Yukarı Çık




56   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   58 


           
11 Aralık (Cuma) – Ayase Saki





Kısaltılmış danışmanlık dersi, öğretmenin sınıftan çıkmasıyla sona erdi ve gergin hava anında dağıldı. Sınıf arkadaşlarım erkenden Noel planlarını tartışmaya başladı, ben ise az önce aldığım cevap anahtarını kontrol etmekle meşguldüm. Toplamda 815 puan almıştım, ki bu oldukça tatmin edici bir sonuçtu.

“Sakiii! Yüz ifaden sınavda bayağı iyi bir puan aldığını söylüyor, Efendim!” Maaya, masama doğru koşarak geldi.

“Efendim…? Yine tarih temalı bir anime mi izledin yoksa?”

“Bana ‘Başarısızlık Notu Samurayı’ derler.”

“İlk karşılaşmanda biçildiğini şimdiden görebiliyorum.”

“Belki ‘ronin’ demek daha havalı olurdu?”

“İkisi de olur. İkisi de anında doğranmana yol açar. Ayrıca şu samuray muhabbetini artık bırakabilir miyiz?”

“Hmph, o zaman şey… Hmm…”

“Tekrar söylüyorum, benim için fark etmez.”

Bu tarihi temalı oyununa fazlasıyla takılmış görünüyordu ama benim ilgimi çekmediği için konuyu kapatıp devam ettim.

“Her zamanki gibi soğuksun Saki! Aralığın neredeyse yarısına geldik, en azından bu mevsimde birazcık ısınamaz mısın? O zaman ben de lambaya uçan kelebek gibi sana yapışırım! Sıcak ve pofuduk bir Saki-tan görmek istiyorum!”

“Beni soba gibi görmekten vazgeçer misin? Neyse, nasıl geçti bakalım?”

Tabii ki sınav sonuçlarını soruyordum.

“801! Ne yakuza, ne yeminler, ne de kimlik var! Söyleyeceğim tek şey bu!”

(Orijinalinde “Yama mo ochi mo imi mo nai“ yazıyor ve yama, ochi ve imi kelimelerinin baş harflerini alırsanız yaoi (BL) elde edersiniz.)

“Bu ne anlama geliyor şimdi?”

“Sen masum bir Saki olduğun için sana bir şeker veriyorum!”

“Tabii, tabii.”

Maaya, hayali bir şekeri çıkarıp uzattığım avucuma koydu.

“Başkalarının şakalarına ayak uydurma konusunda bayağı gelişmişsin! Sanırım bunun için Asamura-kun’a teşekkür etmeliyim.”

“Onu durduk yere neden konuya dahil ettin ki?”

Maaya cevap vermedi, sadece bana sırıtıyordu. Çok geç fark ettim ki, beni oyuna getirmişti. Artık ne dersem diyeyim, onun alay konusu olacağımı bildiğim için dudaklarımı mühürleyip utancımı içime gömdüm.

“Peki ya sen?” diye sordu Maaya.

“815 aldım.”

“Ooo! Demek o galibiyet gülümsemesi bundanmış! Harika bir sonuç.”

“Öyle bir gülümseme yapmadım ki—”

…Yoksa öyle miydim? Yüzüm gerçekten öyle bir ifade mi almıştı? Öyle hissediyordum sanki. Yanaklarımın kendi kendine gevşediğini fark edebiliyordum Ve sanırım sesim de fazlasıyla neşeliydi. Düşüncelerime cevap verircesine, etrafımızdaki insanlar da iyice gürültülenmeye başladı.

“Ayase-san’ın havası her zamankinden farklı…“

“Onun güldüğünü ilk defa görüyorum.“

Şaka yapıyor olmalılar değil mi? Daha önce de mutlaka gülümsemişimdir değil mi?

“Neden hayvanat bahçesinde nadir görülen bir hayvanmışım gibi davranıyorlar?”

“Yani, senin bu halin metal slime’dan bile nadir sonuçta.”

“Anlamadığım örnekler vermeyi kesebilir misin…?”

“Söylemeye çalıştığım şu: Normalde havalı güzel olarak biliniyorsun Ama bu havalı olmaktan çok, insanlara karşı umursamaz ve duyarsız davranmanla ilgili. Aslında insanların senin hakkındaki düşüncelerine aşırı hassas olman gerçeğini de hesaba katarsak, bu tam bir ironi.”

Maaya’nın sözleri kulağa acımasız gelse de, yanlış değildi. Kendi sınıf arkadaşlarımdan bu kadar olumlu tepki almak beni şaşırtmıştı açıkçası.

“Tam 14 puan fark ha? Az kalmıştı… Bir dahaki sefere kesinlikle kaybetmeyeceğim!“

“Evet, evet.“

“Kaaah! Şu ukala sırıtışın beni asıl sinir eden şey! Sırf bana bir kez üstün geldin diye böyle yapıyorsun!“

“Gülümsemiyorum tamam mı?“

“Peki, Saki.“

Şimdi ne var?

“Yakında doğum günün geliyor değil mi?“

“Ah, evet. Ee, ne olmuş?“

Az önceki sinir bozucu ifadeleri ve yenilginin verdiği bıkkınlık bir anda kayboldu, yerine heyecanlı bir bakış geldi. Bu kızın konuları bu kadar hızlı değiştirmesine ayak uydurmak cidden zor.

“Sana bir hediye almak istiyorum! Ama ne isteyeceğini bilmiyorum!“

“Bana bir şey almak zorunda değilsin.“

“Ama alacağım! Kesinlikle alacağım! Kesinlikle kesinlikle alacağım! İstiyorum çünkü istiyorum!“

“Peki.“

“Aslında, Asamura-kun’un doğum günü de yakındı, değil mi? Seninkine yakın bir tarihte olduğunu söylemiştin.“

“Onun doğum günü benimkinden bir hafta önce.“

“He?!“

“Sadece üçüncü tekil şahıs zamiri kullandım, sakin ol.“

Bunda hiçbir derin anlam yok yani, tanrım.

“Ne? Ama bu durumda…“

“13’ünde.“

“Yani, öbür gün! Aaaah! Neden daha önce söylemedin?!“

“Huh…? Yani… Üzgünüm?“

“Demek ikinizin de doğum günü okulun olmadığı günlere denk geliyor? Hem, başkasının erkek arkadaşını bir pazar günü dışarı çağırıp ona hediye veremem ki…“

“Tekrar söylüyorum, o benim—“

“Eğer sadece kardeşinse, ona çıkma teklif edebilir miyim o zaman?“

“…Hayır.“

Maaya kocaman bir sırıtışla bana bakmaya devam etti ama ben bu konuda yorum yapmamaya karar verdim. Beni bir brocon (erkek kardeşine aşırı düşkün biri) sanmasını tercih ederim.

“O zaman onun hediyesini de sen verirsin artık.“

Asamura-kun’un hediye almaması onu pek rahatsız etmezdi muhtemelen Ama Maaya tam tersine, böyle şeylere fazlasıyla takılan biriydi. Üstelik, bu sadece onun üvey kız kardeşimin arkadaşı olmasıyla alakalı değildi. Onun doğasında vardı bu. Ve bunu bildiğim için teklifini doğrudan reddedemezdim.

“Asamura-kun’a hediye almak istiyorsan, bence rahat bir şey yeterli olur. Zaten doğum günü partilerimizi 24’ünde, ailelerimizle birlikte kutlayacağız.”

“Yani Noel’de de kardeşinle olacaksın!”

“Hâlâ o konuya mı takıldın?”

“Demek aranıza giremeyeceğim ha? Ne yazık! Noel’de buluşuruz diye umuyordum.”

“Ben böyle iyiyim, tamam mı? Hem, senin zaten herkesle birlikte kutlayacağın bir parti yok muydu?”

“Huh? Ah, o gün başka işlerim var—”

Öyle mi? Demek o plan da yattı.

“Şey, biliyorsun işte! Öyle bir parti düzenlesem bile çiftlerle dolup taşardı! Noel’imi öyle geçirmek istemem! Haha!”

…Hm?

“Gerçekten mi?”

“Aynen öyle! Sonuçta artık liseliyiz, etrafımızda bu tür ilişkilerin olması garip değil, öyle değil mi?”

…Bu duraksama da neydi? Acaba Maaya’nın hayatında özel biri mi var? Bana söyler miydi ki?

“Bu tür ilişkiler, huh…”

“Yoksa sen de ilgileniyor musun?” Maaya aniden yüzünü bana yaklaştırınca panikle başımı salladım.

“Eh, sana hâlâ biraz erken, Sakicchi.”

“Neden bir üst sınıf öğrencisi gibi konuşuyorsun?”

Maaya bir kez daha gülümsedi. Az kalsın şaşkınlıkla “Yok artık!“ diyecektim ama kendimi tuttum. Onu tanıyorum. Bu, bir tür yönlendirme sorusu. Ya da daha doğrusu yönlendirme ifadesi. Beni bir yere yönlendirdiği yok ama sırf o ifadeyle bile ağzımdan istemeden bir şey kaçırmama sebep olabilirdi. Narasaka Maaya gerçekten tehlikeli biri. Kendi sırlarını saklarken başkalarınınkini kolayca ortaya çıkarabiliyor. Bugün düşünce yapım da biraz garip. Maaya’yı tanıyorsam, hayatında biri olsaydı bana söylerdi. Eğer söylemiyorsa, demek ki böyle bir şeyi gizli tutmak aslında oldukça normal. Üstelik onun biriyle çıkıp çıkmadığını bile bilmiyorum.

İş yerinde geçen stresli saatler göz açıp kapayıncaya kadar bitiverdi. Yomiuri-san bugün işe gelmemişti, ki bu oldukça nadir bir durumdu. Bu yüzden normalden on kat daha yoğunduk. Resmen kasaya bağlı kalmıştık, mağazanın içindeki herhangi bir şeyi kontrol edecek fırsatımız bile olmamıştı. Başımı kaldırıp dışarıya baktığımda, yol kenarında sıralanan ağaçların ışıklarla kaplı olduğunu gördüm. Mağazalardan gelen sezonluk müzik, çalışanların indirimleri duyuran yüksek sesleri arasında neredeyse kayboluyordu. Gerçekten de Noel’in kapıda olduğunu fark etmemek elde değildi.

Asamura-kun yanımda yürürken bisikletini yol tarafına daha yakın tutuyor, hızını bana uydurarak yavaşça itiyordu. Son zamanlarda, işten çıktığımızda eve böyle birlikte yürüyerek dönüyorduk ama gidonu tutan elleri fazlasıyla soğuk görünüyordu. Ona neden eldiven giymediğini sorduğumda, direksiyonu tutarken ellerinin kayacakmış gibi hissettirdiğini söyledi. Bunu güvenlik açısından ele alıyordu ama okul kuralları gereği eninde sonunda kask ve eldiven takması gerekeceğinden de bahsetti.

“Öyleyse kesinlikle bir çift almalısın,“ dedim hafif bir şaşkınlıkla. O da buna karşılık olarak bakacağını söyledi.

“Atkı da takmıyorsun. Üşümüyor musun?“

Doğal olarak, bu soruyu sormamın bir nedeni de boynunun elleri kadar soğuk görünmesiydi ama asıl merak ettiğim şey, gerçekten bir atkısının olup olmadığıydı. Sonuçta, atkı doğum günü için mükemmel bir hediye olurdu Ancak Asamura-kun, bisiklet sürerken atkı takmanın daha da tehlikeli olacağını açıkladı. Sanırım haklıydı.

Yine de ellerinin böyle buz gibi kalmasına izin veremezdim, bu yüzden elimi onun elinin üzerine koymaya karar verdim. Eldiven taktığım için pek bir etkisi olmadı ama en azından elini soğuk rüzgârdan koruyabilirdi.

Bundan kısa bir süre sonra, ana caddeden uzaklaşıp küçük bir ara sokağa girdik. Etrafımızdaki ışıklar azaldı ve neredeyse kimse yanımızdan geçmiyordu. Muhtemelen bu yüzden bunu yapabildim. Kimsenin bizi izlememesinin sayesinde… Sadece elimi onun elinin üzerine koymuş olmama rağmen kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Nabzımı elinde hisseder mi diye endişelendim ama aynı zamanda bunu hissetmesini de istedim.

“Asamura-kun aniden, ’Sınavların nasıl geçti?’ diye sordu ve kalbim neredeyse yerinden fırlayacaktı.

’Ah, umm, 815 puan aldım.’

’Gittikçe daha da iyi oluyorsun, huh?’

Öyle söyledi ama kendisi 819 puan almıştı. Büyük bir fark değildi ve aslında aramızda bir yarış da yoktu ama ağzımdan çıkan ilk kelimeler—

’Yine kaybettim...’

Neden notlar söz konusu olduğunda Asamura-kun’a yenilmek istemediğimi bilmiyorum. Kendi rekabetçi ruhum bile beni şaşırtmıştı. Muhtemelen hayal kırıklığına uğramış ve üzgün bir ses tonuyla söylemiştim ki, iyi niyetli Asamura-kun hemen bunun sadece onun dershaneye gitmesinden kaynaklandığını söylemeye başladı. Hatta birkaç ay önce modern edebiyatta kaldığımı düşünürsek çok ilerleme kaydettiğimi ve eğer ben de dershaneye gitsem onu kolayca geçebileceğimi söyledi.

’Dershaneye gitmek gibi bir planım yok.’

“Yani, pahalı sonuçta, anlıyorum.”

Bu, sebeplerimden yalnızca biri Ama beni onun önerisini kabul etmekten asıl alıkoyan şey, zayıflığımı başkalarına göstermek istememem. Birine koşulsuz güvenmekten korkuyorum. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum çünkü.

’Eğer fikrini değiştirirsen, bana haber ver. Her şeye hazırlanman için sana yardım ederim.’

Ama Asamura-kun’un bu kadar destekleyici olması içimde bir pişmanlık hissi doğurdu. Para ve karakterim bir yana, dershaneye gitmeyi istemememin asıl nedeni bambaşka— Asamura-kun’la aynı sınıfta olursam derslere odaklanamayacağımdan ve sadece ona bakıp duracağımdan korkuyorum.

Tabii ki, bunu ona söylemem mümkün değil. Utançtan ölürdüm.“

Dairemiz görüş alanımıza girdiğinde, sonunda zihnim normal çalışma moduna dönebildi. Daha doğrusu, akşam yemeğinde ne yapacağımı düşünmeye başladım. Sonuçta, Asamura-kun ve ben aynı anda eve gelmiştik. Vardiyamız yüzünden daha erken gelip bir şeyler hazırlama şansım da olmamıştı. Hızlıca hazırlayabileceğim tek şey…

Tam bunu düşünüyordum ki, apartmana girer girmez oturma odasındaki masanın üzerinde duran plastik bir poşetle karşılaştık. Üvey babamın aldığı yiyeceklerdi. Biraz sebze, tatlı-ekşi soslu domuz eti, gyoza ve biberli biftek vardı. Yanağımın gevşediğini hissettim. Ne kadar düşünceli bir hareket. Annem mi ondan bunu yapmasını istedi bilmiyorum ama Asamura-kun’un babasını düşündüğümde, bunu kendi fikriyle yapmış olabileceğini de gayet iyi tahmin edebiliyorum. Ben yemekleri tabaklara dizerken, Asamura-kun da pilavı ve çorbayı hazırladı. Sonra birlikte yedik.

Tam o anda, gyoza için farklı soslar kullandığımızı fark ettik. Birbirimizin soslarını deneyebilmek için değiş tokuş yaptık ama düşündüğüm gibi, hala soya sosunu pek sevdiğimi söyleyemem. O, kızarmış yumurtasını da soya sosuyla yiyordu değil mi?

Ah evet, o sırada beni bir anlık tereddüde düşüren bir şey oldu. Onun sosunu ödünç aldığımda, içimden “Bekle, bu…?” diye bir düşünce geçti ama yine de hızlıca bir lokma aldım. Dolaylı bir öpücük yüzünden telaşa kapılmak mı? Hem de bu, normal bir dolaylı öpücükten bile daha dolaylı… ve ben bunu hala düşünüyor muyum? İlkokul çocuğu muyum ben?

Sonunda, ikimiz de sessizlik içinde yemeğe devam ettik. Sessizlik artık dayanılmaz hale gelmeye başladığında, Asamura-kun doğum günü hediyelerinden bahsetti. Bu beni mutlu etti, o yüzden ben de ona karşılık verdim. Ona özel bir hediye ya da düşünceli bir şey istemediğimi söylediğimde, bana şüpheli bir bakış attı ama eğer bu ilişki bir gün sona ermeyecekse, o zaman birlikte oluşturduğumuz anılar zaten bizimle kalacak. Her yıl yeni ve değerli anılar edinebilirsek, bence bu yeterince güzel bir hediye olur. Sonuçta, bu anılar fiziksel bir nesneden çok daha parlak bir ışık saçıyor.

Bu şekilde düşünmeye başlamamın sebebi muhtemelen babam. O, her zaman maddi ve fiziksel değere takıntılıydı. Küçükken… bana karşı hala nazik olduğu zamanlarda, annem ve ben ona sık sık hediyeler verirdik. Sonrasında, şirketi çalışanları için bir ofis binasına taşınmaya başladığında, tamamen bu tür şeylere odaklandı. Bir süre sonra da “Sizi ben geçindiriyorum ama yine de şikayet ediyorsunuz?” gibi sözler söylemeye başladı. Para değerine bağlı kalmıştı. İşte bu yüzden böyle şeyler almak istemiyorum.

Ama bu sadece işin yarısı. Diğer yarısı ise, babam bizi terk ettiğinde annemin sırtını gördüğüm anı hala hatırlıyor olmam. Omuzları düşük bir şekilde titriyordu ama bana sarılmak için döndüğünde, gözyaşı dökmemişti. Beni endişelendirmek istemiyordu ama yine de onun üzüntüsünü hissedebiliyordum. Hala, şu an hissettiğim bu duygunun ve paylaştığımız bu ilişkinin sonsuza kadar süreceğine tam olarak inanabilmiş değilim. Ve eğer bir gün her şey darmadağın olursa, geriye kalan hatıralara bakmak bana sadece daha fazla acı verecek. İşte bu yüzden böyle hediyeler almak istemiyorum.

…Daha bir şey almadan önce kaybetmenin acısını düşünmek, tam da benlik bir şey.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


56   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   58