Yeraltı Kaynakları Müzesi’nin sunduğu her şeyi sonuna kadar deneyimledikten sonra, hemen yanındaki Görsel-İşitsel Eğitim Merkezi’ne geçtik.
Oldukça gösterişli bir düzen; iki farklı bilim müzesi yan yana.
Bir grup ilkokul öğrencisi heyecanla koştururken, Yanami bir sandalyede poz verip bekledi.
“Tamam, çektim.”
Telefonunu geri verirken söyledim.
“Teşekkürler. Sence bu fotoğraf Instagram’lık mı? Yani, şu ‘güç taşı koltuğu’ olayı bayağı dikkat çekiyor. Bu beni gölgede bırakmaz, değil mi?”
Oturduğu sandalyenin iç kısmı güç taşlarıyla kaplıydı. Şüphesiz, inanılmaz derecede göz alıcı.
“Sorun olmaz. Seni gölgede bırakması mümkün değil, Yanami-san.”
Büyük bir esnemeyle gerinirken ona biraz muğlak bir cevap verdim.
Etrafa baktığımda, Yakishio “Japonya’nın En Büyük Meşe Palamudu” sergisine büyük bir dikkatle odaklanmıştı. Ayano ve Asagumo-san ise vücudu ince gösteren aynaların önünde birbirlerinin fotoğraflarını çekiyorlardı.
Biraz fazla abartmış olabiliriz... Bitkin düştüm ve kesinlikle günü burada noktalamanın zamanı geldi.
Tam o sırada, bir broşürü karıştıran Yanami hafif bir iç çekti.
“Hey, burada bir planetaryum varmış. Planetaryum, ha… Planetaryum…”
Kendi kendine mırıldanmaya başladı, bu biraz huzursuz ediciydi, o yüzden onu görmezden geldim. Sonra broşürden başını kaldırıp bana gülümsedi.
“Aha. Demek planın bu, değil mi, Nukumizu-kun? Şimdi anladım. Ne istersen söyle, ama sonuçta sen de bir erkeksin.”
Bu her ne anlama geliyorsa, eminim aşağılayıcı bir şey.
“Neden bahsediyorsun? Öyle bir şey söylemedim. Ne planı?”
“Tamam, bu konuda utangaç olmana gerek yok. Ne olup bittiğini tamamen anladım.”
Neyi anladı?
Yanami ayağa kalktı ve rahatça elini omzuma koydu.
“Yani, liseliyiz. Elbette yaz tatilinde Instagram’lık bir şeyler yapmak istersin, değil mi? Sosyal medya kullanıyorsundur herhalde?”
Sıfır takipçili bir Twitter hesabım var. Ne kadar “fotoğraflık” olursam olayım, bunu görecek kimse yok.
“Sosyal medya umurumda değil. Dürüst olmak gerekirse, eve dönme vaktinin geldiğini düşünüyordum.”
“Şaka yapıyorsun! Bizi sakin bir yeraltı müzesiyle buraya çekip sonra romantik bir planetaryum atağıyla vurmayı planlamadığını mı söylüyorsun?”
Atak mı? Kale kuşatması falan mı bu?
“Eğer bu kadar gitmek istiyorsan, benim için sorun değil.”
“İşte bu! Tamam, diğerlerini toplayıp geliyorum!”
Yanami’nin herkesi toplamak için zıplayarak uzaklaşmasını izlerken, dışa dönüklerin gerçekten bitmek bilmeyen bir enerjisi olduğunu düşündüm. Ve işte böylece plan kesinleşti.
Ben sergileri seyre dalmış boş boş bakarken, Ayano girişte biletlerimizi kontrol etme işini bile hallettmişti. Kız arkadaşının olması bir erkeğe böyle şeyler yaptırıyor, ha?
“Ne oldu, Yanami-san? Bunu görmek istememiş miydin?”
“Evet, ama bugünkü program…”
Program mı? Kendi biletime bir göz attım.
Bugünün gösterisi: <-Evrendeki Barışı Korumak! Süper Galaktik Takım Spektro-Muhafızları!->
“Muhafız teması eğlenceli görünüyor.”
“Ben daha romantik bir şeyler umuyordum, biliyor musun? Bununla romantizm seviyemi doldurabilir miyim sence?”
Belli ki dolduramazsın.
Yan taraftan Yakishio, biletimi göz ucuyla süzdü.
“Oh, bugün Spektro-Muhafızları varmış. Aslında onları biraz severim.”
“Daha önce izledin mi?”
“Küçükken babam bana bununla ilgili bir resimli bilim kitabı almıştı. Daha zeki olacağımı söylemişti.”
Ve sonuç bu oldu, ha.
Yanami’yi nazikçe planetaryum salonuna doğru yönlendirdim.
İlk baştaki tereddütleri ne olursa olsun, ortam onu coşturmuş olmalı ki, içeri girer girmez gülümseyerek selfie çekmeye başlamıştı bile.
Rahat bir nefes alarak etrafa bakındım ve Asagumo-san’ın bir postere yoğun bir şekilde baktığını gördüm.
“Hey, Mitsuki-san, bu gösteride bir de bulmaca çözme kısmı varmış gibi görünüyor. Buna bir oyun gibi katılsak mı?”
“Huh, bu kulağa havalı geliyor. Hey, Lemon, sen de bu meydan okumaya katılmak ister misin?”
“Ben mi?”
Yanami ile fotoğraf çektirmek için yeni ikna edilmiş olan Yakishio, şaşkınlıkla başını çevirdi.
Ayano yanıma gelip kulağıma sinsi sinsi fısıldadı.
“Planetaryumda seni ve Yanami-san’ı yalnız bırakacağız, o yüzden elinden geleni yap, tamam mı?”
“…Cidden mi? Bunu yapmasak olmaz mı?”
Samimi yalvarışımı açıkça utangaçlık olarak algıladı ve ciddiyetle başını salladı.
“Utangaç olmana gerek yok. Biz biraz uzakta oturacağız.”
Protestolarıma zerre aldırmadan, Yakishio’ya doğru el salladı.
“Hadi, Lemon. Üçümüz birlikte oturalım.”
“Dur, ben Yana-chan’la oturacağım. Sen Asagumo-san’la izlemelisin, Mitsuki.”
Hâlâ gülümseyen Yakishio, nazik ama kararlı bir şekilde reddetti. Güzel. Aşıklara biraz zaman kalsın.
Tam rahatlamaya başlarken, Asagumo-san ikisinin arasına girdi.
“Benim için endişelenme. Bizimle oturmak ister misin? Seni daha yakından tanımayı gerçekten çok isterim, Yakishio-san.”
Biraz kararsız görünen Yakishio, başını salladı.
“Teşekkürler, cidden. Ama sen bunu Mitsuki ile izlemelisin. Hadi, Yanami-chan, Nukkun. Gidelim.”
Topuklarının üzerinde döndü. Ama Ayano peşinden koşup elini tuttu.
“Dur, bekle. Bu işin fazlası var-”
Yakishio bir an tereddüt etti, sonra nazikçe elini çekti.
“Mi-tsu-ki! Asagumo-san’ın yanında olmalısın, tamam mı? Biz üçümüz birlikte gidiyoruz. Mitsuki, sen Asagumo-san’la izleyeceksin! Bu kadar!”
Sesi salonda yankılandı. Diğer ziyaretçiler dönüp bakmaya başladı.
Ayano, durumu nihayet kavrayarak, başını utangaç bir reveransla eğdi.
“Özür dilerim… Sanırım biraz aptalca bir şey söyledim…”
Asagumo-san, endişeli bir şekilde nazikçe Ayano’nun koluna dokundu.
Yakishio iç çekerek, alaycı bir gülümsemeyle başını kaşıdı.
“O senin kız arkadaşın, biliyor musun? Bizimle takılıyorsan, önceliğin o olması lazım.”
“Evet, bu benim hatamdı.”
“Kesinlikle öyle. Sen âşık olduğum adamsın, o yüzden artık kendine çeki düzen ver!”
Yakishio, hâlâ sırıtırken ona sağlam bir şaplak attı. Ben de kendimi tutamayıp güldüm.
Değil mi? Yani, eğer o âşık olduğu adamsa, belki de…
“…Dur, Yakishio. Az önce ne dedin?”
“Ha?”
Her zamanki parlak gülümsemesini bana yöneltti.
Tekrar “Ha?” dedi, gözleriyle Yanami ve Asagumo-san’a bakarak.
Sonra, donup kalmış ifadelerimizi görünce, sonunda farkına vardı. Yüzü bembeyaz oldu.
…Hayır, dur. Herkes zaten Yakishio’nun Ayano’ya âşık olduğunu biliyor.
Bir kişi hariç.
Eğer her zamanki gibi kalın kafalı olup bu özelliğiyle hareket edebilseydi, tüm bu mesele geçip giderdi.
Ayano, şimdi tam da Saf Erkek Başrol olarak parlamanın zamanı. Yalvarırım…
Endişeyle ona dönüp baktım.
Orada duran Ayano’nun yanakları kıpkırmızıydı.
Neden tam da şimdi, her şeyden önce, normal bir insan gibi tepki veriyor? Bu son cilt falan mı?
“Lemon… ‘âşık olduğun adam’…?”
“Ben- M-Mitsuki! Öyle değildi… Yani, bu o anlama gelmiyor, ben…!”
Yakishio başını eğdi, iki avucunu ona doğru uzatarak geri geri adım attı.
“Değil… değil… değil…”
Aniden, tekrar tekrar fısıldadığı kelimeler kesildi.
Sonra, hepimiz hâlâ donmuş bir şekilde dururken, birden arkasına döndü ve kaçmaya başladı.
Kalabalığın arasında zigzag çizerek, saniyeler içinde gözden kayboldu.
Her şey o kadar hızlı oldu ki, ne olduğunu kavrayamadık. Öylece donakalmış bir şekilde yerimizde durduk.
“ O kaçtı… mı?”
Benim ağzımdan çıkan bu tek cümle, sonunda herkesi kendine getirdi.
Ayano, Yakishio’nun peşinden koşmak için bir hamle yaptı, ama tam adımını atarken-
“Mitsuki-san! Yapma!”
Asagumo-san’ın sesi, salonda yankılanırken çatladı. Ayano, adımının ortasında dondu kaldı.
“Lütfen gitme! Burada kal! Yakishio-san’ın peşinden koşma!”
Parmakları, sanki dua edercesine sıkıca kenetlenmişti.
“Ama Chihaya, Lemon az önce-”
“Ama! Ama ben buradayım! Ben senin kız arkadaşınım, Mitsuki-san!”
Onun çaresiz, acıyla dolu haykırışı. Gözlerinde biriken gözyaşları, her an dökülmeye hazırdı.
Ayano yavaşça ona doğru yürüdü. Sadece son bir kez, Yakishio’nun kaçtığı yöne baktı.
İlk gözyaşı düşmeden önce, Ayano nazikçe bir mendille onun gözlerini sildi.
“…Özür dilerim, Chihaya.”
“Mitsuki-san…”
İkisinin birbirine sarıldışını izlerken, aniden keskin bir kayıp hissiyle sarsıldım.
Yakishio’nun peşinden koşmalıydım, ama yerimden kıpırdayamadım.
“Nukumizu-kun! Hey, Lemon-chan’a ne oldu!?”
Yanami omzumu sarstı.
“Doğru…”
“Ha? Nukumizu-kun…?”
Göğsümdeki o boşluk, o ağır his, sonunda ne olduğunu anladım.
Belki… sadece belki, eğer Ayano, Yakishio’nun peşinden koşsaydı…
İçimdeki bir parça, derinlerde bir yerde, böyle bir mutlu sonu umut etmişti.
Bu bencilceydi, sadece bir fanteziydi; Asagumo-san’ın acısını ve Ayano’nun hislerini hiçe sayıyordu.
“Yanami-san, Yakishio’nun peşinden gidiyorum!”
Her şeyi geride bırakarak koşmaya başladım.
Salonu geçip merdivenlerden aşağı fırladım, ama Yakishio çoktan gitmişti.
Yine de durmadım, doğrudan binadan dışarı çıktım.
Bu bana göre değil.
Bu, bir yan karakterin yapacağı türden bir şey değil.
Ama Yakishio’nun peşinden koşan bir başrol yok.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.