Yukarı Çık




507   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   509 


           
Backlund, Tingen ve Pritz Limanı gibi anakara şehirlerin aksine, Bansy Limanı gibi sömürge adalarında gaz bulunmuyordu. Bu nedenle sokaklardaki lambalar oldukça seyrekti. Camların içindeki mumlar hala yakılmayı bekliyordu.

Ne yazık ki rüzgar erken yükseldiğinden kimse mumları yakmaya gelmemişti. Bu nedenle sokaklar oldukça karanlıktı. Kızıl ay ışığı bulutların arasından güçlükle yeryüzüne ulaşıyordu.

Az öncekine kıyasla rüzgarlar büyük oranda hafiflemişti.

Havayı ince bir sis sarmıştı ve iki katlı evlerin ve diğer tüm binaların kapıları ve pencereleri kapalıydı.

Klein, bir elinde ahşap bastonu, diğer elinde fenerle hızlı adımlarla Yeşil Limon Restoranı’na doğru ilerliyordu, yolu tarif eden Danitz’di.

Vooş!

Sisin ortasında, rüzgar hızla yükseldiğinde Klein boynunda bir ürperti hissetti.

Sağ elini kaldırıp paltosunun yakalarını kaldırarak boynunu iyice kapattı.

O anda aniden zihninde bir sahne belirmişti!









Karpuz büyüklüğünde siyah bir gölge sisin içinden çıkmış, kulağına doğru fırlamıştı.

Bunun üzerine Klein, hiç düşünmeden kolunu savurup bastonuyla bir hamle yaptı.

Bam!

Siyah gölgeye tam zamanında vurup onu bir kenara savurmayı başarmıştı.

Fenerin ışığıyla dikkatli bir şekilde baktığında, kendisine saldıran şeyin ne olduğunu gördü.

Bu bir kafaydı!

Bedeni olmayan, altından yemek borusu sarkan bir kafa!

Yüzü küflü peyniri andıran başın altından sarımsı-yeşil bir sıvı akıyordu, burnunun olması gereken yerde yalnızca iki kara delik kalmıştı.

Dışarı doğru çıkık olan gözleri çoğunlukla beyazdı, dudakları çürümüş, kanlı, keskin dişleri ortaya çıkmıştı.

Kahretsin! Bu sahneyi gören Yanan Danitz kalbinin titrediğini hissediyordu.

Pek çok hazine avına çıkmış, pek çok canavarla savaşmış olsa da böyle iğrenç ve korkunç bir şeyle karşılaşmamıştı.

Ne zaman olduğu bilinmez, bir ara elinde klasik bir tabanca belirmişti ve şimdi ateş açmak için kararlı bir şekilde dirseğini kaldırıyordu.

Ancak tam o sırada, gökyüzünden saf bir ışının indiğini gördü.

Ah!

Çirkin kafa hızla buharlaşıp küle dönüşerek yok olmuştu, ondan geriye en ufak bir iz bile kalmamıştı.

Ne kadar güçsüz! Danitz derin bir nefes alıp tabancayı tutan kolunu indirdi.

Bu canavar, Gehrman Sparrow Güneş yolundan mı? Öyle görünmüyor... Muhtemelen mistik bir nesnesi vardır... ben farkına bile varmamıştım, ancak Gehrman düşmanın saldıracağını önceden fark etti. Bu adam gerçekten de çok güçlü... Tam Danitz sakinleşmeye başlamıştı ki, gözünün kenarıyla sisin içinden gelen başka bir baş olduğunu gördü.

Bu şey boynunu ısırmak istiyor gibiydi!

Bang!

Sakince tetiği çektiğinde pirinç renkli mermi küf kaplı başa isabet edip onu geriye doğru savurdu.

Kısa süre sonra, Danitz’in sol avucunun üzerinde kızıl bir top büyümeye, ateşli bir ışıkla dönmeye başladı.

Danitz öne doğru eğilip elini geri çekerek ateş topunu gövdesiz başa fırlattı.

Aniden alevler yükselmiş, kafa kıpkırmızı, hızla kömürleşmeye başlamıştı.

Ancak sanki bunlardan hiç etkilenmemiş gibi hala ağzı açık bir şekilde Danitz’e bakıyordu.

Bu durum Danitz’in beklentilerinin dışındaydı, ancak yine de hızla tepki verip yana doğru yuvarlandı.

O sırada yeniden avucunda kızıl renkli bir top belirmişti, ancak bu kez alev büyümüyor, aksine giderek küçülüyordu.

Danitz, göz büyüklüğünde olan turuncu ateş topunu hızla kafaya doğru fırlatıp bir kez daha yuvarlandı.

Ateş topunu maneviyatıyla kontrol ediyordu.

Bum!

Patlamanın etkisiyle kafa içten dışa doğru parçalanmış, et ve kan parçaları her yere saçılmıştı.

Sonunda işini bitirdim... Danitz son kez yuvarlanıp ayağa kalktıktan sonra rahat bir oh çekti.

Baştan oluşan bu canavarlarla baş etmenin kolay olmadığını fark etmişti, oysa Gehrman az önce çok kolay bir şekilde işini bitirmişti.

Bunun sebebi Güneş alanı Beyonder güçlerinin bu gibi şeylere yetkin olması olmalı! Diye düşündü kendisini teselli etmek istercesine.

O sırada başını yana doğru çevirdi, Gehrman Sparrow onu beklememişti! Elinde bastonu ve feneriyle birlikte ilerlemeye devam ediyordu.

...Kahretsin!  Bekle beni... Bekle beni! Danitz adımlarını hızlandırıp Klein’ın arkasından koşmaya başladı. Bu sisli ve loş ortamda tek başına kalmaya cesareti yoktu.



Yeşil Limon Restoranı’nda.

Donna, önündeki beyaz porselen tabağa ve içindeki kırmızı kan keklerine baktı. Az önce, yemek yiyen müşterilere baktığında hissettiği tuhaf korkuyu ve dışarıdaki başsız, boynundan kanlar fışkıran adamın görüntüsünü bir türlü aklından çıkaramıyordu.

Boğazı hafifçe kıpırdandı, neredeyse kusacaktı.

Kokusu çoktan burnuna gelmiş olsa da, tatlıyı yemekten vazgeçmişti.

Bu yüzden salatasını ve patates püresini yemeye devam etti. Hevesle dışarıdaki rüzgarın dinmesini bekliyordu ancak zaman sanki daha yavaş akıyor gibiydi.

Diğer müşteriler çoktan hesaplarını ödeyip ikinci katı terk etmişlerdi. Ortam giderek daha da sessiz ve boş bir hal alıyordu.

Pat! Pat! Pat! Bu sessizliğin ortasında, merdivenlerden gelen ayak sesleri daha da sinirine dokunmaya başlamıştı, ancak başını pencereye doğru çevirdiğinde, dışarıdaki ağaçların artık az önceki kadar şiddetle sallanmadığını gördü.

“Rüzgar durdu!“ diye bağırdı heyecanla pencereyi işaret ederek.

İthalat-ihracat işiyle uğraşan babası Urdi işaret ve baş parmağıyla alnını hafifçe sıkıştırdı, “Sofra adabına ne oldu Donna?“

“Ama...“ Donna kendini savunmak için ağzını açtığında Cleves hafifçe elini kaldırdı.

“Saat 8’e yirmi var, yemeğimiz de neredeyse bitti. En kısa sürede geri dönsek iyi olur. Bansy Limanı’nın geceleriyle alakalı pek çok korkunç efsane var.“

Geçimini az çok denizden kazanan her tüccarın batıl inançları olurdu, özellikle de yerlilerin efsanelerine karşı temkinli olmaları gerektiğini bilirlerdi. Bu nedenle Urdi sessiz kalıp Cleves’in önerisini kabul etti.

Hemen hesabı ödedikten sonra ailesi ve korumalarıyla birlikte birinci kata yöneldi.

Ancak tam Cleves kapıyı açacakken, yakınlardaki bir odadan bir gıcırtı sesi geldi. Donna neredeyse çığlık atacaktı, neyse ki kendisini tutup kardeşinin elini sıkıca tutmuştu.

Odadan bir figür çıkıp sakince gruba baktı, “Sis çöktü, dışarı çıkmasanız iyi olur.“

Üzerinde siyah bir palto, gözünde ise gözlük vardı. Yüzü etli ve neredeyse daireseldi.

“Ne demeye çalışıyorsunuz, Bay Fox?“ Cleves, Yeşil Limon Restoranı’nın sahibini tanıyordu.

Fox ifadesiz bir suratla onlara bakarak cevap verdi, “Bansy’de, sisli ve havanın değişken olduğu gecelerde dışarı çıkmamak ve kapıları açmamak gerekir. Aksi halde... Kötü şeylerle karşılaşılabilir.“

Donna giderek daha da korkmaya başlıyordu, birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra adama bakıp şöyle dedi, “Bizden önce çıkan insanlar da oldu!“

Fox, arkasındaki odaları işaret etti.

“Kalmayı seçtiler.“

Gıcırt! Pat!

Fox cümlesini tamamladığı anda, çeşitli odaların kapıları açılmıştı. İçeriden başlarını uzatan kadın ve erkekler Donna ve ailesini izliyordu.

“Belki de buranın geleneklerine saygılı olmalıyız,“ dedi Urdi Branch birkaç saniye düşündükten sonra. “Burada bir gece kalmamız gemiye binişimizi etkilemeyecek.“

Normalde Cleves, Fox’un önerisini dinleyerek Yeşil Limon Restoranı’nda kalmayı seçerdi, ancak Gehrman Sparrow’un hatırlatmaları kafasını karıştırıyordu. Sonuçta bu adam, Yanan Danitz’i gözetimine almış güçlü bir maceracıydı!

Bansy Limanı’nda gizli bir tehlike var... Ancak bu ifade de içeri ya da dışarı uyarısı yoktu... Cleves hafifçe başını sallayıp patronuna baktı, “Bay Branch, lütfen bana güvenin.“

O sırada diğer koruma araya girdi, “Evet, pek çok halk hikayesi duydum ancak hiçbiri pragmatik değil...“

Ancak o sözünü tamamlayamayan, restoranın kapısına tıklatıldı.

“Bakın, kapıya tıklıyorlar, cevap vermeyin,“ dedi Fox sakince.

Urdi’nin kalp atışları da giderek hızlanıyordu.

Donna, bakışlarını kapı önlerinde duran müşteriler arasında gezdirdi, bu insanların bakışlarını anormal derecede tuhaf bulmuştu.

“Hayır, bizim dönmemiz gerekiyor!“ dedi sonunda neredeyse çığlık atar gibi bir tonda.

Cleves de tarif edilmez bir baskı ve soğukluk hissediyordu, küçük kızla aynı fikirdeydi.

“Herhangi bir sorun olursa, burada kalmak daha tehlikeli olacaktır. Gemide toplar ve silahlı ve kılıçlı denizciler de var.“

Bu açıklama Urdi’yi ikna etmişti, bu nedenle kapıyı açması için Cleves’e onay verdi.

Cleves, kapıdaki tıklama seslerinin azalmasını bekledikten sonra silahını kaldırıp boştaki eliyle kapıyı açtı.

Rüzgar ulumayı bırakmıştı, ancak sis hala karanlığın içinde yayılmaya devam ediyordu. Dışarısı çeşitli canavarlarla dolu gibiydi sanki.

Donna, kardeşi Denton’ın elini sıkıca kavrayıp Cecile’in arkasında kalmaya çalışarak restorandan çıktı.

Gıcırt!

Restoranın kapısı anında kapanmıştı, artık içeri dönmeleri mümkün değildi.

Cleves, elinde fenerle öne doğru ilerledi, o sırada aniden bir şeyin uçarak gelip birkaç yere çarptıktan sonra yere yuvarlandığını gördü.

Donna ve diğerleri de içgüdüsel olarak oraya bakmış ve neredeyse anında dehşet çığlıkları atmışlardı.

Bu, buruşuk, çürümüş bir kafaydı!









Hemen sonrasında, gökyüzünden inen ışınları fark ettiler.

Işınlar kafayı anında parçalayıp yok etmişti.

“Bu...“ Urdi ve diğer herkesin bedeni titriyordu.

Başlarını kaldırdıklarında, sisin derinliklerinde hafif, soluk bir parıltının kendilerine doğru yaklaştığını gördüler.

Elinde bir fener olan, şapkalı, kruvaze ceketli bir adam geliyordu. Adamın yüz hatları keskin, bakışları soğuktu.

“Sparrow Amca!“ Donna ve Denton heyecanla bağırdılar.

Sonunda içleri biraz huzur bulmuştu.

Klein feneri yanındaki Danitz’e verip elinde bastonuyla sakince gruba yaklaştı, “Hadi önce telgraf ofisine gidelim.“

“Timothy’ler ne olacak?“

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


507   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   509