Yukarı Çık




6.8   Önceki Bölüm 

           

https://i.pinimg.com/1200x/ca/6b/6a/ca6b6a3f8de24a82118828c02267b148.jpg


Aslan ayaklı bir koltuğun içine gömülmüş, yukarıdaki yüksek ve ferah tavanı seyrediyordum.


Şu an Yakishio’nun büyükannesinin evindeyiz. Yakishio nehre düştükten sonra hepimizi buraya getirmişti.

Köyün epey ilerisinde, tek başına duran bir ev. Beklenmedik bir şekilde, iki katlı, Batı tarzı bir yapı. Yakishio’nun dediğine göre, eskiden satılık bir tatil eviymiş de onlar alıp yenilemişler.

Büyükbabası yurtdışında çalıştığından, büyükannesi burada tek başına yaşıyormuş. Anlaşılan o ki, şu anda alışveriş için dışarıda.

Geniş tavan boşluğuna bakan ikinci kattaki koridor boyunca kapılar sıralanıyor, görünüşe göre epey oda var. İç dekorasyon sade ama raflar, neredeyse hiç boşluk kalmayacak şekilde İngilizce kitaplarla dolu.

Yanami ve Yakishio şu anda banyodalar.

Geniş koltuğun içine gömülmüş olan Komari’ye bir göz attıktan sonra, masaj koltuğunda hafifçe sallanan Tsukinoki-senpai’nin yanına yürüdüm.

“Senpai, bir saniyeniz var mı?“

“Ne oldu, kouhai? Şu an kaskatı kesilmiş vücudumu yoğurtuyorum da... ahhh, evet... leğen kemiğim... ait olduğu yere geri dönüyor...“

Tsukinoki-senpai’nin yüzünde tam bir mutluluk ifadesi vardı.

Banyonun kapısına doğru bir bakış attım. Yanami ve Yakishio hâlâ çıkmamışlardı.

“Leğen kemiği bir yana, Yakishio ile buluşabilmemiz güzel oldu ama bundan sonra ne yapacağız?“

“Ne mi yapacağız? Gayet sağlıklı görünmesi harika değil mi? Oooohhhhhh...“

Koltuk sırtını yumruklarken, vücudu şiddetle sarsılıyordu.

“İşte tam da bu yüzden soruyorum. Açıkça üzgün olsa neyse ama böyle neşeli davrandığında, insanın bir şey söylemesi daha da zorlaşıyor.“

Doğru. Deminki o televizyon skecini andıran sürpriz girişinden beri, Yakishio son derece enerjikti. Ama bu, onun sözlerini göründüğü gibi kabul edecek kadar saf olduğum anlamına gelmiyordu, en azından onun konusunda.

“Her şeyi çabucak çözüme kavuşturma eğilimin, en büyük kusurlarından biri, biliyor musun?“

“Off...“

“Zoraki neşe bile olsa, sonuçta yine de neşedir. Yapman gereken ilk şey, sadece onun yanında olmaktır.“

Tıslama gibi bir sesle masaj koltuğunun gücü kesildi.

Tsukinoki-senpai koltuktan kalktı ve uyuklayan Komari’nin omuzunu hafifçe sarstı.

“Tamamdır Komari-chan, sıra sende.“

“Fuah!? B-Benim omuzlarım k-katı değil ki…“

“Hadi hadi. Bunu bir eğitim olarak düşün. Gel bakalım şöyle.“

Karşı koymasına fırs tanınmadan masaj koltuğuna çekilip oturtulan Komari, tiz ve ciyaklamayı andıran minik çığlıklar atıyordu. Çığlıkları hâlâ onun en sevimli yanıydı.

“Oh, herkes sıraya girmiş bakıyorum? Güzel koltuk, değil mi? Her gün kullanıyorum!“

Yakishio, saçlarını havluyla kurulayarak geri döndü. Atlet ve şorttan oluşan sade kıyafet ona çok yakışmıştı.

“Yakishio, bir yerini incitmedin ya da başka bir şey olmadı, değil mi?“

“İyiyim ben. Ama var ya, gerçekten nehre düşeceğimizi düşünmemiştim. Yana-chan sandığımdan daha ağırmış-“

“Lemon-chan! Sen demin bir şey mi dedin!?“

Yanami’nin sesi giyinme odasının içinden gümbürdedi.

“Hiçbir şey demedim! Sadece diyecek gibi oldum!“

“Dedin işte! Neyse, Lemon-chan, bir saniyeliğine buraya gel bakayım- sessizce!“

“Bir şey mi unuttum?“

Sesi “sessizce“ olmak için fazlasıyla yüksekti.

Giyinme odasında bir şeyler konuştuktan sonra, Yakishio seğirterek geri döndü ve Yanami’nin beyaz çantasını kaptı.

“Yanami-san’ın bir sorunu mu var? Sakın yaralandığını söyleme-“

Yakishio elini yüzünün önünde salladı.

“Yok yok, o değil. Sadece Yana-chan’a benim kıyafetlerim pek olmuyor da-“

“Lemon-chan! Sana bunun sır olduğunu söylememiş miydim!?“

“Ayy, pardon, unutmuşum. Ama alt tarafı Nukkun, bir şey olmaz, değil mi?“

“E, evet!“

Gerçekten bir şey olmaz mıydı...?

...Onların bu şekilde atışmasını dinlerken, dört gün önceki o olayın gerçekten yaşanıp yaşanmadığından şüphe etmeye başlamıştım.

Sanki hiç yaşanmamış gibi. Her zamanki gibi, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam edebilirdik. Keşke her şey gerçekten böyle kalabilseydi.

Bu düşüncelere dalmış halde koltuğa yaslanırken, Yakishio yanıma oturdu.

Şampuan ve sabun kokusu ve bir de belli belirsiz narenciye esintisi.

“Nukkun, siz o gibi bir yerde ne yapıyordunuz ki?“

“Tesadüf... O civarda takılıyordum. Öyle aniden ortaya çıkınca asıl şaşıran ben oldum.“

“O da ne demek öyle? Sanki bir rakundan falan bahsediyorsun.“

Buna usulca güldük. Sonra sessiz bir an oldu ve Yakishio’nun sakin sesi sessizliği bozdu.

“Bu bir yalandı, değil mi Nukkun? Anneme sordun, öyle değil mi?“

“Ha? Şey, ııı... yani...“

“Beni bu kadar düşündüğünüz için sağ ol.“

Onun yüz ifadesini seçemeden, Yakishio aniden ayağa kalktı.

Tam o anda, giriş kapısı açıldı ve içeri yaşlı bir hanımefendi girdi.

Saçlarına düşen kırlar yaşını belli etse de, dimdik duruşu hemen göze çarpıyordu.

Kırışıklıklarına rağmen zarif hatları hâlâ seçkindi. Hiç şüphe yok. Bu, Yakishio’nun büyükannesi olmalıydı.

“Hoş geldin Büyükanne!“

Yakishio koşarak yanına gitti ve elindeki alışveriş poşetlerini aldı.

“Okuldan bazı arkadaşlarım tesadüfen bu civardaymış. Biraz ıslandılar da, ben de içeri aldım.“

“Lemon, yine nehirde mi oynuyordun? Arkadaşlarına sorun çıkarmadın, değil mi?“

“Sorun yok! Sadece onlarla birlikte nehre düştük diyelim.“

Büyükanne konuşmaya başlarken, Tsukinoki-senpai bir adım öne çıktı.

“Bizi ağırladığınız için teşekkür ederiz. Hepimiz Lemon-san’ın okulundaki Edebiyat Kulübü’ndeniz. Böyle aniden damladığımız için üzgünüm.“

“Aaa, hoş geldiniz. Geldiğinize sevindim. Nehre düşen arkadaşınız iyi mi?“

Elini uzattı ve Tsukinoki-senpai sıcak bir şekilde elini sıktı.

“Evet, teşekkür ederiz. Banyonuzu kullanabildik. Lemon-san bize çok yardımcı oldu.“

“Bunu duyduğuma sevindim. Sizi buraya kendi isteğiniz dışında sürüklemiş olmasından endişelenmiştim.“

Bunu söylerken torununa bir bakış attı. Yakishio dil çıkarıp omuz silkti.

“Lemon-chan! Banyodan sonra dondurma olacak demiştin!“

Yanami, omuzlarına bir havlu atmış ve yanakları pembe pembe olmuş bir halde giyinme odasından çıktı.

Yakishio’nun büyükannesini fark edince, çabucak duruşunu düzeltti.

“A-Ah! Ağırladığınız için teşekkür ederim! Ben Lemon-san’ın sınıf arkadaşıyım.“

“Hoş geldin. Torunumun sana zahmet verdiğini duyduğuma üzüldüm. Lemon, onlara çay ikram ettin mi?“

“Hemen ediyorum! Şimdi getiriyorum. Büyükanne, ben de dondurma alıyorum, tamam mı?“

Yakishio, büyükannesiyle birlikte mutfağa doğru yürüdü.

……Ha. Yakishio’nun büyükannesi ama gayet normal ve nazik bir hanımefendi.

Onların arkasından bakarken, Yanami kendini pof diye yanıma bıraktı.

Tatlı bir koku burnuma çalındı. Muhtemelen aynı şampuanı ve sabunu kullanmış olmalarına rağmen, nedense Yanami’nin kokusu bambaşkaydı.

“Banyoda duydum da, Lemon-chan’ın büyükannesi eskiden üniversite profesörüymüş.“

Bir dakika, o zaman bu Yakishio’yu... eski bir üniversite profesörünün torunu mu yapıyor?

“Peki o zaman nasıl böyle olmuş...?“

“Kim bilir…“

Yakishio, büyükannesiyle birlikte, içinde arpa çayı ve dondurma olan bir tepsiyle geri döndü.

“Lütfen, kendinizi evinizde gibi hissedin. Eğer isterseniz, neden akşam yemeğine kalmıyorsunuz?“

Akşam yemeğine kalmamız mı gerekiyordu? Ne diyeceğimi bilemeden tereddüt ederken, Büyükanne ellerini çırptı.

“Ah, buldum! Madem özel bir gün, suşi sipariş etmeye ne dersiniz? Yemediği bir şey olan var mı?“

“Sizi bu kadar zahmete sokama- mghf!“

Tam kibarca reddetmek üzereyken, yüzüme bir minder kapandı.

“Evet! Biz her şeyi yeriz!“

Yanami, tüm ağırlığını üstüme verip beni koltuğa yapıştırırken neşeyle cevap verdi.

“H-Hey, Yanami-san, nefes... alamıyorum...!“

“Nukumizu-kun, sen bir süre sessiz kalsan nasıl olur?“

On beş yaşında atılgan bir kız tarafından koltuğa yapıştırıldığım bu anla, bir gün kesinlikle övüneceğim.


*


Dağlarda gece çabuk çöker. Eğik gelen güneş dağ sırtının ardında kaybolduğu an, gökyüzünü anında karanlık kaplar.

Masanın etrafına oturmuş, çatı penceresinden gece gökyüzünü seyrediyordum.

Bu gece ay olmasına rağmen, yıldızlar hâlâ net bir şekilde görülebiliyor.

“Nukumizu-kun, sen yemeyecek misin? Acele etmezsen hepsi bitecek.“

Yanami’nin neşeli sesi beni düşüncelerimden kopardı. Ağzına bir parça anago suşi attı, elini yanağına bastırdı ve keyiften titredi. 

Ç/N=(Anago: 
Suda haşlanmış, tatlı bir sosla servis edilen yılan balığı.)

“Çok yumuşak ve lezzetli! Ah, biraz zencefil turşusu alabilir miyim?“

Suşi tepsisindeki zencefil turşusundan dağ gibi bir tepeyi kendi tabağına taşıdı ve yarısını ağzına attı.

“Demek düşük karbonhidrat olayını bıraktın? Suşi dediğin çoğunlukla pirinç, değil mi?“

“Sadece abur cuburu kesiyorum, tamam mı? Karbonhidrat ve yağ içeren dengeli bir diyet güzellik için şarttır... Bir dakika, Nukumizu-kun. Sen suşiyi tek lokmada yiyemiyor musun?“

Neden benim suşi yeme şeklime takılıyor ki? Onu duymazdan gelip, düzgünce ikiye ayırdığım bir tamago nigiri’den bir ısırık aldım.

Ç/N=(Tamago Nigiri: Şeker ve miso çorbası ile pişirilmiş yumurtalı omlet.)


“Ağzını tıka basa doldurmak yorucu oluyor, biliyor musun? Yemek yerken mola vermem gerekiyor.“

“Yemek yemek... seni yoruyor mu...?“

Yanami bana gerçek bir şaşkınlıkla baktı.

Pekala, şuna ne dersin? İçinde sukeroku suşi olan tepsiyi onun önüne kaydırdım.

Ç/N=(Sukeroku: Inari suşi (pirinçle doldurulmuş kızarmış tofu) ve maki suşinin (rulo suşi) bir kombinasyonu.)


“Gördün mü? Futomaki’de anlarsın, değil mi? Bunlar büyük, o yüzden tek lokmada-“

Ç/N=(Futomaki: 5 cm’den daha kalın bir maki suşi türü.)


“Hmm? Bir tane alabilir miyim?“

Cümlesini bitiremeden, bir futomaki rulosunu ağzına atmıştı bile.

Sinirlenmekten çok, onun yiyişini izlerken dürüstçe etkileniyorum- ah, çoktan yuttu bile.

“...Belki de tek lokmada yemek en doğrusudur. Biraz daha çabalayacağım.“

“Neden bahsettiğini pek anlamadım ama sen bilirsin. Oh, bir parça daha hamachi suşi alabilir miyim?“

Ç/N=(Hamachi: Akya balığından yapılan bir suşi türü.)


Yanami ağzına bir parça daha hamachi attı.

Masadaki suşi tükenme oranı, açık ara en yüksek Yanami’nin etrafında...

“Komari, sen de yemeye başlasan iyi olur. Beklediğimden çok daha hızlı tükeniyor.“

Komari’ye gelince, o bir süredir donmuş kalmış, sadece üzerindeki kırmızı havyarlı bir gunkan suşiye bakıyordu.

Ç/N=(Gunkan: Etrafı yosunla sarılmış küçük, yuvarlak bir pirinç topu ve üzerine çeşitli malzemeler konulan bir suşi türü.)


“K-Kırmızı havyar… İlk defa yiyeceğim... Biraz... korkutucu...“

Anlıyorum. Bir kızın ilk seferiyse, özenle yaklaşmak gerekir. Onu kendi haline bırakacağım.

Masadaki herkesi gözlemlerken kırmızı miso çorbamdan bir yudum aldım.

Şaşırtıcı bir şekilde, Yakishio’nun büyükannesi ve Tsukinoki-senpai iyi anlaşıyor gibi görünüyor, neşeyle yemek hakkında sohbet ediyorlardı.

Senpai ara sıra ağzından “gelinlik eğitimi“ lafını kaçırıyor ve bu beni endişelendirmeye başlıyor. Geçen gün kulüp odasında söylediği o “ömür boyu istihdam“ meselesinde gerçekten ciddi miydi acaba…?

Yakishio ise pahalı görünen parçaları seçip Komari’nin tabağına koyuyordu.

“Al bakalım, Komari-chan. Bir de bunu dene.“

“U-Uni... ve... m-mantar mı?“

“O abalone. Çiğnenebilir ve lezzetlidir.“

“O-Oh, i-ikisini de daha önce hiç y-yemedim…“

Komari’nin “ilkleri“ birbiri ardına alınıyordu. Sanırım yeni deneyimlerle dolu bir yaz dedikleri bu olsa gerek.

Altı parça nigiri ve bir inari suşiden sonra doymuştum.

Chawanmushi’mi kaşıkla yerken, bir yandan da Yakishio’ya kaçamak bakışlar atıyordum.

Ç/N=(Chawanmushi: Buharda pişirilmiş tuzlu yumurta kreması.)


…Sonuç olarak, onunla hâlâ doğru düzgün bir konuşma yapamamıştık. Büyükannesi buradayken geçen gün olanları açmam pek mümkün değildi.

Bakışlarımı fark eden Yakishio, kırmızı miso çorbası kasesini kenara koydu.

“Nukkun, ne oldu? Sürekli bu tarafa bakıyorsun.“

“Ah, yok, sadece ne zaman geri döneceğini merak ediyordum.“

“Henüz tam karar vermedim ama belki açılış töreninden bir gün öncesine kadar burada kalırım diye düşünüyordum. Yani, okula gitmeyi planlıyorum hâlâ, tamam mı?“

Sessizce kasesinin kapağını kapattı ve usulca gülümsedi.

...Sanırım bugünlük bu kadar ilerleyebileceğiz. Chawanmushi’yi bitirdikten sonra şükranla ellerimi birleştirdim.

Yakishio konuşabiliyor gibi görünüyor ve iştahı da yerinde. Neyse ki Ayano ve Asagumo-san’dan farklı bir sınıfta, bu yüzden yeni dönem başladığında işler yoluna girebilir.

Her şeyi bir anda düzeltmeye gerek yok. Gerçeklik bir oyun ya da roman değil. Her zaman net cevaplar alamayız. Herkes hayatını bir tür belirsizliği sırtlanarak yaşar.

Yanami’nin sözlerini ödünç alacak olursak, biz sadece Yakishio için endişeleniyoruz ve onun yanında olmaya çalışıyoruz. Eğer bu mesaj ona ulaştıysa, belki de şimdilik bu kadarı yeterlidir.


*


Karanlık iyice bastırmıştı.

Yanami’nin önündeki sukeroku tepsisi ben farkına bile varmadan bir şekilde boşalmış, Komari ise ilk defa yediği uni’nin tadı karşısında gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

Bu sırada Tsukinoki-senpai, Yakishio’nun büyükannesiyle hâlâ derin bir sohbete dalmıştı.

“Ama Büyükanne, burada dağların ortasında tek başına yaşamak yalnızlık vermiyor mu?“

“Bugünün internetiyle hiçbir sıkıntısı olmuyor. Hem torunum da zaman zaman sizin gibi misafirler getiriyor.“

Elini uzatıp nazikçe Yakishio’nun başını okşadı. Yakishio utangaç ve mutlu bir şekilde gülümsedi. Tam sırası olduğunu düşünerek senpai’ye seslendim.

“Bu arada senpai, dönüş yolunda bir sorun yaşamayız, değil mi? Hava çoktan epey karardı.“

“İyi olacağız. Geldiğimiz yolun aynısı. Çok endişeleniyorsun, Nukumizu-kun.“

Tsukinoki-senpai elinde çay bardağıyla parlak bir kahkaha attı.

Onun deminki araba kullanışını hatırlayınca, içimi endişeden başka bir şey kaplamıyordu. Ama başka seçenek yoktu. Direksiyonda o varken eve dönmek zorundaydık.

Çayımdan bir yudum alıp kendimi zihnen hazırlarken, Yakishio sanki aklına dünyanın en iyi fikri gelmiş gibi aniden neşeyle seslendi.

“Hey, herkes bu gece burada kalsın! Bir sürü oda var!“

Konuşma kısa bir anlığına durdu ve ben devam ettim.

“Gerçekten teşekkürler ama hiçbirimiz yanımızda değiştirecek kıyafet getirmedik.“

…Bir saniye. Hafızamı yokladım.

Nehre düştükten sonra Yanami temiz kıyafetler giymişti, değil mi? Şimdi düşününce, benim dışımda herkes yanına epey büyük çantalar almıştı. Bakışlarımı Tsukinoki-senpai’ye çevirdim.

“...Senpai. Sakın bana en başından beri gece kalmayı planladığınızı söyleme?“

“Sana kalma ihtimalimize karşı yanına yedek kıyafet almanı söylemiştim, değil mi?“

Bunu gayet normal bir şeymiş gibi söyledi. Sonra bir an duraksadı ve sanki yeni bir şey hatırlamış gibi gözlerini kırpıştırdı.

“Aaa, yoksa sana söylemeyi unuttum mu, Nukumizu-kun?“

Evet, ilk defa duyuyordum. Aynen öyle. O tam olarak böyle bir insandı işte.

“Benim yanımda hiçbir şey yok. Hem ayrıca, hepimizin birdenbire kalması yük olmaz mı?“

Evet, dört misafir kesinlikle çok iş demekti.

Yakishio’nun büyükannesi muhtemelen bu durumdan rahatsız olmuştur.

“Aaa, hiç endişelenmeyin! Kalmanızdan büyük bir memnuniyet duyarım!“

Yüzü neşeyle aydınlanırken ellerini birleştirdi.

...Aslında düşününce, adresi Yakishio’nun annesinden almıştık. Geleceğimizi biliyordu. Belki de en başından kalmamızı beklemişti.

Ürkekçe elimi kaldırdım.

“Şey... yani, benim değiştirecek kıyafetim falan bile yok.“

“O işi Büyükanne’ne bırak.“

Yakishio’nun büyükannesi güven veren bir şekilde baş parmağını kaldırdı.

Yakishio, Yanami ve hatta Tsukinoki-senpai de onu takip ederek hep bir ağızdan baş parmaklarını kaldırdılar.

Komari etrafındaki herkese bir göz gezdirdikten sonra, utangaç bir şekilde o da baş parmağını kaldırdı.

…Komari bile yaptı.

Yapacak bir şey yoktu. Pes edip bende baş parmağımı kaldırdım.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


6.8   Önceki Bölüm