Yukarı Çık




57   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   59 


           
13 Aralık (Pazar) – Asamura Yuuta





Cumartesi günü önemli bir şey olmadan geçti. Ertesi gün, yani pazar günü, doğum günümdü ama dünyanın en sıradan lise öğrencisi olarak, kapıyı açtığımda ne şakıyan kuşlar beni karşıladı ne de büyük bir kutlama vardı. Bunun yerine, her zamanki gibi sabah dersleri için dershaneme gittim. İlk ders bittikten sonra kısa bir mola verdik.

Bir kahve alayım bari diye düşündüm ve otomatların bulunduğu dinlenme alanına yöneldim. Koridordan ilerleyip köşeyi döndüğümde, normal bir sınıfın yaklaşık üçte biri büyüklüğünde bir alana ulaştım. Burası, okul kafeteryalarında görebileceğiniz altı kişilik büyük masalar ve birkaç katlanabilir plastik sandalyeyle döşenmişti. Sütlü ama şekersiz bir kahve aldıktan sonra, elimdeki buharı tüten kahveye birkaç kez üfleyip boş bir yer aramaya başladım. İşte o sırada tanıdık bir yüz fark ettim—Fujinami Maho.

Önündeki bir koltuk boştu. Başını kaldırınca göz göze geldik ve ben de oturdum.

“Günaydın,“ diye mırıldandı sessizce.

“Günaydın. Naber? Üşütmüş müsün?“

Boyundan çok, şu an yüzündeki beyaz maske dikkat çekiyordu.

“Üşütmüş olsaydım derslere gelmezdim. Sadece önlem alıyorum. Kış aylarında hava çok kuru oluyor, bu da soğuk algınlığı ve diğer enfeksiyonları kapmayı kolaylaştırıyor.“

“Ah, mantıklı.“

“Büyükannem, dışarısı soğukken her zaman maske takmam gerektiğini söylerdi.“

Sessizce başımı salladım. Bahsettiği “Büyükanne,“ şu anda ona bakan kişiydi. Fujinami’nin ebeveynleri vefat ettikten ve akrabalarıyla bazı sorunlar yaşandıktan sonra ona sahip çıkan ve bakımını üstlenen oydu.

“Yine de, bu maske beni soğuk dalgasından koruyamaz.“

“Öyle de olsa, tamamen savunmasız olmaktan iyidir. Küçükken, sürekli deli gibi ellerimi yıkadığım bir dönemim olmuştu.“

“Sadece küçükken mi?“

“Doğum günümden hemen önce hasta olmuştum ve doğum günü pastamı yiyememiştim. O yüzden kendime, bir daha asla hasta olmayacağıma dair söz verdim.“

“Demek doğum günün kış aylarında? Yakın mı?“

“Aslında, bugün.“ Omuz silkip yanıtladım.

“Öyle mi?“ Fujinami hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp otomatlara yöneldi.

Cebinden biraz bozuk para çıkardı ve sıcak mısır çorbası aldı. Acıktığını mı düşünüyordu diye merak ederken, masasına geri döndü ve kutuyu önümdeki masaya koydu.

“İşte doğum günü hediyen. Gerçi kahvenin yanında biraz ağır kaçabilir.“

“Huh...?“

“Ayrıca, pek büyük bir şey değil.“

“Ah, hayır, sorun değil. Sadece...“

Ondan herhangi bir şey beklemiyordum, bu yüzden biraz—hatta bayağı—şaşırmıştım.

“Teşekkür ederim.“

“Önemli değil. Pahalı bir şey değil, o yüzden teşekkür etmene gerek yok. Hem asıl hediyeni muhtemelen kız arkadaşından alırsın.“

Yüzümde bir tebessüm belirdi.

“Neyse, müsaadenle.“ Fujinami arkasını dönüp giderken, ben de başımı eğerek onu uğurladım ve kutuyu elime aldım.

Bunun pek özel bir şey olmadığını söylemişti ama doğum günümü kutlayan biri olduğu için içten içe mutlu olmuştum.

Akşam vardiyam vardı. Çalışmaya başlamadan yaklaşık yirmi dakika önce kitapçıya vardım, bu yüzden dükkanın durumunu kontrol etmek için omzumda spor çantamla etrafı dolaşmaya karar verdim. Bugün de epey müşterimiz olacak gibi görünüyordu. Sergi masasındaki dergileri saymakla meşgulken, birinin sırtıma dokunduğunu hissettim.

“Yo, Junior-kun.“

Arkamı döndüğümde, her zamanki gibi uzun ve parlak siyah saçlarıyla Yomiuri-senpai’yi karşımda buldum.

“Ah, evet. Merhaba.“

“Nasıl gidiyor?“

“…Ne?“

Ne dedi o şimdi?

“’How fare thee’ demek—“

“Anladım, anladım. Kabaca ’Nasılsın?’ gibi bir şey, değil mi?“

Bunu daha çok eski mektupların başında falan söylerlerdi diye hatırlıyorum.

“Aynen öyle! Bunu bildiğine şaşırdım.“

“Yani… böyle bir şekilde selamlandığım ilk sefer oldu açıkçası. Neyse, asıl önemli olan, kendini daha iyi hissediyor musun?“

Müşterilerin yolunu kapatmamak için ana alandan biraz uzaklaştık Ama o, sorumu yanıtlamadan önce arka taraftaki ofisi işaret etti ve oraya doğru yürümeye başladı. Muhtemelen müşterileri rahatsız etmek istemiyordu. Başımı salladım ve peşine takıldım.

“Tamamen iyileştim, evet ama sanki çok uzun zaman geçmiş gibi geliyor. Demek benim için endişelendin ha?“

“Ee, yani... Evet. İyi hissetmene sevindim.“

“Aslında iki gün önce neredeyse tamamen iyileşmiştim ama iş yerindeki herkes, emin olmak için bir gün daha izin almam gerektiğini söyledi.“

“Üşütmüş müydün?“

“Evet. Boğazım fena halde ağrıyordu ve ateşim 39 derecenin üzerindeydi.“

“Senin için zor olmuştur.“

“Öyleydi, öyleydi. Alkış, alkış, sanki tapınakta el çırpıyormuşum gibi!“

Her zamanki gibi konuşmalarında biraz yaşlı adam havası vardı… yani demek ki tamamen eski haline dönmüştü. Kusursuz bir iyileşme diyebilirim. Neyse, ofise ulaşana kadar sohbet etmeye devam ettik. Kapıyı çaldık ama içeri girdikten sonra kimsenin olmadığını gördük.

“Aslında dikkatli olmaya çalışıyordum biliyor musun? Ama sanırım geçen haftaki dayanıklılık karaokesi son darbeyi vurdu. Yapmasam olmazdı ama lise tayfasını toplamıştık.“

“Yani sınıf buluşması gibi bir şey miydi?“

“Eski kulüp arkadaşlarımdan iki kişi gelecek ay evleniyor.“

“Ha?!“ Şaşkınlığımı gizleyemedim.

“Hem de Mao-chan! Kendisi en son evlenecek kişi olacağını söylüyordu ama herkesi solladı. Teknik okuldan mezun olunca evleneceklerine dair söz vermişler ama planladıklarından altı ay daha uzun sürdüğü için sinirlenmiş.“

“Ah, şey… Ee, tebrikler?“

“Evlenen ben değilim ki?“

“Biliyorum ama...“

Gerçekten ne diyeceğimi bilemedim. Öte yandan, Yomiuri-senpai’nin sınıf arkadaşlarıysa, yani yetişkin insanlarsa, günümüz dünyasında “fazla hızlı“ diye bir şey yoktu.

“Yine de ciddi bir evlilik depresyonu yaşıyordu. O yüzden hep birlikte karaokeye gidip dertlerini dinledik. Evet, Junior-kun, sen de dikkatli olsan iyi edersin.“

“Şey… tamam?“

Bütün bunlar tamamen başka bir dünyadan geliyormuş gibi geldiği için neye ve nasıl dikkat etmem gerektiğini pek anlayamadım. Cidden. Aklımda en ufak bir şey bile yoktu.

“Birbirini hiç tanımayan iki insan sosyal bir ortaklık sözleşmesine girdiğinde, onları bolca sürtüşme ve çatışma bekler.“

“Öyle mi?“

“Genelde evlilikler böyle işler. Romeo ve Juliet’in en saf hâlini yaşıyorsun Junior-kun.“

“Birbirinden tamamen farklı iki insanın karşılaşması mı?“

“Kızarmış yumurtaya sos döken Capulet Ailesi ve tuz ile karabiber ekleyen Montague Ailesi. Bu ikisi arasındaki uçurum aşılmaz.“

“Shakespeare şu an mezarında ters dönüyor olmalı.“

“Değerler arasındaki fark, anlaşmazlık doğurur ve bu da trajediye yol açar. Ne hazin bir durum! Bu arada sen hangi taraftasın, Junior-kun?“

“Kızarmış yumurta mı? Ben soya sosu severim.“

“Küllerinden doğan üçüncü bir fraksiyon! Ben şahsen ketçapçıyım. Peki ya soya sosu ailesi evliliğimize karşı çıkarsa? Ah, Romeo, neden bir soya sosu sevdalısısın? Gel, baharatlarımızı bir kenara bırakalım! Aslında boş ver, evlilik işinden de tamamen vazgeçelim.“

“Şu an tamamen anladığım tek şey, senin ne anlatmaya çalıştığını asla anlayamayacağım. O yüzden pes ediyorum. Neyse bana ne söylemek istiyordun?“

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhh4KL259lEnwvUGeIo7sesh7QEL-NrNGPSpEA0MMPowjQ-qR8AhHx9UeIsOyuJCUQtPnwz9BJk4ueEGNDwXirFOFK4OuSOc_9nd5OK7kuiYAqPvhZUENbqYTP5xiZvqE9HDzG0QU0rT9BIOvk8ee52hYTnyZ8jjQNYzFgYpBoGkP5nqz-ZVMi3RwstkQ/s2048/Chapter%203.jpg

“Ah, evet. Junior-kun, bugün doğum günün değil mi?“ dedi Yomiuri-senpai ve masanın üzerine bir kâğıt torba bıraktı.

“Evet. Ama… bunu bildiğine şaşırdım.“

“Saki-chan söyledi. Onunki de haftaya öyle değil mi?“

“Doğru.“

“Ona hediyesini sonra vereceğim ama bu senin için.“ Bunu söyledikten sonra daha küçük bir plastik torba çıkardı.

Şekline bakılırsa içinde kitap vardı. Bana uzatırken başıyla onayladığına göre açmamda bir sakınca olmadığını düşündüm.

“Vay… Bunlar…“

Bir sürü klasik kitap vardı. Muhtemelen ikinci el veya antika bir kitapçıdan almıştı. Gözüm Platon’un Sokrates’in Savunması, Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma, Camus’nün Sisifos Söyleni, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi ve hatta Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt eserlerine takıldı.

“Bu… epey sağlam bir koleksiyon.“

“Hâkim Yomiuri Shiori tarafından özenle seçilmiş, felsefenin olmazsa olmazları. Gerçi belli bir sıraları ya da bağlantıları yok, hatta bazıları tamamen alakasız.“

“Yine de fazlasıyla değerli. Bir lise öğrencisi olarak bunların hepsini edinmem zor olurdu. Ayrıca, okumakta zorlanırım diye satın almaktan çekiniyordum. Kütüphanede birkaçına göz atmıştım ama.“

“Sana doğum günü hediyesi olarak bir yetişkin oyuncağı almayı ciddi ciddi düşündüm ama reşit olmayan birine böyle bir şey vermenin yasal sorunlara yol açabileceğini fark edip daha klasik bir seçeneğe yöneldim.“

“Felsefe kitaplarını seçtiğin için çok memnunum.“

“Böyle sıkıcı bir hediye olduğu için üzgünüm.“ Bunu söylerken yüzü oldukça ciddiydi, bu da az önce söylediği şeyi bir şaka mı, yoksa gerçekten düşündüğü bir şey mi olduğu konusunda beni daha da şüpheye düşürdü.

Bu tür düşünceler vücut ısımın aniden yükselmesine neden olup üşütmeme sebep olabilir.

“Her neyse, çok teşekkür ederim.“

Tıpkı Fujinami-san’ın verdiği mısır çorbası gibi, bu sürpriz hediye de beni gerçekten mutlu etti. Normalde insanın istediği hediyeyi açıkça belirtmesinin daha iyi olacağını düşünürdüm ama böyle beklenmedik bir şey almak da fena sayılmazmış. Bana çoğunlukla eski ve klasik kitaplar verdiği için hepsini okumak epey sabır gerektirecek. Yine de, benim gibi bir kitap kurdu için kitap hediyesi asla reddedilecek bir şey değil. Üstelik, bana uzun süre okuyacak bir şeyler sağlayacaklar.

Vardiyam bitip eve döndüğümde, Akiko-san çoktan barındaki işine gitmişti ama babam hâlâ uyanıktı. Sanırım Ayase-san’la birlikte beni bekliyorlardı. Belki pazar günü olduğu için daha fazla vakti vardı, belki de doğum günüm olduğundan ama Ayase-san’ın hazırladığı akşam yemeği her zamankinden daha özenli ve göz alıcı görünüyordu. Ana yemek olarak rosto biftek vardı, yanında salata ve patates çorbası ile servis edilmişti. Masaya oturduğumuzda babam, “Vay be, bugün iyice döktürmüşsünüz.” diyerek başını memnuniyetle salladı.

“Ah, doğru ya. Bugün senin doğum günün, Yuuta.“

“Hatırladın mı?“ Sesimde şaşkınlık vardı. Babamın hatırlayacağını pek beklemiyordum açıkçası.

“Tabii ki hatırladım!“ Yüzünü asarak cevap verdi.

“Hem senin hem de Ayase-san’ın doğum gününü Noel’de kutlayacağımızı konuştuğumuz için asıl tarihi unuttuğunu sanmıştım.“

“Eh, Saki-chan’ın bu kadar özenli bir akşam yemeği hazırlaması bana ufak bir ipucu verdi sanırım.“

“Yani unuttun?“

“Hahaha.“

“Sırf güldün diye seni affedeceğimi sanma.“

Suçunu hafifletmeye çalışırken genelde böyle yapar. Yine de, ben gerçekten kızmış değildim. Bu, bizim her zaman yaptığımız sıradan bir atışmadan başka bir şey değildi.

“Tamam, tamam.“ Ayase-san mahcup bir gülümsemeyle araya girip, dumanı tüten pirinç kaselerini önümüze koymaya başladı.

Ardından üç çift yemek çubuğunu masaya koydu, fincanlarımıza çay doldurdu ve masayı tabaklarla donattı. Masayı silmek ise babamın göreviydi. Meğer Akiko-san ve Ayase-san bu tür rutin işlerde hep görev paylaşımı yaparmış ama babam da ben de yemek öncesi masayı silme alışkanlığına sahip değildik. Bizce, zaten kirlenince silmek daha mantıklıydı.

Tabii, Akiko-san’ın barmen olması onu hijyen ve masa düzeni konusunda epey titiz yapmıştı. Bekleneceği üzere, Ayase-san da ondan etkilenmişti Ve şimdi, sıra bize gelmişti; Ayase-san’ın alışkanlıkları bize de bulaşıyordu.

“Hadi, afiyet olsun.“

Hepimiz aynı anda söyledik ve yemeye başladık. Babam, rosto bifteği birkaç kez çiğnedikten sonra ağzını açıp büyük bir hevesle, “Harika olmuş!“ dedi.

“Yemeklerin gerçekten mükemmel, Saki-chan.“

“Dün de aynısını söylememiş miydin?“ diye sordum.

“Yine söylerim, tekrar tekrar söylerim! O kadar lezzetli ki!“

Buna aşırı düşkün bir ebeveyn modeli mi deniyordu? Gerçi, Ayase-san mahcup bir şekilde “O kadar da değil.“ diyerek konuyu geçiştirdi ve yemeği aslında pilav makinesiyle hazırladığını açıkladı.

“…Gerçekten yapabiliyormu?“

“Evet. Hatta puding ve pankek bile yapabilirsin. Şimdiki pilav makineleriyle yapabileceklerin gerçekten çok fazla. Harika bir şey.“

“Hiç bilmiyordum.“

Ben onları sadece pirinç pişirmek için kullanıldığını sanıyordum. Basit bir pilav makinesiyle bu kadar geniş bir yelpazede yemek yapabileceğin aklıma bile gelmezdi. Rosto biftek eşit şekilde ısınmıştı ve iç kısmı harika bir pembe renge sahipti. Ne fazla sert ne de fazla yumuşaktı; her lokmada ağzımı lezzetli sularıyla dolduruyordu. Üzerindeki tatlı sos ve soğan ile soya sosu tadını alan pirinçle birleşince—

“Bunu sonsuza kadar yiyebilirim.“ diye mırıldandım.

“Teşekkür ederim. Emeklerimin karşılığını almış olmak güzel.“ Ayase-san mutlu bir gülümsemeyle cevap verdi.

Demek ki bu yemeği benim doğum günüm olduğu için yapmıştı. Bunu fark etmek bile içimde tatlı bir mutluluk kıpırtısı oluşturdu. Bir an dalıp gitmişim ki yemeği yemeyi bıraktığımı fark ettim. Hemen son pirinç lokmamı da ağzıma attım.

“Biraz daha alacağım.“

Utanmamı gizlemek için hızla ayağa kalkıp pilav makinesinin yanına gittim. Yemeği bitirdiğimizde, babam banyoyu hazırlamaya gitmişti. Ayase-san ve ben bulaşıkları yıkıyorduk ki o, aniden eğilip kulağıma fısıldadı.

“Birazdan odama gel tamam mı?“

Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Ayase-san bana baktı ve sadece dudaklarını kıpırdattı—ve o hareket tek bir kelime oluşturdu: Hediye. Dudak okumada uzman olmama gerek bile yoktu, ne demek istediğini anında kavradım.

Babam banyoya girdikten sonra, Ayase-san’ın odasının kapısını çaldım. İçeri girmeme izin verdikten sonra sessizce içeri süzüldüm. O beni bekliyordu.

“Umm… Bu Maaya’dan.“

“Narasaka-san’dan mı…? Bekle, bu benim için mi?“

Ayase-san başını salladı. Bugün aldığım dördüncü sürprizdi. Maru, Fujinami-san, Yomiuri-senpai ve şimdi de Narasaka-san bana doğum günü hediyesi hazırlamıştı. Bunu asla tahmin edemezdim.

“Önce Maaya’nın hediyesini açalım.“ dedi ve bana kâğıda sarılmış bir kitap uzattı.

Dört kişiden üçü bana kitap hediye etmişti…

“Ben gerçekten bu kadar kitap kurdu gibi mi görünüyorum?“

“Yoksa değil misin?“ Ayase-san’ın tamamen samimi şaşkınlığı beni garip hissettirdi.

Beni daha da çok şaşırtan şey, hediye paketini açtığımda karşıma çıkan kitaptı. Kapakta şu yazıyordu: “AŞKTA BAŞARIYA ULAŞMAK İÇİN TAKİP ETMEN GEREKEN YEDİ KURAL“  Sayfaların arasına sıkıştırılmış, neredeyse düşmek üzere olan bir kart vardı. Üzerinde HAPPY BIRTHDAY yazıyordu ve altına kısa bir not eklenmişti: “Bu, Saki’nin kalbini fethetmene yardımcı olacak tatlım~“.

Yüz ifademin ne hale geldiğini bilmiyorum ama Ayase-san’ın endişeli bir sesle konuşması, muhtemelen pek iyi görünmediğim anlamına geliyordu.

“Neyin var? Beğenmedin mi?“

“Hayır, hayır, mükemmel. Merak etme.“

Kitabı kapatıp tekrar kâğıdına sardım. Narasaka-san’ın kafasından neler geçiyor acaba? En iyisi hiç görmemiş gibi davranmak.

“Ve bu da benim hediyem.“

Elime, parlak kırmızı kâğıda özenle sarılmış bir paket uzattı. Açtığımda, beklediğim gibi bir boyunluk çıktı. Yumuşacık bir dokusu vardı, kaliteli bir malzemeden yapılmış gibiydi. Muhtemelen geceleri bisiklet sürerken fark edilmem için parlak bir renk seçmişti. Ne alacağımı önceden biliyordum ama yine de mutlu oldum.

“Doğum günün kutlu olsun.“

“Teşekkür ederim.“

“Mumlu pastayı ise yılbaşında yiyeceğiz.“

“Evet, tahmin etmiştim Ama aynı şey senin için de geçerli, Ayase-san. Hep birlikte ailece kutlayacağız.“

“Evet.“

Bir hafta sonra, bu sefer ben Ayase-san’a hediye vereceğim Ve yine bir pazar günü olacak—Ah, dur bir saniye. Bu hediye verme işinde garip bir şey var… Özellikle de bu gizlice verme meselesinde…

“Sonuçta kardeşiz, hediyelerimizi başkalarının yanında da verebiliriz değil mi?“

“Bu çizgiyi tam olarak nereye çekmemiz gerektiğini kestirmek zor... Ama çok fazla göz önünde olmamasını tercih ederim,“ dedi Ayase-san. Bu sözleri beni tekrar düşündürmeye itti.

“Belki o gün erken vardiya alır, sonra birlikte dışarıda bir şeyler yeriz?“

“Ne… Dışarıda yemek mi?“ Ayase-san kaşını kaldırıp bana baktı. “Ama bu yılda bir kere oluyor… Hem benim doğum günüm, yani…“

“O zaman bir yer bakayım.“

“Tamam, öyle yapalım.“

Tam o sırada babam banyodan seslendi: “Banyo boş!“ Birlikte irkilsek de, hemen ardından odasına çekildi. Ayase-san’la detayları LINE’dan konuşmaya karar verdik ve ben odasından çıktım.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


57   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   59