Ay ışığının aydınlattığı çakıllı patikada yürüyordum.
Pijamalarımı çıkarıp gündüz giydiğim kıyafetleri giymek için odaya geri dönmüştüm. Onları tekrar giymek biraz iğrenç hissettiriyor ama pijamalarla ciddi bir konuşma yapmaya çalışmak doğru gelmemişti.
“...Yakishio gerçekten burada olsa iyi olur.“
Dağ yolunda sokak lambası yok ve ay ışığının ulaşamadığı ağaçların altına girdiğimde kendi ayakkabılarımı bile zar zor görebiliyordum.
Sonunda, asfalt bir yola ulaştım. Telefonumun şarjı için endişelenerek haritayı açtım. Görünüşe göre tapınak ilerdeydi.
Yoldan ayrılıp tapınak arazisine doğru yöneldim. Sonra, patika aniden açıldı.
Burası, tepede yükselen birkaç devasa selvi ağacının bulunduğu bir açıklıktı.
Ay bulutların arkasına sindi ve bölge derin bir karanlığa gömüldü.
Hareket edemeden olduğum yerde donakaldım.
Hışş.
Birinin ayağının yerden itilmesinin hafif sesini duydum.
Sese doğru döndüm ve bir an bekledim. Bulutlar dağıldı ve ay ışığı selvi korusunun arasından süzülmeye başladı.
Bir silüet vardı.
Hışş.
Bu Yakishio’ydu. Yerden güç alıp koşmaya başladı.
Sonra aniden durdu, iki eliyle saçlarını geriye doğru attı.
Ter damlaları havada uçuştu, ay ışığını yakalayıp sim gibi parıldayarak dağıldı.
—Çok güzeldi.
Aklımdaki tek düşünce buydu. Orada durmuş, sadece önümdeki manzarayı izliyordum.
Başlangıç noktasına geri döndü, tekrar pozisyon aldı ve tekrar durmak üzere havalandı.
Bunu tekrarlayıp durdu. Tekrar ve tekrar, tekrar ve tekrar.
Bunu kaç kez izlediğimi bilmiyorum, ta ki Yakishio’nun gözlerinin benim üzerimde olduğunu fark edene kadar.
Tuhaf bir histi, sanki bir manzara resmindeki bir karakterin aniden sizinle göz göze gelmesi gibiydi.
“Ha? Nukkun? Bu saatte burada ne yapıyorsun?“
Her zamanki rahat tonuyla söyledi, parmaklarıyla saçlarını tarıyordu.
“Koşuya çıktığını duydum. Sadece biraz merak ettim.“
“Mükemmel zamanlama. Çıkışlarım için pratik yapıyordum. Süremi tutar mısın?“
Yakishio bana doğru bir kronometre fırlattı. Zar zor yakalamayı başardım.
“Tamam, ben başladığım andan şuradaki ağacı geçene kadar süre tut yeter.“
“Evet, anladım.“
Sadece yaklaşık 5 metre. Başlıyor, sonra duruyor. Tekrar ve tekrar.
“Sürem ne kadardı?“
“Şey, tam olarak bir saniye?“
“Bu, deminkinden tamamen farklı. Doğru zaman tuttuğuna emin misin?“
“Doğru zaman tutuyorum. Sadece saniyenin onda birine kadar doğru ölçüm yapmak, insanların pek de iyi olduğu bir şey değil.“
“Hadi ama. En azından bir ondalık basamak daha eklemeye çalış.“
Yüzünde gülümsemeyle, Yakishio yüzündeki teri silmek için tişörtünün eteklerini kaldırdı. Güneşten yanmış karnı bir anlığına göründü ama hiç umursuyor gibi değildi.
“Bayağı yoruldum. Nukkun, mola vermek ister misin?“
“Bir dakika, sen yoruluyor musun?“
“Beni ne sanıyorsun? Elbette yoruluyorum.“
Yanami’nin tıka basa doymuş anının ardından, şimdi Yakishio’yu bile yorgu görmek. Oldukça nadir bir deneyim.
Yakishio, ağaçların arasından görünen tapınağa doğru yürümeye başladı.
“Kimse yok, ha. Bu saatte ilk defa geliyorum.“
Tapınak arazisinde sıralanmış iki torii kapısından geçtikten sonra arkasını döndü ve beni çağırdı.
Sanki başka bir dünyaya götürülüyormuşum gibi hissederek, kapılardan onu takip ettim.
Yakishio bir banka oturdu ve yanındaki yeri patpatladı. Biraz tereddüt ettim, sonra karşı ucuna oturdum.
“Bütün yolu buraya kadar geldiğine göre, bana söyleyecek bir şeyin olduğunu düşünmüştüm... Bir dakika, biraz uzak değil misin!?“
“Şey, ama…“
Yakishio yanıma doğru kaydı.
“Daha yakına gelmen gerektiğini söylemiyorum ama böyle mesafeni korursan, bu yine de biraz acıtıyor, biliyor musun?“
Yakishio’dan sessiz bir protesto. Dürüstçe özür diledim.
“Sorun değil. Yani, geçen gün olanlar yüzünden geldin, değil mi?“
“Evet. Nasıl hissettiğini anlıyorum ama yine de. Sana ulaşamadığımızda herkes endişeleniyor.“
“Üzgünüm, bu benim kötü bir alışkanlığım. Paniklediğimde, hemen kaçarım.“
Yakishio gökyüzüne bakarken ciddi görünüyordu.
“Gerçekten nasıl hissettiğimi itiraf etmek istememiştim. Ama işler o hale geldi ve ne yapacağımı bilemedim.“
Kaçma isteğini anlayabiliyordum. Duygularını derine gömmeye karar vermişti, ama onlar böyle ortaya çıkmıştı.
“Zamanın bir şekilde işleri düzelteceğini umup durdum. Bir süre sonra her şeyin eskisi gibi olabileceğini-“
“Bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.“
Zaten bir kız arkadaşı olan bir çocuğa karşı hisleri ortaya çıktığına göre, artık geri dönüş yoktu.
Elbette, eskisi gibi birlikte takılmak söz konusu bile olamazdı.
“Bu, Mitsuki’nin yanında bir arkadaş olarak da kalamayacağım anlamına mı geliyor? Onların yoluna çıkmak istemiyorum, biliyor musun?“
Yakishio bana yalvaran gözlerle baktı. Ona acıma dürtüsünü bastırdım ve yavaşça başımı iki yana salladım.
“Ayano ile buluştun, değil mi? Geçen gün sizi tesadüfen gördüm.“
“Gördün... ha!? O-o- şey, ıı, o-“
Yakishio telaşla ayağa fırladı, karşılık olarak iki elimi “sakin ol“ hareketiyle kaldırdım. Bu, genellikle Kaju heyecanlandığında onu yatıştırmak için kullandığım hareketin aynısıydı.
“Sorun değil, anlıyorum. Sadece Ayano’ya biraz tavsiye veriyordun, değil mi?“
“...Demek o bile ortaya çıktı, ha.“
Yakishio sanki gücü tükenmiş gibi kendini banka doğru bıraktı.
“Ahaha... Demek her şeyi öğrendin, ha. Bu biraz utanç verici.“
Utancını gizlemek için beceriksizce yanağını kaşıdı.
“Ah, bekle, Yana-chan da biliyor mu?“
“Evet, bir nevi. Ve Komari de muhtemelen çok daha önce fark etmiştir. Tsukinoki-senpai de biliyor.“
“Off, Komari-chan bile, ha.“
“Ve şimdi herkes nasıl hissettiğini bildiğine göre, her şey eskisi gibi olabilecek gibi değil.“
“Evet... Anlıyorum.“
Yakishio başını eğdi ve bir duraklamadan sonra, kelimelerini dikkatle seçerek tekrar konuşmaya başladı.
“Mitsuki... Asagumo-san ile nasıl başa çıkacağı konusunda biraz kararsızdı.“
Ayağının yanındaki küçük bir çakıl taşını alıp fırlattı.
Taşın düştüğü sesi duymadım. Sanki boşluk tarafından yutulmuş gibi karanlıkta kayboldu.
“Bu onun bir kızla ilk çıkışı, değil mi? O yüzden, hani... ne kadar ileri gitmesi gerektiğini ya da ilişkiyi nasıl kuracağını bilmiyor, o tür şeyler. Mitsuki bu konuda zorlanıyor.“
“Tamam, evet, ama dinle. İlişki konuşması başka bir şey, ama romantik bir ilişkiyi nasıl derinleştireceğin gibi şeyler- bu, bir kıza sorman gereken türden bir şey değil. Yani, bu seni de rahatsız etmez miydi?“
Yakishio elini boş verircesine salladı.
“Hadi ama, çocuk değilim. O ikisi çıkıyorlar, yani elbette böyle şeyler ortaya çıkacak. Ben de lisedeyim, biliyorsun.“
…Görünüşe göre Yakishio bile bu kadarını kabul ediyor.
Hakamada–Himemiya çiftinin (geçici) hızında ilerlemiyorlar ama onlar da liseli. Kendi yollarında, azar azar bağlarını derinleştirecekler.
“Yani, eminim el ele falan tutuşmuşlardır. Ve eninde sonunda-“
“Bekle, çoktan öpüşmediler mi?“
“Öpüşmek mi!?“
Yakishio sendeledi.
Nasıl tarif edeceğimi bile bilmiyorum ama kesinlikle sendeledi.
“O ikisi... çoktan... öpüştüler mi?“
Tüh. O kısmı bilmiyordu. Ayano tuhaf bir şekilde düşünceli davranmış ve bu konuda sessiz kalmış olmalı.
“Ah, şey, yani, o kadarı beklenebilir bir şey, değil mi? Onlar bir çift sonuçta.“
“Ama biraz erken değil mi?“
“Sence neyin çok erken ya da çok geç olduğunu bilebileceğimi gerçekten düşünüyor musun?“
“...Hayır.“
Anladığına sevindim. İnsanlar unutma eğilimindedir ama burada benden bahsediyoruz.
“Doğru… Yani, çıkıyorlar falan…“
Yakishio yüzünü yumuşak bir sesle dizlerinin üzerine kapattı.
“Biliyorum, gerçekten biliyorum. Ama yine de-“
“Yakishio, eğer her şey eskisi gibiymiş gibi davranmaya devam edersen, sanırım yine aynı türden bir şey olacak.“
“...Evet.“
“Arkadaş olmayı bırakman gerektiğini falan söylemiyorum. Ama senin Ayano ile ilişkin değişmese bile, onların durumu değişecek.“
“...Evet. Biliyorum. Bu yüzden onu bir arkadaş olarak desteklemeye devam ettim. Ona duygularıyla düzgünce yüzleşmesi ve onları kelimelerle açıkça ifade etmesi gerektiğini söyledim. Ben de bu gerçeği kabul etmeye çalışıyordum. Gerçekten iyi gittiğimi sanıyordum. Ama-“
Yakishio doğruldu ve yumuşak bir sesle mırıldandı:
“Sevimli... olmak istedim. Sevimli göründüğümü düşünmesini istedim.“
Eh, elbette, hoşlandığı çocuğu görmeye gidecekti.
“Bunda yanlış bir şey olduğunu sanmıyorum.“
Ama o, sözlerim üzerine yavaşça başını iki yana salladı.
“Kulüpten sonra saçım ve kıyafetlerim her zaman dağınık oluyor, değil mi? Normalde umursamaz ve öylece eve giderdim. Ama Mitsuki’yi göreceğim için endişelendim. Ya ter kokuyorsam? Yine de çok çabaladığımı düşünmesini istemedim, bu yüzden önce eve gidip üstümü değiştirir, sonra da sanki doğrudan kulüpten gelmişim gibi davranırdım. Ve eve gitmeye zamanım olmadığı günler için de kulüp odasında yedek bir üniforma tutuyordum.“
Yakishio gözlerini kapadı ve sanki tatlı bir anıyı hatırlamış gibi gülümsedi. Muhtemelen sadece ikisinin paylaştığı o sessiz, mutlu anları hatırlıyordu.
Ama gözlerini tekrar açtığında gülümsemesi kayboldu.
“...Başta gerçekten de sadece ona tavsiyelerle yardım etmeye niyetliydim. Ama sonra, gerçekten buluştuğumuzda o kadar heyecanlandım ki... sonsuza dek böyle kalmasını dilemeye başladım. Ve sonra-“
Dudakları titremeye başladı ve yumruklarını sımsıkı sıktı.
“Ve sonra, sadece bir kez... sadece tek seferliğine, gerçekten korkunç bir şey düşündüm.“
“Korkunç...?“
“O ikisi bir gün ayrılırsa nasıl olurdu diye düşündüm. O kadar berbat bir şey düşündüm ki...“
Boğazı düğümlendi, kelimeleri çıkartamıyordu.
Bir şey söylemek istedim ama aklıma Yanami’nin sözleri geldi.
Titreyen vücudunu bir arada tutmaya çalışır gibi kollarıyla kendine sarıldı.
“Ben... ben kötü bir kızım...“
Yakishio’nun gözünden tek bir, ağır gözyaşı düştü. O bir damla, sel kapaklarını açtı ve gözyaşları seller gibi dökülmeye başladı.
Ve sonra, sanki içinde bir şeyler kopmuş gibi hıçkırıklara boğuldu.
“Ben... ben... özür dilerim... Çok özür dilerim...“
Yanımda Yakishio kalbi kırık bir çocuk gibi ağlarken, ben sadece orada, sessizce, tek bir kelime etmeden durdum.
Yapabileceğim tek şey, onun yanına oturup yanında kalmaktı.
Yakishio bir gün bu geceyi unutsa bile...
Onun gözyaşlarını hatırlayacak olan kişi ben olacaktım.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.