl kaçtıkları gibi soruları cevaplayamamaları da bu hikayeleri oldukça şüpheli kılıyordu.
Ne olursa olsun, en azından beni olası bir yöne götürüyor... Klein bu sohbetin önemli noktalarını zihnine çoktan not etmişti.
"Donna, Denton, geri dönme vakti geldi. Yarın sabah erken kalkıp ebeveynlerinizle kahvaltı yapacaksınız." Dedi Cecila başını kaldırıp ayın konumunu gördükten sonra.
"Peki." Donna isteksizce de olsa ayağa kalktı.
O sırada Denton telaşla sordu, "Be-benim de maceracı olma şansım olacak mı?"
Önceki hazine ve efsaneler onu çok etkilemişti.
Cleves çocuğa yaklaşıp omzunu okşadı, "Bu soruyu sormadan önce, en az beş yıllık bir döğüş eğitimi almış olman gerekiyor. Bence baban senin için iyi bir öğretmen tutar."
"Evet!" Donna heyecanla başını salladı.
Beş yıl sonra, yetişkin olduğunda bir maceracı olmayı istemeyeceksin bile... Cleve durumu çok zekice idare etti. Çocuğun umutlarını kırmak yerine ona neler yapabileceğini açıkladı. Böylece çocuk aniden asi birine dönüşmeyecek... Hem ne olursa olsun dövüş teknikleri öğrenmek herkes için faydalıdır... Klein bu ikilinin iletişimini gülümseyerek izledikten sonra hafifçe iç çekti.
Kabine doğru dönerlerken, Cleves ona iki tane beş poundluk banknot uzattı.
"Senin ödemen."
"Ben bir şey yapmadım ki," dedi Klein hemen.
Cleves gözlerini ondan ayırmadan, kısık sesle cevap verdi, "Çocuklara çok iyi baktın ve Cecile’in boşa çıkmasını sağladın."
Çocuklara çok mu iyi baktım? Bu sözler Klein’ı neşelendirmişti, sonunda banknotları alıp göğsünde üçgen kutsal sembolü çizdi.
"Düşündüğümden daha cömertmişsin, teşekkür ederim."
Parayı kabul etmesinin sebebi, aniden bir şeyi fark etmiş olmasıydı. On poundu kabul etmezse, Cleves gibi tecrübeli bir maceracının gözünde fiyattan memnun kalmamış, daha fazlasını istiyormuş, bu nedenle her an onlara saldırabilirmiş gibi görünecekti. Kendini maceracı ilan edenler arasında bolca açgözlü deli vardı!
Gehrman Sparrow’un parayı cebine koyduğunu gören Cleves başını diğer yana çevirdi, "Denizde bu bir kuraldır."
Sonra da hiçbir şey söylemeden Cecile, Donna ve Denton ile birlikte kabine yöneldi.
Her görevden böyle ödüller alabilsem özel dedektif olarak uzun zaman önce dev bir servet yapmış olurdum... Klein gülümseyerek başını iki yana salladıktan sonra gökyüzündeki kızıl aya baktı.
Deniz efsaneleri, farklı canavarlar... Sonunda maceracı olmanın nasıl bir his olduğunu biraz olsun anladım. Geminin kenarı kızıl bir örtüyle sarılmıştı, dalgalar giderek yükseliyordu. Bu sahneyi izlemek Klein’ı Backlund’daki sis olayından biraz uzaklaştırmış, ruh haline iyi gelmişti.
Hatta şu anda şarkı söylemek bile istiyordu, ancak ağzını açtığında, modern sözleri anımsayamadığını fark etti.
Yalnızca ’Ah deniz, her yerin su’ diyemem... İmparator’un Bilgin Dizisi bu tür şeyler için gerçekten uygun. Vaktim olduğunda çok cahil görünmemek için biraz şiirlerini karıştırsam iyi olur...
"Ne güzel bir gece."
…
Kazara yaşanan bir kaybolma olayından sonra, keşif ekibi sonunda Gümüş Şehir’e dönmüştü.
Derrick, otlarla dolmuş duvar çatlaklarına bakarken, sanki yıllardır burayı görmüyormuş gibi, transa girmiş gibi hissetti.
Çapraz arkasındaki İblis Avcısı Colin’in de kafası karışmış gibiydi, yüzünde şaşkın bir bakışla sağ şakağını ovuşturuyordu.
Diğer ekip üyeleri ise oldukça neşeli ve rahatlamış haldeydi.
Zor bir keşfin ardından sonunda evlerine dönmüşlerdi.
O sırada başını çevirip çapraz ilerisine bakan Colin’in bakışları da normale dönmüştü.
…
Backlund, White ailesi.
İyice düşünüp taşındıktan sonra kendine güveni gelen Emlyn, ebeveynlerinin karşısına geçti, "Sanguine tarihini öğrenmek istiyorsam, kime gitmem gerekir?"
Doğrudan Gümüş Şehir’i sorarsam başıma dert alabilirim. Elbette korkmuyorum ve oldukça sakinim, çünkü Atam için ve Sanguine ırkını kurtarmak için bazı gerçekleri saklamaktan başka seçeneğim yok... Sanguine tarihi hep ilgimi çekmiştir. Çok fazla bilgi topladım ve anne babam da bunu biliyor, bu nedenle benden şüphelenmeyeceklerdir... Bu harika bir bahane!
Emlyn bir dereceye kadar babasına benziyordu. Babası, altın çerçeveli gözlükleriyle oldukça profesyonel gösteriyordu.
Tıp doktorasını almış olan beyefendi, elindeki anatomi kitabını bırakıp gözlüklerini hafifçe burnuna ittirdi, "Backlund’da kimse bu konuda Lord Nibbs’den daha bilgili değildir."
...Lord Nibbs’e sormaya cesaret edebilsem uzun zaman önce sorardım zaten... Emlyn, omzundaki sırrın ağırlığını sonuna kadar hissediyordu, "Lord Nibbs dışında?
O yeraltında uyuyor, kendisini rahatsız etmek istemiyorum."
Emlyn’in babası birkaç saniye düşündükten sonra başını kaldırdı, "Waymandy.
Kendisini hep bir tarihçi olarak görmüştür."
Emlyn rahat bir oh çekmiş, gülümsemeye başlamıştı.
"Onu ziyaret etmek istiyorum."
…
Vooo!
Beyaz Akik, buhar düdüğü eşliğinde Damir Limanı’na giriş yaptı.
Bu koloni adasından yemek ve su takviyesi aldıktan sonra, ertesi sabah yeniden denize açılacaktı.
Klein, murlok avından sonraki iki günü oldukça sıkıcı ve olaysız geçirmişti. Deniz manzarasından da sıkılmış ve denizkızlarıyla daha fazla bilgi alabilmek, rol yapma ilhamı bulabilmek için limanın barına gitmeye karar vermişti.
Karada eli kanlı bir korsanla karşılaşsam, ona bir ders vermekten kaçınmazdım. Ürpertici Açlık’ın içinde hala serbest bırakılmayı bekleyen ruhlar var... Alnından terler akan Klein, tüm mistik nesnelerini gizli ceplerine doldurduktan sonra kabininden çıkıp limana yöneldi.
Bu süre zarfında Donna, Cleves ve diğerleriyle de karşılaşmıştı. Grup, Damir’in ünlü pastırmasını denemek için limandaki restorana gidiyordu.
Donna ve Denton, ebeveynleri yokken tanıştıkları maceracıya neşeyle selam verdiler, onun nereye gittiğini merak ediyor gibiydiler.
Klein, gülümseyerek çocuklara selam verdikten sonra yakalarını kaldırıp tabelaları takip ederek en yakındaki barı buldu.
Uçan Balık & Şarap... Barın dışı ödül ilanlarıyla doluydu.
Bunların arasında, Beş Deiz Kralı’nın başına konan 800.000 poundluk ödül ve bir korsan kaptanın başına konan yüz poundluk ödül ilanları da vardı.
Her şey para... Klein uzunca bir süre orada durup ilanları inceledi.
Sonra da kapıyı açıp içeri girdi, burası Klein’ın gördüğü diğer barların aksine oldukça sessizdi.
Ne oldu şimdi? Klein bakışlarını etrafta gezdirdiğinde koyu kırmızı paltolu Kaptan Elland’ın barda oturduğunu, odanın ortasında iki iri yarı adamın karşılıklı durduğunu gördü.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.