Yukarı Çık




37   Önceki Bölüm 

           
26 Eylül (Cumartesi) – Asamura Yuuta





Kahvaltımı yedikten hemen sonra evden çıktım ve bisikletimle Omotesando Caddesi’ne doğru pedal çevirmeye başladım. Henüz sabah saat dokuz bile olmamıştı ama sokaklar insan kaynıyordu. Kaldırımlarda yürüyenlerin omuzları birbirine değecek kadar kalabalıktı. Hafta sonu böyle bir yerde yürümek tam anlamıyla işkence gibiydi. Biliyorum, böyle düşünmem beni tam yalnız biri gibi gösteriyor ama bisikletimi sürerken bundan başka bir şey düşünemiyordum.

Bana çarpan rüzgârda yaz mevsiminin izleri tamamen kaybolmuştu. Kızgın asfaltın o kendine özgü kokusu burnuma bile ulaşmıyordu ve cildimdeki o yakıcı his neredeyse tamamen yok olmuştu. Sonbaharın geldiği artık kesindi. Bisikletimi otoparktaki bisiklet rafına kilitledikten sonra, dershanemin bulunduğu binaya göz gezdirdim. Yalnızca cumartesi günleri gitmeye başladığımdan bu yana yaklaşık bir ay geçmişti. Ekstra yaz derslerinin ardından notlarım belirgin bir şekilde yükselmişti, sınav sonuçlarım da bunu kanıtlıyordu. Bu yüzden, dershaneye resmi olarak devam etmek istediğimi aileme söyleyip onları ikna etmiştim.

Tabii ki yalan söylemiyordum ama en büyük sebebim, Ayase-san’a karşı hissettiğim duyguların üstesinden gelmek için evden olabildiğince uzaklaşmaktı. Öğrenci harcı, yarı zamanlı işimden kazandığım paranın önemli bir kısmını götürüyordu fakat bu, göze almam gereken bir bedeldi. Gerçeklikten kaçmaya çalışmıyordum sadece. Bunun bir diğer sonucu da notlarımın daha da yükselmesi ve üniversite seçeneklerimin genişlemesiydi. Geçenlerde yapılan veli-öğretmen toplantısında da bana doğrudan bunun fark edildiği söylenmişti.

Binaya girer girmez bir anlığına duraksadım. Normalde doğrudan sınıfa gitmem gerekiyordu ama fikrimi değiştirdim. Binanın içindeki yerleşimi gösteren haritaya bir göz attım ve her zamanki sınıfımdan farklı bir yere doğru yürüdüm.

‘Bireysel Çalışma Salonu.’

Kapının üstünde asılı olan tabelayı okudum. Burada böyle bir oda olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim. Kapıyı sessizce açtım. Masalar belirli aralıklarla sıralanmıştı, bu da herkesin dikkatini dağıtmadan çalışabilmesini sağlıyordu. Tabii, bu odanın tıklım tıklım dolu olması da beklenemezdi. Sonuçta, bir hazırlık okuluna genellikle derslere katılmak ve öğretmenleri dinlemek için gelirsiniz. Eğer kendi başınıza çalışmak istiyorsanız bunu kütüphanede ya da bir kafede de yapabilirsiniz ama muhtemelen buranın varlığından bile haberdar olmayan birçok öğrenci vardır.

Sıralara göz gezdirirken en arkada tanıdık bir yüz gördüm. Fujinami Summer Sail-san, yani Kaho-san. Şans eseri, yanında boş bir yer vardı. En arkada oturduğu için arkasında kimse yoktu, bu da dikkatini daha iyi toplamasına yardımcı oluyordu sanırım. Tesadüf eseri Fujinami-san da başını kaldırıp bana baktı. Başını salladı ve parmağını dudaklarına götürdü. Sessiz olunması gerektiğini vurgulamak ister gibi, özel sohbetlerin yasak olduğunu ima ediyordu. Zaten ona seslenmek gibi bir niyetim yoktu.

Son sıraya oturdum ve çalışma malzemelerimi çıkardım. Fujinami-san ile konuşacak herhangi bir konum olmadığından, doğrudan derslerime odaklandım. Bir süre geçtikten ve çalışmalarımda iyi bir ilerleme kaydettikten sonra, bu odanın ne kadar rahat bir atmosfere sahip olduğunu fark ettim. Klima düzenli olarak serin hava üflüyordu ve masamın yan duvarları sayesinde yalnızca önümdekilere odaklanabiliyordum.

Aynı şekilde, etrafımda sadece gerçekten ders çalışmak isteyen öğrenciler olduğu için kendimi her zamankinden daha motive hissediyordum. Sürekli insanların girip çıktığı bir kütüphane veya kafeye kıyasla burası çok daha verimliydi. Artan konsantrasyonum sayesinde, bir an dalıp gittiğimde öğle saati olmuştu bile. Karnım hafifçe guruldadı. Odadaki insan sayısı da azalmıştı, muhtemelen öğle yemeği yemek için dışarı çıkmışlardı. Masamı topladım ve ben de bir şeyler almak için markete uğramaya karar verdim.

Fujinami-san da aynı şekilde ayağa kalkıp bana doğru yürüdü. Bir anlığına ne yapacağını anlamasam da etrafımızdaki insanları rahatsız etmemek için sessizce kapıya doğru ilerledim. Koridora adım attığımızda sonunda konuşabildim.

“Sen de öğle yemeği yemeye mi gidiyorsun, Fujinami-san?“

“Evet. Ayrıca…“

“Hm?“

“Benim yanıma kadar geldiğine göre, benden bir şey mi isteyeceksin diye merak ettim.“

“Ah, şey…“

Aslında böyle bir düşüncem tamamen yok değildi. Golf salonu yerinde tanıştığımızdan beri onunla biraz daha konuşmak istemiştim, ama—

“Acil bir konu ya da özel bir şey yoktu aslında…“

“Ah, öyle mi?“

“…Yani, öğle yemeği yiyeceksen acele etsek iyi olur belki?“

“Ben marketten bir şeyler alıp yemeyi düşünüyordum.“

“Ben de öyle.“

“Öyleyse önce bir şeyler alalım. Sonra salonda yiyebiliriz.“

“Doğru ya, oraya şimdiye kadar hiç gitmedim. Tamam, kulağa hoş geliyor.“

“Evet, hadi gidelim.“

Fujinami-san’ın anlattığına göre, salon herkesin dilediği gibi kullanabileceği bir dinlenme alanıymış. Orada yiyip içmek serbestti (gerçi ramen, udon ya da ağır kokulu yiyecekler yasaktı). Muhtemelen iş yerimdeki mola odasıyla benzer bir yerdi.

Hazırlık okulunun yanındaki marketten öğle yemeğimizi aldık. Ben içi doldurulmuş bir ekmek ve bir şişe çay alırken, Fujinami-san önce onigiriye yöneldi ama ardından bir meyve sandviçi ve sebze suyu da aldı. Aldıklarımızı salona götürdük, boş bir masa bulduk ve yemeklerimizi yerken sohbet ettik. Tabii ki konuşabileceğimiz çok fazla konu yoktu, bu yüzden sohbetimiz çabucak tükendi.

“Gerçekten de benimle konuşacak bir şeyin yokmuş gibi görünüyor.“

Fujinami-san böyle söylediğinde, dürüst olmak gerekirse biraz üzülmüştüm ama haklıydı. Ben de ne yaptığımı tam olarak bilmiyordum.

“Sanırım öyle.“

“Aslında seni reddetmeyi düşünmüştüm. ‘Ben buraya ders çalışmaya geliyorum, o yüzden bu biraz fazla olur’ gibi bir şey söyleyecektim.“

Yani, benim ona yaklaşma sebebimin onu tavlamak olduğunu düşünmüştü.

“Öyle bir niyetim yoktu. Sadece seninle konuşmak istemiştim, hepsi bu.“

“Bu, birini tavlamaya çalışırken kullanılan klasik bir replik değil mi? ’Sadece istemiştim’ demek?“

“…Belki?“

“Evet.“

“Doğru, kusura bakma. Öyle görünmesini istememiştim. Benim hatam.“ Başımı hafifçe eğerek özür diledim.

“Önemli değil. Bana da öyle gelmedi zaten ama artık öyle bir kız gibi görünmek istemiyorum.“

“Öyle bir kız derken…? Bekle.“

“Kolay tavlanabilen biri gibi. Okula gitmediğim için sadece eğlence peşinde koşan biri olduğumu düşünüyorlar. Gerçi bunun tamamen yanlış olmaması ağlamama sebep olabilir ama yine de.“

“Okula gitmiyor musun? Ah, özür dilerim, özel hayatına burnumu sokmak istememiştim.“

“Sorun değil. Daha doğrusu, öğleden sonraları okula gitmiyorum.“

“Öğleden sonraları… Ahh, yarı zamanlı bir okul gibi bir yere mi gidiyorsun?“

“Tam gün bir okuldan farklı olduğu için, birçok kişi okulu ciddiye almadığımı düşünüyor. Peki, Asamura-san, ‘yarı zamanlı okul’, ‘kız’ ve ‘gece geç saatlerde oyun salonuna gidiyor’ kelimelerini aynı cümlede duysan ne düşünürdün?“

Bu sözler bana garip bir şekilde tanıdık gelmişti.

“Yarı zamanlı bir okula giden bir kızın gece oyun salonunda stres attığını düşünürdüm hepsi bu.“

Gözlerini kıstı.

“Ciddi misin? Beni birçok sorunu olan bir kız olarak görmez miydin? Kolay tavlanabilecek biri olarak düşünmez miydin?“

Demek bu yüzden benim ona asıldığımı sanmıştı.

“Üzgünüm. Bu tür bir eğitim sistemine giden kimseyi yakından tanımıyorum, o yüzden bana öyle gelmedi. Eğer seni rahatsız edecek bir şey söylediysem özür dilerim ama gerçekten seni öyle görmedim.“

“Hmmmm. Eğer gerçekten öyleyse, bu çok nazik ve hoş bir anlayış olurdu.“

“Sanırım öyle ama bir şey merak ediyorum—“

Ve bu tamamen benim önyargım.

“Golfü neden bu kadar sevdiğini merak ediyorum, Fujinami-san.“

Gözleri şaşkınlıkla açıldı.

“Onu mu?“

“Yani, benim için oldukça beklenmedik bir şeydi ve doğal olarak merak ettim. Gece geç saatlerde bir kızın golf salonu yerine gitmesi bana sürpriz olmuştu.“

“Temelde, o saatte gitmemin sebebi tamamen kişisel tercihimdi. İş ile okuldan sonra kalan tek boş zamanım oydu, o yüzden elbette o zaman gitmek istedim.“

“Evet, yarı zamanlı bir okula gittiğini duyunca, aşağı yukarı bunu tahmin etmiştim.“

Yarı zamanlı okul sistemi, insanların işlerinin yanında eğitim alma şansı elde etmeleri için var. Yani, işi bittikten sonra okula gidiyor ve bu, akşam geç saatlere kadar uzadığı için golf oynamaya ancak çok kısıtlı bir zaman kalıyordu. Yine de, bunun arkasındaki asıl motivasyonundan tam olarak emin değildim.

“Aslında ailem golfü çok seviyor, o yüzden onlarla birlikte oynayabilirsem mutlu olurlar diye düşündüm.“

“Vay be.“

“Ailem aslında çok varlıklı değil ama üniversitedeyken bir golf kulübünde tanışmışlar ve hâlâ birlikte oynamaktan keyif alıyorlar. Eğer kendimi geliştirirsem, birlikte bir golf sahasına da gidebiliriz, dediler.“

“Anlıyorum. Güzel bir şey gibi görünüyor.“ diye yorum yaptım ama ailesinden bahsederken “bu insanlar“ demesi bana bir garip hissettirdi.

Tabii ki, özel hayatına gereksiz yere burnumu sokmak istemedim ama şunu da söylemeliyim ki, böyle karşılıklı otururken boyu gerçekten dikkat çekiyor. En az 180 cm olmalı. Hafta sonu bile sade kıyafetler giymesi ona basit bir hava katıyordu. Kelimelerini dikkatle seçiyor ve birçok insanın onu kolay tavlanacak biri olarak gördüğünü söylüyordu ama bana sorarsanız Suisei’deki bir onur öğrencisi gibi duruyordu. Sadece konuşarak bile ne kadar zeki biri olduğunu anlayabiliyordum ancak kulaklarındaki iki delik—muhtemelen küpe takmak için—gözüme çarptı.

“Bu algının tamamen yanlış olmaması ağlamama neden oluyor ama yine de…“

Delikler boş olduğu için içimde bir huzursuzluk hissettim. Belki de özel bir durumu vardı.

“Asamura-kun, her şeye oldukça adil bir açıdan bakıyorsun, değil mi?“

“Emin değilim. Öyle davrandığımı düşünmek isterim ama…“

Dünyayı bu kadar dar bir bakış açısıyla değerlendirmemem ve kibirli ya da kendini beğenmiş biri gibi görünmemem muhtemelen bu çok kitap okumamın bir sonucuydu.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNvjE42r3XeXlgMlKDlHquJnsjsKN64LjYzCi1enbVUuu8k-ewCy9zNlVuQSgknizwtk1JbvMstJkQ9Hnn4vJt9T5KJVY7iNL7J6kNfm_Yod3xfmd9Kp_s6vqwQ53pkQxfXxHPflBN9WqtFna9LX3DLU3S98RF6poMd-1Hxkr3SRQHJLvCSHD-6y_1Gg/s1572/Chapter%2010.png

“Öyle mi? Bana kalırsa insanlarla ilişkilerinde gerçekten adilsin.“

“Teşekkürler. Bunu böyle hissetmen beni mutlu etti.“ diye yanıt verdim ve Fujinami-san nazikçe gülümsedi.

“Önceden dershanedekii öğrencilerle konuşmanın bir anlamı olmadığını düşünürdüm ama seninle böyle sohbet etmek eğlenceli, Asamura-kun.“

“Belki de.“

“Yarın da çalışma salonuna gelecek misin?“

“Cumartesi ve pazar öğleden sonra dersim var ama sabah gelebilirim… sanırım.“

“O zaman yarın yine birlikte öğle yemeği yiyelim.“ Sesi ve kelime seçimi öncesine kıyasla daha samimi ve sıcak geliyordu.

“Tamamdır.“

Tüm çöpünü toplayıp ayağa kalktı. Onu takip ettim ve bir şey sormak istedim.

“Bu arada, bir şeyi merak ediyorum.“

“Eh… Nedir?“

“Marketin önünde onigiriye uzanıp sonra vazgeçtin. İçindekilerini mi beğenmedin yoksa?“ Sıradan bir soru sormuştum ama o, garip bir şekilde şaşırmış bir tepki gösterdi.

“Bunu fark ettin mi?“

“Şans eseri fark ettim.“

“Öyle mi… Aslında, onigiri almayı düşündüm ama son anda vazgeçtim. Sonuçta, onigiri.“

Ne demek şimdi bu?

“Deniz yosunu dişime yapışabilir. O yüzden almadım.“

“Ahhh.“

“Her neyse, yarın görüşürüz!“

Neredeyse kaçıyormuş gibi hızlı adımlarla çalışma salonuna geri döndü. Onun arkasından bakarken bir şey düşündüm. Sabahları kendi kendine çalışıp öğleden sonra derslere katılmak oldukça verimli bir sistemdi, değil mi?

Akşam oldu ve dünya sıcağını kaybetti. Dershaneden çıkıp bisikletle kitapçıya doğru sürdüm çünkü o gün vardiyam vardı. Üniformamı giyip ana mağazaya girdim ve hemen mağaza müdüründen talimat aldım.

“Kasa işi için benimle birlikte çalışmanı istiyorum.“

Ne nadir bir durum.

“Ne Yomiuri-kun ne de Ayase-kun bugün vardiyada değil, o yüzden bu ihtiyarla idare etmek zorundasın. Kusura bakma.“

“Yok yok, lütfen böyle söylemeyin. Demek ikisi de bugün çalışmıyor, ha?“

Ayase-san’ın bugün izinli olduğunu biliyordum ama Yomiuri-senpai’nin de çalışmadığını yeni öğreniyordum.

“Evet, Yomiuri-kun üniversitesine yardım etmesi gerektiğini söyledi.“

“Neden acaba?“

“Bugün açık kampüs günüymüş.“

“Ah, anlıyorum.“

“İlk başta işi bittikten sonra buraya gelmeyi planlıyordu ama doğrudan ondan duymadım, şöyle bir şey demişti: ’Öyle yorucu bir profesör var ki~ İşim bittikten sonra çalışacak hâlim bile kalmadı!’ Eğer doğru hatırlıyorsam tabii.“

Müdürüm, Yomiuri-senpai’yi taklit etmek zorunda değildiniz… Ama yine de, Yomiuri-senpai’yi bu kadar yoran bir profesör mü var? Muhtemelen geçen ay pancake dükkânında onunla gördüğüm kişidir. Bu arada, Ayase-san da açık kampüs etkinliğine gideceğini söylemişti ama aynı gün olduğunu bilmiyordum. Böyle tesadüfler gerçekten olabiliyor huh? Öte yandan, uzun tatillerden kaçınmak isterseniz, en uygun günler cumartesi, pazar ve diğer resmi tatiller olurdu, bu yüzden çoğu üniversitenin etkinliklerini bu zaman dilimine denk getirmesi mantıklı.

Müdürün dediğine göre, iki yetenekli çalışan eksik olunca genel verim düşüyor. Kasa kalabalık olduğunda başka bir şey düşünmeye zaman bile kalmıyor. Böylece, kendimi müdürle birlikte tam bir cehennemi yaşarken buldum.

Eve döndüğümde, oturma odasına girdim ve benden önce birinin oraya geldiğini fark ettim fakat gelenin babam olduğunu sanıyordum, oysa ki—

“Hoş geldin, Nii-san.“

“…Geldim. Huh? Akşam yemeğini yedin mi?“

“Henüz yemedim. Sen de yemedin, değil mi?“ dedi ve küçük bir kaseye miso çorbası doldurdu.

Buzdolabını açıp bir miktar salata çıkardım, üzerine sos koyarak masaya bıraktım. Ayase-san’ın küçük notlarla verdiği talimatları öyle alışmıştım ki, artık vücudum her detayı otomatik olarak hatırlıyordu. Natto ve sonra—

“Uskumruyu ızgarada pişirdim.“

“O zaman ben de turpu rendeleyeyim.“

Elle rendelemek zaman alacağı için bu sefer tüp açıklığı olan bir rende kullanmaya karar verdim.

“Ne kadar pilav istersin?“

“Küçük bir kase yeter.“

“İçecek ne alırsın?“ diye sordum, tabakları çıkarıp iki çift yemek çubuğu hazırlarken.

“Sıcak çay alırım. Hava son zamanlarda bayağı serinledi.“

“Tamamdır.“

Küçük demliğe biraz çay yaprağı koyup, termos kaptan sıcak su döktüm. Demlenirken iki çay fincanı hazırladım.

“Teşekkürler.“

“Yemeği hazırladın, üstüne bir de açık kampüs etkinliğine katıldın, o yüzden gerisini ben halledebilirim. Yorulmuşsundur, değil mi?“

“Senin vardiyada çalıştıktan sonraki hâlini düşününce, benimki pek kötü sayılmaz.“

Tüm hazırlıkları tamamladıktan sonra birlikte masaya oturduk ve geç saatlerde akşam yemeğimizi yedik. Kısa bir sessizliğin ardından, gün içinde yaşadıklarımızı anlatmaya başladık. Ona dershaneden, daha önce varlığından bile haberim olmayan çalışma salonundan ve bunun derslerime nasıl yardımcı olduğundan bahsettim.

“Hmm, demek o dershanede böyle bir yer var?“

“Oraya daha önce hiç gittin mi?“

“Hayır. Bayağı pahalı.“

Sonrasında, Ayase-san açık kampüs deneyimini anlatmaya başladı.

“Bir dakika, gerçekten Yomiuri-senpai ile karşılaştın mı?!“

Ayase-san başını salladı.

“Ama neden bu kadar şaşırdın ki?“

“Müdür, Yomiuri-senpai’nin de açık kampüs yüzünden izin aldığını söyledi. Böylece ikinizin de aynı nedenle izinli olduğunu öğrenmiş oldum.“

“Ahhh, demek öyle…“

“Peki, o üniversite nasıldı?“

“Bitkinim.“

“Ne?“

“Ah, hayır, yani… Açık kampüsün kendisi gerçekten ilginçti. Üniversitede her türlü şeyi öğrenebileceğini fark ettim… Ama buna ’öğrenmek’ demek ne kadar doğru, emin değilim.“

“Okul ya da üniversite dediğin yer öğrenmek için değil mi?“

“Evet ama… Nasıl desem? Aslında, daha çok düşünmek için bir yer gibi. Biri sana neyi düşünmen gerektiğini söylemiyor, kendi düşünce sürecini bulup bunu kendi kelimelerinle ifade etmen gerekiyor.“

Açıkçası tam olarak ne demek istediğini hemen kavrayamamıştım. Benim bildiğim okul ve Ayase-san’ın tarif ettiği üniversite sanki birbirinden farklı yerler gibiydi.

“Bir de çok garip bir profesör vardı.“

“Nasıl garip?“

“Bu kadarını söyleyebilirim… ama onunla küçük bir tartışmaya girdim.“

Bekle bir saniye… Daha ilk karşılaşmada bir tartışmaya mı girdi?! Gerçekten şaşırmıştım. Ayase-san, dünyadaki adaletsizliklere sürekli isyan eden biri olabilir ama yüz yüze bir tartışmaya girecek biri olduğunu düşünmemiştim.

“Tartışma hararetlendi ve bittiğinde gerçekten çok yorulmuştum.“

“…Ama eğlenceliydi, değil mi?“ diye sordum ve Ayase-san’ın gözleri bir anlığına kocaman açıldı.

“Huh? Ah, şey… Sanırım. Bunu nasıl anladın?“

“‘Bitkinim’ derken yüzünde mutlu bir ifade vardı, o yüzden tahmin ettim.“

“…Anlıyorum, yani beni okuyabildin.“ Ayase-san bakışlarını kaçırarak kendi kendine mırıldandı.

“Tsukinomiya ile ilgilenmeye başladın mı?“

“Oraya girebilir miyim bilmiyorum ama… En azından elimden geleni yapacağım.“

Anladım. Bunu duymak güzel. Ayase-san yeni bir şey denedi ve ilgisini çeken biriyle karşılaştı. Yeni bir deneyim yaşadı. Tabii ki, bunun benim yanımda değil de tanımadığım biriyle gerçekleşmesi biraz canımı sıkmadı desem yalan olur.

“Peki, A—Nii-san, o çalışma salonuna düzenli olarak gidecek misin?“

“Şey… Sanırım gideceğim. Yarın da oraya uğrayacağıma dair bir söz verdim.“

“Söz mü?“

“Hm? Evet, bana orayı gösteren kişiyle. O da yarın orada olacak, bu yüzden yine birlikte öğle yemeği yemeye söz verdik.“

“Öyle mi? Senin adına sevindim, Nii-san.“

Evet, bu güzel bir şey—ikimiz için de. Ayase-san üniversiteye gitme motivasyonunu artıran bir karşılaşma yaşadı, ben de hazırlık okulunda yeni biriyle tanıştım. İkimiz de yeni insanlarla iletişime geçtik. Olması gereken de buydu zaten.

“Yarın akşam yemeği yapamayacağım.“ dedi Ayase-san. Sınıf arkadaşlarıyla bir çalışma seansı planladığını anlattı.

“Tamamdır. Ben de yarın biraz yoğun olacağım, o yüzden… Hazır yemek alırız artık.“

Yarın, sabahları dershaneye gitmem, akşam da vardiyaya kalmam gerekecek. İkimizin de kendi meşguliyetleri var ve programlarımız hiç çakışmıyor. Sanırım giderek tipik 17 yaşındaki kardeşler gibi olmaya başlıyoruz.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


37   Önceki Bölüm