Gece olmuştu, oturma odasını soğuk bir hava dolduruyordu. Üşümemek için klimayı sonuna kadar açmıştık; o kadar ki, cihaz sağlıklı bir şekilde gürültüyle çalışıyordu. O sesin eşliğinde fizik kitabımın sayfaları arasında kaybolmuş, hafif bir iç çekişle sorularla boğuşuyordum. Masanın üzerinde duran bardağa gözüm takıldı. Aldım, bir yudum almak için kaldırdım ve… Hm? İçinde hiçbir şey olmadığını fark ettim. Kahvem bitmişti ve bu, konsantrasyonumu tamamen yerle bir etti. Kupayı ters çevirdim, son damlasını almak için hafifçe salladım ama dudaklarıma düşen tek bir damladan sonra başka hiçbir tatlı lezzet gelmedi.
Saat hayli ilerlemişti. Şu an bir fincan daha içecek olsam muhtemelen uyuyamazdım. Ben, Asamura Yuuta, gece ders çalışmamı sürdürebilmek için ne içeceğime karar vermeye çalışırken, arkamdan gelen şaşkın bir sesle düşüncelerim kesildi.
“Huh?“
Sesin geldiği yöne döndüm. Karşımda, yaklaşık altı ay önce üvey kız kardeşim olan Ayase-san duruyordu.
“Ah, kusura bakma. Klima çok mu gürültülüydü?“
“Hayır, hiç de değil. Kapım kapalıydı zaten. Sadece bu saatte hâlâ burada olacağını düşünmemiştim,“ dedi ve başını kaldırıp duvardaki saate baktı. Saat 11’i gösteriyordu. Normalde bu saatlerde odama çekilmiş, ders çalışıyor olurdum.
“Biraz sıcak çikolata ister misin?“ diye sordu, boş bardağıma işaret ederek.
“Doğrusu şu an harika olurdu.“
“Öyleyse yapayım. Ben de içeceğim zaten.“
“Teşekkürler.“
Elektrikli su ısıtıcısını açtı, çekmeceden sıcak çikolata karışımını çıkardı ve kendisi için bir fincan, benim içinse daha büyük bir kupa seçti. Her şeyi hazırladıktan sonra sandalyeye oturdu. O sırada ben de buzdolabından sütü aldım ve kahve için kullandığım bardağı yıkadım. Ayase-san’ın bana uzattığı büyük kupayı aldım, içine süt doldurdum ve mikrodalgaya koydum. Son olarak, üzerindeki “Süt“ yazan düğmeye bastım.
Bu sırada Ayase-san kendi fincanında kakao tozu ve şekeri karıştırmakla meşguldü. Su ısıtıcısından biraz sıcak su ekledi ve karıştırmaya devam etti. Genellikle soğukkanlı ve zarif bir güzelliğe sahipti ama şu an kaşığıyla fincanın içinde daireler çizerek karıştırırken çok daha genç ve çocuksu bir hava taşıyordu. Derken mikrodalga öttü.
“Sıcacık olmuş.“
“Teşekkürler.“
Ayase-san, çikolata karışımının yarısını benim kupama boşalttı ve üzerine sıcak sütü döktü.
“İçine gizli bir malzeme eklesek, mesela tereyağı, tadı daha güzel olurdu.“
“Gece gece içtiğimiz bir fincan sıcak çikolata için bu kadar abartmaya gerek yok bence.“
“Aslında haklısın,“ dedi Ayase-san gülümseyerek, hâlâ sıcak çikolatasını karıştırıyordu. “Ama yine de, bu saatte oturma odasında ders çalışman pek alışılmış bir şey değil.“
“Kendi odamda gayet iyi ilerliyordum aslında ama odaklanmam bozulmaya başladı. Ortam değiştirmenin işe yarayıp yaramayacağını görmek istedim, ya da öyle bir şey işte.“
“Anladım,“ dedi Ayase-san başını sallayarak. “Bunu hissedebiliyorum.“ Sıcak çikolatayı karıştırmayı bitirdi, ardından kupayı önümdeki masaya bıraktı. “Al bakalım.“
“Teşekkür ederim.“
Sonrasında kendi fincanını hazırlamaya koyuldu. Dışarıdan bakınca sıradan bir şey gibi görünebilir ama Ayase-san her zaman önce başkaları için hazırlık yapar. Tam da onun tarzı. Muhtemelen önce kendininkini yapsaydı, benimkini ihmal edip soğutmak istemedi. Onunla yaşamaya başladığımdan beri, çevremdeki insanların küçük hareketlerine karşı daha duyarlı hale geldiğimi fark ediyorum.
“Tamamdır,“ dedi Ayase-san, memnun bir ifadeyle başını sallayarak. Fincanı dudaklarına götürdü ve küçük bir yudum aldı.
Boğazının hareket ettiğini görebiliyordum. Gözleri, gevşemiş gibi kapandı. Ben de fincanımı alıp bir yudum aldım.
“Mh, gerçekten güzel olmuş,“ dedim.
“Beni beklemene gerek yoktu.“
“Ama tadını kaçırmış gibi hissederdim.“
“Garipsin,“ dedi Ayase-san gülümseyerek.
Sıcak çikolatanın tatlı kokusu burnuma doldu. Zaman yavaş ve huzurlu bir şekilde akıyordu. İkimiz de birer yudum daha aldık.
“Hava iyice soğudu değil mi?“
“Sonuçta aralık ayındayız,“ dedi sakin bir sesle. Konuşurken dudaklarının hareketine istemeden de olsa dikkat kesildim.
Onun gül kurusu rengindeki dudakları… Bana o Cadılar Bayramı akşamını hatırlattı ve yanaklarımın ısındığını hissettim. Birbirimize âşıklar gibi dokunmayı arzuluyoruz. O öpücükle bunu çoktan doğrulamıştık. Sonbaharda, sadece yanımda olmasının verdiği sıcaklıkla yetinmek benim için yeterliydi, hatta mutluydum ama aradan yalnızca bir mevsim geçmiş olmasına rağmen, artık sadece yan yana olmakla tatmin olamıyorum. İnsan, sahip olduğu mutluluğu çabucak kanıksayabiliyor galiba.
Tabii o olaydan hemen sonra dönem sonu sınavlarımız başladı, bu yüzden o zamandan beri bir kez bile öpüşmedik. İkimiz de derslerimize çok önem veriyoruz, bu yüzden bunu konuşup özel hayatımızla günlük hayatımızı ayırmaya karar verdik. Üstelik böyle şeyleri ancak kimse yokken yapabilirdik. Lise öğrencisi olan iki üvey kardeş olarak aynı çatı altında ebeveynlerimizle yaşıyoruz sonuçta.
Böyle bir durumda, kardeş olmanın ötesine geçen bir çift gibi davranmak, sıradan çiftlere kıyasla bizim için çok daha zor. Bir yudum daha sıcak çikolata içtim ve düşünmeye başladım. Acaba birbirimize dokunabileceğimiz zamanları biraz daha artırmanın bir yolu yok mu? O anda aklıma bir şey geldi: Doğum günüm Aralık’taydı. Ayase-san’ınki de öyle. Geçen hafta tam tarihleri konuşmuştuk ve onun doğum gününün 20 Aralık olduğunu öğrenmiştim. Benimki ise 13 Aralık’tı. Tahmin ettiğim gibi hemen 24 Aralık’ta ikisini birden kutlamaya karar vermiştik.
Ayase-san’la göz göze gelip birbirimize gülümsedik. Her zamanki gibi olacağını biliyorduk.
“Ne oldu? Komik bir şey mi hatırladın?“ Ayase-san bana meraklı bir bakış attı.
“Ah, şey… Öyle de denebilir.“
“Öyle mi?“ Ne düşündüğümü bile sormadan yerinden kalktı.
Ellerini fincanın etrafına sararak, muhtemelen ısınmaya çalışarak, odasına yöneldi. Fakat tam kapıya vardığında bir şey hatırlamış gibi duraksadı ve sessizce geriye dönüp masaya doğru yürüdü.
“Umm… doğum günlerimiz hakkında.“
“Huh?“
Kalbimin hızla çarptığını hissettim. Hoşlandığın insanın seninle aynı şeyi düşündüğünü fark etmek, insana gerçekten bir adrenalin patlaması yaşatıyordu.
“Doğum günlerimizi gerçek zamanında kutlamaya ne dersin?“
“Yani 13’ünde ve 20’sinde mi?“
“Aynen öyle. Daha önce hiç, doğum günlerimizi gerçekten o gün birisiyle kutlamış değiliz değil mi?“
“Sanırım… haklısın.“
“Öyle düşündüm Ve… Umm… o günü sadece kardeş olarak geçirmek istemiyorum anlıyor musun?“
Ne demek istediğini anlamıştım çünkü ben de aynı şekilde hissediyordum.
“Anlıyorum.“
“Ve seninle konuşmak istediğim bir şey var.“
Bana, bunu aslında sınavlardan sonra söylemek istediğini ama fikrini değiştirdiğini söyledi. Cadılar Bayramı zamanı babamla yaptığı bir konuşmadan bahsetti.
“Yasaları çiğnesen, su götürmez bir suç işlesen ve en ağır cezayı alsan bile, yine de seni ailemden biri olarak inkâr etmeyeceğim. Ne olursa olsun.“
Babamın bizim hakkımızda böyle bir şey söylemesi beni düşündürdü. Ne kadar da karizmatik bir adam değil mi?
“Akiko-san’ın da aynısını söyleyeceğini düşünüyorum ama kesinlikle senin yanında değil Ayase-san.“
“Muhtemelen.“
Sesi her zamanki gibi sakindi ama yanaklarının biraz gevşediğini fark ettim. İçten içe mutlu olduğunu hayal edebiliyordum.
“Ama babanın bu sözleri beni düşündürmeye başladı,“ dedi Ayase-san, derin bir nefes alarak. Ne söylemek istediğine tam karar verememiş gibi bir ifadesi vardı ama sonunda ağzını açtı.
“Eğer ailemizse… içinde bulunduğumuz ilişkiyi kabul edebilirler değil mi?“
Düşünmeye başladım. Haklı olabilir.
“Babam hislerini olduğu gibi ifade eden biridir. Eğer hoşuna gitmezse, bunu açıkça söyler ve kesinlikle yasaklar. Göründüğünden daha inatçıdır…“
Annemle yaşanan onca şeye rağmen, önünde tek kelime bile şikâyet etmemişti. Tek yaptığı, özür dilemekti.
“Ama Akiko-san eğer gerçekten rahatsız hissederse, bunu bize dürüstçe söyleyebilir mi, ondan emin değilim.“
“Yani babanın bizi kabul edebileceğini düşünüyorsun ama annem konusunda emin değilsin. Neden böyle düşündüğünü sorabilir miyim?“
“Korkarım ki Akiko-san yeniden evlendiği için pişmanlık duyabilir.“
“Ama Asamura-kun, onları tanıyorsun…“
“Akiko-san’ın öyle biri olmadığını biliyorum ama öz annem de memnuniyetsizliğini asla açıkça belli etmezdi. Bu yüzden Akiko-san’ın da içindeki gerçek hisleri saklayabileceğinden endişeleniyorum… ve bu ihtimali tamamen göz ardı edemem.“
“Bu…“
“Böyle bir şey olmaz,“ demek istediğini biliyordum ama kendini tuttu. O dikkatli tavrı beni daha da suçlu hissettirdi. Geçmişteki acı bir anım, sadece bir anı olmaktan çıkıp şu anda Akiko-san hakkında kabalık edecek kadar paranoyaklaşmama sebep oluyordu ama içimde hâlâ küçük bir endişe vardı—babamla Akiko-san şu an iyi anlaşıyor olabilirler ama bunun tek sebebi hâlâ birbirlerine duydukları sevgi mi? Kimsenin zihnini okuyamam, o yüzden sadece yüzeyde mutlu görünmediğinden emin olamam ve insan, içindeki bu tür duyguları çok uzun süre bastırırsa ne olacağını iyi bilirim. Fazlasıyla iyi… Çünkü annemle babamın benim yanımda hiç kavga etmedikleri tek zaman, doğum günümü kutladığımız gündü.
Ayase-san hafifçe nefes aldı ve konuştu.
“Ben de aynısını yaşadım.“
Nefesim kesildi. Unutmuştum. O da babamın Akiko-san ile evlendiğine pişman olabileceğinden endişelenmiş olmalıydı.
“Babanla konuşmadan önce, ben de senin şu an hissettiğin gibi hissediyordum.“
“Anlıyorum…“
“Evet ama gidip annemle konuşmanı da söylemeyeceğim. Aynı şeyi söylese bile, sen ve ben farklıyız. Benim hissettiklerimi senin de aynen hissedeceğine dair bir garantisi yok.“
“Evet, mantıklı.“
“O yüzden… bence şimdilik her şeyi açıkça söylememize gerek yok,“ dedi Ayase-san ve gülümsedi.
Bu ifadesi, beni rahatlatmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu ve gerçekten de içimi biraz olsun hafifletti.
“Doğum günü planlarımızı sonra konuşuruz. Şimdi dersime dönüyorum.“
“Tamam, ben de biraz daha burada çalışacağım.“
“Çok geçe kalma tamam mı?“
“Aynı şey senin içinde geçerli.“
Beyaz hırkasına sarınmış sırtı yavaşça kapıya doğru ilerledi ve sonunda gözden kayboldu. Derin bir nefes aldım ve kupamı elime aldım. Çikolata tozunun son kalıntıları boğazıma yapışmıştı, rahatça yutamıyordum.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.