“İşten dönerken biraz dolanacağım, o yüzden geç geleceğim—“
Neden aldığım bir LINE mesajının yanında “okundu“ işareti çıkmasından bu kadar çekiniyorum ki? Kilit ekranımda Asamura-kun’dan gelen mesaj belirdiği an, kalbimin hızla çarpmaya başladığını hissettim. Yomiuri-senpai. Daha mesajın tamamını bile okumama gerek yoktu; anladım. O kıdemli ile bir yere gidiyor. Eğer mesajı açarsam, ona “okundu“ bildirimi gidecek. Bu da onun dışarıda eğlenmesi için bir tür onay gibi olacak. Bu yüzden ne yapacağıma karar veremeyip birkaç dakika boyunca ekrana öylece baktım.
Gerçekten de aptalca, bunun farkındayım.
Hangi liseli kız, üstelik ikinci sınıfa giden bir kız, üvey abisinim ne yaptığına bu kadar takılır ki? Ama eğer mesajı okursam, ona “Bugün bayağı geç kaldın ha?“ diyemem. Aynı zamanda, “Üzgünüm, mesajını görmemişim.“ gibi bir bahaneye de sığınamam.
“Ben ne yapıyorum böyle? Tam bir aptalım.“
Bu şekilde davranmak hiç adil değil. İnsanları manipüle eden tavırları en çok ben nefret ediyorum ama işin içine kıskançlık girince, insanın zekâ seviyesi ilkokul çocuğu seviyesine, belki de daha aşağıya düşüyor. Böyle hissetmem yanlış. Ben onun üvey kız kardeşiyim sonuçta.
Yemek masasına göz gezdirirken bir kez daha iç çektim.
Bugünkü akşam yemeğini yaz yorgunluğuna iyi gelecek yemeklerle hazırlamıştım. Ana yemek olarak kıyma kullanarak yaptığım keema köri vardı. Baharat olarak zencefil, sarımsak ve kırmızı biberin yanında biraz da kimyon eklemiştim. Kimyon sakin bir baharat gibi görünse de etkisi harikadır. Sonuçta, Antik Mısır’dan beri doğal bir aroma olarak kullanılıyor. Tabii ki, böyle eskiye dayanan şeylerin çevresinde tuhaf batıl inançlar dolaşır. Örneğin, “Sevdiğiniz kişinin sizden soğumasını istemiyorsanız, pilavınıza kimyon ekleyin.“ gibi bir şey okuduğumda, bunu böcek kovucu gibi düşünmeden edemedim.
Bir kaşık keema köriden alıp ağzıma götürdüm. Yükselen baharatlı koku gözlerimi kırpıştırmama sebep oldu ve sonra…
“Ah… çok acı!“
Baharatlı yiyecekleri pek sevmediğimi bildiğim halde ben ne yapıyorum?! Acılığından gözlerim yaşardı. Gerçekten, benim problemim ne? Kalbim karmakarışık halde atıyordu. Okulda Maaya ile yaptığımız konuşma aklıma geldi.
“Maaya, sen nasıl her zaman bu kadar enerjiksin? Hiçbir şeyi kafana takmaz mısın?“
Bu dünyada hiçbir şeyi dert etmeyen insan yoktur. O yüzden bunu nasıl belli etmediğini merak ediyordum ama Maaya’nın cevabı beni tamamen hazırlıksız yakaladı.
“Bir şey yap!“
“Ne—ne yapayım mesela?“
Maaya bir parmağını kaldırıp ardından bir tane daha ekledi.
“Ya yeni bir şey dene ya da daha önce yaptığın bir şeye kendini tamamen ver!“
Maaya’ya göre, bir şeyi kafana taktığında ya da bir konuda çok fazla düşündüğünde, düşüncelerin kısır bir döngüye girer. Olduğun yerde sayarsın, bir adım bile ilerleyemezsin.
“İşte bu yüzden kendini zorlayıp ilerlemelisin!“
Ne kadar pozitif bir düşünce tarzı… Ona hayran olmamak elde değil. Tabii ki, bence tamamen doğru değil ama… Yeni bir şey, ha? Bu şekilde, düşüncelerimin içinde dönüp durmak istemiyorum. Maaya’nın dediği gibi, bu hafta sonu kabuğumu kırmalıyım.
Ama… Üvey babamın gelme vakti yaklaşıyor. Duvara asılı saate göz gezdirdim. Şimdi onun porsiyonunu hazırlasam iyi olur. Salatayı tabağa koyup çorba ve köriyi ısıttım. Asamura-kun yemek yiyecek mi acaba? Mesajın sadece ön izlemesine bakarak, yemeğe çıkıp çıkmadığını anlayamıyorum… Belki de dışarıda yiyeceğini söylemiştir?
Her ihtimale karşı onun için de bir porsiyon hazırlayıp, “Eğer çok acı gelirse, dolaptaki yarı pişmiş yumurtayı kullanabilirsin.“ diye bir not bıraktım. İşim bittiğinde ise odama geçtim.
Yarın için biraz daha ders çalışmam gerekiyor. Kulaklıklarımı taktım, müziğe odaklandım ve uzun süredir ilerleme kaydedemediğim derslerime döndüm.
Hem de yarın veli-öğretmen toplantısı var…
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.