Minibüsün penceresinden yemyeşil dağlara bakıyordum. Yol kenarındaki tesisten ayrılalı çoktan 4 saat olmuştu.
“Neredeyiz biz...?“
Aslında Yakishio’nun evine gidiyor olmamız gerekiyordu ama Tsukinoki-senpai o yöne doğru hiç ilerlemiyordu. Canı ne isterse o yöne sapıyor, zaman da su gibi akıp gidiyordu.
Eğer yakında bir şey söylemezsem, bu kadın güneş batana kadar dağ yollarında araba sürmeye devam edecek…
“Senpai, artık Yakishio’nun evine doğru yola çıksak mı-“
İtirazımı bastırmak istercesine, araba ağır bir gümleme sesiyle sarsıldı. Tsukinoki-senpai freni köklerken bir yandan da direksiyonu sertçe kırdı.
“Şey, dönmeden önce sinyal vermem mi gerekiyordu?“
“S-Senpai, o-o... s-silecekler...“
dedi Komari, yolcu koltuğundan zoraki bir sesle.
“Ha? Bu taraftaki kol muydu?“
“L-Lütfen yola bakın...“
Ehliyetini yeni almış birine özgü sevimli bir manzara.
Dürüst olmak gerekirse, Toyohashi’den ayrıldığımızdan beri durum böyleydi, bu yüzden arkada oturan Yanami ve ben çoktan bu duruma alışmıştık.
Komari’nin her seferinde taze ve telaşlı tepkilerini izlemek ise doğrusu oldukça etkileyiciydi.
Tsukinoki-senpai dikiz aynasından bana bir göz attı.
“Aklıma gelmişken, Nukumizu-kun, sen demin bir şey söylemeyecek miydin?“
“Şey, gerçektende Yakishio’nun evine mi gidiyoruz?“
“Bu sefer kesinlikle. Buralarda bir yerde olmalı. Sadece senpaine güvenmen yeterli.“
Tsukinoki-senpai neşeyle güldü.
Daha önce bu sözlere inandığımda, kendimizi yol kenarındaki tesisten sonra Nagashino Kalesi kalıntılarında bulmuştuk. Sonra “Bu sefer gerçekten“ dedi ve bir de baktım ki kaplıcada yıkanıyoruz. Tamamen turist moduna girmiştik. Dürüst olmak gerekirse, ben de bu durumdan keyif alıyordum.
“Bu saatten sonra size bırakıyorum ama kesinlikle dağların daha da derinliklerine doğru gitmiyoruz, değil mi?“
“Kim bilir? Aa, bu arada, konuyla hiç alakası yok ama böyle dümdüz devam edersek Nagano Eyaleti’ne çıkacağımızı biliyor muydun? Çok acayip, değil mi?“
“Konuyu neden değiştiriyorsunuz? Eyalet sınırını geçmek olmaz.“
Tam daha fazla üsteleyecekken, araba yüksek bir takırtıyla tekrar sarsıldı. Yanımda uyuklayan Yanami uyandı.
“Vay canına, uyumuşum. Geldik mi?“
“Henüz değil. Yanami-san, ağzının suyu akmış.“
“...Akmadı.“
Ona uzattığım mendille ağzını sildi.
Neyse, şu an için ağzı akan kızdan ziyade bronz tenli kız daha önemli. Sürücü koltuğuna doğru eğildim.
“Akşam olmak üzere. Hâlâ Yakishio’nun evine varamadık mı?“
“Merak etme. Büyükannesinin evine neredeyse geldik. Aman Tanrım, ne kadar da uzun bir yolculuktu.“
Öyle mi gerçekten? Telefonumdan haritayı açtım.
“...Yol kenarındaki tesisten yirmi dakika uzaktayız. Oradan çok uzakta olduğumuzu söylememiş miydin?“
“Eh, seni tanıdığım için Nukumizu-kun. Yakın deseydim, doğruca oraya gitmek isteyecektin, değil mi?“
Elbette isterdim. Zaten buraya gelme sebebimiz de bu.
“Hayatta böyle gereksiz şeyler de lazım. Uzun lafın kısası, sadece biraz eğlenmek istedim.“
“Dürüstlüğünüz takdire şayan. Ama yine de, bugünkü asıl amacımız-“
“İşte, senin bu yanını hiç sevmiyorum, Nukumizu-kun.“
diye araya girdi Yanami.
“Senin bu olumsuz tavrın asıl sorun. Gezip gördük. Kaplıcaya girdik. Lezzetli yemekler yedik. Bugünlük görevimiz zaten tamamlanmış sayılmaz mı?“
Bunu, yanağında bir pirinç tanesiyle gururla söyledi.
Kaplıca restoranında katsudon yedikten sonra Yanami’nin keyfi yerine gelmişti. Şekerleme yaptı, hatta ağzının suyu bile aktı. O kadar memnundu yani.
“Yanami-san, biz buraya Yakishio ile buluşmaya gelmedik mi...?“
“...Evet.“
Bu tuhaf duraksama. Kesinlikle unutmuş.
Bir saniye. Eğer burada şaşıran tek kişi bensem-
“Bir dakika, Yanami-san, Komari, siz ikiniz de bugünkü planı en başından beri biliyor muydunuz? Konunun dışın da bırakılan tek kişi ben miydim!?“
Yanami ve Komari, tek kelime etmeden şeytani bir şekilde sırıttılar.
“Hadi bakalım, kavga etmeyin siz ikiniz. Eğer kızgınsanız, hıncınızı benden çıkarın. Bu ablanız Nukumizu-kun’un tepkilerine bayılıyor.“
dedi Tsukinoki-senpai gülerek. Bütün bunlara kimin sebep olduğunun farkında mı acaba?
Yine de, tepkilerimi en sevdiği şey olarak niteliyorsa, dikkatsizce tepki vermeyi göze alamam. Baş belası bir otaku’yu susturmanın en iyi yolu, onun besin kaynağını kesmektir.
“Nukumizu-kun, bu sefer gerçekten doğru yoldayız. Yakishio-chan’ın büyükannesinin adresini navigasyona girdim.“
“O zaman sorun yok. Ama Yakishio’nun nerede olduğunu nasıl öğrendin ki? Ne e-postalara ne de LINE’a cevap veriyor.“
“Sana söylemiştim, atletizm takımının kaptanı bana söyledi. Öğrenci konseyindeyken ona çok yardım etmiştim. Hâlâ bana danışmaya gelir. Hatta Yakishio-chan’ın annesiyle tanışmaya onunla birlikte gittim.“
…Öğrenci konseyi mi? Senpai mi? Aynı anda çok fazla bilgi geldi. Hiçbirini işleyemiyorum.
“Şimdi daha da çok sorum var ama onları şimdilik bir kenara bırakıyorum. Yani kısacası, annesi senden Yakishio’yu kontrol etmeni mi istedi?“
“Bir nevi evet. Hem annesi hem de büyükannesi, Yakishio-chan tuhaf davrandığı için endişeliler.“
Tsukinoki-senpai arabanın navigasyon ekranına bir göz attı.
“Neredeyse geldik. Duygusal bir kavuşmaya hazır olun millet. Giriş cümlelerinizi hazırladınız mı? Ağlayan olursa dalga geçmek yok, tamam mı?“
Navigasyon, varış noktasına ulaştığımızı bildirdi. Burada yol kenarı genişliyordu ve Tsukinoki-senpai arabayı kenara çekti.
“Tamamdır, burası. Benzeyen bir bina görüyor musunuz?“
“...Gerçekten doğru yer burası mı?“
Yolun her iki tarafı da sık ve gür ağaçlarla çevrili. Yanami camı indirip etrafa bakındı.
Yakishio klanından biri için bile olsa, burada yaşaması pek olası görünmüyor…
Tüm gözler ona çevrilince, Tsukinoki-senpai bile huzursuzlanmaya başladı ve panikle navigasyon ekranını kurcaladı.
“Çok garip. Aldığım adrese göre bu bölge olması lazım...“
“Neden Yakishio’nun annesini aramıyoruz?“
“Aslında ev numarasını bilmiyorum. Atletizm takımı kaptanı muhtemelen biliyordur.“
Bunu söylerken numarayı çevirdi ama kimse açmayınca sesli mesaj bıraktı. Tsukinoki-senpai ardından iç çekerek sürücü koltuğuna yığıldı.
“Ahh… Atletizm takımı kaptanı bana geri dönene kadar bir süre burada bekleyeceğiz. Gitmek istediğiniz bir yer var mı?“
Bu sözler üzerine Yanami elini kaldırdı.
“Öyleyse bir öneride bulunabilir miyim? Yakınlarda süper fotojenik bir yer var.“
“Olur. Tam yerini biliyor musun?“
Yanami telefonundaki haritayı kontrol etti.
“Hmm... bu yoldan biraz kuzeye doğru ilerlersek, soldaki bir tabelayı geçtikten hemen sonra bir patika olması lazım.“
“Tamamdır, gidelim!“
Minibüsün lastikleri gıcırdarken, gövdesi sallanarak tekrar ileri atıldı. Komari yine çığlık attı.
Yanami’nin yönlendirmesiyle üç dakikadan kısa bir sürede o noktaya vardık. Araba yavaşlamaya başladı.
“Orası mı? Aşağı doğru iniyor gibi görünüyor.“
Tsukinoki-senpai arabayı yolun kenarına çekti.
Nehre doğru inen dar bir patika var ama bir arabanın oradan inmesi mümkün görünmüyor.
“Park yeri yok gibi görünüyor. Ben arabada bekleyeceğim. Siz üçünüz devam edin.“
“Emin misin? Seni arabayı beklerken yalnız mı bırakacağız?“
“Zaten bir telefon bekliyorum. Ayrıca, Shintaro’yu aramam lazım.“
“Başkan mı?“
“...İşin aslı, bugün ona söz verdiğim bir ders çalışma seansını tamamen ektim. Şimdi biraz bahane uydurma zamanı.“
Anlıyorum. Onu biraz yalnız bırakmak en iyisi galiba. Görünüşe göre konu erkek arkadaşı olunca onun bile zayıf bir noktası varmış.
Geriye kalan üçümüz patikadan aşağı inip nehre vardık.
Nehir yaklaşık 10 metre genişliğinde, sığ ama akıntısı hızlı.
İndiğimiz yerin her iki yanında kayalık nehir kıyıları vardı ve en dar noktasında betonla güçlendirilmiş küçük bir taş köprü bulunuyordu.
O kadar ufak tefek ve basitti ki, köprüden ziyade “taş patika“ demek daha doğru olurdu. Üstelik korkuluğu falan da yoktu.
Yanami telefonunu elime tutuşturdu.
“Nukumizu-kun, işte o köprü! Ben şuraya geçeceğim, sen de kendini akıntıya kaptırma pahasına fotoğrafı nehrin aşağısından çekersen, tam Instagram’lık efsane bir kare yakalarız!“
“Telefonun da sulara kapılmasına razıysan, neden olmasın.“
“Onun sigortası var, bir şey olmaz.“
İyiymiş. Benim de öğrenci sigortam olduğuna göre, herhalde bana da bir şey olmaz.
Yanami taş köprünün üzerine adımladı ve ışıl ışıl bir gülümsemeyle iki parmağıyla zafer işareti yaptı.
“Hadi bakalım Nukumizu-kun, çek şimdi!“
Neyse ki fotoğrafı nehir kıyısından çekebiliyordum, bu yüzden akıntının aşağısına doğru dolanıp telefonu kaldırdım.
Kadrajı tam ayarlayıp ayaklarını da karenin dışında bırakırsam, gerçekten de nehrin tam ortasında duruyormuş gibi bir görüntü ortaya çıkıyordu. Kesinlikle fotojenik bir kareydi.
“Hey Komari, hazır buradayken sen de fotoğrafa girmek istemez misin?“
Onu aramak için etrafıma şöyle bir göz gezdirdiğimde, bir kayanın dibine çömelmiş, taşların arasından bir yere dikkatle baktığını gördüm.
“Ne yapıyorsun?“
“B-Burada bir nehir y-yengeci var.“
Oh? Nehir yengeci mi? İşte bu benim de ilgimi çekti. Hemen Komari’nin yanına çömeldim.
“Nerede? Şu aralıkta mı?“
“E-Evet... ç-çok sesli konuşma. Yoksa çıkmaz.“
Haklıydı. Derin bir sessizliğe bürünüp kayaların arasındaki boşluğa odaklandım. ...Ah, en dipte bir şey kımıldadı.
Heyecanla dikkat kesilmiş izlerken, aniden kuru ve keskin bir “tık“ sesi duydum.
Tık mı? Yengeçler böyle bir ses çıkarır mıydı ki...?
Nefesimi tutmuş sessizce beklerken, birden ayağıma bir şeyin çarptığını hissettim.
Ne olduğunu anlamadan arkamı döndüm. Köprünün üstünde duran Yanami, iyice gerilip tam üstüme doğru bir taş fırlatmıştı.
“Hop! Dikkat etsene! Niye taş atıyorsun!?“
“Ne demek niye!? Poz ver dedin, sonra da beni ekip burada beklettin! Tek başına heyecanlanmış bir aptal gibi göründüm!“
Doğru ya, tamamen unutmuşum. Bu durumda kaybeden bir kadın kahramanın attığı taşı sineye çekmekten başka çare yok gibiydi.
“Kusura bakma, Yanami-san. Şu nehir yengeci meselesine fena halde kendimi kaptırmışım, sen aklımdan tamamen çıktın. Tamamen benim hatam.“
“Haa? Ben orada poz verirken ciddi ciddi unuttun mu yani? Bir nehir yengeci ne kadar ilgi çekici olabilir ki...?“
Yani, o havalı küçük kıskaçları falan var sonuçta.
Yine de yeni bir taş yağmurunu göze alamazdım. Onu bir şekilde sakinleştirip nihayet fotoğrafını çektim.
“Nukumizu-kun, güzel çıktı mı? Yengeçten daha fotojenik görünüyor muyum?“
“Evet, kesinlikle fotojeniksin.“
“Nukumizu-kun, sesinde hiç duygu yok. Komari-chan, sen de fotoğraf çekinmek ister misin?“
Adı aniden seslenilince Komari hafifçe yerinde sıçradı.
“Sen de mi, Komari-chan? Gerçekten o kadar muhteşem bir şey mi bu? Lezzetli olduğu için mi?“
Hayır, hepimizin lezzetin ötesinde standartları var.
“Hadi ama, neşelen biraz Yanami-san. İstersen bir de video çekelim mi?“
“Oh, güzel fikir. Nihayet bu işten anlamaya başladın, Nukumizu-kun.“
Bir dakika, ben mi? Ne zamandan beri? Dikkatli olsam iyi olur.
Yanami’nin duygudan tamamen yoksun bir videosunu çekerken, bir yandan da gözlerimle manzarayı tarıyordum.
Yakishio’nun büyükannesinin evi buralarda bir yerde olmalıydı. Buralarda, dağların ortasında yaşayan Yakishio’nun atası nasıl bir insandı acaba?
…Hmm? Video çekmeme rağmen Yanami sadece olduğu yerde duruyor.
“Neden hareket etmiyorsun?“
Yanami saçını düzeltirken huzursuzca kımıldandı.
“Sen şimdi hareket et deyince ne yapacağımı bilemedim. Bir şarkı söylerim diye düşünmüştüm ama sözlerini hatırlamıyorum.“
“Herhangi bir çocuk şarkısı falan? Mesela Zou-san gibi?“
Ç/N=(Şair Michio Mado tarafından yazılmış, fillerle ilgili ünlü bir Japon çocuk şarkısı.)
“O zaman biraz acınası bir halde görünmez miyim? Sorun olur mu?“
Muhtemelen olurdu.
Sonuç olarak, Yanami’nin sadece el salladığı aşırı sıkıcı bir video kaydettim. Sonra, aniden kadrajın kenarında bir gölge belirdi.
Kısa kesim saçların çerçevelediği küçük bir yüz, güneşten yanmış uzun kol ve bacaklar.
Görmeye geldiğimiz kişiydi… Yakishio.
Neredeyse düşünmeden adını haykıracaktım ki, muzip bir gülümsemeyle parmağını dudaklarına götürdü.
“Şşşt“ demek oluyordu bu.
Yakishio sessizce Yanami’nin arkasına süzüldü. Benim tuhaf surat ifademi gören Yanami, başını yana eğdi.
“Nukumizu-kun, ne oldu? Kral yengeç falan mı çıktı? Yoksa kar yengeci mi?“
Yakishio santim santim yaklaşırken, kollarını yavaşça Yanami’ye doğru açtı.
“Şey, daha da nadir bir şey...“
“Ciddi misin!? At yelesi yengeci mi!?“
Yanami’nin heyecanla eğildiği o anda, Yakishio arkasından ona sarıldı.
“...Ah.“
Mükemmel bir judo formuyla, ikisi de dosdoğru nehrin içine devrildi. Kulakları tırmalayan bir çığlık yankılandı.
…Bu benim suçum değil, değil mi? O ikisi tamamen kendi kendilerine düştü.
Elimde videolu kanıtı var, yani iş o noktaya gelirse bile üstüme herhangi bir şüphe çekilmemesi lazım.
Kaydın durdurma tuşuna bastım ve bir yandan da belli belirsiz judo sikletlerini düşünerek, onları sudan çıkarmak için nehre yöneldim.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.