Yukarı Çık




5.5   Önceki Bölüm 

           
CİLT 2 - Bölüm 1: Anna Yanami İpucu Vermek İstiyor


“Ben geldim…“

Gergin bir şekilde kapıyı açtım ve evin bilindik manzarasıyla karşılaştım.

Salon ile yemek alanı birleştirilerek 18 tatami büyüklüğünde geniş bir alan oluşturulmuştu. Televizyonda tekrarlanan bir gezi programı çalıyordu.

Ç/N=(Tatami: geleneksel Japon tarzı odalarda zemin malzemesi olarak kullanılan bir minder türüdür.)

Her şey normaldi—ta ki elinde kaşık, ağzı açık bir şekilde masada oturan kızı görene kadar.

“Aa, Nukumizu-kun, uzun zaman oldu. Misafirliğe geldim işte.“

Beni rahatça selamladıktan sonra, kaşığına tepeleme doldurduğu köriyi ağzına tıktı.

“Ne!? Sen neden buradasın!?“

Yanakları köriyle dolmuş bu kız, Anna Yanami’den başkası değildi.

Yakın zamanda bir transfer öğrenciye yenilip çocukluk arkadaşını kaptıran, tipik “kaybeden kahraman“ arketipinin canlı örneği.

Yanami körisini yuttu ve yanağındaki pirinç tanesinden habersiz, neşeli bir gülümsemeyle bana döndü:

“Bu körinin tadı müthiş! Şu meşhur bir gün dinlendirilmiş körilerden, değil mi?“

“Evet, öyle. Ama sen neden benim evimde bunu yiyorsun?“

“Şey, aslında… mığff hım mmf mığf mığmmf…“

“Yemek yerken konuşma.“

Demek Kaju’nun bahsettiği “misafir“ oydu. Bir iç çekip Yanami’nin karşısına oturdum.

…Tamam, yemeğini yediğine göre.

“Yanami-san, gelmeden önce bir haber verseydin keşke?“

Mantıklı bir eleştiriydi, ama karşılığında sadece baygın bir bakış aldım.

“Nukumizu-kun, sen LINE’ı hiç kontrol etmiyorsun değil mi? ’Geliyorum’ diye mesaj atmıştım.“

Cidden mi? Telefonumu kontrol ettim ve LINE uygulama ikonunda küçük bir bildirim işareti vardı.

“Pardon, fark etmemişim. Belki LINE’a mesaj attığını söylemek için SMS falan atsan?“

“Yok ya, bildirim ekranında çıkıyor o işaret, görmüyorsun?“

“Bildirim ekranı mı? Şu şey mi?“

Demek bu ikon sadece mobil oyun stamina’si dolduğunda değilmiş. Bilgisizliğimi saklamak için gözlerimi kaçırdım.

“Tamam, buraya gelme nedenini anladım da… Tam olarak ne istiyorsun?“

İlk dönemin son günü resmen arkadaş olmuştuk.

Yine de evime bu kadar rahat gelip gidebileceğimiz bir yakınlıkta değildik. Ama… ne de olsa o, özür dilemeden gelip köri yiyen türden bir kızdı.

Körinin neredeyse tamamını bitirmiş, geriye kalan pirinç ve sosu ustalıkla kaşığıyla kazıyordu. Son lokmayı da aldıktan sonra ellerini birleştirip teşekkür etti:

“Elinize sağlık! Neyse, ben arkadaşlarıma sōmen dağıtmak için ev ev geziyorum.“

“Sōmen mi?“

Ç/N=(Sōmen: Doğu Asya kökenli buğday unundan yapılan ince beyaz bir eriştedir.)

Masada duran büyük kâğıt çantayı fark ettim.

Yani bu bir ochugen hediyesi mi? Karşılığında ona bir şişe yemeklik yağ mı versem? Hoşuna gider gibi. 

Ç/N(Ochugen: Japon kültüründe yılda iki kez (Temmuz ve Aralık aylarında) yakınlara hediye verme geleneğidir.)

Merakla çantaya baktım. İçi “ekonomik boy“ sōmen paketleriyle doluydu.

“Pek geleneksel bir ochugen hediyesi değil gibi. Neden bu kadar çok?“

“Merak mı ettin? Kesin merak ettin, değil mi?“

“Pek sayılmaz.“

Beni görmezden gelen Yanami, ağzını peçeteyle sildi ve açıklamaya başladı:

“Yani, babamın bu ayki maaşı sōmen olarak gelmiş.“

“Maaşı mı? Bu nasıl olabilir ki?“

“Şey… bazı sebeplerden dolayı, Temmuz maaşının tamamı sōmen ile ödenmiş. Sadece sōmen.“

Nedense dışarıdaki ağustos böcekleri bile şoktan susmuştu.

“Bir aylık maaş değerinde sōmen… Bu çok büyük bir miktar olmalı.“

“Evet. Evde yaklaşık 300.000 yen değerinde sōmen var.“

“Açıklığa kavuşturmak için, ’sōmen’ bir tür kod adı değil, değil mi? Bu yasal mı?“

“Tabii ki yasal! Bizim nasıl bir aile olduğumuzu sanıyorsun?“

Yanami dalgın bir şekilde pencereden dışarı baktı, ben de istemsizce onun bakışlarını takip ettim:

“Bir ömür boyu yiyebileceğim kadar sōmen yedim…“

Mavi ağustos gökyüzü üzerimizde uzanıyordu, sıcak hâlâ bunaltıcıydı. Yine de bulutların şekli yazın kaçınılmaz sonunu haber veriyordu.

“Yani bu bir sōmen dağıtım kampanyası mı? Bu kadar çok varsa neden komşularınla paylaşmıyorsun?“

“Yapıyorduk, ama… son zamanlarda evde yokmuş gibi yapmaya başladılar.“

Demek ki sōmen bile mahalle dramına yol açabiliyormuş.

“Anlıyorum…“

“Evet, öyle işte…“

İkimiz de düşünceli bir sessizliğe gömüldük.

“Artık neden evinde köri yediğimi anlamışsındır, değil mi?“

“Evet, pek anlamadım ama tamam, mantıklı sanırım. İkinci tabağı ister misin?“

“Yok, bana yeter. İki tabak yeterince doyurucu.“

Demek ikinci tabağı çoktan bitirmişti.

Başta şaşırmıştım ama sonuçta sadece bir arkadaş sōmen getirip paylaşmıştı. Büyütülecek bir şey yoktu.

“Nukumizu-kun, bu sabahki LINE mesajını görmedin değil mi? Edebiyat Kulübü’nün acil toplantısıyla ilgili olanı?“

“Ha? Öyle bir şey de mi vardı?“

Hiç fark etmemiştim. Telaşla telefonumu kapıp kontrol ettim. Gerçekten de Edebiyat Kulübü grup sohbetinde Başkan’dan bir mesaj vardı: Yarın öğleden sonra kulüp odasında toplanılacaktı.

Sohbet geçmişine göre Yanami de katılmayı planlıyordu. Hızlıca “Katılacağım“ yazıp yanıt gönderdim.

“Yanami-san, başka işin yok mu? Burada boş boş oturman doğru mu?“

“Bir dakika, beni evinden mi kovuyorsun?“

Yanami, huysuz bir çocuk gibi dudaklarını büzüp somurttu.

“Kısmen, evet. Ama senin arkadaşlarına sōmen dağıtma işin yok muydu?“

“Evet, bundan sonra bir durak daha var— ama bekle, ilk dediğin neydi?“

“Hiçbir şey. Öğleden sonra hava daha da ısınacak, işlerini çabuk bitirsen iyi olur dedim.“

“…Öyleyse, önce biraz armut yiyelim.“

Yanami’nin gözleri heyecanla parladı.

“Armut mu?“

Arkamda beliren varlığa döndüğümde, okul üniformasıyla duran ve dilimlenmiş armut tabağı tutan Kaju’yu gördüm.

“Yanami-san, Kaju armutları soydu. İster misiniz?“

“Çok isterim! Teşekkürler, Kaju-chan!“

…Doğru ya, Kaju’yu tamamen unutmuştum. Bu ikisi ne zaman bu kadar samimi oldu?

Kaju, hevesli bir köpek yavrusu gibi gözleri parlayarak yanıma oturdu.

“Vay, bu armut çok lezzetli!“

“Kojima’daki akrabalarımızdan geldi. Bu arada Yanami-san, Kaju size birkaç soru sorabilir mi?“

Konuşurken rahatça bir not defteri ve ses kayıt cihazı çıkardı.

…Cidden bir röportaj yapacak.

“Sorun etmem, ama bu bir ödev falan mı?“

“Evet! Öyle bir şey! İlk olarak doğum tarihiniz, kan grubunuz, aile yapınız, hobileriniz, özel yetenekleriniz ve onii-sama ile nasıl tanıştığınız—“

 Kaju’yu durduramamıştım. Hemen araya girdim:

“Yanami-san meşgul, bunu başka zamana mı saklasak?“

“Ama! Ama! Onii-sama’nın okuldaki iç ısıtan hikayelerini duymam lazım!“

Bu tamamen mantıksız bir istekti.

“Tamam, tamam, odana dön olur mu? Hadi yukarı~“

“Of…“

Kaju’yu bir şekilde odadan çıkardıktan sonra Yanami konuşmaya başladı:

“Demek ona onii-sama dedirtiyorsun, Nukumizu-kun?“

“Ben dedirtmiyorum. Bunu netleştirmek önemli.“

“Üstelik çok sevimli değil mi? Minik yüzü, ipek saçları…“

“Evet, insanlar bana çok benzediğini söylüyor.“

“Kim diyor bunu? Beni tanıştırsana.“

“Asla olmaz. Yemeğini bitir ve evine git.“

Dirseğimi masaya dayayıp gözlerimi pencereye çevirdim. Gökyüzünde dağınık beyaz bulut izleri vardı.

Gökyüzü eskisinden daha yüksek hissettiriyordu. Ağustosböceklerinin çığlıkları yavaş yavaş yerini sabah ve akşamın yumuşak çağrılarına bırakıyordu.

“Yanami-san, yavaş yavaş sonbahar yaklaşıyor.“

“Yani… armut zamanının tam ortası. Daha fazla istediğini direkt söyleseydin ya.“

Armudunu mideye indiren Yanami, tabağı bana doğru uzattı.

“…Teşekkürler.“

Duygusal olma çabamı bırakıp bir dilim daha aldım.

Yaz tatilinin sadece on günü kalmıştı.

O gün orada oturan Yanami’nin, huzurlu yazın sonunun habercisi olduğunu ise ancak sonradan fark edecektim.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


5.5   Önceki Bölüm