Yukarı Çık




5.9   Önceki Bölüm 

           
https://i.pinimg.com/736x/75/72/0a/75720abaa3939286fd3cf4fcbc652de1.jpg



Yarı uykulu halde oturma odasının kapısını ittim, bekleniyormuş gibi neşeli bir sesle karşılandım:

“Günaydın, onii-sama! Kahvaltı hazır!“

Mutfak önlüğü giymiş Kaju, bana sandalye çekerken gülümsüyordu.

“Saat zaten 9. Çoktan gittiler.“

Bu kadar geç mi? Kulüp dergisi için romanımı düzeltirken zamanı unutmuş olmalıyım.

Kaju kıkırdadı ve önüme poflamış pandekeklerle dolu bir tabak koydu:

“Onii-sama, Kaju bugün ekstra kabarmış pankek yapmayı denedi. Umarım beğenirsin.“

Konuşurken üzerine güzel kokulu bir sos gezdiriyordu:

“Kaju biraz denemek için hamura bu beyaz şeftali kompostosuyla beraber pirinç unu kattı. Bolca dökeceğim~“

Parmağına bulaşan kompostoyu görünce duraksadı, sonra ağzına götürdü:

“Hmm… Tatlı ve mayhoş, onii-sama. Ah, Kaju limonata da yaptı. Hadi afiyetle ye.“

Önümdeki pandekekler tam bir kafe görünümündeydi: Pudra şekeri serpili, üzerinde nane yaprakları...

Çatal ve bıçağımı aldım, sonra masada diğer dokunulmamış pankek tabağını fark ettim:

“Kaju, sen daha yemedin mi?“

“Ah, doğru! Kaju kahvaltı hazırlamaya öyle dalmış ki kendim yemeyi unutmuşum.“

Mahcup bir gülüşle kafasına hafifçe vurdu. Bu kadar zahmet edip her şeyi hazırladıktan sonra kendi yemeğini unutması mı? Ne tatlı bir unutkan.

Tabağını masanın öbür tarafına itmeye hazırlanırken, Kaju tam yanımdaki sandalyeye kaydı:

“O zaman hadi, ağabeyim, yiyelim.“

“Evet, afiyet olsun.“

Böylece sessiz sedasız kahvaltımız başladı. Pofuduk pankekleri keserken, Kaju hafifçe kaşlarını çatarak bana baktı:

“Dün de okula gitmiştin, değil mi? Son zamanlarda çok mu meşgulsün?“

“Kulüple ilgili işler vardı. Meşgul sayılırım sanırım…?“

Açıkçası daha önce o kadar boştum ki kıyaslayacak bir şey yoktu.

“Ama bu harika! Yeni arkadaşın... Geçen gün gelen Yanami-san mı?“

“Hım, öyle.“

Belirsizce cevap verirken bir parça pankeki ağzıma attım. Kaju’ya yeni arkadaşlar edindiğimi söylemiştim ama kim olduklarını detaylandırmamıştım.

Anlatmak utanç verici geliyordu, üstelik Kaju’nun büyük bir olay çıkaracağını hissediyordum.

“Gelecek sefer onu usulünce eve davet etmelisin! Tabii önce bir görüşmeden geçmesi gerekecek.“

Görüşmeye gerek yoktu. Limonatamdan bir yudum aldım.

“O kadar ciddi değil. Beraber dışarı çıkacak kadar yakın bile değiliz.“

“İşte hep böyle başlar! Hem—“

Kaju parlak gözleriyle bana doğru eğildi:

“Yakından bakınca çok güzel! Mutlaka Nukumizu ailesinin gizli lezzetlerini öğrenmeli! Önce miso çorbasıyla başlarız, sonra Japon, Batı ve Çin mutfağının temellerine geçeriz—“

Sözleri gittikçe hızlanıyordu. Tamam, fren yapma vakti.

“Sakin ol. Tamam, bir kız ama sadece bir arkadaş.“

“Ara, onii-sama! İnsanlar seni tanıdıkça nasıl his beslemez ki? Şimdi arkadaş olsa bile, bu ilişkinin nereye gidebileceğini düşünmelisin!“

Sonra aniden bir şey fark etmişçesine daha da yaklaştı:

“Bekle! Yoksa Edebiyat Kulübü’nden başka birine mi ilgi duyuyorsun!? Bronz tenli kız çok enerjik, minyon olansa ilk başta beni şaşırtmıştı— aslında Kaju muhtemelen onun kıyafetlerini giyebilir, kesin anlaşırız! Yani, yani—“

Coşkusu tehlikeli seviyelere ulaşırken, iki elimle “dur“ işareti yaptım:

“Tamam Kaju. Derin bir nefes al ve altıya kadar say. Hazır mısın? Bir, iki, üç—“

“Dört, beş, altı…“

Saymayı bitirince elini göğsüne koyup derin bir nefes aldı. Sonunda sakinleştiğinde, başını okşayıp takdir ettim:

“Aferin.“

Kaju bir kedi gibi elimi başına sürterken, ben onu hafifçe itip yemeğe devam ettim.

Tatlı, pofuduk pankeki çiğnerken masadaki telefonum bildirimle aydınlandı.

Ekrana göz atarken beklenmedik bir isim gördüm.

<-Yana-chan: Uyanık mısın? Boşsan bugün çay içmeye ne dersin?->

Neden Yana-chan— Yanami beni aniden çay içmeye davet ediyor?

Beklenmedik mesaj karşısında donakaldım. Dalgınlığımdan yararlanan Kaju, kolumu aşıp kucağıma atladı.

“Onii-sama, bu Yanami-san’dan mı? Seni çay içmeye çağırıyor!“

“E-Evet, sanırım…“

“Ne kadar güzel! Bir kızla baş başa çay içmek~“

Gözlerini kırpıştırarak bana baktı:

“Neredeyse bir randevu gibi.“

“Öyle değil. Muhtemelen konuşacak bir şeyleri vardır.“

Nasıl cevap vereceğim? Derin bir nefes aldım.

Sabahın köründe gelen ani davet. Yanılmıyorsam Yanami dün o buluşmaydı…

İçime bir şeylerin ters gittiği doğdu.

Kaju’nun yoğun bakışları altında kısa bir yanıt yazdım: <-Bugün meşgulüm.->

“Onii-sama, emin misin?“

“Evet. Acil bir şey değildir herhalde, üstelik illa benimle konuşması gerekmez.“

Mesajı gönderir göndermaz ekranda Yanami’nin ismi belirdi: Gelen arama.

…Ah. İnatla reddettim, şimdi de beni mi arıyor?

Ne yapacağıma karar veremeden, hâlâ gülümseyen Kaju telefonumu elime sıkıştırdı:

“Lütfen aç, onii-sama. Bir arkadaşını bekletmemelisin.“

…Peki. Ama önce kucağımdan in.


*


Öğleden sonra, saat tam 15:00.

Buluşma yeri, belediye binası yakınındaki bir kafedeydi.

Erken gelip içeri oturdum, Yanami’yi beklerken etrafa kaygısızca göz gezdirdim.

Kafe, rahatlatıcı bir retro atmosfere sahipti. Sessiz ve huzurlu.

İnternet yorumlarına göre uzmanlıkları pankek değil, eski moda tava kekleriymiş.

“Bu kafe evime çok yakın olmasına rağmen, nedense hiç gelmemiştim.“

“Soğuk kahveniz.“

“Ah, teşekkürler.“

Garsondan bardağı alırken, karşımdaki boş sandalyenin önündeki su bardağına gergince baktım.

Yaz tatilinde bir kafede… bir kızla baş başa.

Kaju’ya “randevu değil“ demiştim ama…

Bu tam olarak bir randevu sayılmaz mı?

Okuduğum light novel ve mangalara göre, henüz çıkmıyor olsalar bile iki kişinin buluşması yine de randevu kabul ediliyordu.

Yani Yanami beni randevuya mı çağırmıştı?

Kahvemle gelen krema ve şurubu kurcalarken, kapı zili çaldı.

Başımı kaldırdığımda Yanami’nin kafeye girdiğini gördüm.

Dizlerinin hemen üstünde biten açık gri pilili etekle eşleştirdiği lacivert bir bluz giyiyordu.

Onu daha önce de kamp sırasında gibi gündelik kıyafetlerle görmüştüm, ama bugün farklıydı. Üzerinde bilinçli bir feminen hava vardı – öyle ki içgüdüsel olarak dikleştim.

Yoksa bu gerçekten bir randevu muydu?

Beni fark eden Yanami, masama doğru direkt yürüdü.

“E-Ee, Yanami-san, nereden çıktı bu çay daveti? Söylesene?“

Gergin görünmemeye çalışarak zoraki bir gülümseme yapıştırdım.

“............“

Hiçbir şey söylemeden oturan Yanami, masadaki suyu tek seferde içti ve camı kıracakmışçasına masaya “Şangır!“ diye bıraktı.

Ardından donuk, boğuk bir sesle mırıldandı:

“...Dünya yanıp kül olmalı.“

Ne oldu? Yani tahmin edebiliyorum ama yine de...

“Dünkü buluşmada bir şey mi oldu?“

“Buluşma“ kelimesi geçer geçmez Yanami’nin omuzları irkildi:

“...Biliyordum. Bunun olacağını biliyordum. Ama... insanın gözünün önünde olunca mantık devreden çıkıyor, değil mi?“

Evet, kesinlikle bir randevu değilmiş.

Yarı rahatlamış halde koltuğa yaslandım:

“Yani? Senin önünde aşkım aşkım mı yaptılar?“

“O geçen ayın meselesiydi. O aşamayı çoktan geçtim. Şimdi kalbim çelikle kaplı! Önümde ’Aşk Oyunları’ oynayan çiftleri izleyebilecek kadar güçlüyüm artık!“

Yanami dirseğini dayayıp tembel tembel menüye göz gezdirdi.

“Üstelik o ikili artık toplum içinde flört bile etmiyor.“

“O zaman sorun ne?“

“Mesele o değil. Küçük şeyler işte. Yemek yerken birbirlerinin ardını toplamaları, tek kelime etmeden birbirlerinin eşyalarını taşımaları gibi. İşte o tür sessiz bir uyum.“

Başını sallayıp devam etti.

“Birbirlerinin gözlerine bakıp ne düşündüğünü anlamaları, aynı puan kartlarını kullanmaları, aynı zil sesi ayarlarına sahip olmaları, küçük bir aksesuarın rengini bilinçaltında eşleştirmeleri... ve gün sonunda tek kelime etmeden birlikte eve yürümeleri—“

Aniden bir hamleyle benim su bardağımı kaptı ve tek seferde içip bardağı masaya çarparak bıraktı.

“Resmen, bir ay içinde ’sessizce birbirine vurulmuş yeni evli çift’ aşamasına girdiler! Daha nereye kadar gidecekler ki!?“

Muhtemelen sonuna kadar.

Öfkeden soluk soluğa kalmış bir halde nefes nefese kalırken, ben sessizce garsona su getirmesi için işaret ettim.

“Ah, bir de temiz bir bardak getirin lütfen.“

“Ne, benim bardağım’dan içmekten bu kadar mı nefret ediyorsun?“

Paylaşılmış içeceklerden hoşlanmam.

“Peki, sen ne sipariş edeceksin Yanami-san?“

“Bir dakika, bunu görmezden mi geleceksin...? Şey, bir kremalı soda alayım.“

“Ee? Pankek yok mu?“

Bu kafeyi özellikle onlar için seçtiğini sanıyordum.

Garson uzaklaşırken, Yanami derin bir iç çekti.

“...İyi dinle, Nukumizu-kun. Somen aslında karbonhidrat, yani şeker demek.“

Bunu zaten biliyordum.

“Soğuk ve kaygandılar. Aldatıcı. İncecik ve narin görünüşlerine rağmen masum gibiydiler. Sonra birdenbire o kilolar ortaya çıkıverdi. Bunun ne kadar haksızlık olduğunu biliyor musun?“

“Yani, somen yemekten kilo aldığını mı söylüyorsun—“

“Kilo almadım, tamam mı!?“

Yanami anında sözümü kesti.

“Ama kremalı soda da şeker değil mi?“

“İçecekler sayılmaz. Bir de şu bir teori var, dondurma şişmanlatmaz diye.“

Orada oturmuş, Yanami’nin tuhaf mantığını zihnimde sindirmeye çalışırken, garson kremalı sodasıyla geri döndü.

Bir top vanilyalı dondurmayla süslenmiş klasik yeşil soda.

Hiç tereddüt etmeden, Yanami telefonunu çıkardı ve içeceğe doğrulttu.

“Fotoğraf mı çekiyorsun?“

“ Evet Instagram’a atacağım, güzel görünüyor.“

Instagram... O fotoğraf paylaşılan sosyal medya platformu değil miydi?

İnsanların “estetik“ fotoğraflar peşinde yemekleri bitiremeden çöpe attıkları o tartışmalar vardı ya. Neyse ki Yanami için böyle bir endişem yok.

Telefonunda hızla bir şeylere tıklarken, Yanami aniden ekranı bana çevirdi.

“Bak, çok güzel olmuş değil mi? Nukumizu-kun, beğeniver şunu!“

“Instagram’ım yok. ...Bir dakika, köşedeki... benim elim mi o?“

Evet, renkli kremalı sodanın fotoğrafında, elim kadrajın bir köşesine girmişti. Özenle hazırlanmış estetik kareyi bozan serseri bir unsur.

“Haklısın. Nukumizu-kun, parmakların gerçekten incecik ha? Düzgün besleniyor musun sen?“

“Dengeli besleniyorum. Fotoğrafı yeniden çekmeyi düşünmüyor musun?“

“Yükledim ki bile.“

Dondurmasını yerken telefonunda gezinen Yanami’nin gözleri aniden parladı, sanki aklına parlak bir fikir gelmiş gibi.

“...Bu bir ipucu aslında.“

“Hı? Neyin ipucu?“

Şımarık bir ifadeyle bacak bacak üstüne attı ve gösterişli bir hareketle saçını savurdu. Gerçekten hareketli biri.

“Nukumizu-kun, ben de ipucu bırakmak istiyorum.“

“Ne demek bu?“

“Yani, sosyal medyada karşı cinsten biriyle takıldığıma dair küçük ipuçları bırakmak. Açıkça söylemeden, üstü kapalı imalarla, sevgilim varmış gibi hissettirip insanları merakta bırakmak gibi, o tarz şeyler.“

“Hımm, ünlülerin bu yüzden skandala karıştıkları gibi mi?“

Nedense benim beğendiğim her kadın seslendirmenin, hep tam yaşıtında bir erkek kardeşi çıkıyor her seferinde.

“...Bir dakika Yanami-san, sen sıradan birisin.“

“Bak şuna, arkadaşlarım paylaşımım üzerine şimdiden çıldırmışlar! Hepsi ’Kiminle beraber?’, ’Sevgili mi yaptın?!’ falan yazmış!“

Yanami telefonu suratıma dayadı.

“Vay canına, tanıdığım herkes tepki veriyor. Fotoğraf gerçekten etki yarattı ha?“

“...Ama bunun tam olarak amacı ne?“

Yanami gözlerini kısarak bana uzun uzun baktı.

“Bunu gerçekten açık açık anlatmamı mı istiyorsun? Emin misin?“

“... Özür dilerim.“

“Güzel, çabuk öğreniyorsun. Oh, bak! Kasumi-chan’la yıllar sonra konuşuyorum!“

Bir süre daha telefonuna sırıtarak baktı, ama sonra aniden ifadesi ciddileşti.

“Ne oldu?“

“...Dürüst olmak gerekirse, mezunlar buluşmasından beri ortaokuldan tanıdığım erkeklerden selam yağmuruna tutuldum.“

“Hım.“

“Yok, cidden, selam yağmuru. Kendi popülerliğim beni bile korkutmaya başladı artık...“

“Anladım. Güzelmiş.“

Başka ne diyebilirim ki? Buzları çoktan erimiş soğuk kahvemden son yudumumu aldım.

Bu arada Yanami, eriyen dondurmasını hızla kaşıklayarak bana gizlice bakıyordu. …Popülerliği hakkında soru sormamı mı bekliyor acaba?

“...Eee, yani bir sevgili falan yapmayı düşünüyor musun?“

Görev icabı sordum.

Yanami uzun kaşığını şımarık bir ifadeyle çevirdi.

“Hmm… Sanırım şimdilik olmaz. Pek içimden gelmiyor.“

“Öyle mi.“

“Kız arkadaşlarım bana sürekli erkek ayarlamaya çalışıyor, erkekler de beni yemeğe falan davet edip duruyor... Bir dakika, ha?“

“Ne oldu?“

“Beni davet eden bu erkekler... hepsinin bir ortak noktası var gibi. Uwah, Tanaka bile mi aramış?“

Telefonunda mesajlara göz atarken kaşlarını çatan Yanami aniden başını kaldırıp bana baktı, ifadesi değişmişti.

“...Dur bakalım, Nukumizu-kun. Sence hepsi beni kolay hedef olarak mı görüyor? Yani ’Aa, az önce terk edilmiş, tam zamanı!’ ya da ’Belki tutar diye bir atılayım bari!’ gibi mi düşünüyorlar?“

“Hımm, yani bir bakıma öyle diyebiliriz...“

Demek nihayet farkına vardı. Kendini o sözde popülerliğinin keyfine bırakabilirdi aslında.

Ona biraz acıyarak, dalgın dalgın soğuk kahveme daha fazla şurup kattım.

“Ama belki aralarında seni gerçekten beğenen bir tek kişi çıkar.“

“...Bunun biraz kaba olduğunun farkındasın, değil mi? Hem şu an erkeklerle uğraşacak modda değilim.“

Anladım. Acaba ben hangi kategoriye giriyorum?

Sodasındaki dondurmayı bitiren Yanami, kaşığıyla kalan sıvıyı karıştırırken biraz keyifsiz görünüyordu.

“Dondurma bitti...“

“Evet, kötü oldu.“

İlgisizce cevap verip dışarı baktım. Tam o sırada, Tsuwabuki Lisesi’nden tanıdığım bir kızın sekmeli adımlarla yürüdüğünü fark ettim.

Belirgin dört kurdeleli tokasıyla kısa saçları, limon şeklinde kolyesi, güneşten bronzlaşmış uzun ince bacakları...

“Ha? Bu Yakishio.“

“Lemon-chan mı?“

Kaşığıyla sodasını yudumlayan Yanami, bakışlarımı takip etti.

“Bugün de üniformayla geziyor“

“Hım!? Başını eğ, Nukumizu-kun! Çabuk!“

Tepki vermeme fırsat kalmadan Yanami kafamı tutup masaya bastırdı.

“Ah! Ne oldu yani!?“

“Kaldırma başını! Bizi görür!“

“Yakishio bizi görse ne ol—“

Cümlemi yarıda kestim. Yalnız değildi. Yakishio, hoşlandığı kişi Mitsuki Ayano ile birlikte yürüyordu.

Yakishio yanında kıpır kıpır yürüyor, yüzündeki ifade tamamen âşık bir kızınki gibiydi.

“Bu ikisi neden birlikte…?“

Ayano’nun sevgilisi olduğuna göre artık vazgeçmiş sanıyordum…

Yüzünü hâlâ soda bardağıyla gizleyen Yanami, ikisinin uzaklaşmasını izledi.

Görüş alanından çıktıklarında yavaşça başını kaldırdı.

“...Nukumizu-kun, bu hiç iyi değil!  Sevgilisi olan bir erkek, hafta sonu başka bir kızla baş başa dolaşıyor. Bu aldatmadan başka bişe değil öyle değil mi?“

“Ama yıllardır arkadaşlar. Mesela sen Hakamada’yla çıksan, bu aldatma sayılmazdı değil mi?“

“Sayılırdı. Aldatma olurdu işte.“

“...Madem öyle diyorsun.“

Aldatmaysa aldatma olsun. Demek ki bu yasak aşkı uzaktan izlemekten başka çaremiz yok.

Yanami bardağını dikip sodasını bir dikişte içti, ağzını mendille sildi ve boş bardağı masaya bıraktı:

“Tamam Nukumizu-kun, hadi gidiyoruz! Çabuk bitir şunu!“

“Ha? Nereye?“

“Belli ya! Takip edeceğiz onları!“

Yanami birden yerinden fırladı, gözleri heyecanla parlıyordu. Tam bir seyirci heyecanı vardı.

“Hayır, teşekkürler. İlgilenmiyorum.“

“Ha?“

Buzlu kahveme sakince biraz süt ekledim. Kahvenin sonuna süt eklemek, son yudumların daha çok sütlü kahve gibi olmasını sağlıyordu.

Gözlerini kısarak beni izleyen Yanami, parmaklarıyla masadaki hesabı tıklatmaya başladı.

“Öyleyse, parasını ödemeden gideyim bari.“

“...Ciddi misin sen?“

Yanami’ye karşı gelmekten korktuğumdan değil... Sadece ona karşı gelince çıkardığı sorunla uğraşmak zorunda kalmak istemiyordum.

Bir iç çekerek kalan kahveyi dibine kadar içtim ve ayağa kalktım.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


5.9   Önceki Bölüm