Zil çaldı ve bu dördüncü dersin bittiğinin habercisiydi. Sınıfın içindeki hava bir anda gevşedi, herkes biraz daha rahatladı ve tembelleşti.
“Yemek zamanı!“
Savaş narası atar gibi bağıran kıza bakarken omuz silkmekten başka bir şey yapamadım. Her gün bu kadar enerjik olmayı nasıl başarıyor? Neyse, herkesin kendi tarzı var.
“Öğle yemeği, öğle yemeği~“
Sanki dans ediyormuş gibi geliyor… Bekle, gerçekten mi dans ediyor? Onun—yani Narasaka Maaya’nın—bana doğru gelmesini beklerken, birkaç sınıf arkadaşımızın da onu takip ettiğini fark ettim.
“Ayase-san, ben yemekhaneye gidiyorum, istersen bunu kullanabilirsin.“
“Teşekkürler.“
Yanımdaki sırada oturan kız cüzdanını aldı ve sınıftan çıktı. Onu uğurladıktan sonra, masasını kendiminkine yaklaştırdım ardından çantamdan öğle yemeğimi çıkardım.
“Bugün biraz kalabalığız, kusura bakma Saki!“
“Sorun değil.“
Böylece Maaya’nın masasını kendime rezerve etmiş oldum. O, elinde sallayarak taşıdığı öğle yemeğiyle yanıma yürüdü. Peki ya arkasındaki dört-beş kişilik grup? Onların masaları ne olacak? Tam anlam veremezken, içlerinden bazıları yakındaki arkadaşlarına seslenerek boş sıraları kaptılar. Sınıfın yaklaşık yarısı ya yemekhanede yemek yemeyi tercih ederdi ya da kendi sıralarında yemeğini yerdi. Boş bir masa bulduğun sürece ve izinsiz kullanmadığın müddetçe genelde sorun çıkmazdı. Benim içinse biriyle yemek yemek, özellikle de bunun uğruna bir zahmete girmek, açıkçası gereksiz bir uğraştı.
Yine de bunu yüzüme yansıtmıyorum. Bunun basit bir sebebi var: Şu anda benimle birlikte yemek yiyenlerin bazıları, yaz tatilinde birlikte havuza gittiğim gruptan ya da son zamanlarda daha sık konuşmaya başladığım insanlardan oluşuyordu. Kısa süre içinde sıralar yarım bir daire şeklinde dizildi. Yemek vakti.
“Acaba bugün yan yemek olarak ne var?“
“Hey, Maaya, neden benim yemeğime bakıyorsun?“
“Ooo! Rulo omlet!“
“Ve neden yemek çubuklarını uzatıyorsun?“
“Yarısı! Yarısını ver bana!“
“Peki, tamam, tamam.“
Yemek çubuklarımla rulo omleti ikiye böldüm ve yarısını Maaya’nın bento kutusuna koydum. O da karşılık olarak benimkine bir parça kızartılmış yiyecek bıraktı.
“Bu takas biraz eşitsiz olmadı mı?“
“Hiç sorun değil, gayet adil~ Ah, Yumicchi, somonun harika görünüyor!“
“Eğer Narasaka ailesinin gizli tarifiyle yapılan kızartmadan biraz paylaşırsan…“
“Takas onaylandı!“
Demek o kızartma, ailesinin özel tarifiyle hazırlanmış. Merakıma yenik düşerek bana verdiği parçadan bir ısırık aldım. İç kısmına ulaştığımda, ağzımda adeta eriyen yumuşacık ve sulu bir tavuk tadı aldım. Üstelik pek yağlı da değildi, bu yüzden fazla çiğnememe gerek kalmadı.
“Lezzetli…“
“Değil mi, değil mi? Narasaka-san’ın kızartmaları tam bir deha eseri.“
“Ağzın doluyken konuşmana gerek yok. Sonra söylersin.“
“Mmnom.“ Ağzı tavukla doluyken başını yukarı aşağı salladı.
“Pes doğrusu.“
Herkes bir kez daha kahkahalara boğuldu. Başlarda rastgele insanlarla arkadaşlık kurmanın zaman kaybı olduğunu düşünmüştüm ve sadece Maaya ile takılmaya karar vermiştim ama şimdi, farkında olarak yeni ilişkiler kurmaya yöneliyordum. Kısa bir sessizliğin ardından, yemek yemeye devam ederken sohbet yeniden canlandı. Dürüst olmak gerekirse, çoğu zaman onların konuşmalarına yetişemiyorum ve ilgimi de pek çekmiyor ancak eğleniyormuş gibi davrandıkça, gerçekten eğlenmeye başladığımı hissettim. Sanırım insan kalbi fazla kolay etkileniyor. Bunun bir adı var mı acaba?
“Hey millet—“
Bu sözlerle birlikte herkesin dikkatini çeken kişiye başımı kaldırarak baktım.
“Bu ay tekrar bir yerlere gitsek nasıl olur?“
Konuşan kişi… şey, kimdi bu?
“Oo, harika fikir, Shinjou. Nereye gidelim? Ve ne zaman?“
“Belki karaoke? Hepimizin boş olduğu bir pazar günü mesela.“
Ah evet, Shinjou’ydu. Diğerleri de hemen bu fikre katıldı. “Güzel olur,“ “Uzun zaman oldu zaten,“ gibi sözler havada uçuştu.
“Saki, sen ne dersin?“
Maaya doğrudan bana sordu ama tereddüt ettim. Normalde, çalışmam gerektiğini ya da işim olduğunu söyleyerek reddederdim ama…
“Şey…“
“O gün işin mi var? Yoksa bu sefer çalışıyor musun?“
Maaya düşüncelerimi anlamış gibiydi ve bana bir kaçış yolu sundu.
“27’sinde vardiyam yok. Genelde işim olmadığı günlerde ders çalışıyorum ama…“
“Öyle mi? Saki-chan gerçekten tutkuyla ders çalışıyor. Peki o zaman ne yapacağız? Hmmm.“
“Aa, o zaman neden bir çalışma seansı yapmıyoruz?“ dedi Shinjou-kun, bana bakarak.
“Ah! Ama nerede?“
“Kütüphanede mi?“
“Belki benim evimde?“ dedi Maaya.
Diğerleri hemen heyecanlandı. Evet, böyle olması normaldı. Eğer buradaki herkes gelirse, sanırım altı kişi falan olurduk zaten Maaya’nın oturma odasının bu kadar insanı rahatça alabileceğini biliyordum. Üstelik, o gün ailesinin küçük kardeşlerini dışarı götüreceğini de ekledi. Bana dönüp kollarını kedi patisi gibi kıvırarak davetkar bir şekilde baktı.
Eğer gerçekten yeni ilişkiler kurmak istiyorsam, sanırım en iyi başlangıç noktası burası olurdu, değil mi? Asamura-kun’un dışındaki insanlarla daha fazla vakit geçirirsem, ona beslediğim bu yasak duyguları unutabilirim belki de.
---
Eve döndüğümde, akşam yemeği ve yarınki kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Aa, evet, biraz kızartma da yapabilirim. Yarınki bento için de kullanırım. Bunu düşünerek dondurucuyu açtım ve biraz tavuk çıkardım. Bugün Maaya’nın yaptığı kızartmayı hatırladım. Muhtemelen önce düşük, sonra yüksek sıcaklıkta iki kez kızartmıştı. Normalde bunun için harcayacak vaktim olmazdı ama bugün bir denemeliyim. Zaten bugün işte de vardiyam yok.
Akşam yemeğinde dilimlenmiş ve kurutulmuş uskumruyu ızgarada pişirdim, yanına patlıcan yemeği, kızartma ve miso çorbası yaptım. Son dokunuş olarak, bu sefer biraz susam yağı ekleyerek tadı değiştirdim.
Yemek yaparken Üvey Babam eve döndü. İçeri girer girmez banyoya su doldurmak için düğmeye bastı. Suyun ısınmasını beklerken benimle birlikte yemek yedi.
“Bugünkü miso çorbasının tadı biraz farklı değil mi ?“
“Garip mi olmuş?“
“Hiç de değil. Harika olmuş. Eminim Yuuta da çok beğenir.“
Bu sözleri aniden söyleyince bir an afalladım ama yüzüme hiçbir şey yansıtmamayı başardım.
“Teşekkürler… Beğenmene sevindim.“
“Akiko-san da bazen susam yağı kullanırdı. Bu Ayase tariflerinden biri mi yoksa?“
“…Öyle sayılır.“
Sanırım, yemeğe susam yağı ekleyerek tadını değiştirmeyi bana annem öğretmişti.
Banyodan çıktıktan sonra Üvey Babam doğrudan yatmaya gitti. Ben ise kızartmaları bitirip, Asamura-kun işten döndüğünde görmesi için ona bir not bıraktım. Ardından odama geçip, yarınki derslerim için çalışmaya başladım.
Dışarıdan gelen sesleri engellemek için kulaklığımı takıp lo-fi hip-hop ritimleri açtım. Ardından ders notlarımı ve kitabımı önüme koydum. Yarınki matematik dersinde öğretmen sırasına göre soru soruyor, bu yüzden bana da sorabilir. O yüzden soruların üzerinden geçmek iyi olur ama ne kadar denesem de aklım sürekli önümüzdeki pazar gününe ve yaz tatilinde havuzda yaşananlara kayıyordu.
Eğer gerçekten ondan uzak durmak istiyorsam, onun için yemek yapmamalı ya da ona not bırakmamalıyım fakat bunu düşündüğümde, bu durum bana sadece mesafe koymak değil, sanki onu reddetmek gibi geldi ve bu kadar ileri gitmek istemiyordum. Onu kendimden uzaklaştırmak… Bu, onun sadece bir yabancı olduğu zamandan bile daha fazla canımı yakardı.
Bu duyguları hissetmemin sebebi, ailemizin bir parçası olarak taşıdığım sorumluluk mu? Yoksa aramızdaki ver-al dengesini bozmamak için mi? Yoksa—?
Bu, içimde kalan hislerin şekil değiştirmiş hali mi? Kendim bile tam olarak anlayamıyordum.
Sonunda tek bir soruyu bile çözemedim.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.