Yukarı Çık




3.7   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 4 : Kaybeden Kadın Kahramana Bakarsan, O da Sana Bakar


https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQlx18pMpROhgpLY5zzrsGFH_134a8yTERsJvdug29rnkJhOMjCn9tE5CtYi2ONuhWHjpsfiZx-Xyh1wQ238JozIoYDyPPgLgMNGxSn7J1d4VJj78le0-IX-OFPURm67GcaBvDYZeeGW8OcNasQzapXyx4hrWggkcyqdmV8aUJP51hbhqrgKWf2AsZTqOF/s2048/ill_3.jpg


Şen şakrak  dirseğimi sıraya dayamış sessizce otururken sınıftaki konuşmaları dinliyordum.

Dünkü TV programlarından, beyzbol maçlarından, arkadaş paylaşımlarından veya ödevlerden açılan sohbetler... Hatta övünme dolu sitemlerle söylenenler bile vardı.

Hepsi olağan, sıradan muhabbetlerdi. Normal davranıp çevreyi kabullenir, akışına bıraksan kolayca dahil olunabilecek şeyler. Sınıf arkadaşlarım bunu hiç zorlanmadan başarıyordu.

“Günaydııın!“

Düşünce zincirimi kıran bu yüksek sesli selam, sınıf kapısını tekmeyle açan Remon Yakishio’dan gelmişti. Neşeli girişine karşılık birkaç ses ona cevap verdi.

Yakishio, çantasını sert bir şekilde sırama bırakarak doğrudan benim masama geldi.

“Günaydın Nukkun! Kamp çok eğlenceliydi değil mi?“

“Ah, şey... Günaydın.“

“Neyse, al bakalım, bu senin için.“

Çantasından bir kağıt parçası çıkarıp bana uzattı.

Yine mi yeni bir resimli günlük? Baktığımda, trenin yanında koşan bir kız çizimi görüyorum.

“Bu sahne neyi temsil ediyor?“

“Ah, dünkü olay. Trende uyuyakalmıştım, durağı kaçırınca koşa koşa istasyona geri döndüm.“

Neden tam da o anı seçmiş ki?

“Tamam, bunu akşam Twitter’da paylaşırım artık.“

“Çok sağol!“

Yakishio, kız arkadaşlarına el sallayıp beşlik çakarak yerine doğru ilerlerken, içimden. “Bu sabah bu enerjiyi nereden buluyor acaba?“ diye geçirdim.

İnsanlardan şimdiden bunalmış bir şekilde gerindim. Tam o sırada Yanami’yi fark ettim.

Son zamanlarda Yanami, Sosuke Hakamada ve Karen Himemiya’nın grubundan farklı bir grupla daha çok vakit geçiriyordu. Arkadaşlarıyla sohbet ediyor, sohbeti aydınlatan o sıcak, davetkâr gülümsemesiyle etrafına neşe saçıyordu.

Ona baktığımı fark eden Yanami, bana hafifçe gülümsedi. Ben de beceriksizce gözlerimi kaçırdım.

Sınıfta konuşmuyorduk, ama o da benden kaçmıyordu. Tam bir “gizli ilişki“ sayılmazdı belki, ama ona yakın bir şeydi.

Yan sınıftan şaşkın kahkahalar yükseldi. Muhtemelen Amanatsu-sensei yine yanlış sınıfa girmişti. Bu, ayda iki kez falan oluyordu zaten.

Sınıf arkadaşları, rutine alışmış bir şekilde sınıf saatine hazırlanmak için yerlerine dönmeye başlarken, her zamanki gibi ama yine de sadece bugüne özgü olan bir gün daha sessizce başladı.

Öğle vakti gelip çattığında Yanami hemen sınıftan ayrıldı. Birkaç dakika sonra, belirgin bir plan olmasa da aramızdaki örtülü anlaşmanın verdiği içgüdüyle, her zamanki buluşma noktamıza doğru yürüdüm.

Okul binasının etrafından dolanırken, bir otomatın önünde durup bir kutu süt aldım. Şimdi okulun arkasından kestirme yola girip acil çıkış merdivenlerine yönelme vaktiydi.

Binanın köşesini döner dönmez bir kız grubunun cıvıl cıvıl kahkahalarını duydum ve içgüdüsel olarak durdum.

Sesler tanıdık geliyordu. Sınıfımızdan, gösterişli ve ilgi çekmeye bayılan tipler.

Onlara karşı hissettiğim belirsiz bir rahatsızlıkla alternatif bir rota düşünmeye başlamıştım ki, kulaklarıma tanıdık bir isim çalındı:

—Yanami.

Kesinlikle onun adını söylemişlerdi.

Ses tonlarında hafiften keskin, kaba bir eda vardı. Süt kutusuna pipetimi saplayıp kulak kabarttım.

“Yanami, yani bütün o flörtleşmelerden sonra yine de o transfer öğrenciye karşı kaybetmiş öyle mi? Çok acınası.“

“Değil mi? Ben olsam okula bile gelemezdim.“

Düşüncesizce attıkları kahkahalar, sivri ve dizginsiz bir şekilde yankılandı.

…Demek “Yanami terk mi edildi?“ havasının kaynağı burasıydı.

Tabii ki bunları onun yüzüne karşı asla söylemezlerdi.

Ama bu tür fısıltılar havada asılı kalır, etraftaki herkesin yüreğine sinsice işler. Ben su içerek boş boş dolaşırken, Yanami bunlara göğüs germek zorunda kalmış.

Bunu dinlememem gerektiğini biliyordum. Dönüp gitmek üzereydim ki, ardından gelen sözler beni olduğum yere çaktı.

“Biliyor musunuz? Yanami’nin yakın zamanda başka bir çocuğa yöneldiğini duydum.“

“Yok artık!“ (x2)

…Yok artık. Kendimi duvara yapıştırıp kulak kabartmaya devam ettim.

Kampta, Yanami’nin bir erkek arkadaşı olduğuna dair en ufak bir iz yoktu.

Durumu anlamlandıramadan, onların tiz ve heyecanlı sesleri kulaklarımda çınlarken nefesimi tuttum.

“Kimmiş? Geçenlerde basketbol takımının kaptanı onu çağırmamış mıydı?“

“Yok, o değil… Sınıfındaki şu çocuk… Nuku…mizu?“

“Nuku…?“ (x2)

Ha, demek benden başka bir Nukumizu daha var—bir saniye, hayır yok öyle biri!

Yani beni mi kastediyorlar!? Bu dedikodu şu an cidden yayılıyor mu!?

Bu kötü. Nerede hata yaptık? Birlikte öğle yemeği yerken mi gördüler? Aile restoranında mı? Yoksa sahilde baş başa kaldığımız o an mı?

“Evet evet, öyle biri var işte… Sınıf listesinde… sanırım ortalarında bir yerde…“

Bu kadar mı silik bir izlenim bırakıyorum?

Zihnim fırtınalı bir deniz gibi dalgalanırken, kız grubu sessizleşti. Sonra içlerinden biri, yüksek sesle ekledi:

“Ama Yanami popüler, değil mi? Yanami’nin öyle biriyle olması imkânsız!?“

“Kesinlikle. Yanami’nin zevki biraz kötü galiba, sizce de öyle değil mi?“

“Evet. Yüzünün nasıl olduğunu bile hatırlamıyorum.“

Zihnimde daha önceki sahneler defalarca canlandı.

Eğer onunla benim gibi biri arasında dedikodular yayılırsa…

Daha da önemlisi, Yanami hâlâ… hâlâ Hakamada’dan hoşlanıyor.

“Yanami belki de sevimli diye fazla havalara girdi. Hiçbir düzgün erkek ona yaklaşmaz.“

“Bir bakıma ikisi de birbirine layık aslında.“

Yeniden kahkahalar yükseldi. Daha fazla dayanamayıp oradan uzaklaştım.

Elimdeki süt kutusunu buruşturup çöpe fırlattım.

“Yani cidden, Nukumizu-kun. Bu sabah bana çok acımasızca davrandığını düşünmüyor musun?“

Sonrasında, acil çıkış merdivenlerinde buluştuğumuz anda Yanami, sanki sabırsızlıkla beklemişçesine şikayetlerini sıralamaya başladı.

“Ha, ne yaptım ki?“

“Sana işaret verdiğimde beni görmezden geldin!“

“Yani… sınıftakiler takıldığımızı öğrenirse senin için kötü olmaz mı? Sadece düşünceli davrandım.“

Açıklama yaparken bile, sabahki kız grubunun konuşmaları zihnimde yankılanıyordu.

Göğsümdeki o sıkışık, boğucu his… Bu da ne?

“Aynı kulüpteyiz. Biraz etkileşim garip değil, biliyorsun.“

“Tamam, tamam. Kasıtlı olarak görmezden gelmedim.“

“Peki, öyle olsun.“

Şimdilik tatmin olan Yanami, öğle yemeğini çıkardı.

“Kampta çok şey yaşandı, değil mi?“

“Ha? Ah, evet, öyle oldu.“

Çok şey oldu. Ama eğlenceliydi, en azından bundan eminim.

Romanımın bir sonraki bölümüne bile başladım. Yazmak hep yalnız bir aktivite gibi hissettirirdi, ama etrafta arkadaşların olunca… garip şekilde farklı geliyor.

“Bir de yemek yapma yeteneğimi gösterme fırsatım oldu. İşte, bugünkü öğle yemeğin hazır!“

Gerçekten bir şey mi göstermişti? Hatırlayamadım, ama Yanami önümde yemek kutusunun kapağını açtı. İçinde marketten alınma değil, ev yapımı sandviçler vardı.

İç malzemeleri jambon-marul, yumurta ve… bir dakika, üçüncüsü ne? Salatalık dilimleri görünüyor ama…

Merakla bir tanesini aldım.

“Salatalık ve… bu moromi miso mu?“ [ÇN: Yoğun soya sosu kıvamında, çorba yapımında kullanılmayan bir Japon fermente ürünü.]

Yani özetle “morokyu“. Çıtır salatalık, moromi miso’nun tatlı-tuzlu lezzetiyle birleşmiş.

“Eee, nasıl?“

“Bakalım… evet, şaşırtıcı bir şekilde yenebilir. Fena değil.“

Gerçi ekmek salatalığın nemini biraz çekmiş.

“Bir eleştiri yapmam gerekirse, ekmeğe önce margarin sürmeliydin.“

“Aa, unutmuşum. O zaman… düşük puan mı verdin?“

Doğru, bir değer biçmem lazım. Hmm, daha ne kadar borcu kaldı ki?

Sandviç yapmak göründüğünden daha çok emek istiyor, malzemeleri doğramak falan. Sanırım 500 yen makul bir fiyat olur-

“’Bir bakıma, mükemmel bir uyumlar.’“

Aniden, daha önceki o konuşma zihnimde canlandı.

Sınıfımızın sevimli ve dikkat çeken kızı Yanami ile tam bir arka plan karakteri olan ben.

Mükemmel uyum mu? Hiç değil. Daha çok Yanami’yi aşağı çekermişim gibi.

“Nukumizu-kun, sorun ne?“

“…2.867 yen.“

“Ha? Bu şimdiye kadarki en yüksek borç, yoksa…“

Yanami’nin heyecanı yerini kafası karışmış bir ifadeye bıraktı.

“Bir dakika, bu tam olarak kalan borcuma eşit değil mi?“

“Evet. Böylece hepsi ödenmiş oluyor.“

“Şey, ama bu sadece normal bir sandviç, değil mi?“

Anlam verememiş bir şekilde, Yanami bakışlarını yemeğiyle yüzüm arasında gidip geldi.

…Anna Yanami. Dürüst olmak gerekirse, onu hâlâ anlayabilmiş değilim.

Şakalarının nerede bittiğini, ciddiyetinin nerede başladığını hiç kestiremiyorum.

Benimle dalga geçmekten keyif alıyor gibi görünüyor ve sürekli dengemi bozuyor.

“Şey… sanki seni kullanıyormuşum gibi hissediyorum, Yanami-san. Yani, bu gerçekten doğru değil, değil mi?“

Gerçekte, onun gibi biri benim gibi biriyle konuşmamalı bile.

O, sınıf hiyerarşisinin tepesindeki popüler, sevimli kızlardan biri: parlak, sevilen ve neşeli ve biraz da aklı havada biri.

Ama aynı zamanda zaman zaman ağlamaklı bir tarafı da var.

“Yemeklerin lezzetliydi. Şimdiye kadarki her şey için teşekkürler.“

O, mükemmel bir kadın kahraman olmaya fazlasıyla yeterli biri. Hakamada, bir gün onu bıraktığına kesinlikle pişman olacak.

…Beni sessizce izleyen Yanami, sakin bir ses tonuyla konuştu:

“Başlarda evet, sadece harçlığım yetmediği içindi. Ama eğlenceli anlar da oldu.“

Morokyu sandviçi eline alıp bir ısırık aldı. [ÇN: Salatalık ve fermente soya karışımıyla yapılan bir Japon atıştırmalığı.]

“Böyle yarım kalmış sonlardan nefret ediyorum.“

Sandviçin kesitine bakarken tavrında rahatsız edici bir hava vardı.

“İnsanlar, her gün seninle öğle yemeği yediğim hakkında konuşuyorlar.“

Bunu tepkisini gözlemleyerek söyledim.

Tek bir tepki bile vermedi, gözleri salatalığın nemini çekmiş yeşilimsi ekmeğe dikili kaldı.

“İnsanlar bizim hakkımızda garip şeyler düşünürse bu senin için kötü olur, değil mi Yanami-san?“

Sessizliği karşısında tedirgin olarak devam ettim:

“Senin o kadar çok arkadaşın var ki. Benim gibi birine ihtiyacın yok—“

“Hey, bu konuşmanın nereye gittiğini anlamıyorum.“

Yanami sözümü kesti ve yemek kutusunu kapattı.

“Seni kızdıracak bir şey mi söyledim?“

“Tabii ki hayır!“

Sesimin yüksekliği beni bile şaşırttı. Başımı hızla sallayarak sözümü düzelttim:

“…Hayır, öyle değil. Hiç öyle olmadı.“

“Emin misin?“

Yanami’nin gözlerine bakamadım, başımı çevirdim.

Buna dayanamayan benim.

Tanıdığım Yanami hâlâ Hakamada’dan hoşlanıyor. Ve işte o Yanami tam karşımda duruyor.

Bu yüzden onun bu sahte halini kabul edemiyorum. Ya da gerçek duygularını yansıtmayan dedikoduları.

“Böyle söylentilerin yayılıyor olması… B-Bundan nefret ediyorum.“

Sonunda söyleyebildim, gözlerimi elimdeki yarı yenmiş sandviçe indirerek.

Yanami cevap vermedi. Sessizliği doldurmak için kelimeler ararken, Yanami yemek kutusunu dizime bıraktı.

“…Anlıyorum. Evet, anlıyorum.“

Konuşmayı kesin bir tonla kesti, kararlıydı.

“Bundan sonra seninle konuşmayacağım.“

Yanami ayağa kalktı, sözleri sert ve son söz niteliğindeydi.

“Her şey için teşekkürler. Sanırım biraz eğlenceliydi. Hoşça kal.“

Tartışmaya yer bırakmadan, yemek kutusunu ellerime sıkıştırdı ve merdivenlerden aşağı doğru kayboldu.

…Her şey böylece sona erdi.

Yanami sonunda bana dönüp bakmadı bile.

Belki de bir kez olsun bakmasını umut etmiştim.

Merdivenlerde tek başıma kalmışken, yemek kutusunu açtım.

Bugünün öğle yemeği özenle hazırlanmış ev yapımı sandviçlerdi. Renk katması için köşeye iki küçük cherry domates yerleştirilmişti.

Bunu, birlikte geçireceğimiz öğle yemeği için sabahın erken saatlerinde hazırlamış olmalıydı.

Kapanış törenine üç gün kala, işte o zaman ne kadar çok şey kaybettiğimi fark ettim..

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3.7   Önceki Bölüm