Cilt 2 - Bölüm 4 : Lemon Yakishio Sonunda Sesini Duyuruyor.
Ertesi akşam. Seibunkan Kitabevi’nin manga bölümünde, light novel raflarına göz gezdiriyordum.
...Dün Shinshiro’dan dönerken, yol boyunca Tsukinoki-senpai’nin saçmalıklarını dinlemek zorunda kalmıştım ve farkına bile varmadan çoktan evimin önündeydik.
Bu durum bende her şeyin çoktan bittiğine dair belli belirsiz bir his bırakmıştı. Ama geriye hala bir şey kalmıştı.
Tam da sözleştiğimiz gibi, Yakishio ve Ayano buluşup konuşacaklar. Bu akşam, Yakishio’ya buluşmak için anlaştıkları yere kadar eşlik etmem gerekiyor.
Akşam yemeğinden sonra evden gereğinden erken ayrıldım. Yerimde duramıyordum. Fazlasıyla huzursuz hissediyordum.
Bu noktada durum daha çok yenilgi sonrası temizlik gibiydi. Böyle bir şeyden sonra ne gelirdi ki?
Bunu düşünürken, dalgın bir şekilde raflardan birine uzandım.
“Oh, <-JK Eats->’in yeni cildi çıkmış.”
Resmi adı <-Kiraladığım Daireye Liseli Bir Kız Geldi, Ama Yemek Masrafları Beni Mahvediyor->.
Ana karakterin yanına taşınan liseli bir kız ve onların ortak hayatını anlatan bir hikaye.
Faturaların ve mutfak masraflarının gerçekçi bir şekilde takip edilmesiyle ünlüdür.
Anlaşılan o ki, son ciltte eve yeni bir kadın kahramanın katılmasıyla, ana karakter daha da sıkı bir bütçe planlaması yapmaya zorlanıyor.
“...Bir dakika, şimdi de gazete dağıtmaya mı başlıyor?“
Bu hikaye nereye gidiyor böyle?
Arka kapaktaki tanıtım yazısına dalmışken, biri sırtıma dokundu.
“Nukkun, seni burada bulacağımı biliyordum.“
“Ha? Yakishio?“
Yanımda duran kişi Lemon Yakishio’ydu.
“Evine gittiğimde istasyonun yakınlarında olduğunu söylediler. Ben de burası olması gerektiğini düşündüm.“
“Eh, tamam da, kıyafetinin hali ne?“
Yakishio’nun üzerinde bir atlet ve koşu şortu vardı. Kitabevinin light novel bölümünde dururken, ortama fena halde aykırı görünüyordu…
“Az önce koşuyordum. Hem, ben her zaman böyle giyinirim, değil mi?“
Hiç istifini bozmadan sırıttı.
“Ama biliyorsun, birazdan Ayano ile buluşacaksın.“
“Sorun değil. Onunla kendim olarak, her zamanki halimle konuşmak istiyorum.“
Yakishio dosdoğru önündeki raflara baktı.
“Bunlar light novel, değil mi? Sence bir tane okuyabilir miyim?“
“Ha? Evet, çoğuna başlamak oldukça kolaydır.“
“Yaz okuma ödevim için hala bir kitap seçmedim. Hangisi en incesi?“
“...Yaz tatilinin son gününün yarın olduğunun farkındasın, değil mi?“
“Evde unuttuğumu söylerim. Bu bana bir hafta kazandırır. Şanslıysam öğretmen de unutur- aa, bu ilginç görünüyor.“
Bir kitaba uzandı ve ben de başlığını okuduktan sonra başımı iki yana salladım.
“Sakın. O, ana karakterin şehrin ortasında çırılçıplak koşmasıyla başlıyor.“
“O zaman şuna ne dersin?“
“O da olmaz. İlk renkli çizimde, ana karakter 800 yaşında yarı çıplak bir loli tarafından yere yatırılıyor.“
“Bu da senin içgüdülerini daha da etkileyici kılıyor.“
Ona raporu için düzgün bir şeyler ödünç vereceğime söz verdikten sonra, dükkandan birlikte çıktık.
Dışarısı çoktan kararmıştı. Şehir ışıklarının altında, Yakishio kocaman bir esnemeyle gerindi.
“Vay be, arada bir okumak bana iyi gelebilir. Şimdiden daha zeki hissediyorum.“
Sakin ol. Daha tek bir satır bile okumadın.
Şimdi, hala biraz erken. Ne yapmalıyım?
Başlangıçta plan, Yakishio’nun evinin yakınlarında buluşup Ayano ile olan buluşma noktasına birlikte gitmekti.
Saatimi kontrol ederken, Yakishio kolumu tuttu ve dijital ekrana doğru eğildi.
“Hey, Nukkun, şimdi ne yapacaksın? Yürüyecek misin?“
“Şey, biraz zaman öldürüp sonra trene binmeyi düşünüyordum.“
“Hmm, anladım.“
Yakishio, biraz hayal kırıklığına uğramış bir sesle mırıldandı ve ayakkabısının tabanıyla hafifçe yere vurdu.
“Neyse, yapacak bir şey yok. Ben biraz daha koşup sonra oraya geçerim.“
“Anlaştık. O zaman orada planladığımız gibi buluşuruz.“
Bunu söyledim ama onda bir şeylerin ters gittiğini hissedebiliyordum.
Şimdi düşününce, eğer buralarda olduğumu duyduğu için onca yolu geldiyse…
Başımı kaşıyarak, tamamen alakasız bir yöne baktım.
“Ah, ama buradan yürürsek tam zamanında orada oluruz. Son zamanlarda pek egzersiz yapmıyorum, o yüzden belki de yürürüm…“
Benim acınacak derecede bariz monoloğum, Yakishio’dan aynı derecede şeffaf bir cevapla karşılandı.
“Ooo, düşününce, o kadar okumaktan kaslarım soğudu. Belki de koşmak yerine yürümek tam yerinde olur~“
Yakishio’ya kaçamak bir bakış attım ve onun da bana baktığını yakaladım ve ikimiz de kahkahalara boğulduk.
“Doğru ya, Yakishio, sen de aynı yere gidiyorsun, ha?“
Rolüme iyice büründüm.
“Evet, ne tesadüf. Neyse, sanırım sana eşlik edeceğim.“
Yakishio parmaklarını başının arkasında kenetledi ve bana alaycı bir yan bakış attı.
Ben de buna utangaç bir gülümsemeyle karşılık verdim ve ikimiz yan yana yürümeye başladık.
*
Varış noktamıza 40 dakikadan biraz daha fazla vardı. Ve tüm bu süre boyunca sohbetimiz sadece normal, gündelik konuşmalardan ibaretti.
Yaz ödevlerinden, iki gün sonra başlayacak olan yeni okul döneminden ve kız atletizm takımındaki korkutucu ama nazik olan senpai’den konuştuk-
Yavaş yavaş, Yakishio’nun kelimeleri azalmaya başladı. Yaklaşıyorduk.
Ayano ile buluşacağı yer, ikisinin de eskiden gittiği ilkokuldu.
Okulun etrafındaki yolda yürürken, etrafı kontrol etmek için parmaklıkların arasından içeriye bir göz attım.
“...Görünüşe göre ışıklar kapalı.“
Şimdi düşününce, bu teknik olarak izinsiz giriş sayılmaz mı?
“Neredeyse zamanı geldi.“
Yakishio elini göğsüne koydu, derin bir nefes aldı ve sonra sessiz bir “Tamamdır“ ile başını kaldırdı.
“Pekala, sanırım ben gidiyorum.“
“Hey, Yakishio. Bunu sormak için biraz geç kaldığımı biliyorum ama, bir ilkokula böyle girmek gerçekten sorun olur mu? Başımız belaya girmeyecek mi?“
“Gerçekten de biraz geç oldu…“
Neyse, bu beni rahatsız ediyordu.
Yakishio ellerini beline koydu ve bıkkın bir iç çekişle başını iki yana salladı.
“Gündüzleri burayı açık tutuyorlar ve gürültü yapmadığın ya da sorun çıkarmadığın sürece sorun olmuyor. Ben bu tür şeylere alışkınım.“
Sabıkalı falan mı acaba…? Neyse, biri azar işitirse bu benim sorunum değil.
Tam onu sıcak bir şekilde uğurlamak üzereyken, Yakishio nazikçe göğsümü dürttü.
“Nukkun, gergin göründüğüm için o tuhaf şeyleri kasten söyledin, değil mi?“
“Ha? Yok canım, pek sayılmaz...“
“Teşekkürler. Buradan sonrasını tek başıma halledebilirim, o yüzden beni bekle, tamam mı?“
Ah, demek ki sonrasında onu eve de bırakıyorum. Geceleri bir yerleşim bölgesinde tek başına beklemek hem tuhaf hem de biraz ürkütücü…
Belki de rahatsızca etrafa göz gezdirdiğimi fark etmişti, Yakishio kaşını kaldırdı.
“Nukkun, ciddi ciddi bir kızın gece tek başına eve yürümesine izin mi verecektin?“
“Elbette hayır. Size eşlik etmekten onur duyarım.“
“Güzel. Sana güveniyorum.“
Her zamanki neşeli gülümsemesiyle Yakishio bir elini bana doğru kaldırdı.
...? Hareketin arkasındaki beş olası anlamı düşündükten sonra, temkinli bir şekilde ben de elimi kaldırdım.
“O zaman, bu işi bitirme zamanı!“
Yüksek bir şapırtıyla, coşkulu bir çak bir beşlik yaparak elime vurdu, sonra koşmaya başladı ve tek hamlede arka kapı çitinin üzerinden temiz bir şekilde atladı.
...Evet, kesinlikle sabıkalı.
*
Ay ışığıyla yıkanan ilkokul bahçesi, Lemon’ın hatırladığından çok daha küçük görünüyordu.
O zamanlar, buranın her bir santimi eğlenceyle dolup taşıyordu. Okul birazcık dar gelmeye başladığında ise çoktan mezuniyet günü gelmişti.
Yavaşça yürüyen Lemon, parmaklarını tanıdık oyun alanı aletlerinin üzerinde nazikçe gezdirdi.
Karanlıkta, boş yapılar biraz yalnız görünüyordu. Kendini belli belirsiz bir şekilde sabahın daha erken olmasını dilerken buldu.
…Mitsuki çoktan geldi mi?
Etrafa bakarken, bahçenin kenarındaki beyaz Stevenson ekranının* yanında tedirgin bir şekilde duran uzun boylu bir silüet fark etti.
Ç/N=(Stevenson Ekranı: Genellikle okullarda bulunan meteorolojik aletleri barındıran beyaz panjurlu kutu.)
Aniden, bir anlığına görüşü bulanıklaştı.
Koşmaya başlama dürtüsünü bastırarak derin bir nefes verdi ve bunun yerine her adımını dikkatlice yere basarak, adım adım ilerledi.
Ancak neredeyse önüne geldiğinde fark ediyor: ilk ne söyleyeceğini ya da nasıl bir ifade takınacağını hiç düşünmemişti.
Garip, belirsiz bir gülümsemeyle Lemon, Mitsuki’nin önünde durdu.
“Mitsuki, geldiğin için teşekkürler.“
“Hayır... Asıl bunu söylemesi gereken benim.“
Bu ses, ergenlikle kalınlaşmadan öncesinden bile tanıdıktı.
Mitsuki’nin yüzündeki kararsız, neredeyse kaybolmuş ifadeyi gören Lemon, sessiz bir rahatlama hissetti.
O da buraya nasıl bir ifadeyle geleceğini bilmiyordu. Tıpkı onun gibi, bir cevap bulamadan gelmişti.
“Nostaljik, değil mi? Kaç yıl oldu?“
Lemon topuklarının üzerinde döndü ve yürümeye başladı, Mitsuki’ye de gelmesi için işaret etti.
O da yarım adım gerisinden onu takip etti.
“Benim için... mezuniyetten bu yana dört yıl oldu.“
“O zaman benim için de aynı.“
Mezuniyet töreninde o kadar çok ağlamıştı ki. Ve okul her an ziyaret edilebilecek kadar yakın olmasına rağmen, nasılsa daha sonra gelebileceğine kendini inandırarak hiç geri dönmemişti.
Kaydıraklı bir tırmanma demirinin olduğu oyun aletine doğru koştu. Lemon bakışlarını yukarı kaldırırken, Mitsuki başını iki yana salladı.
“Hava karanlık, oraya tırmanman tehlikeli olur.“
“Tırmanmayacağım. Artık çocuk değilim.“
Suçüstü yakalanmış olan Lemon, yaramazlığı yeni ortaya çıkmış bir çocuk gibi dudak büktü.
“Ne kadar uzun zaman oldu, değil mi? Eskiden salıncaklarda olabildiğince yükseğe çıkıp atlamaya çalışmaz mıydık?“
“Bunu yapan tek sendin. Yaparken bileğini burkmamış mıydın?“
“...Evet, burkmuştum. Vay canına, bu lastiği de hatırlıyorum.“
Bunu söyler söylemez Lemon, yarıya kadar gömülü lastiklerden birinin üzerine atladı.
Bunları nasıl kullanacaklarına dair belirli kurallar yoktu.
Çocukken, üzerlerine, üstlerinden, altlarından atlarlardı. Sadece istedikleri gibi oynarlardı.
Lemon sıralı lastiklerin üzerinden hafifçe atladı ve sonra sonuncusunun üzerine oturdu.
“Bunlar hep bu kadar küçük müydü?“
“Sanırım evet. Muhtemelen sadece daha büyük hissettiriyordu, üst sınıflara geçtiğimizde artık bunlarda oynamıyorduk.“
Sadece böyle yan yana oturmak bile onun memnun hissetmesine yetiyordu.
Bu muhtemelen birlikte böyle geçirecekleri son geceydi. İkisi de tadını çıkararak sessizliğin sürmesine izin verdiler.
“...Biz ikinci sınıfta falan konuşmaya başlamıştık, değil mi?“
Lemon sonunda, sanki geçmişi anımsıyormuş gibi sessizliği bozdu. Mitsuki sessizce başını salladı.
“Biliyor musun, seninle ilgili ilk izlenimim pek de iyi değildi. Bütün teneffüs boyunca sadece kitap okurdun. ’Bu çocuk ne yapıyor böyle?’ diye düşünürdüm, anlarsın ya?“
Bu itirafı 8 yıl sonra duyan Mitsuki, hafif bir kahkaha attı.
“O zamanlar kafamda tuhaf bir görev vardı. Sanki kütüphanedeki her kitabı okumam gerekiyormuş gibiydi.“
“O zaman... seninle ilk konuştuğum zamanı hatırlıyor musun? Eh, belki hatırlamazsın.“
“Ayağını incittiğin zamandı, değil mi?“
İkinci sınıfın sonbaharı Lemon salıncaktan atlarken bileğini burkmuştu. Ciddi bir yaralanma değildi ama etrafta koşamadığı için canı sıkılmış ve kitap okuyan Mitsuki’ye sataşmaya başlamıştı.
“...Hatırladın.“
“Elbette hatırladım. Ben orada ciddi ciddi okuyordum ve sınıfın baş belası beni rahatsız etmeye gelmişti. Neredeyse travmatik bir olaydı.“
“Sen bunu böyle mi hatırlıyorsun!? Zavallı, yaralı bir kız ve birlikte kitap okuyan ikimizin tatlı bir anısı olarak değil mi?“
“5 dakika içinde sıkılıp bütün kitabı bana anlattırdığını hatırlıyor musun?“
“Öyle yapmıştım, ha. Hikayede ne olduğunu bana detaylıca anlatırdın.“
Lemon kıkırdadı. Sahte bir somurtma takınmış olan Mitsuki de gülümsemeye başladı.
“Kitaplar genelde uykumu getirir, ama hikayeyi anlatan sen olunca gerçekten dinleyebiliyordum.“
“Bu yüzden ayağın iyileştikten sonra bile birlikte okumaya devam ettik.“
İşte o zaman başlamıştı. Ne zaman yağmur yağsa, hava çok sıcak ya da çok soğuk olsa, Lemon bir bahane bulup Mitsuki’nin yanına oturur ve kitap okurdu.
“Ama gerçekten de sana <“Harry Potter“> serisinin tamamını özetlemem gerekeceğini düşünmemiştim.“
“Hey, asıl şikayet etmesi gereken benim. Filmler senin anlattığın gibi değildi! Hem Harry’nin Hermione ile evlendiğini bile söyledin- bu tamamen yalandı!“
“Üzgünüm, buna gerçekten inanacağını düşünmemiştim.“
“Off, o zaman ben sadece bir aptalım, değil mi?“
Mitsuki daha fazla dayanamadı ve kahkahalara boğuldu. Lemon itiraz etmek için bir şeyler söylemeye çalıştı ama sonunda onunla birlikte gülmeye başladı. Gözlerinin kenarlarını silen Lemon, bir nefes verdi.
“...Cidden. Çok nostaljik.“
“Evet. Şimdiden 8 yıl geçmiş, ha?“
Eğer böyle konuşmaya devam ederlerse, muhtemelen yakında sabah olurdu.
Dürüst olmak gerekirse, bunu istiyordu. Ama burada saati ileri alma sorumluluğu ondaydı. Lemon cesaretini topladı ve konuşmaya başladı.
“...Ortaokul ikinci sınıfta, Tsuwabuki Lisesi’ni hedeflediğimi söylediğimde, kimse beni ciddiye almamıştı. İnanabiliyor musun? Öğretmenler bile sadece gülüp geçiştirmişti.“
“O zamanki notlarınla, herkes aynı şeyi düşünürdü.“
“Ama sen gülmedin.“
“Gerçi ben de mümkün olduğunu düşünmüyordum.“
“Doğru! Hatırladım! Gülmedin ama genel giriş sınavıyla hiç şansım olmadığını söylemiştin!“
Lemon ona sahte bir öfkeyle baktı.
“Ve hatta genel kabulleri bırakıp tavsiye yoluna odaklanmamı söyledin. Bu çok kabacaydı.“
“Notların ortalamanın çok altındaydı, tamam mı...“
Tsuwabuki Lisesi, eyaletin en iyi akademik okullarından biridir. Normalde, Lemon’ın notları yanına bile yaklaşamazdı.
“O zaman neden bana yardım ettin, Mitsuki?“
“Çünkü... yani, bir arkadaşı yardım isterse, herkes eder.“
Arkadaş. Bu kelime, Lemon’ın düşünmeden bakışlarını düşürmesine neden oldu.
O ve Mitsuki arkadaştılar. Her zaman öyleydiler. Şimdi bile.
“...Bir arkadaş için o kadar ileri gittin, ha. Bana iç puanlarımı nasıl yükselteceğimi bile öğrettin. Bütün bunları nasıl öğrendin?“
Mitsuki sadece sınavlara hazırlanmasına yardım etmemişti.
Her ders öğretmeninin nasıl not verdiğini araştırmış ve Lemon’ın iç puanlarını Tsubaki için tavsiye sınırına kadar yükseltmek için çalışmıştı.
“Sadece sürekli sorular sordum ve öğretmenlerin gözüne girdim. O noktada, kendim bir kariyer danışmanlığı seansı düzenleyebilirdim.“
“Ama doğum günlerini ve evlilik yıldönümlerini bile öğrendin, bu biraz fazla ileri gitmek anlamına gelmiyormu?“
“Eğer yardımı dokunacaksa, yaptım. Ama yine de, atletizm takımı kaptanı olan ve il müsabakalarında kürsüye çıkan sendin.“
Mitsuki lisenin ikinci yılında ilin ulusal eleme etkinliğine ev sahipliği yapacağını bilerek, onu kaptanlık için aday olmaya bile teşvik etmişti.
“Ve derslerine de sıkı çalıştın. Üçüncü yılına geldiğinde notların sınıfın en iyileri arasındaydı.“
“Sadece okul içinde. Bölgesel deneme sınavlarında hala ortalamanın altındaydım.“
Ortaokulun ikinci yarısında, Lemon ve Mitsuki omuz omuza çalışmış ve lise giriş sınavlarına doğru istikrarlı bir şekilde yol almışlardı.
Kulüpler. Giriş sınavları. Dışarıdan, muhtemelen her engeli kolaylıkla aşıyor gibi görünüyordu.
Ama geçirdikleri zaman, birlikte inşa ettikleri duygular, sadece ikisinin anlayabileceği bir şeydi.
Ve Lemon için bu her şey demekti. Bunu asla yüksek sesle söyleyemezdi, ama bu onun gizlice gurur duyduğu bir şeydi.
“Ama hala anlamıyorum...“
Lemon, anlamlandıramadığı belirsiz duygulara sarılır gibi içe doğru kıvrıldı.
“Neyi anlamıyorsun?“
“Yani, benim için yaptığın onca şeyi. Senin de kendi giriş sınavların vardı. Kimse sadece arkadaş olduğumuz için o kadar ileri gitmez.“
Sesi, inatçı bir çocuk gibi yarı somurtkandı. Mitsuki endişeli bir ifade takındı.
“...Bana söylemiştin, değil mi? Tsuwabuki’ye gitmek istemenin nedenini. Ailenin alimler ve avukatlarla dolu olduğunu ve ayak uyduramayan tek kişi olmaktan rahatsızlık duyduğunu.“
“Bunu hatırlıyorsun. Sadece annemle babam değildi. Ailedeki hemen hemen herkes mükemmel okullara gitmişti. Her zaman bunun için endişelenmemem gerektiğini söyleseler de, yine de ölçüyü tutturamayan tek aptal olmak istemiyordum.“
Lemon, “Bunu hatırladın“ diye kendi kendine fısıldadı. Ardından sanki kararını vermiş gibi başını kaldırdı.
“Ama biliyor musun, tek neden bu değil.“
Sesi farklılaşmıştı. Ses tonundaki bir şey, Mitsuki’nin içgüdüsel olarak doğrulmasına neden oldu.
“Seninle aynı okula gitmek istiyordum.“
Bakışları dosdoğruydu. Mitsuki onun gözlerine bakarken nefes almayı unuttu, yakalanmıştı.
“Lemon…“
“Sana gerçeği söyledim, değil mi? O zaman şimdi sıra sende, Mitsuki.“
“...Benim sıram mı?“
“Benim için bütün bunları neden yaptın?“
Belki de artık kaçış yolu olmadığını fark etmiş olacak ki Mitsuki ellerini kavuşturdu ve gözlerini yere indirdi.
“...Ben de seninle aynı okula gitmek istiyordum.“
Alçak, tereddütlü bir sesle konuştu.
“Biliyorsun, ortaokula başladığımızda sen gittikçe daha fazla öne çıkmaya başladın. Yarışmalar kazanıyordun, takdir edilmek için törenlerde çağrılıyordun ve etrafın her zaman insanlarla çevriliydi. Çok popülerdin.“
Devam etmeden önce kendini demirler gibi derin bir nefes aldı.
“Bana göre, o kadar uzakta görünüyordun ki. Bakması acı verecek kadar parlaktın. Bu yüzden bana güvendiğinde gerçekten mutlu oldum ve aynı okula gidebileceğimizi düşünmek beni heyecanlandırdı.“
Mitsuki konuşmaya devam etmeye çalıştı ama tam olarak söylemek istediklerini kelimelere dökemiyordu. Birkaç kez ağzını açtı, sonra tekrar kapattı. Ve sonunda hiçbir şey söylemedi.
“...Demek benim hakkımda böyle hissediyordun.“
Lemon, ardından gelen sessizliği nazikçe dağıttı.
“O zamanlar, sadece mutlu ve aşırı heyecanlıydım. Gerçekten nasıl hissettiğime dair hiçbir fikrim yoktu. Ama şimdi…“
Mitsuki cümlesinin ortasında kendini tuttu. Söyleyeceklerini geri yuttu. Bunu yüksek sesle söyleyemezdi.
İkisi de bunun ne olduğunu biliyordu. Bu yüzden önce Lemon konuştu.
“Senin yerine ben söyleyeyim.“
Mitsuki, sanki korkmuş gibi irkilerek başını kaldırdı.
Lemon nazikçe gülümsedi, sonra daha da nazik bir sesle konuştu.
“Mitsuki, sen bana aşıktın, değil mi?“
Sessizlik. Yakishio’nun cevabı buydu.
Bu noktada, ne inkarın ne de onayın bir anlamı vardı. Mitsuki bu kez sakince tekrar konuşmaya başladı.
“Şimdiye kadar bu tür şeyleri gerçekten anlamamıştım. Chihaya ile…“
Devam edip etmemekte tereddüt ederek bir an duraksadı.
“Sorun değil. Devam edebilirsin.“
“…Chihaya ile çıkmaya başladıktan sonra, ona karşı hissettiğim duyguları, birlikteyken kalbimin nasıl tepki verdiğini, hepsini gerçekten anlamaya çalıştım.“
Asagumo Chihaya ile tanışalı bir yıldan az olmuştu.
“Ve işte o zaman, birini sevmenin nasıl birşey olduğunu anlamıştım.“
Ama ondan önce biriken her şey sayesinde, bu kadar kısa bir sürede bile anlayabilmişti.
Asagumo Chihaya’ya olan hislerini. Ve Lemon’a olan hislerini.
“...Mutluyum. Evet, gerçekten mutluyum.“
Lemon sessizce mırıldandı, sonra utangaç, mahçup bir ifadeyle Mitsuki’ye baktı.
“Ama ben-“
O devam edemeden, Lemon kalbini rahatlatmak için sözlerini nazikçe onun sözlerinin üzerine koydu.
“Çünkü, gerçekten, bu en mutlu şey değil mi? Sevdiğin kişinin de seni sevmesi. Sadece bu bile beni fazlasıyla mutlu ediyor.“
*-Senin yanında kalamasam bile.*
Bu son düşünceyi, Lemon kalbinin derinliklerine mühürledi.
Bu, fark ettiği anda biten bir aşktı.
Bu yüzden Lemon, Mitsuki’ye parlak bir şekilde gülümsedi.
“Hey, Asagumo-san’ın neyi seni ona aşık etti?“
“Şey… Söylesem sorun olur mu?“
“Bunu sormak için biraz geç değil mi?“
Lemon gülerek geçiştirdi. Mitsuki, kelimelerini dikkatle seçerek konuşmaya başladı.
“...Gelecekte kitaplarla alakalı bir işte çalışmak istiyorum.“
“Ha? Yani bir yayınevine mi gireceksin? Yoksa yazar falan mı olacaksın?“
Lemon’un sesi beklenmedik itiraf karşısında şaşkınlıkla yükseldi.
Mitsuki avucunun içine dikkatle baktı.
“Henüz neye yeteneğim olduğunu ya da özellikle ne yapmak istediğimi bile bilmiyorum. Ama eğer kitaplarla ilgili bir şeyse, o zaman Tokyo’da bir üniversiteye gitmek ve o 4 yılı elimden geldiğince her şeyi öğrenerek geçirmek istiyorum.“
Onun olgun profili... Lemon, yarı büyülenmiş bir halde kendini bunu düşünürken buldu-
Ona neden Asagumo’ya aşık olduğu sorulmuştu ve o bundan bahsetmeye başlamıştı…
“...Acaba aynı durum Asagumo-san için de mi geçerli?“
“Evet. Chihaya’nın da benzer bir hayali var. Daha doğrusu, aslında benim belli belirsiz düşündüğüm hayale bir şekil veren oydu.“
“İkiniz de harikasınız. Şimdiden o kadar ilerisini düşünmüşsünüz.“
“Bana göre asıl harika olan sensin, Lemon.“
Bir şekilde, kalbinde bir şeyler sessizce yerine oturdu. Lemon karanlık gökyüzüne baktı.
Mitsuki de Lemon’un baktığı yöne doğru kafasını kaldırdı.
Lemon gökyüzünü işaret etti.
“Hey, şuradaki yıldız gerçekten parlak, öyle değil mi? O Kutup Yıldızı mı?“
“Kutup Yıldızı farklı bir yönde. Eğer parlaksa, muhtemelen Yaz Üçgeni’nin bir parçasıdır. Bak, üçgen şeklinde o üç büyük yıldızı görüyor musun?“
“Hmm… Sadece bir tane bulabildim. Biraz kırmızımsı. Mars falan olabilir mi?“
Mitsuki onun bakışlarını takip etti ve bir “Ah“ ile başını salladı.
“O muhtemelen Akrep takımyıldızındaki Antares’tir.“
“Hmm, bir akrep, ha?“
Aynı gökyüzüne bakıyor olsalar da, Lemon ve Mitsuki farklı yıldızları görüyorlardı.
Bunu bir parça yalnızlıkla düşünen Lemon, kendini Asagumo Chihaya’yı düşünürken buldu.
O, Mitsuki ile aynı hayali paylaşan biriydi. Onunla aynı yolda yürüyebilecek biri.
“Mitsuki, Asagumo-san’ı bırakma. Ona ihtiyacın var.“
“...Evet.“
Bir kez daha, ince bir sessizlik ikisinin üzerine yayıldı.
İkisi de artık söylenecek başka bir sözün kalmadığını biliyordu.
Birinin son perdeyi indirmesi gerekiyordu.
“Lemon, geri dönelim mi?“
Mitsuki işleri bitirmenin kendi rolü olduğunu hissetmiş olmalıydı, duygularını üzerinden silkeler gibi ayağa kalktı.
“Ben biraz daha burada kalacağım. Sanırım sadece bir süre yalnız kalmak istiyorum.“
“...İyi olacak mısın?“
Lemon başını salladı. *İyi olacağım,* diye fısıldadı kalbinde.
“Endişelenme. Biraz dinlendikten sonra, her zamanki neşeli halime döneceğim.“
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.