Yukarı Çık




59   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   61 


           
19 Aralık (Cumartesi) – Asamura Yuuta





Yastığımın yanındaki dijital saat 06:30’u gösteriyordu. En ufak bir hareketimle battaniyenin altına soğuk bir esinti sızıyor, bu da beni ürpertiyordu. Pencerenin dışına baktığımda, yalnızca karanlığı görebiliyordum. Kış gündönümüne yaklaştığımız için güneşin doğmasına muhtemelen daha 15 dakika vardı. Bu arada kış gündönümü, güneşin en güney noktaya ulaştığı ve en alçakta olduğu günü ifade eder. Doğu ufkunda kısa bir süreliğine görünür, sonra yeniden kaybolur—sanki saklambaç oynuyormuş gibi. Bunun sonucunda özellikle Japonya’da, geceler çok daha uzun ve gün doğumları oldukça gecikmiş olur.

“Ve ben, dışarısı hâlâ karanlıkken uyanmaktan nefret ediyorum.“ Battaniyeyi başımın üzerine çektim ve gün için planlarımı bir kez daha düşündüm.

Yarın, doğum günümün üzerinden tam bir hafta geçmiş olacak. Yani, sıra Ayase-san’a geliyor. İstediği hediye ise “Banyoda kullanabileceğim bir sabun”du. İnternette hızlıca bir araştırma yaptığımda, Shibuya’daki özel bir mağazanın özellikle banyo ürünlerine odaklandığını gördüm. Sabunu oradan almayı planladım. Dershane ve yarı zamanlı işimle günlerim dolu olduğu için, bugüne kadar alışverişe gitmeye fırsatım olmamıştı. Neyse ki, bu banyo ürünleri mağazası dershaneye oldukça yakın. Derslerimin arasındaki boşluğu değerlendirmeyi düşünüyorum.

Aklımda detaylı bir program oluşturdum. Bunları düşünürken, zihnimde yer eden bir düşünce tekrar dikkatimi çekti. Fujinami-san ve Yomiuri-senpai’den beklenmedik hediyeler aldıktan, böyle bir sürprizin ne kadar mutlu edebileceğini fark ettikten sonra ben de Ayase-san’a küçük bir sürpriz yapmak istiyormuş gibi hissetmeye başladım. Sonuçta, aşkın en güzel baharatı sürprizdir—en azından, Narasaka-san’ın bana verdiği “Aşkta Başarıya Ulaşmak İçin Takip Etmen Gereken Yedi Kural“ adlı kitapta böyle yazıyordu. Gerçi orada yazanlara ne kadar inanmalıyım, ondan pek emin değilim.

Tabii ki, onu rahatsız edecek ya da bir şaka gibi yanlış anlaşılacak bir şey yapmak istemem. Sürpriz olmalı ama aynı zamanda onu mutlu etmeli. Mesela asıl hediyeye küçük bir şey daha eklemek gibi. Erken kalkmam gerekmediği için normalden çok daha uzun süre yatakta döndüm durdum. Derken aniden çalan alarmımla irkildim. Şok olmuşcasına battaniyeyi havaya fırlattım. Pencereden dışarı baktığımda hava çoktan aydınlanmıştı.

Pijamalarımı çıkarıp üzerimi değiştirdim ve oturma odasına yöneldim. İşe gitmesi gerekmeyen babam ve kanepede oturan Akiko-san’la karşılaştım. Akiko-san yeni işten dönmüş olmalı, yakında yatmaya gider.

“Saki kahvaltısını çoktan bitirdi ve odasına geçti.“

Akiko-san ayağa kalkmak üzereydi ama ona iyi olduğumu söyleyerek tekrar oturmasını sağladım. Kahvaltım çoktan masaya konmuştu. Pirinç pilavı pişiricideydi, miso çorbası da muhtemelen tencerede duruyordu. Çorbayı ısıttım ve kendime biraz pilav aldım. Bu sabahın ana yemeği somon munière idi. Alüminyum folyoyu kaldırdığımda hâlâ sıcak olan pembe eti gördüm. Soya sosuna uzanırken, Ayase-san’la gyoza yerken yaptığımız sohbet aklıma geldi. Bunun üzerine, balığı hiçbir şey eklemeden denemeye karar verdim ve bir lokma aldım—Mmm, lezzetlil.

İlk izlenimim buydu. Üstelik bu sadece tereyağının verdiği lezzetlilik değildi. Tuz ve karabiberle çeşnilendirilmiş munièrenin üzerindeki limon, kendini net bir şekilde belli edecek kadar güçlü bir aroma katıyordu. Belki de baharatı biraz hafif tutmuştu? Balığı bu şekilde tatmak sanki önümde yeni bir dünyanın kapılarını açtı. Kendi damak tadıma fazlasıyla alışmış olduğumu fark ettim ve üstelik gerçekten lezzetli olması, garip bir şekilde canımı sıktı.

Görünüşe göre Ayase Ailesi’nde tuz ve karabiber gibi baharatlar minimum seviyede kullanılıyordu. Eğer daha fazlasını istiyorsam, mutfaktaki baharat rafından kendime uygun olanı almam gerekiyordu. Bu da birbirimize uyum sağlama yollarımızdan biriydi. Ailelerimizin alışkanlıklarını birbirimize zorla dayatmak istemiyorduk. Sevdiğim soya sosunu baharat rafından aldım, küçük bir tabağa biraz döktüm ve ikinci lokmamı bu sefer sosla birlikte tattım. Tanıdık bir tat… ve her zamanki gibi lezzetliydi.

“Hmm… Yani bu sadece…“

…Ben soya sosu hayranı mıyım? Sanki yiyecek tercihime göre kişiliğimi tahmin eden bir psikoloji testinden geçmiş gibiyim.

“...ta.“

Düşüncelerim bir o yana bir bu yana savrulurken, bir ses beni gerçek dünyaya geri çekti. Babam konuşuyordu. Yemeğimden başımı kaldırıp ona baktım.

“Üzgünüm, bana mı seslendin?“

“Aynen öyle. Dalıp gitmiş gibiydin.“

“Şey… Biraz, evet. Neyse ne oldu?“

Yemek felsefemi bir kenara bıraktım. Sonuçta onu görmezden gelmem kabalık olurdu.

“Bu yıl ailemin yanına gideceğiz. Senin için sorun olur mu?“

“Benim için… sorun olmaz.“

Refleks olarak Akiko-san’a baktım ama o sadece bana gülümseyerek karşılık verdi.

“Saki’ye çoktan söyledim. Sona kalan sensin, Yuuta-kun. O tarihlerde bir planın var mı?“

“Hayır, sorun yok.“ Küçük bir panikle başımı salladım.

Babamın ailesi Nagano’da yaşıyor. Üniversiteyi Tokyo’da okuduğu için buraya taşınmış ve mezun olduktan sonra da burada kalmış. Nagano’daki ailemiz her yılbaşı bir araya gelme geleneğini sürdürüyor ve ben de bu etkinliklere defalarca katıldım. İlkokuldayken, öz annem de bizimle birlikte gelirdi. Ancak akrabalarımıza hiçbir zaman tam anlamıyla ısınabildiğini sanmıyorum. Dönüş yolunda sürekli onlardan şikâyet ederdi ve ben de karmaşık duygular içinde onu dinlemek zorunda kalırdım. Oysa ben onlarla gayet iyi anlaşıyordum, bu yüzden onun sözleri moralimi bozuyordu.

“Harika, o zaman hep birlikte gideriz,“ dedi Akiko-san gülümseyerek.

Bu, Ayase-san’ın da buna bir itirazı olmadığı anlamına geliyordu ama bu durum aklımda başka bir soru işareti yarattı.

“Peki ya senin ailen, Akiko-san? Onları ziyaret etmemek senin için sorun olmaz mı?“

Şahsen, Yeni Yıl için aile ziyaretine gitme fikrinin artık modası geçmiş, gereksiz bir gelenek olduğunu düşünüyorum ama diğer yandan, bir ebeveynin en azından yılda bir kez çocuklarını görmek istemesini de anlayabiliyorum. Akiko-san, bu soruma bir tebessümle yanıt verdi.

“Benim akrabalarım özgür yaşamayı seven insanlar. Böyle özel günlerde bir araya gelmek gibi alışkanlıkları yoktur.“

Yine de, önümüzdeki yıl ağustosta, Obon Festivali için onları ziyaret etmeyi düşündüğünü söyledi. Evlilik ve onunla ilgili her şey zaten yeterince yorucu olduğundan, yıl sonunda bir de bu stresin üzerine gitmek istememişti.

“Zaten her yıl çalışıyordum, bu sefer biraz dinlenmeye karar verdim.“

“Benim de 29’undan itibaren beş gün tatilim var.“

Akiko-san’ın Shibuya’daki bir barda çalıştığını düşününce, yılbaşı zamanı oranın oldukça kalabalık olacağını tahmin edebiliyordum ama sanırım bu şüphem yüzüme yansımış olacak ki o hemen açıklama yaptı.

“İş yerinde sürekli yardımcı olduğum için bu yıl özel bir izin aldım.“

“Bu iyi olmuş.“

Babam, iş yoğun olduğunda resmen köle gibi çalışıyordu ama Akiko-san’ın programı da onunkinden pek hafif sayılmazdı. Üstelik hafta sonlarını boş geçireceğinin de bir garantisi yoktu. Bu yüzden, en azından tatillerde iyi bir şekilde dinlenmesini istiyordum. Ancak onun, nadir bulunan boş zamanlarında bile aile işlerine koşturma gibi kötü bir alışkanlığı vardı. Şimdiden, “Saki tatilinin tadını çıkarsın diye çocuklara yemek yapacağım, en sevdikleri yemekleri hazırlayacağım!“ demeye başlamıştı bile.

“Aslında, Ayase-san da annesinin dinlenmesini isterdi. Gerekirse yemek yapmaya ben de yardım ederim.“

“Anne…“

“Huh?“

Yoksa yanlış mı duydu? Ben aslında Ayase-san’dan bahsediyordum… Ama yüzündeki o sevinçli ifadeyi görünce onu düzeltmek içimden gelmedi—ve zaten buna gerek de kalmadı. Yutkunup sustum.

“Yuuta’ya katılıyorum. En azından kış tatilinde biraz dinlenmeye hakkın var. Oradaki çocuklar, ilgilenmek zorunda kalacağın kadar küçük değiller. Ayrıca senin her zaman yan yemekler hazırladığını da biliyorum.“

“Huh? G-Gerçekten mi?“

“Tabii ki. Geçen hafta yaptığın gratin harikaydı.“

“O zaman yine yaparım.“

“Teşekkürler.“ Babam gülümsedi, Akiko-san da ona karşılık verdi.

Bu ikiliye bakınca, şimdiden karnım doymuş gibi hissediyordum.

“Ah, şimdi aklıma geldi de…“

Akiko-san’ın sözleri zihnimde başka bir düşünceyi tetikledi.

“Ayase-san en çok hangi yemekleri sever?“

Akiko-san bana baktı.

“Yani en sevdiği yemeği mi soruyorsun?“

“Evet. Az önce çocukların en sevdiği yemeklerden bahsettin de, merak ettim.“

“Hmmm…“ Akiko-san parmağını çenesine götürüp düşünmeye başladı. “Küçükken, iş yüzünden çok meşgul olduğum zamanlarda ona pek lüks yemekler yediremezdim. Sanırım biraz daha uzun sürede hazırlanan yemekleri seviyordur, mesela lahana dolması ya da dana yahni gibi.“

Anladım. Yani daha çok haşlama tarzı yemekler.

“Ama sanırım dana yahniyi restoranda yemeyi daha çok tercih ederdi.“

“Huh? Gerçekten mi?“

Ayase-san’ı dışarıda yemek yemeyi seven biri olarak görmemiştim, bu yüzden şaşkınlığımı gizleyemedim.

“Mahallemizde çok lezzetli batı tarzı yemekler yapan bir restoran vardı, oranın dana yahnisine bayılırdı.“

“Öyle mi?“

“Bir keresinde evde yapmayı denedim.“

Görünüşe göre tam olarak aynı lezzeti yakalayamamış. Süpermarketten aldığı sıradan etin neden yeterli olmadığını pek anlayamamış gibi görünüyordu.

“Yemekten açılmışken, yarın işten dönerken dışarıda yiyecektiniz değil mi?“

“Evet. Birlikte yemek yiyeceğiz… yarı zamanlı işimdeki arkadaşlarla.“

Ayase-san ve ben, yarın vardiyamızdan sonra dışarıda yemek yiyeceğimizi ailelerimize söylemiştik. Sonuçta, haber vermeden geç saatlere kadar dışarıda kalamazdık ama iş arkadaşlarımızla birlikte olacağımız kısmı tamamen bir yalandı. Ailelerimizi kandırmaktan hoşlanmıyordum ama daha büyük sırrımızı saklamak için bu gerekliydi. Umarım bu iş, klişe TV dramalarındaki gibi kontrolden çıkmaz.

“Saki’nin en sevdiği yemeği öğrenmek istemenin sebebi doğum günü mü?“

“Şey, yani… Bu bir doğum günü partisi değil ama madem öyle bir fırsat var, neden olmasın diye düşündüm ama lütfen sorduğumu söyleme.“

“Ne tatlı bir abi oldun sen böyle.“

“Haha, bu kadarı normal.“

Aynen öyle, bu tamamen normal. İyi bir abi, küçük kız kardeşinin doğum gününü biraz daha özel hale getirmek ister. Normal kardeşler için bu tür şeyler sıradan bir durum. İkimizin dışarıda yemek yemesi de garip sayılmaz. Aslında kardeş kimliğimizin arkasına saklanarak ilişkimizi gizlemek için ince bir çizgide yürüyoruz.

Soğumuş kahvaltımı bitirdikten sonra, her zamanki gibi dershaneye doğru yola çıktım.

Sabah dersleri bittiğinde elli dakikalık bir mola başladı. Eğer Ayase-san için bir hediye alacaksam, şimdi tam zamanıydı. Öğleden sonraki derslere yetişecek şekilde hediyeyi alıp eve bırakmam için yeterince vaktim olmalıydı. Kararımı verdikten sonra, çantamı hızla topladım ve sınıftan çıktım. Binanın girişine doğru ilerlerken tanıdık bir yüzle karşılaştım.

“Oh? Günün bu saatinde eve mi gidiyorsun?“

Karşımda duran uzun boylu kız, Fujinami’ydi.

“Aslında halletmem gereken bir iş var, bu yüzden molada dışarı çıkıyorum…“

“Öyle mi? O zaman ben de seni tutmayayım.“

Kısa bir sohbetin ardından hızla yolumuza devam ettik. Ana binadan çıkınca, gri kış gökyüzü hemen gözüme çarptı. Sokaklarda esen rüzgâr, elektrik tellerini titreştirerek ince, keskin bir ses çıkarmalarına neden oluyordu. Gömleğimin düğmelerini ilikleyip adımlarımı hızlandırdım.

Gideceğim banyo ürünleri mağazası, Shibuya tren istasyonunun yakınındaki çok amaçlı bir iş merkezinde bulunuyordu. Aslında o binada birkaç farklı mağaza vardı ama zamanım kısıtlı olduğu için internetten hızlı bir araştırma yaparak yalnızca bir tanesine uğramaya karar vermiştim. Fakat mağazanın önüne geldiğimde tereddüt ettim.

İçeriye öylece dalıp gitmek gerçekten zor. Belki de bugün cumartesi olduğu için içeride yalnızca kadın müşteriler vardı ve tek bir erkek bile görünmüyordu. Banyo ürünleri konusunda kadınlar ve erkekler arasında büyük bir fark olacağını düşünmemiştim ama fena halde yanılmışım. Üstelik kahverengi ve beyaz tonlarının hâkim olduğu mağaza pek büyük sayılmazdı ama oldukça geniş bir ürün yelpazesi sunuyordu. Ayase-san sadece banyoda rahatça kullanabileceği bir sabun istemişti.

Sonunda kendimi toparlayıp içeri adım attım. Böyle bir mağazada kadınlarla çevrili olmak pek de rahat hissettirmiyordu ama bu, Ayase-san’ın hediyesi için diyerek kendimi ikna etmeye çalıştım. Yine de sabunlar nerede acaba? Bildiğim sabun ambalajlarından hiçbirine benzer bir şey göremeyince ufaktan paniklemeye başladım.

“Özellikle aradığınız bir şey var mı?”

Aniden bir ses duyunca kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Döndüğümde, önlüğüyle bana gülümseyen bir kadınla göz göze geldim. Muhtemelen burada çalışan bir mağaza görevlisiydi.

“Şey…”

“Size yardımcı olmamı ister misiniz?”

Konuşma tarzında, eğer gerçekten ihtiyacım varsa yardım edebileceğini belirten ince bir nüans vardı. Fazla baskı yapmamak için özellikle dikkatli konuşuyordu… Gerçek bir profesyoneldi. Ben de bir kitapçıda çalıştığım ve müşteri ilişkileriyle ilgilendiğim için bunu anlayabiliyordum. Bazı müşteriler, özellikle de çalışanlarla konuşmak konusunda çekingen olabilirler ve elbette, ben de onlardan biriydim.

“Sabunları arıyordum…”

“O zaman sizi şöyle alayım.”

“Ah, çok teşekkür ederim.”

Kısa bir sohbetin ardından hemen uzaklaştı. Sanırım çalışanlarla konuşmaktan pek hoşlanmadığımı fark etti. En azından bana önerilerde bulunarak baskı yapmadı. Sabun deyince aklıma yalnızca basit şekilli, dikdörtgen kutuların içindeki sabunlar geliyordu ancak şu an önümde duran banyo sabunları tamamen farklıydı. Her yer renklerle doluydu. Bazı kutular yarı saydamdı ve mücevher gibi parlıyordu. Kafamdaki sade, beyaz sabun imajından eser yoktu.

Muhtemelen müşterilerin içeriğini görebilmesi için bu şekilde tasarlanmıştı. Tekli sabunlar, neredeyse tamamen şeffaf olan vinil paketlere sarılmıştı ve deneme ürünlerinin mühürleri açılmış durumdaydı. Merakıma yenik düşerek bir tanesini elime aldım. Etiketinde “Papatya” yazıyordu, tıpkı bazı bitki çaylarının kokusu gibi. Lavanta sabunu da lavanta kokuyordu. Hatta yiyeceklerden ve çeşitli bitkilerden esinlenen kokular bile vardı. Boyun ısıtıcısının fiyatını düşününce, iki ya da üç tane almam mümkün görünüyordu ama asıl mesele… hangileri?

“Hangisi Ayase-san’ın zevkine daha çok uyar acaba…?“

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhX39pwfmTin5XkL2if0auPCqMqzBCvm25St5KffHtte8vntWFcEDwZMHH7A-lFFoxrJIsLKAts6phMTfVh71vEr2fryUDRyMUQsIKMucbYCC4feiJ9wC3c9v0Rk29rNiyRCwEkS8MB6m726CEBQ-7weMuGhnxHUMPk88eVAgW37C5z-nUyMKFXKthRZg/s863/Chapter%205.jpg

Koku ve parfümler hakkında pek bilgim yok. Aynı şey Ayase-san’ın tercihleri için de geçerli ama bugün Maru’nun tavsiyesini kullanabilirim.

“İlgilendiğin kişi için, ona gerçekten önem verdiğini belli etmelisin.“

Hediye alırken, karşı tarafın onu uzun süre kullanacağını düşünmek önemli. Ancak biz hâlâ neredeyse yabancıyız. Karşı tarafın zevklerini ve ilgi alanlarını doğru tahmin etmek imkânsız. İşte bu yüzden Ayase-san’la hangi hediyeleri tercih edeceğimiz konusunda konuşmuştuk. Fakat bu, sadece en temel bilgiyi edinmemizi sağladı. Başarı için gerekli şartı yerine getirdik ama görev henüz tamamlanmadı.

Sol elimle bilinçsizce yakama dokundum. Boynumda, yaklaşık bir hafta önce Ayase-san’dan aldığım boyun ısıtıcısı vardı. Eminim ki Ayase-san bunu alırken “Herhangi bir boyun ısıtıcısı iş görür” diye düşünmemişti. Rengine, şekline, dokusuna uzun uzun kafa yormuş olmalı ve bunu yaparken sürekli beni düşünmüş olmalı. Bunu anlamak aslında çok basit—rengine bakmam yeterli. Genellikle tatil günlerinde giydiğim kıyafetlere tam uyuyordu. Daha doğrusu, birlikte dışarı çıktığımızda aldığımız kıyafetle mükemmel bir uyum içindeydi. Üzerinde özel bir desen ya da gösterişli bir kumaş olmamasının sebebini de kendisi açıklamıştı: “Eğer her gün giyeceksen, sade olması gösterişli olmasından daha iyi.”

Bütün bunları düşünerek aldığı için onun bana ne kadar değer verdiğini hissedebiliyorum. Öyleyse ben de aynı özeni göstererek banyo sabunu seçmeliyim. Sadece göze hoş gelen ya da şık duran bir tanesini rastgele almak olmaz. Şimdi düşünelim—genellikle ne tür kıyafetler giyer? Hangi aksesuarları kullanır? Ona daha çok huzur veren ama yine de parlak bir his uyandıran bir şey seçmeliyim.

Gözüme gül şeklinde bir sabun takıldı ve neredeyse elimi uzatıyordum ki durdum. Şık görünmek, Ayase-san için bir zırh olduğu kadar bir prensip de aynı zamanda.

Hediye alırken, Ayase-san’ın bu sabunu ne zaman kullanacağını düşündüm. Her zaman en son o banyo yapıyor. Ertesi gün için her şeyini hazırladıktan sonra, gün boyunca biriken tüm stresi atmak istediğinde ve ardından doğrudan yatağa gitmeyi düşündüğünde… Bu durumda, gerçekten de gösterişli ya da şık bir şeye ihtiyacı olur muydu?

Etrafıma bakındığımda, üzerine çiçek yaprakları işlenmiş sabunlar gördüm ama aynı zamanda oldukça sade olanlar da vardı. Biraz daha düşündükten sonra, rahatlatıcı etkileriyle bilinen papatya, lavanta ve limon otu sabunlarını seçtim. Ayrıca, raftaki küçük bir köpük kesesi de ilgimi çekti. Önce sabunu saklamak için küçük bir torba sanmıştım ama aslında sabunun daha kolay köpürmesini sağlıyormuş—bunu, kullanım talimatını okuyunca anladım.

İstediğim her şeyi topladıktan sonra kasaya gidip hediye paketi yapılmasını rica ettim. Kasada, daha önce bana sabunları gösteren çalışan vardı. İsteğimi duyunca sıcak bir gülümsemeyle, “Tabii ki.” dedi. Normal bir Noel paketi yerine, sanırım özel hediyeler için kullanılan, çiçek desenli bir paket kağıdı gösterdi ve bunun benim için uygun olup olmadığını sordu.

Başımla onayladım ve çalışan hemen paketlemeye başladı, küçük kutuların etrafını özenle katlayarak sardı. Onu izlerken, bu işi öğrenmenin benim için ne kadar zor olduğunu hatırladım. Aynı zamanda, profesyonel birini işini yaparken görmek, bugünkü iş vardiyamın ne kadar stresli olacağını acı bir şekilde hatırlattı. Bunu sözlü olarak dile getirmesem de, yaptığı işi güzelce tamamladığı için içimden ona teşekkür ettim. Ödemeyi yaptıktan sonra hızla dükkândan ayrıldım.

Derslerim de bitmişti, bu yüzden doğrudan işe gitmek üzere yola koyuldum. Üniformamı giyip ofise girdiğimde, vardiyada benimle birlikte olan birçok meslektaşımın da orada olduğunu fark ettim. Görünüşe göre bugün tam kadro çalışıyoruz. Ayase-san, Yomiuri-senpai ve benim dışımda üç çalışan daha vardı. Noel yaklaştıkça bunun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Mağaza da oldukça kalabalık görünüyordu. Beklendiği gibi, konuşacak pek vaktimiz olmadı ve doğrudan kasada çalışmaya başladık. Nihayet kısa bir soluklanma fırsatı bulduğumuzda, ofiste sadece Yomiuri-senpai ve ben kaldığımız bir anı bekledim.

“Ee, Senpai, sana bir şey sorabilir miyim?“

“Ancak bir anlaşma yaparsak. Üç dakika için 100 yen.“

“…Sana bir gün kutu kahve ısmarlayacağım.“

“İşte beni anlıyorsun, Junior-kun! Peki, Saki-chan hakkında ne sormak istiyorsun?“

Kalbim hızla çarpmaya başladı. Nereden biliyordu?

“Olgun bir hanımefendi olarak, genç delikanlıların aklından geçenleri anlamakta hiç zorlanmam. O yüzden hadi, anlat bakalım. Ne oldu? Otel odası nasıl kiralanır, onu mu öğrenmek istiyorsun yoksa? Sizin için biraz erken değil mi sence de? Ama madem yapacaksınız, tam gaz devam edin bari.“

“Yaşlı bir adam gibi güney şivesiyle konuşman, pis şakalarını temize çıkarmıyor.“

Aklı gerçekten de sapık bir ihtiyarınki gibi çalışıyor. Hatta sanırım artık açık açık cinsel taciz sınırına girdi. Hayır, bekle… Bana verilen üç dakikayı böyle harcarsam işim biter. Acaba iki kutu kahve daha versem, süreyi uzatabilir miyim?

“Şey, buralarda güzel bir batı restoranı biliyor musun? Özellikle de dana yahni yapan?“

“Dana yahni mi? Oho, oho, artık pasif çocuk rolünü bıraktın demek! Büyük etlere yönelmeye başladın ha?“

“Lütfen sözlerimi saçma sapan yerlere çekme!“

Sert bir bakış attıktan sonra Yomiuri-senpai nihayet sorumu ciddiye almaya karar verdi.

“Batı restoranları, ha? Epey biliyorum aslında. Kudou-sensei’nin beni götürdüğü pahalı yerlerden, cüzdan dostu küçük işletmelere kadar ama sadece dana yahni yapmaları yeterli mi? Başka bir kriterin var mı?“

“Güzel soru… Sonuçta hâlâ liseliyim, çok pahalı olmamalı ama…“

“Oho, oho?“

“Ama sıradan bir yer olmasa iyi olur. Farklı, insanı şaşırtan bir restoran olsa mesela.“

“Ne çok kriterin varmış! Demek ki özel bir planın var…“ Yomiuri-senpai yüzünde koca bir sırıtışla bana baktı. “Saki-chan’ı doğum günü için yemeğe çıkarıyorsun değil mi? Yarın, yanılmıyorsam?“

“Şey… evet.“

“Ne hoş! Lezzetli bir yerde romantik bir yemek! Kıskandım valla!“

“Kardeş olarak gidiyoruz. O yüzden senin fikrine ihtiyacım var.“

“Ne sıkıcı… Neyse, neyse. Hah, demek bu yüzden yarın vardiyan 18.00’de bitiyor? Oraya gitme süreni de hesaba katarsak, yemeğe 18.30 ile 20.00 arasında oturursun…“

Bu kadın nasıl oluyor da programımı benden iyi biliyor? Bazen gerçekten bu hanımefendi üniversiteli kızın kafasının içinde neler döndüğünü görmek isterdim.

“Sen ne zaman Sherlock Holmes oldun, Yomiuri-senpai?“

“Bu çok basit, sevgili Watson! Bu arada, Sherlock’un aslında bu cümleyi hiçbir zaman söylemediğini biliyor muydun?“

Gerçekten mi? O kadar ünlü bir replik ki ben bile duymuştum.

“Bir karakterin söylediği sanılan sözler, gerçek alıntılardan çok daha büyük bir iz bırakır. İşte memler de böyle doğuyor.“

“Tamam…?“

“Neyse, asıl konuya dönelim. Birkaç yer araştırıp sana LINE’dan göndereceğim, bana bırak~ Pırıltı~“ dedi ve elini sallayarak anında arkasını döndü.

Kendi yaptığı ses efektlerini söyleyen biriyle ilk kez karşılaşıyorum.

“Çok teşekkür ederim!“ dedim, o ise çoktan odadan çıkmıştı.

Onun neden bu kadar acele ettiğini merak ettim, ama saate bir bakış her şeyi açıkladı. Üç dakikam dolmuştu ve molamız bitmişti. Gerçekten de sıra dışı bir üst kıdemli, pek çok açıdan ama bunu fazla düşünmeye vaktim yoktu, hemen işime geri döndüm.

Döner dönmez, öncekinden bile daha fazla müşteriyle karşılaştım. Bu da ister istemez moralimi biraz bozdu. İşler şu an bu kadar yoğunsa, Noel günü nasıl olacak düşünmek bile istemiyordum.

Gökyüzü, elektriği kesilmiş bir ekran gibi simsiyah olmuştu ama eğlence bölgesinin ışıkları, etrafımızdaki dünyayı aydınlatıyordu. Eve doğru yürüyorduk; ben bisikletimi iterken, Ayase-san yanımda yürüyordu.

“Onu takıyorsun değil mi?“ diye sordu Ayase-san, bakışlarını boynuma yönelterek.

Etrafımızdaki ışıklar sayesinde yüzündeki memnun ifadeyi net bir şekilde görebiliyordum.

“Tabii ki. Gerçekten çok sıcak tutuyor, o yüzden teşekkür ederim.“

“İşe yaramasına sevindim. Bu arada, yarın için restoranı seçtin mi?“ diye sordu Ayase-san, saçları hafifçe dalgalanırken.

“Henüz değil ama zamanında rezervasyon yapacağımdan emin olabilirsin.“

Maru’ya da Yomiuri-senpai’ye de sormuştum ama ikisinden de hâlâ cevap gelmemişti. Eve gidince kendim de tekrar araştıracağım. Yine de biraz endişeliyim… Her yer çoktan dolmuş olabilir. Sonuçta yarın Noel’e en yakın pazar günü ve insanlar büyük ihtimalle bunu göz önünde bulundurarak rezervasyon yapıyor. Ya hiçbir yer bulamazsam? Gerçi bunu düşünerek vakit kaybetmenin bana bir faydası olmayacak. Bir şekilde halletmem lazım.

“Sabırsızlıkla bekle.“

Ağzımdan istemsizce dökülen bu sözleri duyunca içten içe hayıflandım. Şimdi kesinlikle hata yapamam.

“Hm…? Tamam, bekleyeceğim,“ dedi Ayase-san, sözlerim karşısında biraz şaşırmış gibi bakarak.

Muhtemelen normalde söylemeyeceğim bir şey söylediğim içindi. Tehlikeli bir andı. Ayase-san bu tür konularda gerçekten keskin bir sezgiye sahip, o yüzden hediyeden başka bir şey planladığımı anlayabilir ve doğru düzgün bir bahane uydurabileceğimden emin olmadığım için sessiz kalmayı tercih ettim. Neyse ki kısa süre sonra apartmana vardık ve her zamanki gibi birlikte akşam yemeğimizi yedik.

“Yarın görüşürüz.“

“Evet, iyi geceler.“

Ayase-san’ın odasına gidişini izledikten sonra ben de kendi odama döndüm. Banyoya girdikten sonra internete göz atmak için telefonu elime aldım ve o sırada bir mesaj bildirimi geldi. Ön izlemede Yomiuri-senpai’nin adını görünce hemen uygulamayı açtım.

Ekranda anında bulduğu batı restoranlarının URL’lerinden oluşan bir liste belirdi. Ona teşekkür eden bir mesaj attım ama tam o sırada bir mesaj daha geldi.

‘Listenin en üstündekiler Kudou-sensei’nin önerileri ama büyük ihtimalle rezervasyonlar çoktan dolmuştur (Gerçi tadı mükemmel olduğuna kefilim!). Bu yüzden hâlâ yer bulabileceğin birkaç tane daha ekledim. Başarılar~’

Mesajın sonuna kadar okuyunca küçük bir gülümseme yerleşti yüzüme. Acaba ne yapmamı bekliyor da böyle beni destekliyor? Ona bir kez daha teşekkür ettikten sonra restoranları incelemeye koyuldum. Dediği gibi, en üstteki yerler çoktan dolmuştu. Üstelik fiyatları da bana biraz fazla geldi.

Neyse ki gece geç saatler olmasına rağmen çoğu restoranın online rezervasyon imkânı vardı. Muhtemelen Yomiuri-senpai de bu yüzden özellikle bunları seçmişti. Sonunda, hem dana yahni sunan hem de bizim gibi lise öğrencileri için uygun fiyatlı olan bir yer buldum. Açık saatlerine göz attım. Restoranlardan biri eğlence bölgesine ve tren istasyonuna yakın bir iş merkezinin üst katlarında yer alıyordu.

Sitede rezervasyonların hızla dolduğu yazıyordu, bu yüzden hemen ismimle iki kişilik bir yer ayırttım. İlk kez bir restoran için rezervasyon yaptığım için biraz gergindim. Neyse ki işlemi tamamladığımda derin bir nefes alıp rahatladım. Tam o sırada Yomiuri-senpai’den yeni bir mesaj geldi.

‘Hey, hey. Son zamanlarda güzel filmler çıktı mı? İzlemek istediğin bir şey var mı?’

Film mi? Biraz ani oldu. Hemen her zaman kullandığım film sitesine girip daha önce kaydettiğim filmlere göz attım. Yakında çıkacak yapımları aşağı doğru kaydırırken…

“Ah, doğru ya. Bu hafta sonuydu.“

Tamamen unutmuşum ama ünlü bir yönetmenin yeni filmi çıkıyordu. Üç yıl aradan sonra çektiği en yeni yapımıydı. Uzun zamandır beklediğim için filmle ilgili hiçbir içeriğe bakmamıştım, sadece adını biliyordum Ama yönetmenin önceki işleri harikaydı, o yüzden bu filmin de güzel olacağına eminim. En çok da yönetmenin, karakterlerin değişmeyen günlük hayatını aktarma şeklini seviyorum.

Film daha sadece bir gündür vizyonda olmasına rağmen sosyal medyada muhtemelen övgülerle doludur. Tabii ki spoiler yememek için onlara bakmayacağım. Filmin adını kopyalayıp Yomiuri-senpai’ye gönderdim ve ‘Belki bu olabilir?’ diye yazdım.

‘Ooo, o film ha. Anladım, anladım. Güzel bir seçenek!’

Görünüşe bakılırsa bu filmi zaten biliyor. O zaman neden bana sordu ki? Yoksa geçen seferki gibi birlikte bir film izlemek mi istiyor?

Ama artık Ayase-san’a karşı hislerimin farkına vardığıma göre, başka bir kızla sinemaya gitmek pek doğru gelmiyor.

‘Neden sordun ki?’

Bunu düşünmeden yazıp gönderdim ama sanki tam da bunu bekliyormuş gibi anında cevap verdi.

‘Sana filmin sonunu tamamen spoilerlayacağım!’

Ah, işte her zamanki Yomiuri-senpai. Şükürler olsun.

‘Lütfen yapma.’

Üç yıldır bu filmi bekliyorum, cidden şaka yapıyordur ama yine de riske atmaya hiç niyetim yok. Öte yandan, muhtemelen sadece güzel bir film izlemek istiyordur. Böyle düşününce, az önce aklımdan geçenler için biraz utanmaya başladım.

Bunu unutmaya çalışarak ona tekrar yardım ettiği için teşekkür eden bir mesaj attım, ardından da kısa bir ‘İyi geceler.’

Yarın Ayase-san’ın doğum günü. Rezervasyonun onaylandığını son kez kontrol ettikten sonra içim rahat bir şekilde uykuya daldım.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


59   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   61