Balık kesinlikle murlok eti kadar lezzetli değildi, ancak baharatlar gerçekten de insana katmanlı tatların kapısını açıyordu.
Aslında, bu tehlikeli çevreden ayrılıp normal bir hayat sürmek isteyen pek çok yerli Beyonder var. Backlund’a gidip bir Rorsted mutfağı restoranı açarak kızarmış balık satabilirler... Şehir birçok şeyi kabul eder, işlerinin kötü olmayacağından eminim. Tek sorun, pek çok baharatın şehirde burada olduğu kadar ucuz olmaması. Maliyet çok yüksek olacaktır ve konumun da hedef kitleye uygun seçilmesi gerekiyor... Klein, kaba yemek çubuklarını koyup peçeteyle ağzını sildi.
Ona göre, sıradan insanların zengin olmanın yolunu bulamamasının sebebi, yeterince vizyon sahibi olmamalarıydı. Ancak, kişinin vizyonu aldığı eğitim ve günlük deneyimleriyle sınırlıydı. Kişinin bağlı olduğu sosyal sınıftan kaçıp sınırlarını aşması oldukça zordu. En etkili yol, daha yüksek eğitim seviyesi için çaba sarf etmek ve risk alarak maceralara atılmaktı. Tabii risk çok büyüktü ve bu yola baş koyan pek çok insan ortadan yok oluyordu.
Klein, bu yemek için 2 soli 5 peni ödemişti ki bu da çok uygun sayılmazdı, ancak iyi yemek için para harcamaya daima gönüllüydü. Ayrıca, başlıca masrafları son günlerde Danitz tarafından karşılanıyordu.
Böylece Klein yakasını dikleştirip şapkasını başına geçirdi ve bastonunu da aldıktan sonra Yaşlı John’un Restoranı’ndan çıktı, tam o sırada bir polis memuru bir serseriyi sokağun sonuna sürüklüyordu.
Rorsted Takımadaları’nın yerlileri, Güney Kıtası sakinlerinden daha koyu tenliydi. Saçları da çoğunlukla koyu renkli ve dalgalıydı. Loen Krallığı’nın sömürgecilerinden oldukça farklılardı.
Buranın tamamen kolonileştirilmesinin üzerinden henüz elli yıl bile geçmemişti. Başta, Loen ekonomik faydalar elde etmek için Mid Sonia Şirketi adı altında yerel krallarla ve şeflerle çalışmıştı, ancak sonrasında, güç için savaşmaya başlayan şirketin yönetimi yozlaşmış, hatta kişisel kazançlar için düşmanı kışkırtarak savaş başlatmıştı. Daha da saçma olan, iki tarafın da birbirlerini rüşvet kabul etme iddiasıyla yetkililere bildirmesiydi. Bununla ilgili olarak da, kendilerine destek verecek bir Parlamento Üyesi bulmaları yeterliydi. Parlamento duruşmaları sırasında da birbirlerine saldırır, neredeyse mahkemelik olurlardı.
Yerliler, kendi kral ve şeflerine boyun eğdirip ayaklarını öptüren, onlara yüklü hediyeler taşıttıran bu güçlü figürlerin aslında Backlund’da Parlamento Üyesi bile olmayan önemsiz insanlar olduğunu asla hayal edemezdi. Çoğu soylu ailelerden geliyor olsa da, hepsi miras haklarının en son hattındaydı.
Bu anlaşmazlıktan sonra, Kral ve Başbakan hisseleri geri almaya, Mid Sonia Şirketi’ni kapatmaya ve filo ve birliklerini gönderip Rorsted Takımadaları’nı ele geçirmeye, onları gerçek sömürge egemenliğine sokmaya karar vermişti.
Şu anda takımadalar, genel valilik, Parlamento ve Mahkemeler tarafından yönetiliyordu. Üst kademelerin hepsi Loen’li, bazı orta rütbeliler Parlamento Üyesi ve mahkeme yargıçları da orijinal kral ve şeflerin soyundan olan kimselerdi. Düşük rütbeli pozisyonlar ise bölgenin eğitimli yerlilerine açıktı. Bu pozisyonlara, müfettişlik konumu altındaki polis memurluğu da dahildi.
Elinde bir copla serseriyi kovalayan da yerli bir polisti ve kovaladığı serseri de Rorsted kökenliydi.
Memur, kruvaze ceketli, şapkalı, bastonlu Klein’ı gördüğü anda copunu kaldırıp ayaklarını birleştirerek selam verdi.
“İyi günler bayım.
Size nasıl yardımcı olabilirim?“
Karmaşık duygular içinde olan Klein hafifçe başını salladı.
“Burada hiç araç yok mu?“
“Genel valiliğin düzenlemelerine göre, araçların bu sokağa girmesine izin verilmiyor. İlerideki sokağa kadar yürümeniz gerekecek,“ dedi memur korku ve coşku karışımı bir tonda.
“Teşekkürler. Loen dilini oldukça iyi konuşuyorsunuz.“
Bu sözler polisi çok şaşırtmış, heyecanlandırmıştı.
“Bence, bence bu iyi bir polis memurunun sahip olması gereken önemli bir özellik.“
Aslında kendisini Loen’den gibi hissettiğini söylemek istemişti, ancak bunun karşısındaki beyefendiyi öfkelendireceğini düşündüğünden vazgeçmişti.
Böylece Klein dönüp sokağın sona doğru ilerlemeye başladı.
Yürürken, yerel giyim tarzının Backlund ve Tingen gibi şehirlerde olduğundan çok daha farklı olduğunu fark etmişti. Hatta, iki yüz yıldan uzun süre önce sömürgeleştirilmiş olan Damir ve Bansy gibi limanlardaki giyim tarzından bile oldukça farklıydı.
Loen’li bir beyefendi, resmi bir takım giyer, şapka ve kravat takar, zarif bir baston taşırdı. Bu da çevresindeki insanların ona karşı itaatkar hissetmesini, onun gözlerine bakmaktan ya da ona dokunmaktan korkmasını sağlardı. Diğer yerliler ya da karışık ırkların genellikle kalın ceketleri bol pantolonlarla eşleştirmeyi sevdiği ve ana karaya özgü tarza şapkalar taktığı söylenebilirdi. Ayrıca siyahtan hoşlanmaz; kahverengi, hardal rengi ve açık gri gibi renkler tercih ederlerdi. Klein bunu gerçekten de biraz tuhaf buluyordu, ancak bu aynı zamanda ona yabancı bir ülkeye gelmiş olma hissi de veriyordu.
Tabii daha yüksek konumda olan yerliler ve karışık ırklar da bunun bir medeniyet belirtisi olduğu inancıyla Loen’in giyim tarzını taklit ediyorlardı.
…
Öğleden sonra 2’de, maceracıların toplanma yeri olarak kabul edilen Kılıçbalığı Barı’nda.
İçeride pek fazla müşteri olmadığından Klein kolayca masaların arasından geçip bara ulaştı.
Diğer yerlerden farklı olarak, burada barın kenarında ahşap raflarla desteklenen üç kara tahta olduğunu fark etti. Kara tahtaların üzerine, tuhaf içeriklere sahip bazı beyaz ilan kağıtları asılmıştı. Kimileri koruma arıyor, kimilerini kayıp yakınlarını bulmak istiyor, kimileri bir adadaki durumu öğrenmek istiyor, kimileri de bir korsanı getirene büyük bir ödül vereceğini bildiriyor, kimileri de bir hazine haritası bulduğunu ve bir ekip kurmak istediğini belirtiyordu. Kısacası, Loen Krallığı’nda özel dedektiflere ve güvenlik şirketlerine teslim edilen görevler burada hala maceracılara aitti.
“Bir bardak Zarhar,“ dedi Klein elini hafifçe bar tezgahına vurarak.
Zarhar, ucuz ve lezzetli, oldukça eşsiz olan bir yerel bir malt birasıydı. Maceracıların bu birayı sevdiğini ona Danitz anlatmıştı.
“Üç peni.“ Barmen, yeni müşterisine anlık bir bakış attı, aşina olmadığı bu yüz tavrının değişmesine sebep olmamıştı.
Böylece çok geçmeden Klein elinde birasıyla sessizce çevresindekileri dinlemeye başladı. İnsanların sohbetlerinden, kendisi için değerli bir hedef bulmaya çalışıyordu.
Bardaki insan sayısının artmasıyla, yaklaşık bir saat sonra sonunda işine yarayabilecek bir şey bulmuştu.
Ondan aşağı yukarı üç metre ilerideki masada dört kişi oturuyordu. Grup, Wendt isimli bir adam hakkında konuşuyordu.
“Ben Wendt’in denizde olduğunu sanmıştım. Evde olmasını beklemiyordum, çok hasta.“
“Ah, iki gün önce kapısını çalmış olsam belki şu an hayatta olurdu. Odanın ne kadar korkunç olduğunu hayal bile edemezsin. Bedeninde, koca beyaz şeritler halinde mantarlar büyüyordu.“
“Kahretsin! Kes şunu! Sosis yediğimi görmüyor musun?“
“Evet, evet, evet. Wendt’in odası böcek, güve, sinek, kelebek, arı ve hamam böcekleriyle doluydu. Kutsal Fırtınalar Lordu, orada bir zamanlar bir insanın yaşadığına inanmak bile güçtü. Polis bile dehşete düşmüştü!“
…
Bu sözleri duyan Klein’ın kaşları aniden çatıldı, Wendt’in ölümünün hiç de normal olmadığını düşünüyordu. Ölümünden sonraki birkaç gün içinde ceset çoktan mantarlarla dolmuş, odanın her yerini böcekler sarmıştı.
Beyonder dünyasıyla ilgili bir şeyler mi? Polisin bu anormalliği kesinlikle Manda Altındaki Cezalandırıcılar ekibine bildirmiş olması gerekiyor... Anladığım kadarıyla olay üç ya da dört gün önce olmuş. Halledilmesi gereken şeylerin icabına çoktan bakılmıştır... Klein, gidip olay yerini ziyaret edip etmemesi gerektiği konusunda ikilemde kalmıştı. En azından, Wendt adlı adam Bayam’da yalnız bir maceracıydı. Taydaşlarından hiçbiri ölüm haberinin ulaştırılması konusunda yardım etmeye çalışıyor gibi görünmüyordu.
Ve Klein, grubun konuşmalarından Wendt’in kiralık dairesinin nerede olduğuna dair aşağı yukarı bir fikir edinmişti. Blackhorn Sokağı 47 numara yakınlarında bir yerdi.
Klein, Zarhar birasının son yudumunu da içtikten sonra şapkasını takıp bardan ayrıldı.
Bir süre sonra, 47 numaralı apartmanın kapısından girerken sessizce mırıldandı, “Son zamanlarda bir ölümün yaşandığı oda.“
İfadeyi yedi kez tekrarladıktan sonra, bastonunun yardımıyla, Wendt’in yaşadığı odayı kolayca bulabilmişti.
Oda henüz yeni birine kiralanmamıştı, ancak olay yeri çoktan temizlenmişti.
Klein içeri girip kapıyı arkasından kilitledikten sonra dikkatli bir şekilde dolaşmaya başladı.
Ortamın durumundan emin olduktan sonra da öz yağları, bitkiler, tozlar ve özel mumlar çıkararak hızla bir ritüel düzenledi.
Olayın üzerinden birkaç gün geçmiş olmasına, bu nedenle ancak oldukça yüzeysel, kesik bilgi parçacıkları edinebilecek olmasına rağmen bunun eli boş dönmekten daha iyi olduğunu düşünüyordu.
Bu nedenle tereddüt etmeden kendisine çağrıda bulunarak gri sisin üstündeki dünyaya ulaştı. Burada çağrısına cevap verip ruh beden durumuna girdi.
O anda mum alevi yükselmiş, ortama hayalet mavisi bir duman yayılmıştı.
Şu anda Klein’ın gözleri tamamen siyahtı, artık rüya kehaneti tekniğini kullanmıyordu.
Meçhul’e ilerlediğinden, gri sisin de yardımıyla, Wendt’in kalan maneviyatını doğrudan görebiliyordu.
Üç sahne vardı. Biri, uzun, ince, koyu tenli, kıvırcık saçlı Wendt’in cesede yaklaşması ve cesetteki parıltının canlılık aurasıyla dolu yeşil bir mücevhere dönüşümünü görerek hayrete düşmesiydi. İkinci sahnede Wendt, gözleri kapalı, ağzı hafif açık bir şekilde yatağında uzanıyordu. Vücudunun üstü çeşit çeşit mantarlarla kaplanmıştı ve etrafında hamam böcekleri ve güveler dolaşıyordu, göğsünde ise az önceki sahnede bulunan yeşil mücevherle süslenmiş gümüş bir kolye vardı. Üçüncü sahne, denizin kenarında oturan gözleri hafif nemli, soluk sarı saçlı sevimli bir kızı gösteriyordu. Kızın çevresinde, Wendt’in isteksiz sesi süzülüyordu.
“Raine, ölmek üzereyim. Gerçekten çok pişmanım, sana seni sevdiğimi hiç söylemediğim için çok pişmanım. Benimle evlenmeni istiyorum...“
O anda resim parçalandı ve ruh iletişimi sona erdi. Klein başını kaldırıp etrafına baktı, ev hala karanlık ve kasvetliydi.
Bu adam gerçekten şanssızmış..
Wendt’in ölümüne neyin sebep olmuş olabileceği hakkında aşağı yukarı bir fikri vardı - rastgele bir şeyler toplama eylemi.
Beyonderların büyük çoğunluğu Beyonder Özellikleri Muhafaza ve Yıkılmazlık Yasası’nı bilmiyordu ve ölen Beyonderların bedeninden çıkan özelliğin malzeme olarak kullanılabileceği akıllarına gelmiyordu. Bu süreç nispeten yavaş olduğundan, gözden kaçırılması kolaydı. Bu nedenle, bir Beyonder’ı öldüren kişi genellikle yalnızca üstünü arayıp kısa sürede bedenden kurtulurdu, Wendt gibi kimseler bu Beyonder özelliklerini böyle buluyordu.
Ve Wendt, bunun bir Beyonder özelliği olduğunu bilmediğinden, büyülü bir mücevher olduğunu düşünüp ondan bir kolye yaparak hep yanında taşımıştı. Böylece yavaş yavaş yozlaşmış ve acı içinde ölmüştü.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.