Özel Kısa Hikayeler - 8: Merak Liseli Erkeği Öldürür.
Temmuz sonu, yaz tatilinin ilk okul günü.
Öğle vakti öncesinde sınıf saatimiz sona erdi ve kulüp odasında huzurlu bir anın tadını çıkarıyordum.
Açık pencereden esen rüzgâr, perdeleri yumuşakça dalgalandırıyordu.
Yağmur mevsimi geçmiş, yaz tam anlamıyla hüküm sürüyordu. Buna rağmen kuru esinti hoş geliyor, tenimde biriken sıcaklığı hafifletiyordu.
Yanağımda hissettiğim rüzgâr eşliğinde, son çıkan <“Bir Oda Kiraladım, Yanında Bir Liseli Kız Geldi Ama Yemek Masrafları Cebimi Yakıyor“> cildini keyifle açtım.
Tam kaldığım yerden okumaya başlamıştım ki, kulüp odasının kapısı aniden güm! diye açıldı.
Lemon Yakishio, ağzında sıkıştırdığı jöleli içeceği eliyle sıkarak son damlasına kadar içti ve mükemmel bir atışla çöp kutusuna fırlattı.
“Hey Nukkun, bugün sadece sen mi varsın burada?“
“Evet, üçüncü sınıfların bugün okulu yok. Yanami-san da arkadaşlarıyla yemeğe çıkacağını söyledi.“
“Hmm, biraz yalnız kaldın yani?“
Bunu söylerken çantasını masaya tak! diye bıraktı.
“Yakishio, peki koşu antrenmanın?“
“Okuldan sonra Öğretmenler odasına çağrıldım, koşu takımının kulüp odasına uğrayamadım. Buradan doğrudan sahaya gitmeyi düşünüyorum.“
Şimdi düşünüyorum da spor kulüp odaları sahanın tam karşı tarafında.
“Edebiyat Kulübü’nün odası şaşırtıcı derecede kullanışlı bir yerde, biliyor musun? Arka kapıya yakın, atıştırmalık almak için falan ideal.“
Konuşmaya devam ederken Yakishio, bluzunun kurdeleini çözmeye başladı.
“Hey, bekle.“
“Tek başıma antrenman yaptığım günlerde bu odayı kullanıyorum, pratik oluyor. Her neyse—“
Kurdeleleri çözüp bluzunun düğmelerini açmaya başladı.
“Dur, üstünü değiştireceksen haber ver de çıkayım! En azından perdeleri kapat—“
Telaşla pencereyi kapatmaya koşarken, şaşkın bir ifadeyle bana baktı:
“Ha? Sorun yok. Merak etme, altımda antrenman kıyafetim zaten var. Sadece üstümü çıkarıyorum.“
“Ah… Demek öyle.“ Boş yere paniklediğim için kendimi aptal hissettim.
Yine de, altında bir şey olsa bile bir kızın önümde soyunması, bir ergen erkeğin görmezden gelebileceği bir şey değildi.
“Her neyse, ben dışarı çıkıyorum. Perdeleri de kapatacağım.“
“Nukkun, ne centilmensin be! Ama dürüst olmak gerekirse, böyle yapman daha da utandırıcı. Öylece kal, tamam mı?“
“Sen üstünü değiştirirken dışarı çıkmam neden utandırıcı olsun ki?“
“Çünkü dedim ya, altımda antrenman kıyafetim var. Normal davran, lütfen!“
…Hmm. Sanırım bu bir çeşit ceket çıkarmak gibi. Belki de gereğinden fazla düşünüyorum.
Bir kenara attığı bluzun altında, göbeğini açıkta bırakan kısa bir üst vardı. İçgüdüsel olarak bakışlarımı kaçırdım.
“Ha? Nukkun, sorun ne?“
“Şey, özür dilerim… Spor sütyeni gibi göründü de—“
“Söyledim ya, büyütmene gerek yok.“
Eh, evet, antrenman kıyafeti olduğunu söylemişti.
Kendimi sakinleştirmek için çay şişemden bir yudum aldım.
“Haklısın. Yani, kimse başkalarının önünde iç çamaşırıyla gezmez zaten.“
“Bekle! Yani bu antrenman kıyafeti değil de, iç çamaşırı mı?!“
“Bu, antrenman yaparken giydiğim sütyen. Üzerine atlet giyiyorum, ikisi bir arada antrenman kıyafetim oluyor.“
Bu nasıl saçma bir mantıktı?
“Tamam, tamam, ben dışarı çıkacağım—“
Lafımı bitiremeden Yakishio hızla atletini giydi.
“İşte, gördün mü? Sorun çözüldü.“
“Şey… evet, sanırım…“
Yakishio omzuma şaka amaçlı vurdu:
“Nukkun, bu tür şeylere hiç tahammülün yok, değil mi? Atletizm takımına katılmak ister misin?“
“Yok, öyle şey! Bir de Yakishio, takımdaki erkeklerin sana tuhaf bakmasına izin vermiyorsundur umarım. Erkeklerin kulüp odasına da tek başına girme.“
“Asla öyle uygunsuz bir şey yapmam. Ayrıca takımdaki çocuklar kızlara öyle bakmıyor zaten.“
Tabii canım, hiç sanmıyorum. Ben bile kendimi tutmakta zorlanırken, o kaslı atletik koşucuların sevimli, rahat kız takım arkadaşlarına göz süzmediklerini düşünmek saflık olur. (Hiç önyargılı değilim tabii).
Düşüncelerime dalmışken Yakishio duvar saatine baktı ve panikle ses çıkardı:
“Kahretsin, antrenman başlamak üzere!“
Eteğinin fermuarını bir çırpıda açıp yere bıraktı.
“Bekle, hey!“
“Üzgünüm, Nukkun! Kıyafetlerimi toparlar mısın?“
“Ha? Bekle bi—“
“Sağ ol, özür dilerim!“
Ve tam da böyle, odadan fırlayıp gitti.
Yere atılmış kıyafet yığınına bakakaldım ve derin bir iç çektim. Bir kızın kıyafetlerini toplamak mı? Bu nasıl bir tuhaf senaryo…?
Yine de, eşyalarını etrafa saçılı bırakırsam biri gelip görürse daha kötü olurdu. Sandalyenin arkasına asılı bluzu alıp düzgünce katladım, sonra yerdeki eteği kaldırdım.
İşte böyle, okul sonrası bomboş kulüp odasında, bir sınıf arkadaşımın eteğini tutuyordum.
Tabii ki aklımda tuhaf düşünceler yoktu ama… şöyle bir göz atmakta sakınca yoktur herhalde, değil mi?
Açık gri renkli, pileli bir yazlık okul eteğiydi. Yan tarafında, beden ayarı için ayarlanabilir bir bel bandı vardı.
Dalga geçercesine eteği kendi belime tutuşturup karşılaştırdım. Eğer ayarlayıcıyı sonuna kadar açarsam, o zaman—
“Sanırım… bu bana gerçekten uyabilir?“
…Şunu açıklığa kavuşturmalıyım: Bunu gerçekten giymeyi planlamıyorum.
Ne karşı cinsin kıyafetlerini giyme hobim var, ne de bir kızın kullanılmış eşyalarına ilgi duyuyorum.
Tek söyleyebileceğim şu: İnsanlığın ilerlemesi her zaman bilinmeyene duyulan doyumsuz merakla sürüklendi. Haritalanmamış sulara yalnızca bu merakla yelken açan kaşifler, bugün içinde yaşadığımız dünyayı şekillendirenlerdi.
Geçmişin isimsiz kahramanlarının yaptıklarıyla kıyaslandığında, benim yapacağım şey çocuk oyuncağı. Tek yaptığım, ayna karşısında kıyafetleri tutup bedenlerini kontrol etmek.
Yine de odada ayna olmadığı için telefonumu kullanarak bir fotoğraf çekmem gerekecek. Masa üzerinde doğru açıyı yakalamak için tam vücut çekim yapacak şekilde ayarlıyorum.
“Tamam, ’ayna’ hazır. Şimdi, bu kurdele nasıl bağlanıyor ki…?“
Yakishio’nun bluzunu giymeye kadar gitmem gerekmiyor, ama erkek ve kız üniformaları arasındaki en büyük fark (eteğin yanı sıra) kurdele.
Ataların dediği gibi, “Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin“. Şimdi vazgeçmek anlamsız olurdu. Saf entelektüel merakla kravatımı gevşetip kurdeleyi taklit etmeye çalışıyorum, beceriksizce boynuma doluyorum.
…Tamam. Şimdi geriye kalan tek şey, eteği belime tutmak. Önümde havaya kaldırıyorum.
Ah, bekle, perdelerin kapalı olduğundan emin olmalıyım. Animelerdeki klişe sahne tam da bu: Perdeler açıkken biri en kötü anda içeri dalar.
Tamam, perdeler sıkıca kapalı. Kapı da kapalı. Her şey plana göre ilerliyordu—
“N-Nukumizu, ş-şey, iyi çalışmalar…“
“…Ah. Sana da iyi çalışmalar.“
Tek bir sorun vardı: Komari kapının hemen ardında, ağzı hafif açık şekilde duruyordu.
’Komari, beni dinle. Bunların hepsi Yakishio kıyafetlerini toplamamı istediği için, tamam mı?’
’T-Tamam, anladım. S-Sadece yanıma oturma…’“
“Gerçekten anladın mı? Bak, kurdeleye sadece nasıl takıldığını merak ettim, giymek için değil—“
Biraz eğilince, Komari telefonunu kullanarak yüzümü itti, hareketleri aceleci ve ürkekti.
“B-Bekle, b-bana bu kadar yaklaşma… b-böyle bir ilişkiye girmedim ben…“
“Yaklaşmıyorum ki! Ne tür bir ilişkimiz var sanıyorsun?“
“S-Söylememi mi istiyorsun? A-Ağzımdan duymak mı istiyorsun?“
“…Hayır, iyiyim.“
“İ-İyi… öyle olsun…“
Komari, ukalaca bir bilmişlik tavrıyla başını salladı ve gözlerini yeniden telefonuna dikti.
İç çekerek daha uzaktaki bir sandalyeye geri döndüm ve tüm bu karmaşadan önce okumakta olduğum <Feed JK>’nın son cildini yeniden açtım.
“...Komari.“
“N-Ne var şimdi?“
“Tekrar söylüyorum, karşı cinsin kıyafetlerini giymek gibi bir hobim yok, tamam mı? Bunu netleştirmek önemli.“
Komari, bilmiş ve neredeyse acıyan bir bakışla bana baktı:
“A-Anlıyorum. E-Erkeğinin hobilerine uyum sağlamak önemli sonuçta.“
“Öyle bir sevgilim bile yok! Hem neden sözde sevgilim bir erkek olsun?!“
“İ-İşte bu yüzden y-yanıma oturma d-demiştim!“
Böylece, bu yaz gününde umduğum zarafet izi tamamen yok oldu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.