Yukarı Çık




7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9 


           
Mısır Kültürüne Saygı Duymayı Öğrenmek

Kitap yapmaya kararlı olmama rağmen, kâğıt bulmayı bir türlü başaramadım.
Japon ruhum “Git kırtasiyeye, 200 yene 500 yaprak fotokopi kâğıdı al,” diyordu ama...
Bu dünyada, babamın bir aylık maaşıyla ancak bir yaprak parşömen alınabiliyordu.

Parşömen üretmek demek, bir hayvanın derisini yüzmek, tüylerini kazımak, sonra o deriyi düzgün dikdörtgenlere kesmek demekti.
Babamın iş yerinde gördüğüm parşömen, A4 boyutundaydı.
İstesen de çok küçük küçük kesip 5-8 sayfa anca çıkarırsın.

Yani anlayacağın, parşömen o kadar pahalıydı ki, benim gibi fakir bir halk çocuğunun kitabını onunla yapması imkânsızdı.

Özet geçersek:
Kitap yapabilmek için önce kâğıt yapmayı öğrenmem lazımdı.

Ama tek deneyimim... süt kutusu geri dönüşüm projesiydi.
Geri kalanı hep kitaplardan okuduğum şeylerdi.

“Kitaptan okuyunca hemen öğrenilir” dersiniz değil mi?
Bir düşünün: O kadar kolay olsaydı herkes doktor olurdu.

Bu dünyada kâğıt üretimi için hiçbir makine yoktu.
Yani her şeyi elle yapmam gerekiyordu.
Ama ben üç yaşındaki çocuk kadar zayıf, hasta bir kızdım.
Kendi başıma yapabileceğim pek bir şey yoktu.
Daha ilk adım: “Odun bul” kısmı bile benim için dağ gibiydi.

Sonuç? Yapamam.
Ama daha pes etmem için çok erken!

Dünyada kayıt tutmak hep ekonomik ve politik açıdan önemliydi.
İnsanlık binlerce yıl kayıt tuttu, ama kâğıt makineleri çok sonradan icat edildi.
Yani tarih ne kadar eskiye giderse, makinesiz yöntemlere o kadar yaklaşırız.

Mmm... Makine olmayan medeniyetler ne yapıyordu ki...?
Avuçlarımı açtım, ellerime bakarak düşünmeye başladım.

Kadim uygarlıklar... kadim uygarlıklar...
Kadim kültür denince ilk akla gelen ülke?
Mısır!
Ve Mısır denince?
Papirüs!
Yaşasın Mısır! 

Parçaları birleştirince anladım ki, Mısır’dan esinlenerek sahte papirüs yapabilirim!
Teknolojik düzey benzerdi, belki benim küçücük ellerimle bile yapılabilirdi bu iş.

Bir tür bitkiden yapılıyordu... tam hatırlamıyorum ama,
düz gövdeli ağaçlar veya kalın bitki saplarının liflerinden... öyle bir şeydi.

Bu dünyada da bitkiler vardı. Ormana gitsem, eminim kâğıt yapmaya uygun bitkiler çıkardı.

Tamam o zaman, hedef orman!

Kitaplar söz konusu olunca hızlanan ayaklarımla meşhurum.
Aklıma bir şey geldiyse, hemen harekete geçerim.

Bu durumda da hemen gidip Tuuli’ye sordum:

“Tuuli, ben de ormana gitmek istiyorum. Ben de gelebil—”

“Ha?! Sen mi?! HAYIR.”

Cümleyi bile tamamlayamadan veto yedim.
Hemen reddetmesi, hiç düşünmeden karar verdiğini gösteriyordu.
Söyleyişindeki kararlılık... Ne söylesem boşuna olacağını hissettiriyordu.
Acıttı bu biraz.

“Neden?”

“Oraya kadar yürüyemezsin ki! Kapıya bile zor gidiyorsun.
Ormanda odun toplayacağız, meyve arayacağız. Dinlenmeye zaman yok.
Ağaçlara çıkamazsın. Yorulup yığılsan bile geri dönmemiz gerekecek.
Kapı kapanmadan dönmeliyiz. Dinlenme yok. İşte bu yüzden gelemezsin.”

Tuuli neden gidemeyeceğimi bir bir saydı, parmaklarını kullanarak.
Hepsinin özeti şuydu:

“Sen çok zayıfsın.“

“Üstelik kış yaklaşıyor, artık çok fazla bir şey de kalmadı...”
Tuuli’ye göre ormana gidip hiçbir şey bulamadan geri dönmem çok olasıydı.
Zahmete değmezdi.

Ya hiçbir şey bulamama riskini göze alarak gidecektim...
...ya da kâğıt yapma hayalinden vazgeçecektim.
Kolay bir çıkış yolu yoktu.

“Ne istiyorsun peki? Çok fazla meryl kalmamıştır zaten.”
Tuuli başını yana eğerek düşündü.

Meryller, benim her şeyi bir arada yapan şampuanımın ana maddesiydi.
Yemeklik kullanmak yerine tümünü yağ yapımına ayırmıştık.
O yağı da saçımıza sürerek arada bakım yapıyorduk.

Merylleri seviyordum ama...
Benim için kitap, güzellikten daha önemliydi.
Sahte papirüs yapmam için bitki lifi lazımdı.

“Hmm, şey... (lifleri kolay ayrılan bitkiler) var mı?”

“Ha? Ne?”
Tuuli yüzüme şaşkınlıkla baktı.
Demek ki bir kısmı Japonca çıkmıştı ağzımdan.

Hmm... dedim ve daha basit bir ifade bulmaya çalıştım:
“...Gövdesi çok düz ve kalın olan bir bitki var mı? Sadece gövdesini istiyorum.”

Tuuli başını kaşıyarak düşündü.
Tanıdık bir şeyler çağrıştırdı mı acaba?
Sessizce cevabını bekledim.
Kısa bir duraksamadan sonra omuz silkti.
“Buldum, Ralph’la Lutz’a yardım ederim.”

“Ha? Yardım mı edersin? Onlardan yardım istemeyecek miyiz?”
Başımı yana eğip sordum, bu da Tuuli’yi şaşırttı.

Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra şöyle dedi:
“Bunu daha önce konuşmadık mı? Ralph’in ailesi tavuk yetiştiriyor,
kışa kadar bol bol hayvan yemi toplamaları gerekiyor, hatırladın mı?”

Umm... Hayır. Hatırlamadım.
Ama Tuuli, sanki hatırlamam gerekiyormuş gibi konuşuyordu.
“Evet evet doğru,” deyip çaktırmadan geçiştirdim.

“O yüzden onlara yardım edersem,
karşılığında sapları isteyebileceğimi düşündüm.
Ama zaten bitki sezonu bitti, pek bir şey kalmamıştır.”

“Olsun! Teşekkür ederim Tuuli!”

Her zamanki gibi, Tuuli tam bir “abla gibi abla.”
Böyle bir kardeşim olduğu için çok şanslıyım.

Ertesi gün, Tuuli’yle birlikte merdivenlerden inip Ralph’la Lutz’tan yardım istedim.
Sağ olsunlar, yardım etmeyi kabul ettiler.
Ama her şeyi başkalarına yıkmak olmaz.
Ben de kendi bitki arayışımı başlattım.

Neyse ki kuyunun etrafında, döşeli olmayan kısımda bazı bitkiler çıkmıştı.
Belki onların saplarını kullanabilirdim.

“Anne, seninle birlikte kuyuya gidebilir miyim?”

“Aaa, yardım mı edeceksin?”

“Hayır, şey... Bitki toplayacağım.”
Tuuli’nin daha önce yaptığı küçük sepeti gösterdim.
“Pekiii, elinden geleni yap.”
Annemin yardım isteğini resmen reddetmiştim ama yine de birlikte dışarı çıkmama sevinmişti; sağlığımın yerinde olduğuna seviniyordu.

Merdivenleri bir kez daha indim, bu sefer annem bir yığın çamaşır taşıyordu. Bu üçüncü inişimdi ve doğal olarak merdivenlerin sonuna geldiğimde soluğum kesilmişti. Bu hâlimle bitki toplayacak durumda değildim.

Annem kuyudan su çekerken ve o keskin kokulu, köpürmeyen hayvan sabunuyla çamaşırları ovalarken ben de kenarda dinlendim.
Tuuli haklıydı. Bu beden böyle zayıf kaldıkça, ormana gitmemin imkânı yoktu. Ne yapıp edip biraz güçlenmem lazımdı. Acaba bu vücudu nasıl biraz daha dayanıklı hâle getirebilirim?

“Ah, küçük Myne değil mi o?”

“Günaydın.”
Tanımıyordum ama Carla adında orta yaşlı bir kadın, dostane bir ses tonuyla seslenmişti.

“Ah, günaydın Carla. Erken kalkmışsın bugün.”
Annem gülümsedi ve sohbet etmeye başladı. Demek ki Myne’ın tanıdığı biriydi. Ama kimdi? Hatırlamaya çalıştım, belli etmeden.

Evet, tanıdığım biriydi. Hafızamda Ralph ile Lutz’un annesi olarak yer etmişti. Epey... ehm, iri yapılı bir kadındı ve güvenilir biri gibi görünüyordu.

Umm... “Bize hep yardım ettiğiniz için teşekkürler,” gibi bir şey mi desem? Hayır hayır, beş yaşındaki bir çocuk öyle konuşmaz. Orta yaşlı teyzeler mahalledeki çocuklarla nasıl konuşur ki?! Yardım edin biri!

Ben bu düşüncelerle boğuşurken Carla kolayca kuyudan su çekmeye ve çamaşırlarını yıkamaya başladı. Benimle ilgilenmeden doğrudan sabununa geçti. Tabii, o da o pis kokulu sabunu kullanıyordu.

“Bugün kendini iyi hissediyor musun? Dışarıda nadir görülüyorsun.”

“Bitki topluyorum. Ralph’la Lutz, kuşlarınız için lazımmış dedi.”

“Vay canına, bizim için mi? Zahmet olmuş vallahi.”
Carla pek de zahmet olmuş gibi hissetmeden hafifçe cevap verdi.

Mahalle anneleri, annem de dâhil, aralarında sohbet ederken elleri bir an bile durmuyordu. Kim konuşursa konuşsun, sabun köpürmeden çitilemeye devam ediliyordu. Gerçekten etkileyiciydi.

Ama cidden, sabun gerçekten berbattı. Yanında oturmak bile midemi bulandırıyordu.

Acaba koku giderici otlarla karıştırsam işe yarar mıydı? Ya da kokular birleşip daha beter bir şey mi ortaya çıkar?

O iğrenç kokudan kaçmak için ayağa kalktım ve yakındaki bitkileri toplamaya başladım. Kalın saplı, lifli bitkiler istiyordum ama ellerimle onları sökebilecek gücüm yoktu.

...Bu çıplak ellerle olmayacak. Biri bana orak getirsin nolurrr!
Tabii ki kimse orak getirmedi. Kollarım da bir günde güçlenecek değildi.

Tamam ya, pes ediyorum. Umudumu Tuuli, Ralph ve Lutz’a bağlayacağım.
Kendi işime yaramasa da, yumuşak yapraklı, filizli bitkileri sökebiliyordum. En azından kuşlar için kolay kopan otları toplayabildim.

“Myne, eve dönüyoruz.”
Annem çamaşır işini beklediğimden hızlı bitirmişti. Sepeti sıkıca doldurmuş, beni çağırıyordu. Sepetimin yarısı bile dolmamıştı ama annemin işi vardı, daha fazla kalamazdık. Ben de küçücük sepetimi alıp onunla birlikte eve döndüm.

“Hazırsan çıkıyoruz.”

“Tamam.”
Myne olduktan sonra sürekli hasta olduğumdan, annemin iş günlerinde beni mahallenin çocuk bakıcısına bıraktığını bilmiyordum.

Mantıklı. Ben evdeyken Tuuli ormana gidemez.

“Myne, işteyken uslu dur. Sana emanet, Gerda.”

“Tamam tamam. Hadi bakalım, Myne.”
Gerda teyze, benden başka birkaç çocuk daha gözetiyordu. Çoğu, yeni yürümeye başlamış bebeklerdi.

Bu şehirde bir çocuk üç yaşını geçip güçlenince, ya ablasıyla ormana giderdi ya da ev işlerine yardım edebilecek kıvama gelir ve evde yalnız bırakılırdı. Yani ailem beni, evde tek başına kalamayacak yaştaki bebeklerle aynı seviyede görüyordu.

Yani şimdi bu ne demek oluyor?!
Tam bu düşünceyle donmuşken, bir çocuk yerdeki oyuncağı alıp ağzına soktu. Yanındaki başka bir çocuk da küçük bir kıza vurdu, kız ağlamaya başladı.

“Onu ağzına sokma! Pis o, hasta olursun!”

“Ayy canııım.”

“Neden vuruyorsun? Kimseye vurulmaz!”

“Eyvah eyvah.”

Yeter artık “ay canım”larla “vah vah”larla! İşini yap, Gerda Teyze!
Ben de bakıma muhtaç bir çocuk sayıldığım hâlde, en büyük ben olduğum için diğerlerine bakmak bana düştü.
Küçükleri uyutmaya çalışırken, aklım saplarla nasıl sahte papirüs yapacağımdaydı.

...Gerçi, papirüs nasıl yapılır pek hatırlamıyorum. Sonuçta hiçbir sınavda çıkmadı ki, beni suçlayamazsınız!

Neyse. Okuduğum bir şeyden hatırladığım kadarıyla, papirüs oldukça sert oluyordu. Bitki liflerini dikey ve yatay olarak üst üste dizerek yapılıyordu ama sadece bir yüzüne yazı yazılabiliyordu; çünkü öndeki lifler yatay, arkadakiler dikeydi. Fazla bükülmediği konusunda da uyarı vardı ama nasıl yapıldığına dair kitapta tek kelime geçmiyordu.

Ana problem şu: Görselini gördüm ama nasıl birleştireceğimi bilmiyorum. Acaba washi gibi nişasta mı gerekiyordu? Yoksa lifleri birbirine bastırmak için başka bir yöntem mi vardı?

Tarih kitabında okuduklarımı düşündüm. Fazla bilgi yoktu ama ne bulabilirsem sıkıştırdım zihnime. Şimdilik en iyisi, kalın saplardan lifleri çıkarıp kareli desen gibi çapraz dokumak olurdu. Belki yapıştırıcı olmadan da işe yarardı.

Üzerine yazı yazabilecek kadar dayanıklı olsun yeter.

“Myne, Tuuli geldi seni almaya.”

“TUUUULİİİİİ!!”

Tuuli, ormandan döndükten sonra beni almaya geldi.
Kurtuldum. Çok şükür geldi.
Sevinçten üzerine atladım.

Gerda teyzenin çocuk bakma yöntemi, çocukları başı boş bırakıp sadece tehlike anında müdahale etmekti. Altına kaçıran çocuğu bir bezle silip geçiyordu. Oda çiş kokuyordu. Japonya’daki değer yargılarım hâlâ içimde canlıyken, bu ortam bana dayanılmaz geliyordu.

Bu kadının bu işten para kazanıyor olmasına inanamıyorum.
Daha da kötüsü, yardım etmek istesem bile bu ellerimle yapamazdım. Gerda’nın bu tarzı burada normal olabilir. Şikayet etsem bana garip gözle bile bakabilirlerdi.

Tek yapabildiğim, bir an önce biri gelsin diye dua etmek olmuştu.

“Yalnız mı kaldın, Myne? Uzun zaman oldu buraya gelmeyeli.”

“Birazcık daha güçlü olsan bizimle ormana gelebilirdin.”

“Umarım bahara kadar bizimle gelecek kadar toparlanırsın, Myne.”

Tuuli başımı okşarken, Lutz ve Ralph da beni teselli ediyordu. O an kararımı verdim:
Ne olursa olsun güçlenmeliydim.
Ciddileşmenin zamanı gelmişti.
Bu zayıflık bana sadece dert oluyordu.

“Ha, unutmadan. Şu sapları getirdik.”
Ralph sepetinden sapları çıkarıp bana gösterdi.

O sapları görmemle Gerda’yı unutmam bir oldu.
Kitaplar her şeyden önemliydi.
Kâğıt = Kitap. Hepsi bu.

“Bu bayağı çok. Teşekkür ederim! Ben de kuyudan sizin için bitki topladım.”
Göğsümü gere gere söyledim ama üçü birden başımı okşamaya başladı.
Hatta Lutz, “Aferin sana,” diye sıcacık bir gülümsemeyle baktı.

Um... insanlar beni ne kadar işe yaramaz sanıyor acaba?
Gerçi doğru, çoğu zaman hiçbir şey yapamıyorum... ama yine de!

Tuuli küçük sepeti getirip onların topladığı saplarla bizim otları takas etti.

Hazırsam...
Sahte papirüs yapma zamanı!

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9