Yukarı Çık




40   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   42 


           
28 Eylül (Pazartesi) – Asamura Yuuta





Klima dün olduğundan çok daha sessiz çalışıyordu. Muhtemelen havalar yavaş yavaş serinlediği içindir. Ne zaman mevsimlerin değiştiğini fark etsem, sanki her şey bir günde olup bitmiş gibi geliyor. Bu pazartesi sabahı, babam her zamankinden daha erken evden çıktı. Yapması gereken tonlarca işi vardı, bu yüzden kahvaltı bile yapmadan aceleyle ayrıldı. Akiko-san da hâlâ işten dönmemişti yani evde sadece Ayase-san ve ben vardık. Büyük bir beklentiyle pirinç pişiricisinin kapağını açtım ve hayranlıkla bir iç çektim.

“Vay be, harika görünüyor.”

Tatlı bir koku havaya yayıldı. Beyaz pirinç denizinde yüzen küçük sarı taneleri fark ettim. Acaba bunlar…?

“Bugün kestaneli pilav yapacağım.” Ayase-san, miso çorbasını ısıtırken arkasını döndü.

“Kestane mi… Demek o mevsime geldik bile.”

Bu, küçük ama önemli bir değişimdi. İşte böyle ufak değişiklikler üst üste birikir ve sonunda farkına vardığında mevsimin değiştiğini anlarsın.

“Bugün kahvaltıyı birlikte yapalım diye düşündüm. Sakıncası var mı?”

“Hiç de bile.”

Ayase-san son zamanlarda benden kaçıyormuş gibi hissettirdiği için bu teklifine şaşırdım ama içten içe ben de aynı şekilde hissediyordum, bu yüzden bu fırsat beni mutlu etti. Hem konuşmak istediğim bir şey de vardı. Böylece uzun bir aradan sonra ilk kez birlikte kahvaltı hazırladık ve ellerimizi birleştirerek yemeğe başladık.

“Bu arada, ginkgo fıstığı ve shiitake mantarı da aldım.”

“Ginkgo fıstığı ve shiitake mantarı mı? Chawanmushi mi yapacaksın?”

“Doğru tahmin. Sabahları çok yoğunum, haşlamaya vaktim olmuyor ama en azından akşam yemeğine yetiştirmeyi düşündüm.”

“Kulağa harika geliyor.”

Böyle sıradan ama keyifli bir sohbetle kahvaltımıza devam ettik. Son zamanlarda pek konuşmamış olmamızın açığını kapatır gibi her şeyden bahsetmeye başladık.

“Ha, bu arada… Dün biriyle dışarıda yemek yediğini söylemiştin, değil mi?”

“Evet, bir İtalyan restoranındaydım. İnsanların dediği gibi gerçekten uygun fiyatlıydı.” Sonra ben de bir soru sordum. “Aklıma gelmişken, dün seni gördüğümü sandım, Ayase-san. Sanırım bir markette alışveriş yapıyordun?”

“Eh?” Ayase-san’ın gözleri büyüdü. “Ah, şimdi hatırladım. Yolun karşısında bir İtalyan restoranı görmüştüm. Orada mıydın yani?”

“Demek gerçekten sendin, Ayase-san. Gözlerim beni yanıltıyor sanmıştım. Sanırım bir sınıf arkadaşınlaydın.”

“Muhtemelen alışveriş yaparken. Adı Shinjou-kun. Çalışma grubumuzun bir üyesi. Geçen yaz havuza gittiğimizde de bizimleydi.”

Adını duyunca bir şeyler hatırladım. Veli toplantısından sonra benimle konuşan çocuktu. Tenis raketi taşıyan… İçimde belirsiz bir huzursuzluk hissettim. Buna hakkım olmadığını biliyorum ama yine de bu duyguyu bastıramıyorum.

“Öğle yemeğimiz yoktu, atıştırmalık da kalmamıştı. Evde de bir şey hazırlayamazdık çünkü fazla kişiydik.”

“Ahh, demek öyle.”

“Evet. Aslında yalnız gitmeyi planlıyordum ancak sonunda Shinjou-kun peşime takılarak bana çok yardımcı oldu.”

“Anladım. Bu çok şeyi açıklıyor.”

“Ben de sana bir şey sorabilir miyim?”

“Elbette, sor.”

“Dün eve epey geç döndün, değil mi? Önceden haber vermiştin ama nereye gitmiştin?”

Ayase-san’ın bunu sorması bana biraz tuhaf ve şaşırtıcı geldi.

“İş çıkışı Shibuya’da biraz dolaştım.”

“Sadece yürüyüş mü yaptın? Yomiuri-san ile mi?”

“Yok, yok. Öğle yemeğini birlikte yedik sonra da akşam için beni dışarı davet etti—”

“Bir saniye.”

Cümlemi yarıda kestim.

“O kişi… bir kız mı?”

“Hah…?”

Takıldığın nokta bu mu gerçekten?

“Şey… evet.”

“Hımm… Anladım. Peki, devam et?”

Nedense Ayase-san’ın sesi biraz tedirgin geliyordu. Belki de ben bu tepkiyi kendime en uygun şekilde yorumluyor olabilirim. Bu düşünce aklımdan geçerken, zihnim yine o cümleye takılı kaldı:

“Senden büyük bir beklentim olmayacak, bu yüzden senin de benim için aynısını yapmanı istiyorum.“

O zamanlar Ayase-san’ın yüzündeki o sorgulayıcı ifadeyi gerçekten anlamış mıydım? Gerçekten hiçbir şey beklemiyor muydu? Ve aynı soru benim için de geçerliydi. Çünkü gerçekte… ben ondan bir şeyler bekliyordum. Bana özel, sadece bana yönelik bir duygu göstermesini istiyordum.

“Son zamanlarda bazı şeyleri düşünüyorum.”

Bu kez de aklımda Fujinami-san’ın söyledikleri dönüp duruyordu:

“Bu yüzden kendine yalan söylememen gerektiğini düşünüyorum. Bir yalan sonsuza kadar sürdürülemez.”

Göğsümde giderek büyüyen bu duygu bir türlü yok olmuyordu. Öyleyse—

“Birbirimize uyum sağlamak istiyorum.” Sesime kararlılık hâkimdi.

“Hangi konuda?”

“Şey… Ben… sana karşı, Ayase-san, sanırım… özel bir şeyler hissediyorum.”

Bu sözler ağzımdan çıkar çıkmaz içimde bir pişmanlık oluştu ama bir kere söyledikten sonra geri dönüşü yoktu. Ne kadar kararlı olsam da insan her seçiminin ardından bir nebze pişmanlık duyar. Yine de sözlerim Ayase-san’a ulaştığı an, yüzündeki ifade tamamen değişti.

“Ne… Ha? Umm… bekle… yalan söylüyorsun?”

“Yalan söylemiyorum.”

“…Bu bir tür şaka mı?”

“Böyle bir konuda şaka yapacak biri değilim.”

“Evet… doğru söylüyorsun. Sen böyle şeyleri şakayla söyleyecek biri değilsin, Asamura-kun.”

Ah.

“Bekle, az önce—”

“Eh? Ah—” Ayase-san aniden sustu.

“Yok, boş ver, şu an önemli olan bu değil,” dedim.

“Haklısın… Peki bu… duygu.” Devam etmem için beni teşvik etti.

“Sanırım ben…Senden hoşlanıyorum.”

Ayase-san’ın gözleri kocaman açıldı. Dudakları bir gülümseme oluşturmak üzereydi ama hızla tekrar sıkıca kapattı.

“Bu, bir erkeğin bir kadına duyduğu türden bir sevgi mi? Yoksa bir abinin kız kardeşine hissettiği sevgi mi?”

İtirafımı bir soruyla karşılık vereceğini hiç düşünmemiştim.

“Ha?”

“Ona dokunmayı istemek, sarılmak istemek, bir başkasıyla gördüğünde kıskanmak… Öyle bir duygu mu?”

Başımı salladım. Çünkü hissettiklerimi tam anlamıyla tarif eden şey buydu. Bunu geçen yaz fark etmiştim ve o an içimden, “Ah, onu seviyorum,“ diye geçirmiştim. Kendi küçük kız kardeşime karşı böyle bir şey hissedebileceğime inanmak istemiyordum ve dün, onu başka bir erkekle gördüğümde içimi kaplayan o çirkin ve rahatsız edici duygu… Eğer kıskançlık değilse başka ne olabilirdi ki? İşte bu yüzden hissettiklerimin ona bir kız kardeş olarak değil, bir kadın olarak yöneldiğinden emindim. Bunu ona söyledim.

“Ama kardeşler arasında böyle bir duygu doğması mümkün değil, değil mi?“

Bu sefer karşılık veremedim qma aynı anda bir şey hatırladım. Veli toplantısında Akiko-san’ın, yani Ayase-san’ın annesinin verdiği tepkiyi… Sözlerimi duyduğunda o kadar duygulanmıştı ki beni sıkıca kucaklamıştı. Bu, Ayase ailesinde normal bir şey miydi?

“Hayır hayır, hayır, bekle bir saniye, Ayase-san.“

“Birkaç gün önce biri bana şöyle dedi… Eğer karşı cins olan iki kişi aniden aynı evde yaşamaya başlarsa ve eğer ikisi de karşı cinsle çok fazla deneyime sahip değilse birbirleriyle daha fazla etkileşime girdiklerinde romantik duygulara benzer bir şeyin gelişmesi kolaylaşırmış, biliyor musun?“

Düşünmeye başladım. Yani biyolojik annemle yaşarken tam anlamıyla tatmin olmadığım için bir kadınla birlikte yaşar yaşamaz ona romantik hisler beslemeye mi başlıyordum?

“Hayır, ama… bu sadece olabilecek bir şey, değil mi?“

“Ama imkânsız da değil.“

“Bu doğru ama…“

“Peki ya küçük kardeşine duyduğun sevginin sadece daha da güçlenmiş olma ihtimali?“

Hayır, böyle bir şey… mümkün olamaz, değil mi? Ama… Ayase-san bunu bu kadar kendinden emin bir şekilde söylediğinde, şu ana kadar hissettiğim tüm kararlılık ve kesinlik bir anda içimde kül olup gitti.

“Eğer öyleyse… o zaman ben de artık kesin bir şey söyleyemem.“

Bu tür bir duyguya pek aşina olmadığım konusunda kendime güveniyordum. Garip ama emin olmamakla emin olmak biraz acizce geliyor, değil mi? Sonunda Ayase-san’ın ifadesi değişti ve gözlerini kaçırdı. Ondan sonra doğru düzgün bir konuşma doğmadı; kahvaltımıza sadece garip bir sessizlik içinde devam ettik.

Bu son bir ay boyunca, bu duygudan gözlerimi kaçırmaya devam ettim. Çünkü ben, Ayase-san’ın… abisiyim. Başkalarıyla, başka kızlarla konuştum, onların iyi yönlerini görmeye çalıştım ama en nihayetinde… Ayase-san’a karşı hissettiğim bu duygu farklıydı, özel bir şeydi ancak o, bunun yalnızca bir abinin kardeşine duyduğu sevgi olabileceğini mi söylüyordu?

Kahvaltımızı bitirdiğimizde, Ayase-san hızla bulaşıkları temizledi ve her zamanki gibi okula gitmek için hazırlanmaya başladı. Onun peşinden gittim. Bu böyle devam ederse, son bir aydır yaşadığımız o çıkmaz tekrar edecekti. Ayakkabılarını değiştirirken ona yetiştim. Ayakkabılarını giyip doğrulduğunda, aniden duraksadı.

“Ayase-san.”

“Biliyor musun,” dedi, sırtı hâlâ bana dönük halde. “Bundan nefret etmedim.”

Hah? Ne demek istiyor—diye sormak için ağzımı açacakken, Ayase-san hızla arkasını döndü. Az önce giydiği ayakkabıları aceleyle çıkardı ve o narin kollarında beklenmedik bir güçle bileğimi kavrayarak beni peşinden sürükledi. Ani ve beklenmedik bu kararlılığı karşısında sadece ona ayak uydurabildim. Beni odasına çekti, kapıyı kapattı, kilitledi ve perdelerin tamamen kapalı olup olmadığını kontrol ettikten sonra tekrar bana döndü—

“Huh?“

Zaman—durdu. Kafam, o an ne olduğunu, onun bana ne yaptığını idrak edebilmek için birkaç saniyeye ihtiyaç duydu. Aklıma gelen ilk kelime: Sıcak. Sonra nasıl tarif edeceğimi bile bilmediğim bir his belirdi içimde ve yüzümde bir gülümseme belirmesine neden olacak kadar güçlü bir kelime düştü zihnime: Mutluluk.

Bedenlerimizin birbirine temas etmesi, ısımızın paylaşılması, birbirimize karışması… Kollarını sımsıkı belime dolamıştı. Oysa ikimiz de kısıtlanmaktan hoşlanmayan insanlardık ama şimdi, ihtiyacı olan biri tarafından aranıyor olmanın getirdiği mutluluk, içimi ısıtan bir his bırakıyordu. Ben de kollarımı kaldırıp ona sarılacakken Ayase-san çoktan geri çekilmişti.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfFibV8VP-DUFMfGFTacMdhGMzY4RrVIRpPt0cdolEpp5Pc6APz3IPXHDbN81EOgP032Ny8cskRytrPHVGwUo5U8JwObnOXpOKxFIw_Yvxk-Cg3vdm9vOJh2OIFZJDC5pJNK8IrKyj-lIGHUMItzQJuUdx4z8t8wp5jqi6LFmizYB4T2u-dkrY6w59oQ/s1691/Chapter%2013.png

“Bu… seni sakinleştirdi mi?”

“Huh?”

“Cesur olduğun için teşekkür ederim, Asamura-kun. Eğer tüm bunları tek başıma düşünmek zorunda kalsaydım, ne kadar acı verici olacağını hayal bile edemezdim… Ama sen bu kadar ağır bir şeyi tek başına taşıdın.”

“Bu… doğru, sanırım.”

“Ama merak etme. Sanırım bu yükü seninle paylaşabilirim.”

Aslında, mutluluk hissinden önce hissettiğim şey büyük bir rahatlamaydı. Çünkü itirafım, aramızdaki ilişkinin tamamen kopmasına neden olabilirdi. Benim öyle cazibesi olan biri olduğum söylenemez, Shinjou denen çocuk kadar popüler de değilim. Üstelik, ailemizden gelen bir bağ ile kısıtlıyız. Bu itirafla her şeyi kaybetmem çok olasıydı. İşte bu yüzden, Ayase-san’ın bana sarılması bir tür onaylama, bir mühür gibi hissettirdi.

“Bahsettiğin bu duygu… İster bir abinin kardeşine duyduğu sevgi olsun, ister başka bir şey… Bundan nefret etmiyorum. Hatta mutlu oluyorum.”

“Ayase-san, sen—?”

“Bunu kardeş olduğumuz için mi hissediyorum yoksa başka bir şey için mi ? Bilmiyorum.”

“Ayase-san…”

“Ama… seni bu sarılmayla rahatlatma isteğim gerçekti. Çünkü zor zamanlardan geçerken biri bana sarılsa ben de mutlu olurdum. Bunu herhangi bir etikete koymadan sadece hissettiklerimi söylersem, işte bu olurdu.”

“…Evet.”

Muhtemelen benim için de aynı şey geçerliydi.

“Her zamanki gibi birbirimize uyum sağlayalım. Ailemizi üzmek istemiyorum. Sen de bunu istiyorsun değil mi, Asamura-kun?”

“Evet. Onlar bunu hak ediyor, mutlu olmalılar.”

“Bu mantık çerçevesinde düşündüğümüzde eğer sen başka kızlarla fazla yakın olursan, kıskanır ve üzülürüm. Buna ne dersin?”

“Aynı şekilde. Seni kısıtlamak istemem ama o çalışma grubu fikrinden pek hoşlanmadım.”

“Anladım. Ben de senin az önce bahsettiğin kızla Shibuya’da dolaşmanı istemiyorum.”

“Özür dilerim.”

“Özür dilemen gerekmiyor. Hepimizin ilgilenmemiz gereken ilişkileri var… Ama biliyor musun, bu kıskançlık denen şey, basit bir abi-kardeş ilişkisi içinde de var olabilir bence.”

“…Belki.” Yavaş yavaş ne demek istediğini anlıyordum.

“Eğer bir anda sevgili olduğumuzu söylersek, ailemizi şaşırtırız. Bu yüzden, ben sana her zamanki gibi ‘Asamura-kun’ diyeceğim ama onların yanında ‘Nii-san’ olacak—Sadece kardeş gibi görüneceğiz. Hayır, tam olarak değil.” Ayase-san başını salladı. “Üvey kardeşler olarak birbirine özel bir yakınlık duyan ve zamanla daha da bağlanan iki kişi… nasıl olur?”

“Yani bunu ailemizden gizleyecek miyiz?”

“…Bu yapmamız gereken bir şey değil. Biliyorum.”

Romantik olabilecek hisler taşımak ve birbirimize sarılmak… Ailemize gösteremeyeceğimiz bir şeyi yapar yapmaz, doğru yoldan sapmış oluyorduk ama eğer tamamen doğru kalmaya çalışırsam, içimdeki gerçek duygulara dürüst olamayacaktım. Bu ikilemi kırmanın tek yolu, yanlış olduğumuzu kabul edip, yine de kendi isteklerimizi sürdürmekti.

“Hangi şekle bürünürse bürünsün, senin beni böyle kabul etmiş olman, isteyebileceğim en büyük mutluluk.”

“…Benim için de aynı şey geçerli.”

Ve böylece, üvey kız kardeşimle geçen günler bir kez daha değişti. Artık sadece kardeş olarak sürdürdüğümüz bir ilişki değil aynı zamanda aramızda gizli bir bağ taşıyan bir ilişkiye dönüşmüştü. Açıkçası bunu ne kadar sürdürebileceğimizden emin değilim. Şu an için sadece bu tek sarılmayla yetinebiliyorum ama içimdeki hisler güçlenmeye devam ettikçe, onları ne kadar dizginleyebileceğimden emin değilim.

Daireden çıkarken, yüzüme serin bir sonbahar rüzgârı vurdu, yeni bir mevsimin başlangıcını işaret edercesine. Soğuktan korunmak için kalın bir şeyler giyme ihtiyacı hissetmedim çünkü kalbim ve bedenimin her bir köşesi, o sarılmanın verdiği sıcaklıkla hâlâ sımsıcaktı.





*DÖRDÜNCÜ CİLDİN SONU*

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


40   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   42