“…Ne saçmalıyorsun? Yani, şimdi eve mi gidiyorsun?“
“Aynen öyle! Ama doğruca eve gitmeyeceğim. Biraz daha özgürlüğümün tadını çıkarmak istiyorum~“
Ah, doğru ya. Bugün küçük kardeşleriyle ilgilenmesine gerek olmadığını söylemişti. Bu yüzden veli toplantısından sonra ailesiyle birlikte eve dönmemişti.
“Toplantın bitti yani, öyle mi?“
“Seninki şimdi başlayacak, değil mi? Annen geldi mi?“
“Gelmiş olmalı. Asamura-kun’un toplantısına da o giriyor.“
Bunu söyleyince Maaya’nın yüzü biraz karmaşık bir hal aldı.
“Ah, aklıma geldi, az önce kütüphanede Asamura-kun’la karşılaştım.“
“Öyle mi?“
Demek ki toplantı saatini beklerken kütüphaneye uğramış. Kitapları gerçekten seviyor, değil mi?
“Aynen öyle! O kadar hızlı okuyor ki! Ben daha kitabımın yarısına bile gelmeden o iki kitabı neredeyse bitirdi bile. Resmen ışık hızında okuyor!“
Yani, saniyede 300.000 kilometre hızla mı? Hiç mantıklı değil. Gülümsedim ve başımı salladım.
“O gerçekten inanılmaz.“
“Evet, evet, anladım.“
Maaya’nın sözleri biraz şakayla karışık olsa da Asamura-kun’u böyle övmesi, nedense beni mutlu ediyordu. Yüzüme istemsizce bir gülümseme yerleşmesini engellemek için epey çaba harcamam gerekti.
“Her neyse, artık gideyim. Senin toplantın da az sonra başlayacak, değil mi?“
Saatime baktım. Gerçekten de sadece beş dakika kalmıştı.
“Tamam, görüşürüz~ Bye bye~“
“Evet, görüşürüz.“
Maaya ile vedalaşıp hızlıca sınıfa doğru ilerledim. Vaktim bol diye düşünerek eve gitmiştim ama böyle geç kalırsam çok utanırdım. Hem, annemi uyandırıp buraya gelmesini sağladıktan sonra kendim geç kalırsam işin ne anlamı kalır ki? Merdivenleri aceleyle çıktım, köşeyi döndüm ve o anda Asamura-kun ile annemin sınıftan çıktıklarını gördüm.
Bir şeyler konuşuyorlardı ama ben uzakta olduğum için ne dediklerini duyamadım. Tek bildiğim, annemin gerçekten mutlu göründüğüydü ve bu da benim içimi ısıttı. Annem böyle bir yüz ifadesi taktığında, gerçekten kalpten mutlu olur. Suisei’ye kabul edildiğimde de aynı yüz ifadesini yapmıştı. Asamura-kun gerçekten harika biri. Onun abim olmasına o kadar seviniyorum ki—
Ama bir dakika… Annem neden birden Asamura-kun’a sarıldı? Tamam, aile içi bir şey ama bu kadar fiziksel temasa gerek var mı gerçekten? Bir an panikledim ama sonra annemin bana da böyle sık sık sarıldığını hatırladım. Eh, sonuçta biz anne-kızız, bu kadarına alışığım… sanırım.
Beni fark eden annem hemen yanıma geldi. Yanımızdaki posterde kocaman harflerle “Koridorlarda koşmak yasaktır!“ yazıyordu ama biz yine de böyle buluştuk işte.
Veli toplantısı başlar başlamaz öğretmenim Satou-sensei söze girdi.
“Açık konuşmam gerekirse, ilk başta Saki-san için biraz endişeliydik.“
Satou-sensei sözünü sakınmayan, oldukça doğrudan konuşan bir öğretmendi. İlk izleniminde benim görünüşüm ve hakkımdaki söylentilerden endişe duyduğunu açıkça dile getirdi.
Lafı dolandırmayan insanları severim ancak annem bu sözleri duyunca nasıl hissetti acaba? Satou-sensei konuşurken göz ucuyla anneme baktım. Dimdik oturmuş, öğretmenin her kelimesini dikkatle dinliyordu.
“Ama— bu fikrim zamanla değişti.“
Bunu duyunca farkında olmadan başımı kaldırıp ona baktım.
“Son zamanlarda, önceden zorlandığı Japonca dersinde notları yükseldi ve hakkında çıkan endişe verici söylentiler de artık konuşulmuyor. Modayla ilgili bazı konularda kendisini uyarmam gerekse de, genç bir kız olarak kendini ifade etme isteğini anlayabiliyorum.“
Annem başını büyük bir kararlılıkla salladı.
“Liseli olduğu bu dönemi dolu dolu yaşamasını istiyorum. O yüzden bir anne olarak onu dikkatle gözlemlemenizi rica ediyorum.“
“Elbette, ona gözüm gibi bakacağım.“
Bu sözleri kararlı bir tonda söyledikten sonra sessizliğe büründü. Satou-sensei bir an annemin gözlerine baktı, başını onaylarcasına salladı ve önümdeki tercih formuna göz attı.
“O halde, Saki-san’ın üniversite tercihi konusuna gelelim.“
Öğretmenim, birinci dönem notlarımı göz önünde bulundurarak Japonca dersinde ilerleme kaydetmeye devam edersem hayalimdeki üniversiteye girme şansımın yüksek olduğunu söyledi. Hatta herkesin bildiği bazı ünlü üniversitelerin adını bile verdi.
Annem söze girerek, “Bu kararı tamamen kızıma bırakıyorum.“ dedi ve bana, sözü devralmamı isteyen bir bakış attı. Satou-sensei de gözlerini bana çevirdi. Bir anlığına gerildim.
“Ben… eğitim ücretleri en uygun olan ve mezun olduktan sonra iş bulma imkanı en yüksek üniversiteyi istiyorum.“
Annem yüzüme “Bundan emin misin?“ der gibi baktı ama bu konuda geri adım atmaya hiç niyetim yoktu. Şu an için ne yapacağıma dair kesin bir hedefim yoktu. Bu durumda pahalı bir üniversiteye gitmek anneme gereksiz bir yük olurdu ama gelecekte iş bulmak açısından rastgele bir üniversite seçmek de mantıklı değildi.
“O halde…“ Satou-sensei elindeki kalemi masaya hafifçe vurduktan sonra konuşmasına devam etti.
“Tsukinomiya Kadın Üniversitesi’ne ne dersin?“
“Tsukinomiya mı?“
Tokyo bölgesinde oldukça bilinen bir kadın üniversitesiydi. İsmi kulağa biraz ağır geliyordu.
“Eğer bu seviyede devam edersen, oraya rahatlıkla girebilirsin. Mezunlarıyla güçlü bağları var, istihdamı öncelikli görüyorlar ve devlet üniversitesi olduğu için harç ücretleri oldukça makul. Devlet tarafından tamamen karşılanan burs seçenekleri var, ayrıca faizsiz kredi imkanları da sunuyorlar. Bence sana oldukça uygun olur.“
“Hiç düşünmemiştim doğrusu.“
Böyle bir öneri beklemiyordum. Öğretmenim gülümsedi ve ertesi gün okulun tanıtım etkinliği olacağını söyledi.
“Bence bir üniversitenin atmosferini görmek sana iyi gelecektir.“
“Sanırım haklısınız.“
’Bu yüzden kendini zorlayarak da olsa ileriye adım atacaksın!’
Maaya’nın sözleri aklımda yankılandı. Yeni bir şey denemek, kendini içine atmak. Hem Asamura-kun’a olan hislerimi unutmak hem de hayatımı şekillendirmek için.
Evet, gitmeliyim.
Annem sınıftan çıkarken kendi kendine, “Eğer çok fazla kendini kısıtlarsa bir gün patlayabilir…“ diye mırıldandı ama duymazdan geldim.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.