Kapıda kaldığım o birkaç günden sonra, bir sabah nihayet annem Tuuli için büyük bir özenle diktiği elbiseyi bitirdi.
Temel olarak, ağartılmamış kumaştan dikilmiş tek parça bir elbiseydi. En süslü tarafı, kol ağızları ve yaka çevresine işlenmiş nakışlardı. Bel kısmında ise serin bir mavi renge sahip geniş bir kuşak vardı, ki bu da elbiseye zarif bir hava katıyordu.
Kesinlikle sevimliydi. Ama Japonya’daki festival anılarımda çocukların giydiği süslü elbiseler, kimonolar ve cıvıl cıvıl kıyafetler gözümün önüne gelince, Tuuli’nin elbisesi biraz sade kalmış gibiydi.
“Nasıl, Myne? Güzel olmuş mu?”
Evet, ama dantel falan eklesen çok daha tatlı olurdu... Yine de bu düşüncelerimi kendime sakladım. Annem gururdan kabarmıştı, Tuuli ise çok mutluydu. Bu dünyadaki standartlara göre bu elbise fazlasıyla iyiydi zaten. Kaldı ki bu, kutsal bir tapınağa gidilirken giyilecek bir kıyafetti. Fazla dikkat çeken bir elbise başımıza iş açabilirdi.
Anlamadığım şeyler hakkında konuşmamalıyım. Ve bu dünyanın modası hakkında pek de bir şey bildiğim söylenemez. Ama hakkında konuşabileceğim başka bir konu var: Tuuli’nin saçı. Şampuanla düzenli bakım sayesinde saçları eskisinden çok daha parlaktı ama her zamanki gibi örgü yapıyordu. Festival için saç modelini değiştirmeye niyeti varsa, şık bir saç aksesuarı harika olurdu.
Ama harekete geçmeden önce bu konuda biraz daha bilgi edinmem şarttı. Myne daha önce vaftize katılmamıştı, bu yüzden böyle şeylere dair hiç anısı yoktu.
“Çok güzel olmuş, Tuuli! Ama… saçlarını ne yapacaksın? Vaftiz için özel bir şey düşünüyor musun?”
“Hımm... Aslında düşünmüyordum.”
Tuuli... Ama bu özel bir gün! Azıcık fark yaratmak gerekmez mi? Başımı istemsizce eğdim ama hemen kendime gelip sorgulamaya devam ettim. Normal örgüsüyle bile bir saç aksesuarı pekâlâ takılabilirdi.
“Şey... Peki ya bir saç aksesuarı? Saçına bir şey takmayı düşünüyor musun?”
“Bilmem. Yaz olacak ya, belki bir çiçek falan takarım?”
“Olmaz, çok kötü olur! Şu elbisenin ne kadar tatlı olduğuna bir baksana!”
Çocukların saçlarını tamamen toplaması hoş karşılanmasa da örgüye bir şey denmiyordu ve eğer saç aksesuarı yoksa, kendimiz bir tane yapabilirdik. Dantelden bir şeyler hazırlayabilirdim. Yaz gelmeden hâlâ zaman vardı.
“Ben sana yaparım, Tuuli! Lütfen bırak da ben yapayım. Eminim harika olur!” Bu sözler ağzımdan çıkar çıkmaz, dantel işlemek için gereken ince iğnelere sahip olmadığımı hatırladım. Annemin yün dikerken kullandığı iğneleri vardı ama onlar bu iş için çok kalındı.
…A-Aman Tanrım! Ne yapacağım şimdi?! Ailede sıfırdan iğne yapabilecek biri varsa o da babamdı. Tuuli’nin bana verdiği uzun saç tokasını bile o oymuş ve zımparalayıp üzerine yağ sürerek parlatmıştı.
Bir yan gözle babama baktım, keyfi nasıl diye yoklamak için. Otto bana kapıda harfleri öğrettikten günler geçmişti ama hâlâ keyfi pek yok gibiydi. Ondan bir şey rica etmeye kalkmak muhtemelen ters tepecekti.
“Ş-Şey, baba.”
“Ne var?”
“Senin el becerin bayağı iyi, değil mi? Tuuli’nin oyuncağını da sen yapmıştın.”
“E-Evet, sayılır... Öhö! Aah, şey... Yoksa sen de mi oyuncak istiyorsun?” Kaşlarını çatmış, hâlâ kızgınmış gibi görünmeye çalışıyordu ama gözleri heyecanla parlıyordu. Hatta bana bakarken bir yandan da göz ucuyla sürekli kontrol ediyordu.
“Hayır ya. Ben dikiş iğnesi istiyorum.”
“Dikiş iğnesi mi? Anneninkilerden mi? Onları kullan işte.” Cevabımı duyduğu anda yüzü hayal kırıklığıyla düştü. O haline bakarken içimden “Hiç değilse biraz gururlu davran be adam,” diye geçirdim.
“Ben onlarınkinden çok daha ince iğneler istiyorum. Yün değil, iplik dikeceğim. Baba... İnce iğne yapmak zor olur bence ama... lüüüütfen bana birkaç tane yapar mısın?” Gözlerimi hafif yaşlandırıp ellerimi göğsümde birleştirerek yapabildiğim en masum ve şirin rica pozunu takındım.
Bu dünyada “köpek yavrusu bakışı“ diye bir kavram var mıydı bilmiyorum ama... bütün dünyaların ve evrenlerin babaları, kız çocuklarının şirinliğine karşı savunmasız olmalı... İnşallah.
Şirinliğim işe yaramış olmalı ki, babam sakalını sıvazlayarak düşüncelere daldı. “...Tahtadan olsa olur mu?”
“Olur olur! Yeter ki ince olsunlar.”
“Denerim bakalım.” Belki de gururunu okşamam işe yaramıştı, çünkü hemen birkaç bıçak çıkarıp bir odun parçasını yontmaya başladı.
Bıçakla oyma konusunda tecrübeli olduğu belliydi. İnce dal kabuğundan arındı, geriye sert iç odun kaldı. Sonra annemin kalın iğnelerini referans alarak kat kat odunu yontmaya başladı.
“Bu kadar ince yeterli mi?”
“Hmm, biraz daha ince olabilir mi?”
“Bu kadar?”
“Tam bu kadar!”
İğneleri istenilen inceliğe getirdikten sonra bıçağını değiştirip uçlarını sivriltmeye başladı. Bir profesyonelin elinden çıkmış gibi olmasa da, benim kesinlikle yapamayacağım kadar iyiydi. Gerçekten hayran kaldım.
“Harikasın baba! Şimdiden iğne gibi olmuşlar bile. Sadece ipliğe takılmasın diye yüzeylerini biraz pürüzsüzleştirirsen ve üstlerine bir yağ cilası çekersen... işte o zaman mükemmel olur.”
“Bana bırak.” Övgülerim sayesinde babalık gururu tavan yapmış olmalı ki, babam mutlu mutlu iğneleri zımparalamaya koyuldu.
“Myne, babamın keyfi yerine gelmiş gibi. Çok sevindim!” Tuuli melek gibi bir gülümsemeyle parladı.
Ben de başımı sallayıp, “Evet, ben de,” dedim ama içten içe terliyordum. Sonuçta onun moralini bozan bendim, ahaha...
Babam iğneleri yaparken, hazır olduklarında hemen başlayabilmek için iplik aramaya başladım. Annem Tuuli’nin elbisesi için fazladan iplik hazırladığı için elimizde bolca kalmıştı. Beyaz ve ağartılmamış iplikler kumaşı dikmekte hâlâ işine yarardı ama kenar süsleriyle kuşakta kullandığı renkli ipliklerden sadece birkaç parça kalmıştı. O parçalar işine yaramazdı.
“Anne, şu renkli ipliklerin kalanını alabilir miyim?”
“İplik mi istiyorsun? Ne yapacaksın ki onlarla?” Annem şaşkın bir ifadeyle bana baktı.
“Biraz (dantel işi) denemek istiyorum. Tuuli’nin bir saç süsüne ihtiyacı var.”
Japon annem sadece sepet örmeyi öğretmekle kalmamış, el işine dair her şeye bulaşmış, beni de peşinden sürüklemişti. O zamanlar keşke bulaşmasaydı diye düşünürdüm ama kitaplar dışında bir şeye ilgi duymam için elinden geleni yapmıştı, her seferinde de beni yeni bir hobiye bulaştırmayı başarmıştı.
Kısacası, annemin elinden geçen her şeye dair bir o kadar rastgele deneyimim vardı benim de. Bunlardan biri de dantel işiydi ve o zamanlar, işime bayağı yaramıştı. Gerekli araçlar elimde olsa, rahatlıkla bir saç süsü yapabileceğimden emindim. Urano olarak yaşadığım hayat geride kalmıştı ama geçmiş tecrübelerim, böyle beklenmedik anlarda işime yaramaya devam ediyordu.
Ama annemin önceki hayatımdan haberi olmadığı için, bana iplik vermekte tereddüt ediyordu. Geçmişte “malzeme ziyan ettiğim” o kadar çok olmuştu ki, iyi iplikleri bana verirse boşa gideceğini düşünüyordu.
“Zaten sadece vaftiz töreni için lazım. Bu kadar gereksiz bir şey için niye iplik harcayasın ki? Bir çiçek yeter de artar. Tuuli zaten yeterince tatlı.”
“Eğer onu daha da tatlı yapmanın bir yolu varsa ve sen bunu yapmıyorsan, bu yanlış olur! Tatlılık adalettir!” Yumruğumu sıkıp kararlılığımı ortaya koydum ama annem nedense derin bir iç çekti ve arkasını dönerek konunun kapandığını belli etti.
Hemen eteğine yapışıp yalvarmaya başladım. “Ne olur anneee. Sadece artık ipliklerini istiyorum. Babamın zahmetle yaptığı iğneleri kullanmak istiyorum! Bitirmesine ramak kaldı. Lüüüütfen.”
Göz ucuyla babama baktım; bakışlarım “iplik olmazsa o iğneler boşa gider” mesajını net biçimde veriyordu. Anlamış olmalı ki, ya emeğinin boşa gitmesinden ya da gözümde değer kaybetmekten korkmuş olacak, bana destek çıktı.
“Effa, Myne’in böyle dikişe ilgi duyduğu nadir zamanlardan biri. Artık ipliklerinden birkaçını versen olmaz mı?”
“...Haklısın.” Bir süre düşündükten sonra annem, kendi işine yaramayacak kadar kısa olan renkli iplik artıklarını bana verdi.
“Yaşasın! Teşekkür ederim anne! Babaa, seni seviyorum!” Kollarımı havaya kaldırarak sevincimi gösterdim. Babam ağzı kulaklarında sırıttı. Hem de ne sırıtmak... O kadar mutlu olmuştu ki, iğneleri oymaya hız verdi.
Acaba bütün babalar kızları onları sevince böyle mi olur? Eh... Madem keyfi yerinde artık, birazcık içim rahatladı.
Babam bana, babalık sevgisiyle dopdolu iğneleri verdikten sonra hemen dantel işine koyuldum. İlk hedefim, bir sürü minik çiçek yapmak oldu.
Parmaklar oynar... uğraş uğraş uğraş...
Dantel işi, başarısız olduğum sahte papirüs girişimim gibi, iplikleri sıkı sıkıya örmeyi gerektiriyordu. Yani bu işte başarılı olmak için sağlam bir kararlılık şarttı. Ama bu sefer minik çiçekler yapıyordum ve bir tanesini tamamlamam sadece on beş dakikamı aldı.
Sarı çiçeği masaya bıraktım ve bir sonrakini yapmaya koyuldum. Tuuli, dantel çiçeğe hayran hayran baktıktan sonra kafasını hafifçe eğip kafası karışmış gibi sordu:
“Bu biraz küçük değil mi?”
“Saç süsü bir sürü minik çiçeğin bir araya gelmesiyle oluşacak.”
Yani... Büyük bir çiçek yapmaya kalksam ve ortasında sıkılsam işler sarpa sarardı, değil mi? Bu düşüncemi içime attım tabii ki.
Böyle iddialı konuşmuşken, ne olursa olsun Tuuli’nin saç süsünü bitirmem gerekiyordu. Küçük çiçeklerden oluşan bir tasarım sayesinde istediğim zaman ara verebiliyordum.
Açık konuşmak gerekirse, Urano olduğum zamanlarda da birçok büyük projeyi tamamlamadan bırakmıştım. Sorunları önceden tahmin etmek ve onlardan kaçınmak mantıklıydı.
“Dantel kurdele de yapabilirdim ama onu bağlayacak kadar uzun olması lazım, aynı renk ipliğim bitmeden önce bitirmem de gerekirdi. Bu yüzden bir sürü minik çiçek yapacağım.”
“Gerçekten düşünmüşsün bu işi, Myne.”
“Elbette düşündüm! Bunların hepsini senin için yapıyorum, Tuuli.”
Beni her zaman kollayan Tuuli’ye minnetimi göstermek için elimden gelen en tatlı saç süsünü yapmaya koyuldum. Önceden tamamlanmış çiçekleri birleştireceğimden, yarıda bıraksam, iplik bitse ya da renk değiştirmem gerekse bile sorun olmazdı. Hiçbir iplik ziyan olmayacaktı.
Tıkır tıkır tıkır tıkır...
Birkaç çiçek yaptıktan sonra birinin bana baktığını hissedip içgüdüsel olarak başımı kaldırdım. Annem ellerime kilitlenmiş, büyülenmiş gibi izliyordu.
Bu dünyada güzel sayılmak için iyi dikiş bilmek şart olduğundan, herkes annemi güzel biri olarak tanıyordu. Muhtemelen bu yüzden dikişin her türüne doğal bir ilgisi vardı.
Yaptığım çiçekleri eline aldı, parmaklarının arasında çevirdi. “...Bunlar çok da zor görünmüyor.”
“Sen zaten yün falan dikmeye alışkınsın, bu yüzden bunları öğrenirsen benden çok daha iyi yaparsın. Denemek ister misin?”
İğnelerimi anneme uzattım. Küçük çiçeklere bakarak işe koyuldu. Arada bir durup çiçekleri eline alıyor, inceliyor, ardından işine devam ediyordu. Derken kısa sürede bir tane kendi çiçeğini yaptı.
Woooow... Dikiş güzeline yakışır bir başarı. Sadece bakarak nasıl yapıldığını çözdü. Benimse, adım adım anlatılmasına rağmen öğrenmem zaman almıştı çünkü doğrusu pek de ilgimi çekmiyordu.
“Gerçekten harika olmuş, anne.”
“Asıl senin bunları nasıl bildiğine şaşırdım, Myne. Atkı, kazak falan ördüm ama böyle süsler yapmayı hiç düşünmemiştim.”
Bu dünyada yaşamak zaten başlı başına bir hayatta kalma mücadelesi olduğundan, çoğu insanın süslemelerle uğraşacak hali olmazdı. Böyle saç süsleri yapan kimse yoktu ve annem büyük ihtimalle hayatı boyunca hiç dantel işi görmemişti. Ben ise süslerin kıyafetlere takılmasının normal olduğu bir dünyada büyümüştüm. Ama bu minicik dantel çiçekler bile burada tuhaf sayılıyordu.
“Peki, Myne. Bu küçük çiçekleri Tuuli’nin kafasına nasıl takacaksın?” Etrafta dağılmış çiçeklerden nasıl bir şey çıkacağını hayal edemediği için anneme mümkün olan en basit açıklamayı yaptım.
“Hmm, şey... Bu artık ipliklerle bir halka yapacağız, sonra da çiçekleri teker teker üstüne dikeceğiz. Bir çiçek buketi gibi görünecek, değil mi? Sonra da bir (toka) saplarız ve... toka mı?!”
Yüzümden kan çekildi. Hatta istemsizce küçük bir çığlık attım, annem de bu tepkiyle irkildi.
“Ne oldu Myne?!”
“Eyvah... Tokamız yok.”
Bu kötü oldu! Bu dünyada toka diye bir şey olduğunu sanmıyorum. En azından bizim evde hiç görmedim. Saç lastiklerinin bile olmadığı bir dünya burası! Herkes saçını iple bağlıyor! Benim kıymetli süsüm ne olacak şimdi?!
“B-B-Baabaa!” Anlatması zor olacaktı, bu yüzden tahtamı çıkarıp ihtiyacım olan şeyi çizdim. “Benim tokamın küçüğü gibi, ama ucunda küçük bir delik olan bir saç tokası istiyorum! Yapabilir misin?!”
“Heh, iğnelerinden daha kolay bu.”
“Gerçekten mi?! Harikasın baba! Hayatımda kimseye bu kadar hayran olmamıştım!” O kadar duygulandım ki Tuuli’ye sarıldım. Babamsa kendi kendine “Heheh, yendim seni Otto,” diye mırıldandı. Demek ki Otto’yla gizli bir rekabeti varmış... Babam büyük bir şevkle bana küçük bir saç tokası yaptı. Ben de tokayı aldım ve minik çiçek buketini düğme diker gibi üstüne diktim.
“Tamamdır! Tuuli, hadi elbiseni giyip buraya otur.”
Tuuli yazlık elbisesini giyip sobanın yanındaki sandalyeye oturdu. Ben de arkasına sandalyemi çektim, ayakkabılarımı çıkarıp üstüne çıktım. Önce saç örgüsünü çözdüm, tarayıp iki yandan yeniden örmeye başladım.
Tuuli’nin saçı doğal olarak dalgalı ve kabarıktı, bu yüzden örgüleri yarım bırakarak daha zarif bir hava verdim. Son olarak tokayı, örgünün ucunu tutan kaba ipin içine sapladım. Beyaz, mavi ve sarı minik çiçekler, yeşil saçında harika duruyordu.
“Evet! Süper tatlı oldu!”
“Aman Allahım! Tuuli, çok güzelsin!”
“Gerçekten beceriklisin Myne. Belki el işlerinden para kazanırsın ilerde?”
Ailesinin övgüleriyle gülümseyen Tuuli, aynaya bakmak ister gibi başını sağa sola çevirip durdu, saçına ve süsüne dokundu. Ama en sonunda, dudaklarını bükerek somurttu. “Myne, süsü başımın arkasına taktın. Hiç göremiyorum ki.”
“Doğru ama... ne yapalım?”
“Yine de nasıl göründüğünü bilmek istiyorum.”
Evimizde ayna yoktu, bu yüzden ona süsün nasıl durduğunu gösterecek bir yolum yoktu. Bir an düşündüm ve en iyi çözüm olmasa da Tuuli’nin ne kadar meraklandığını görünce tokasını çıkardım ve kendi saç tokamın yanına taktım.
“İşte böyle duruyor. Sence nasıl?”
“Waaaoov, çok tatlı! Harika görünüyorsun! Eee, anne? Ben de böyle mi görünüyordum?”
Süsün üzerimde nasıl durduğunu görünce Tuuli heyecanla bağırdı.
“Myne saçını ördü, çiçekleri sana uygun renkte yaptı... O yüzden senin üzerinde çok daha güzel durdu, Tuuli.”
“Waaaoov... Hmm. Ahahaha... Teşekkür ederim, hepinize. Gerçekten çok mutluyum.”
Tuuli yüzünde tarifsiz bir gülümsemeyle, yanakları kıpkırmızı olmuş bir şekilde süsü saçımdan çıkardı.
Ve böylece, Tuuli’nin özel kıyafeti daha bahar gelmeden tamamlanmış oldu. Bu yazki vaftizde göz kamaştıracağı kesin gibiydi.
Ayrıca... Annem dantel işine iyiden iyiye kaptırdı kendini, ve farkına bile varmadan babamın benim için yaptığı iğneler artık onun dikiş kutusundaydı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.