Yukarı Çık




4.2   Önceki Bölüm 

           
Ertesi gün geldi çattı ve hiçbir şeye odaklanamıyordum. Yarın kapanış töreni vardı.

Sınıf, yaz tatili iyice yaklaşmışken telaşlı bir enerjiyle doluydu. Sabahki derste Amanatsu-sensei’nin karne dağıtma çabası bile şakayla karşılandı.

Dönemin son öğle arasıydı. Artık acil çıkış merdivenlerinde vakit geçirmek benim için rutin olmuştu. Orada oturmuş, körili ekmeğimi yerken okul bahçesini izliyordum.

Hava sıcaklığı 35 dereceyi aştığı için öğle antrenmanları yasaklanmıştı. Yine de pistte koşan Yakishio’yu görmüş, ancak beden eğitimi öğretmeninin onu kolundan tutup götürüşüne şahit olmuştum.

“Ne yapmaya çalışıyor ki…?“

Sahadan gelen kuru rüzgâr gözlerimi yaktı. Ekmeğimin üzerine konan tozu üflerken, alt kattan gelen ayak seslerini duydum.

Nedensizce dikleştim. Beklentimi durduramadım.

“B-Buradaymışsın.“

Ama karşımda beliren, hiç çekinmeden yanıma oturan Chika Komari’ydi.

“Neden buradasın, Komari?“

“S-Sen burada yemek yememi söylemiştin ya.“

Ah, doğru. Geçmişteki ben gereksiz laflar etmeyi severdi.

“Ü-üstelik… r-reddedildiğini duydum.“

Komari sırıtışını bastıramıyordu.

“Ş-Şey… hak etmişsin falan diye düşündüm de, dayanamayıp buraya geldim.“

İçimden birkaç ambalaj kâğıdını ağzına tıkıştırmak geçti.

“Bu olayı nereden duydun sen?“

“K-Kulüp odasında böyle sahneler yapacaksan, h-herkesin duyması normal.“

“Neyse, Yanami-san’la aramızda öyle bir şey yok zaten.“

“Ü-Üzerinde bu kadar d-durman hiç iyi değil.“

Komari, kâğıt poşetten tereyağlı bir rulo çıkardı ve kemirmeye başladı. Süpermarketlerde altılı paketler halinde satılanlardan.

“Z-Zaten… s-sıvışıp tek mutlu sen mi olacaksın sanıyorsun? Ç-Çok ukalasın.“

“Ee, sen de yakın zamanda reddedilmedin mi?“

“K-Kes sesini!“

Dışarıdan bakan biri, bunları bir romantik drama sahnesi falan sanırdı herhalde.

Ama öyle değildi. Bu romantizm filan değildi. Peki ya neydi? Yüzümü istenmeyen bir tebessüm kapladı.

…Sonuçta Yanami için hiçbir şey ifade etmiyordum. Borcunu ödediğine göre, aramızdaki o geçici bağ da yok olmuştu. Hepsi bu kadar.

Bu düşünce iştahımı kaçırdı, yarısı yenmiş körili ekmeğimi poşetine geri tıkıştırdım.

“Öğle yemeğinde sadece bu mu var?“

Yanıma baktığımda, Komari’nin ikinci tereyağlı ruloyu çiğnerken yüzünü buruşturduğunu gördüm.

İçecek bile getirmemiş miydi? Düşünmeden otomatten aldığım süt kutusunu uzattım.

“Al, bunu iç. Bir şey içmezsen boğulursun.“

“G-Gerçekten alabilir miyim? Y-Ya sen?“

“Çay dolu bir su şişem var. Benim için sorun yok.“

“Tam yağlı süt…“

Gözleri parlıyordu, pipeti süt kutusuna sokarken. Onu izlemek, sanki bir sokak kedisini besliyormuşum gibi hissettirdi.

Yine de sokak hayvanlarını beslemek sorumsuzcadır. Ya mesafeni korursun ya da tamamen sorumluluğu alıp sahiplenirsin.

Bakışımı fark eden Komari, bana şüpheli bir gözle dikildi:

“G-Geri almayı düşünüyorsan, a-artık çok geç.“

…Ah, aklıma geldi de. Bizim evde evcil hayvan yasak.


*


Beklendiği gibi, Komari’yle konuşmamız bir yere varmadı. Öğle arasının yarısı hâlâ bitmemişken eski okul binasından ayrıldım.

Bugünlük acil merdivenlerini ona bırakıyorum artık.

“Nukumizu, işte buradasın. Seni arıyordum. –Hey, bir saniye!“

“…Ha, ne?“

İlk anda bana seslenildiğini anlamadım, neredeyse yürüyüp geçecektim.

Beni çağıran, Yanami’nin çocukluk aşkı Sosuke Hakamada’ydı.

Hah. Bugün neden bu kadar çok insan peşime düşüyor?

“Üzgünüm, ama bu konuyu başkalarının yanında konuşmak istemiyorum. Biraz buraya gelebilir misin?“

Onu takip ederek kendimi eski okul binasının arkasında, sessiz ve tenha bir noktada buldum.

“Bekle. Bu durum… Anladım. Demek o şey.“

“Nukumizu, kusura bakma ama konuşmak istediğim şey—“

Sözünü bitiremeden sessizce cüzdanımı uzattım.

“Neden cüzdanını çıkarıyorsun?“

“Ah, şey… Olayın buraya varacağını sanmıştım.“

Hatamı fark edip cüzdanı hemen geri koydum. Doğru ya, mesele o değildi.

“Demek şakacı bir tipmişsin ha?“

Hakamada gülerek geçiştirdi, neyse ki bunu espri olarak kabul etmişti.

Peki o zaman ne istiyordu? Hakamada, nasıl başlayacağını bilememiş gibi etrafına çekingen çekingen bakındı.

“Nukumizu… son zamanlarda Anna’yla vakit geçiriyorsun, değil mi?“

Anna? Ah, Yanami’den bahsediyor.

“Ne? Yani, evet, belki…“

Paniklemiş tepkimi görünce Hakamada’nın yüz ifadesi yumuşadı.

“Saklamaya çalışma. Eski okul binası etrafında ’benimle evlenir misin’ falan diyen bir çiftle ilgili dedikodular dolaşıyor. Şimdiden rivayet olmuş.“

Bu da neydi şimdi? Bu tamamen kocaman bir yanlış anlaşılma.

“Hayır, hayır, öyle değil! Yani… tamamen yanlış sayılmaz ama temeli bambaşka!“

“Utangaçlık yapma. Ne zamandan beri aranızda böyle şeyler oluyor?“

Hayır, öyle bir şey yok. Hem beni niye buraya çağırdı ki?

“Bu da şu ’çocukluk arkadaşımdan uzak dur’ klişelerinden biri mi?“

Hakamada, beden eğitiminde hep öne çıkan yıldız sporcuydu. Fiziksel üstünlüğü ortadaydı. Kavga çıksa şansım yoktu. Yine de bir erkek olarak en azından 2 saniye dayanabilirdim herhalde—

“Anna’ya iyi bak!“

Hakamada aniden derin bir saygıyla önümde eğildi.

“…Ha? Ne? Bu da ne? Benden ne istiyorsun?“

“Dur bir dakika! Kesinlikle büyük bir yanlış anlaşılma var.“

“Bu beni mutlu ediyor, anlıyor musun? Anna sevdiği birini bulduysa, onu desteklemek istiyorum.“

“Hayır, öyle değil—“

Neden bu adam beni dinlemiyor? Duymuyor mu yoksa? Ana karakter falan mı?

“Kusura bakma. Seni pek tanımıyorum, biraz sohbet etmek istedim.“

“Eh, tamam ama…“

Olay şu ki, Hakamada zaten Yanami’yi reddetmişti. Belki de bu yanlış anlaşılma önemsizdi.

Ama yine de… Bu içimdeki garip his de ne?

Hakamada bana tamamen içten, kötülükten uzak bir gülümsemeyle baktı.

“İsterseniz bir ara hep beraber takılabiliriz—“

“Hayır, cidden, dur bir saniye.“

“Ah, pardon. Hep ben konuşuyorum, değil mi?“

Mesele o değildi ki.

…Evet, haklısın. Şu an gerçekten önemli olan tek bir şey var.

Öfkeyle karışık bir kararlılıkla Hakamada’ya doğru adım attım.

“…Yanami-san seni uzun zamandır seviyor, değil mi!?”

“Vay canına, ne? Bu da nereden çıktı şimdi…?”

“Biliyordun, değil mi? O senden hoşlanıyordu.”

Neden Yanami ile arkadaş bile olmayan ben, onu reddeden adamla bu konuşmayı yapıyorum ki?

Hakamada utangaç bir şekilde gözlerini kaçırdı, utançla burnunu kaşıdı:

“Eh, evet, biraz anlamıştım. Bu yüzden belki yeni birini bulması iyi olur diye düşündüm.”

“O hâlâ seni seviyor! Şu anda bile! Bir yanlış anlaşılmanın bunu silmesine izin vermek doğru değil!”

Kendi ağzımdan çıkanları duyunca donakaldım. Peki şimdi ne olacak? Bu konuşma nereye varacak? Ah, doğru, açıklamam gereken bir şey daha vardı.

“…Ayrıca, benimle Yanami-san arasında öyle bir şey yok.”

“O zaman neden öğle yemeğini birlikte yiyordunuz?”

Çünkü sen onu o aile restoranında biftek menüsü yerken reddettin de ondan. En azından Yanami tatlı olarak udon sipariş etmeseydi, hiçbiri olmazdı.

Yani diyebilirim ki:

“Muhtemelen ikiniz çok fazla yediniz de ondan.”

“Ha? Sen neden bahsediyorsun?”

Bir kez daha, konuşmanın sonucu kaybolup gitti.

“Yok, bir şey değil. Boş ver.”

Yine de bu adam çok yorucu. Gerçek hayatta bir romantik komedi başrolüyle uğraşmak böyle mi oluyor?

Zihnen onu rafa kaldırmakla meşgulken, Hakamada’nın ifadesi aniden dondu.

Bu ifade de ne? Sanki az önce vahşi bir ayıyla karşılaşmış gibi—

Kafamı Hakamada’nın baktığı yere çevirdiğimde sinirle titreyen bir kız gördüm.

“A-Anna!“

“Yani, şey… Siz ikiniz… Bütün bu zaman boyunca tam olarak ne konuştunuz?“

Öfkeden mi yoksa utançtan mı bilmem, yüzü kıpkırmızı olmuştu, gözlerini üzerimize dikmişti.

“Yanami-san, sen neden buradasın!?“

“Komari-chan bana mesaj attı. ’Havalı görünümlü bir serseri tarafından köşeye sıkıştırılmışsın falan, bir de işlerin kızışmasından filan bahsetmiş. Anlamadım ama yine de kontrol etmek istedim—“

Yanami’nin gözleri Hakamada ile benim aramda sürekli gidip geldi, yüzünde bir inanamama ifadesi vardı.

“…Peki, neler oluyor?“

İyi soru. Ben de emin değilim. Üstelik Komari’nin bahsettiği o “kızışma“ meselesinin ne olduğunu da bilmiyorum.

“Bir de sen, Nukumizu-kun. Az önce Sosuke’ye tam olarak ne söylüyordun?“

“Şey, ah… Garigari-kun Choco Mint sürümünün çok lezzetli olduğunu söylüyordum!“

“…Dürüst olmak gerekirse, açıkça anlatırsan seni affedebilirim. Şimdilik.“

Yalan. Gözleri acımasız bir suikastçınınkiler gibi.

Her şeyin ortaya çıktığını hissediyorum, ama doğrudan itiraf etmek bir seçenek değil.

Bu ülkede, nedense suçunu sonradan itiraf etmek, baştan söylemekten daha hafif cezalarla sonuçlanıyor.

“Bekle, Anna. Suç benim. Onu her şeyi anlatması için zorladım. Nukumizu’nun suçu yok.“

Ah harika, Hakamada gereksiz bir yorum yapmak zorunda kaldı.

Yanami’nin bacakları kontrol edilemez bir şekilde titremeye başladı.

“Her şey mi? Her şey derken neyi kastediyorsun!?“

Bu noktada Yanami’nin titremesi artık bir Chihuahua seviyesini aşmıştı.

Tehlikeli bir eşiğe adım atıyordu. Hakamada, onu sakinleştirmek istercesine elini nazikçe Yanami’nin omzuna koydu.

“Özür dilerim, Anna. Senin için yeni birini bulmanın iyi olacağını düşündüm sadece.“

“Ne…?“

Sonunda durumu kavrayan Yanami’nin yüzü bembeyaz oldu.

“…Yapma. Öyle şeyler söyleme.“

Biraz önceki o sert Yanami gitmiş, yerine küçülmüş, kırılgan görünen biri gelmişti. Hakamada ise farkında bile değilmiş gibi ona daha da yaklaştı.

“Sadece mutlu olmanı istiyorum. Benden daha iyi birini bulman—“

“Kes şunu—“

Yanami’nin direnci tamamen tükenmişti. O anda, bedenim kendiliğinden hareket etti. Hakamada’nın kolunu tutup ikisinin arasına girdim.

“Yeter artık!“

Burasının benim savaş alanım olmadığını biliyordum.

Ama yine de—

“Dinle, Hakamada! Birini reddetmekte sorun yok! Yanami-san’ı da istediğin kadar geri çevirirsin, bu senin tercihin!“

Bu kez Yanami’nin bakışlarının “Seni öldüreceğim“ dediğini hissediyordum adeta.

“Ama Yanami-san’ın duygularına karar vermek— buna hakkın yok! Onun seni sevdiği gerçeğini silip atamazsın!“

İçimde biriken her şey kelimelere dökülüyordu.

“Mutlu olsun, yeni aşk bulsun— bunları SEN söyleyemezsin! Onu reddeden SEN, bu lafları ağzına alma hakkına sahip değil!“

…Kahretsin, yakından bakınca bile Hakamada’nın bu kadar yakışıklı olması sinir bozucu.

Sadece görünüşü değil. Herkese karşı nazik, kibirli değil, şu an bile suçlu olan o değil. Kontrolü kaybeden benim.

Ondan farklı olarak, Yanami’yle olan bağım kısa ve yüzeyseldi.

Onun için özel biri değildim, yakını bile sayılmazdım.

Yine de, onun gözyaşlarını ve cesur yüzünü yakından gören bendim.

“Arkadaşı olarak sessizce yoluna devam etmesine izin ver! Onu reddettiğin için suçlu hissedip vicdan azabı çekme!“

Alışık olmadığım bir şekilde bağırmak, şiddetli bir öksürük nöbetine yol açtı.

Hakamada, içten bir endişeyle sırtıma hafifçe vurdu.

“Hey, iyi misin?“

“E-Evet… Sorun yok…“

…Tanrım, böyle dürtüsel davranıp da ne kadar zavallı göründüğümü düşünüyorum.

Hakamada kadar etkileyici olsaydım, Yanami’yle böyle yüzleşebilir miydim acaba?

Aniden, tüm gerginliğim dağıldı ve kendimi tamamen tükenmiş hissettim.

“…Haklısın, Nukumizu.“

“Ha? Ah, şey… Öyle çıkıştığım için özür dilerim.“

Özür dilerken, Hakamada bana doğru elini uzattı. Tereddütle ben de uzattım—

“Benim reddedildiğimi söylemeyi kes artık!“

Bu bağırışla geriye itildim.

“Siz ikiniz de ne cüretle böyle tatlıya bağlamaya çalışıyorsunuz!? Kendi kendinize temize çekip sonuçlandıramazsınız bunu! Neyiniz var sizin!? Kafanızda tapyoka mı var!?“

“Şey, yani…“

Yanami tam gaz üzerimize geliyordu, sözleri kurşun yağmuru gibiydi.

İlk kurban Hakamada oldu. İki eliyle gömleğinin yakasından tuttu, yüzünü kendine çekti.

“Seni yıllardır seviyorum, Sosuke! Hâlâ seviyorum! Hiçbir şeyi atlatmadım!“

“Anna, üzgünüm—“

“Özür dileme! Benim sonraki aşkım sana mı kalmış!?“

Yanami’nin gözleri on iki yıllık duygularla doldu, yüzünü Hakamada’nın göğsüne gömdü.



https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgk0J8cD3Lk6ai9Yu23Xxvssl62R_DTfiVskMuP3MJpKImU1YLVZVMsPEY2WkdIK8_oQ8NxE_4yNQsl7SVjWLo_HTkwyfMTxtOlP7BwMGOou-hpGDPumgElzLk7GqGykvKOYTjKfGnXc6d8NR_oqCCXwXFh9JTVQP4VKr7HRumlxyg9_VQ5xPaMK96_gtDb/s1600/9.jpg


“Seni hâlâ çok seviyorum! O yüzden git, Karen Himemiya’yla mutlu ol! Git ve bana sormadan mutlu ol!“

Gözyaşlarına boğulan sesi, Hakamada’ya bir an daha sıkıca sarılıp hareketsiz kalırken havayı doldurdu.

…Şu an burada olmalı mıyım?

Uzaklaşmanın doğru anını kollarken, Yanami sonunda yüzünü Hakamada’nın göğsünden çekti.

“Ve seni yine kendimce seveceğim! Bir gün, başkasını da kendimce seveceğim!“

Kararlı görünerek aniden Hakamada’yı bıraktı ve onu itti. Sonra, bir sonraki hedefini arar gibi, başını bana doğru çevirdi – tıpkı bir avcının avını kilitlemesi gibi. Ürperticiydi.

“Nukumizu-kun! Yani, seninle ne konuşuyorduk biz!?“

“Şey, yani… Özel bir şey yok muydu?“

“Aynen öyle!  Özel bir şey yoktu!“

“Bonk!“ Yanami kafama bir şamar attı.

Acıttı!.

“Yani… Az önce niye vurdun ki—“

“Hiçbir sebep yok!“

Bekle, ne? Bu hiç mantıklı değil. Kafam karışmış bir şekilde orada dikilirken, Yanami parmağını göğsüme saplayarak agresifçe üzerime yürüdü.

“Bak! Belki beni düşünerek yaptın ama! Başkalarının ilişkilerine burnunu sokup izin almadan hareket etmek mi? Öyle bir atılganlık yapma! Önce fikrini sor!“

“Seninle konuşmamam gerektiğini düşünmüştüm…“

Yanami bana “Artık dayanamıyorum“ dercesine baktı.

“İstediğin gibi konuş benimle! Ne yapmak istiyorsan yap!“

“Bekle, gerçekten mi?“

“Okulda biriyle konuşmak için izin mi gerekiyor!? Sen nasıl bir dünyada yaşıyorsun!?“

Ama kızlarla öylesine konuşmak sorun çıkarmaz mı? Hayat tecrübelerime göre bu, ölüme davetiye çıkarmak demek. Tamamen riskli bir bölge.

“Yani… Seninle konuşmam seni rahatsız etmez mi?“

“Buna ben karar veririm! Dürüst olayım, başkalarının ne düşündüğünü ben de çoğu zaman anlamıyorum!“

“Şey… Sanırım… Evet, bu doğru olabilir…“

Yani, tamam, ben garip ve yalnız biriyim ama…

Biriyle zaman geçirmek de yalnız kalmak da, konuşmak da sessizlik de bana bağlı.

Karşı tarafın nasıl tepki vereceği, kabul edip etmeyeceği ise ona kalmış.

“Yani… Seninle konuşmam sorun olmaz, Yanami-san?“

“Zamana ve yere göre değişir!“

Adilce.

İstemeyerek hafifçe gülümsedim, bu da Yanami’nin bana şüpheyle bakmasına yol açtı.

“Bekle, neden mutlu gibi görünüyorsun? Ürkütücüsün, Nukumizu-kun.“

“Şey… Biraz öyle. Her şey için teşekkürler, Yanami-san..“

“…Gerçekten çok tuhafsın.“

İnanamaz bir ifadeyle başını sallayıp iç çekti.

“Her neyse, ikiniz de bu konuda kendinizi sorgulamalısınız!“

“Emredersiniz!“ (x2)

Aynı anda verdiğimiz bu cevap, Hakamada ile aramda nadir bir anlaşma anı yarattı.

“Şimdi, Sosuke, Nukumizu-kun’dan düzgünce özür dile.“

“Neden ben?“ Anlamamıştım ama Hakamada hafifçe başını eğerek bana döndü:

“Özür dilerim, Nukumizu. Seni bu karmaşaya soktuğum için.“

“Ah, yok… Sorun değil.“

Kekeleyerek cevap verdim, içimde bir garip bir his vardı.

Bu nasıl bir diyalogdu böyle?

“Şimdi de sıra sende, Nukumizu-kun. Benden özür dilemelisin.“

“Ne?“

Ne için özür dileyeceğimi bilmiyordum, ama itiraz etmemek daha mantıklıydı.

“Özür dilerim. Bir daha ağzımdan düşüncesizce laflar çıkmayacak.“

“İyi. Özrünü kabul ediyorum.“

Yanami kollarını kavuşturdu ve memnuniyetle başını salladı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


4.2   Önceki Bölüm